7 Aralık 2012 Cuma

RATİSBONLU PETAHYA’DA TÜRKLER VE YURTLARI HAKKINDAKİ BİLGİLER Osman KARATAY

RATİSBONLU PETAHYA’DA TÜRKLER VE YURTLARI HAKKINDAKİ BİLGİLER
Osman KARATAY*

Özet

12. yy sonlarına doğru Prag’dan çıkıp Kırım ve Kafkaslar üzerinden Bağdat’a
seyahat eden Yahudi âlim Petahya’nın anlattıkları kayda geçirilmis ve bir seyahatname
kıvamında bize ulasmıstır. Petahya genellikle sadece Yahudileri anlatıp diğer insanları
görmezden gelmekle birlikte, yeri geldikçe dolastığı bölgelerle ilgili faydalı bilgiler
vermektedir. Özellikle geç Selçuklu ve Eyyûbî dönemiyle ilgili çalısmalarda onun verileri
pek kullanılmamıstır. Ayrıca Kıpçak arazisine dair güzel tasvirleri vardır. Bu makalede
Petahya’nın seyahatnamesindeki Türklerle ilgili veya ilgilendirilebilecek bahisler çevrilmis
ve açıklanmıstır.

Bavyera’nın Tuna kıyısındaki tarihi kenti Ratisbon’da, simdiki adıyla Regensburg’da doğmus
olan Petahya, ünlü rabbiler yetistiren bir Yahudi ailedendi ve kendisi de bir rabbi idi. Daha sonra Prag’a
göç etmis ve mesleğine burada devam etmistir. 1170’lerde uzun sürecek bir seyahate çıkarak Ukrayna,
Kırım ve Kafkaslar üzerinden Bağdat’a gitmis, oradan da Filistin, İstanbul ve Balkanlar üzerinden Prag’a
geri dönmüstür. Petahya kabaca 1175-1185 arasına tarihlenebilecek1 bu uzun seyahati sırasında
gördüklerini hayli kısa da olsa kaleme almıstır. Onun dolastığı ülkelerin büyük bir kısmında Türklerin ya
yasadıklarını (Karadeniz kuzeyi, Kafkaslar, Azerbaycan, Kuzey Irak), ya da hâkimiyetlerinde
bulundurduklarını (Suriye, Filistin) görüyoruz. Bu yüzden, kendisi bir antropologu tatmin edecek
derecede iyi bir gözlemci olmasa da, seyahat kayıtlarında Türklerle ilgili kaydadeğer bilgiler
bulunmaktadır. Aslında bu eseri de kendisi yazmamıs, onun kayıtları yakın arkadası Rabbi Yehuda
tarafından tertip edilmistir.2 Zaten eser boyunca seyahat üçüncü bir kisinin ağzından nakledilmektedir.
Prag’da korunduğu anlasılan elyazması nüsha, 1595’te bu sehirdeki Almanca baskıdan baslayarak
çesitli dillere çevrilmis ve yayınlanmıstır. İngilizceye ilk kez kazandırılması bizim bu makalede
kullandığımız altıncı yayın olan 1856 Benisch nesriyle olmustur.3 Halen de İngilizcedeki tek çeviri ve
yayın budur. Benisch, çevirinin ardına dönemine göre oldukça iyi ve ayrıntılı bir açıklama bölümü
eklemeyi de ihmal etmemistir.

Asağıda görüleceği üzere, esere hızlı bir giris yapılır ve seyyah birkaç cümle içinde Dnyeper’in
ötesindeki Türk yurtlarına geliverir. Orada ayrıntılı haberler baslar. Bunun sebebi herhalde Bohemya’dan
bir farkı olmayan Lehistan veya (Kuzey) Ukrayna’da okuyucuya ilginç gelecek bir seyin olmamasıdır.
Eserde Türklerle ilgili bahisler, ilk iki sayfada olduğu gibi, bazen kesintisiz biçimde uzun sürer.
Biz bu metinleri bütün halinde sunup daha sonra açıklamaya geçerek, bahsedilen birçok konuyu
soğutmak, dipyazıda açıklama vererek de acılığı kaybetmek ihtimaline karsı, konu bütünlüğünü esas
aldık. Cümleler birbirini takip etse dahi, konu değistiği zaman yeni bir paragrafa geçmeyi uygun gördük.
Bunun daha iyi bir tarz olduğunu düsünüyoruz. Eserden alınan kısımlar tırnak içinde ve eğik yazıyla
verilmistir. Ayrıca, Türklerin yönettikleri ülkelerin etnik yapısına kaynak teskil etmesi bakımından,
Musevi nüfusun varlığına ve büyüklüğüne dair ifadeleri de buraya ilaveyi uygun gördük.
*****
Eser su sekilde baslar: “Bunlar bütün ülkeleri gezen Rabbi Petahya’nın yaptığı seyahatlerdir.
Kendisi Bohemya’daki Prag’dan Lehistan’a doğru yola çıktı; Lehistan’dan Rusya’daki Kiev’e ve
Rusya’dan Dnyeper nehri boyunca altı gün gitti. Nehrin öte yakasında Kedar memleketindeki
yolculuğuna basladı.”

