2 Aralık 2012 Pazar

Osmanlı’da Türkçe -Osmanliya bakmak-Taha Akyol


CHP lideri sayın Kılıçdaroğlu bir TV programında “Türkiye kafatası devleti devleti değildir” diye konuştu; çok doğru tabii... Ama sözlerine şöyle devam etti:
“Osmanlı devletinde Türk olmak ayıptı. O dönem ümmet toplumu vardı...”
Tarihçi İlber Ortaylı, haklı olarak bu sözleri eleştirdi, “internet bilgisi yorumu bu” diyerek...
Gerçekten 1930’ların tarih yazımından kalma aşırı basit bir slogandır bu.
Kılıçdaroğlu konuşmasının devamında, “19. yüzyıl politikalarıyla bu ülkeyi götüremeyiz. Yurttaşları iki noktada eşit davranmayıyız; inanç ve etnik kimlik” diyerek doğru şeyler de söyledi..
Her halde “19. yüzyıl politikaları” derken 1800’lü yıllardaki Tanzimat Türkiye’sini kastetmiyordu. Bugün CHP’nin 1930’lardaki politikalardan farklı, eşitlikçi bir yaklaşıma sahip olduğunu anlatmak istemiş olabilir.
Kılıçraoğlu’nun “Osmanlı’da Türkolmak ayıptı” sözü çok basit kaçtı, yakışmadı ama yine de ben iyi niyetine vermek istiyorum, “hiç kafatası devleti olmadık” demek istemiştir diye...
Tarih okumak
Uzun tarihi anlatımların yeri gazete köşeleri değildir. Osmanlı kültürünün, devlet yapısının ve hukukunun oluşmasında Türk kültürünün ve geleneklerinin büyük rolünü görmek için Halil İnalcık, İlber Ortaylı, Ahmet Yaşar Ocak, Cemal Kafadar gibi tarihçileri okumayı tavsiye ederim.
Tarihimizde aşiret yapılarından ve göçebe törelerinden yerleşik medeniyete ve kurumlara geçmemezi Osmanlı başardığı gibi, Cumhuriyet’in bütün temel kurumlarının temelinde bir Osmanlı tuğrası vardır: Ordu, idare, eğitim, hukuk, adalet, Yargıtay, Danıştay, parlamento, üniversite...
Bazı devşirmelerin “idraksiz Türk” gibi sözleri, kavmi bir aşağılama değil, “devletlu” takımının taşralı, köylü ahaliye bakış tarzıdır ki Cumhuriyet’te çok kullanılan “mürteci” kavramıyla benzerliği sınıfsal vardır!
Osmanlı’da bütün çağlar boyunca resmi dil yani devlet yazışmalarının, hukukun, idarenin ve idareci zümrelerinin dili Türkçe olmuştur. Bu aynı zamanda Türkmen Türkçesinin hukuk ve idare dili düzeyine yükselmesini ifade eder.
Bir Türkmen devleti olan Safeviler’in Fars devletiyle, Osmanlı’nın ise Türkiye Cumhuriyetiyle sonuçlanmasının tarihsel sebeplerini bilmiyorsak okumak, araştırmak lazımdır.
Osmanlı’da resmi dil
Osmanlı anayasası, 1876 tarihli “Kanunu Esasi”dir, yani ana kanun, ana yasa...
Üç maddesinde dört defa “Türkçe” ve “lisan-ı Türkî” hükmü vardır:
Madde 18: Devlet memuru olabilmek için Türkçe bilmek şarttır...
Madde 57: Parlamento dili Türkçedir...
Madde 68: Bu maddede milletvekili seçilme şartları sayılırken iki defa “Türkçe”yi bilmek şartı konulmuştur.
Bütün bunlar niye önemli?
Birnicisi, Türkçe’nin resmi dil ve tek resmi dil olması, Cumhuriyet devrinde yapılmış bir “icat”ı değil, bin yıllık tarihin doğal bir sonucudur.
İkincisi, CHP artık Osmanlı tarihi ile barışmalıdır. Cumhuriyet’il ilk yıllarında, “taş devri, tunç devri” çağlarında tarih aramak belki anlaşılabilirdi ama bugün hem tarih bilimi, hem bizi bu topraklarda birleştiren “bir yıllık beraberlik” diyorsak, bunun bel kemiği Selçuklu ve Osmanlı asırlarıdır; Cumhuriyet bu bin yılın bir evrim aşamasıdır, demokratikleşerek evrimine devam edecektir.