Aslında Ratisbon ve Kiev yoğun bir ticaret hattının iki ucunda yer alıyorlardı.4 Kendisi aynı
zamanda zengin bir tüccar olan Petahya için burası yolculuktan bile sayılmaz. Nehri tekrar geçtiğine dair
bir ibare olmadığından, Dnyeper’in batı yakasında altı gün ilerlediği düsünülür. Üstelik eski Kiev ırmağın
batı yakasında idi ve oradan çıkıp ırmak boyunca giden kisinin doğal olarak batı sahillerini izlemesi
beklenir. Dolayısıyla Kedar ülkesi (Kıpçak eli) nehrin doğusundadır denir.5 Fakat Kedar ülkesi nehrin her
iki tarafında olduğu gibi, harita incelemesi de bu yolculuğun, eğer gerçekten böyle yapıldı ise, çok
mantıksız olduğunu gösterir. Zira bir süre batıdan gittikten sonra Dnyeper’in doğusuna geçen yolcu,
sürekli ırmak boyundan bile gitse Kırım’ın hayli doğusuna düsecek, hatta doğrultusunu değistirmediğinde
kendisini Azak denizinin doğu ucunda bulacaktır. Rehberlerinin çok iyi olduğunu tahmin ettiğimiz
Petahya böyle bir mantıksızlık yapmasa gerektir.

Kedar’dan Hazar’a geçis rivayetine binaen Azak’ın doğusunda Hazar aramak da mantıklı olur,
ancak Petahya’nın Kırım’a uğradığı görülüyor. Üstelik Kırım’a girmeden önce geçtiği anlasılan Orkapı
(Perekop) kıstağından önce, Kedar ile Hazar’ın arasına sokulan bir körfezden bahsediyor ki, burası ancak
Dnyeper’in Karadeniz’e bosaldığı yerdeki Kerson körfezi olabilir. Kiev’den altı gün boyunca asağıya
indiğinde Kedar, yani Kıpçak ülkesine ulasması gayet makuldür. Dolayısıyla kendi verdiği haberlere göre
Kiev’de Dnyeper’i geçmis ve oradan güneye ırmak boyunca altı gün ilerlemis gözüküyor. Burada nehri
simdiki Çerkası civarında geçiyor ve Đngulets nehri doğrultusunda tam güneye doğru 16 gün boyunca
Kıpçakların arasından ilerliyor.

Kedar kelimesine gelince, çok eski dönemlerde Arabistan’ın kuzeybatı kösesinde, Filistin
yakınlarında yasayan bedevi bir Arap kabilesinin ismidir. Bunlar karakeçi kılından yapılmıs çadırlarda
yasarlardı. Bu yüzden Đbranicede kedar sözcüğü kara demektir.6 Kedar’dan eski Yahudi sarkılarında
bahsedilir:

Ben esmer fakat yakısıklıyım
Ey Kudüs’ün kızları
Kedar’ın çadırları gibi (kara)
Süleyman’ın perdeleri gibi (alımlı)7

Dolayısıyla bu ismin göçebe hayat tarzını ifade bakımından İbrani edebiyatında Kıpçaklar için
kullanılması makul gözüküyor. Gerçi baska örneği de yoktur. 5. yy’da İranlıları hayli uğrastıran
Kafkasların kuzeyindeki Kidara Hunlarından bahsedilir ve akla doğrudan Afganistan merkezli Akhun
devletini yöneten Kidara hanedanı gelir.8 Fakat bu bölgeye onların ismine binaen herhangi bir dönemde
Kidar/Kedar denildiğini bilmiyoruz. Musevi geleneğinin böyle bir adlandırma yerine bölgeden bir halkı
(Tobol, Askunaz, vb.) seçmis olması beklenirdi. Burada, hemen takip eden cümlelerden da anlasılacağı