Osmanliya bakmak


TARİH kavgamız sürüyor! Raymond Aron’un deyimiyle “devrim geçiren toplumlar”da tarih de büyük kavgalara konu oluyor bir süre...
Fransız devriminin tarihini muhafazakâr Pierre Gaxotte’tan, devrimci Albert Soboul’dan veya ‘revizyonist’ François Furet’den okuduğunuzda üç defa gözlük değiştirmiş gibi olursunuz!
Benim tercihim ‘revizyonist’ denilen yeni tarihçilerdir. Ama üç ayrı gözlükten okumak karmaşık realiteye üç açıdan bakmak gibi bir ufuk genişliği de kazandırır.
Bunları niye yazıyorum? Dünkü “Osmanlı’da Türkçe” konulu yazım üzerine aldığım ateşli alkışlar ve öfkeli tepkiler için yazıyorum.
Osmanlı medeniyetinde Türk kültürünün hâkim karakterine dikkat çekmemin alkışlanmasını anlıyorum... Ama “Osmanlı Türk düşmanıydı, Anadolu’da Türkleri kesti, gericiydi” falan gibi sözlerle gösterilen ‘ulusalcı’ tepkileri anlamıyorum.
Onun için birkaç metodolojik not düşmek isterim.

Tarihin dip dalgaları
-  Osmanlı’da özellikle 16. yüzyılda görülen Türkmen isyanlarını ve şiddetle bastırılmalarını ‘Türk düşmanlığı’ veya ‘mezhep çatışması’ gibi görmek yanlıştır. Bu olayların temelindeki dip dalgalarından biri 16. yüzyılda bütün Akdeniz’de görülen nüfus patlaması ve Anadolu’daki toprak yetersizliğidir. Öbürü, yerleşik medeniyet kurumlaşması sürecinde ortaya çıkan yerleşik-göçebe veya merkez-kenar çatışmasıdır. Nitekim Şah İsmail’in devleti de göçer Türkmen aşiretlerine çok sert, hatta Osmanlı’dan daha sert davranmıştı. 
-  Devşirme sistemi ‘Türklüğe ihanet’ gibi ‘modern’ bir kavramla izah edilemez. Devşirme sistemi, çatışkan aşiret yapılarının üstünde, yerleşik ve otoriter bir devlet kurumlaşmasının aracıdır. Fatih bu devlet yapısını kurmasaydı, Osmanlı’nın ömrü Selçuklu’dan uzun olamazdı.
-  Devşirme sistemi Osmanlı’da kültürel Türkleşme, Safeviler’de ise Farslaşma olarak gelişti. O yüzden iki ülkenin eğitim ve hukuk dilleriyle 20. yüzyıldaki sonuçları da çok farklı oldu.
-  Avrupa’da ise, daha Osmanlı’nın kuruluşundan 6-7 yüzyıl önce göçebe aşiret yapıları ve kavimler göçü sona ermiş, yerleşik feodalite medeniyeti oluşmaya başlamıştı; kıtanın fevkalade verimli coğrafyası sayesinde... Avrupa’da “ulus”ların erken oluşmasının sebeplerinden biri budur; “Osmanlı ümmetçiliği” ve “İslam’ın Türkleri uyuşturması” değil...

Tarihe yeniden bakmak
Cumhuriyet tarihçiliği tarihin bu tür sosyolojik faktörlerini dikkate almadı. Prof. Zafer Toprak’ın “sosyolojiden antropolojiye” yazısında belirttiği gibi, Cumhuriyet’i kuranlar tarihi antropolojik faktörlerle izaha çalıştı. Zafer Hoca’nın Toplumsal Tarih’in son sayısında çıkan yazısını mutlaka okuyunuz.
Antropolojik anlayış laik Cumhuriyet’e Osmanlı asırlarını “kozmopolit” ve “ümmetçi” diye suçlama imkânı veriyordu; bu bakımdan ‘pratik’ti. Ama bilimsel olmadığı gibi Cumhuriyet’in modernleşme projesi için antropoloji sağlıklı bir temel olamazdı. Olamadı da...
İşte bakın, artık geleceğimizin temellerinden bahsetmek gerektiğinde “bin yıllık tarih” diyoruz! Dün ‘ümmet dönemi’ diye suçlanan bin yıllık tarih!
Artık bizde de akademik tarihçilik geliştikçe ‘revizyonist tarihçilik’ de gelişiyor. Onun için Halil İnalcık, İlber Ortaylı, Ahmet Yaşar Ocak, Cemal Kafadar gibi tarihçileri okuyalım diye yazmıştım dün.

Hiç yorum yok: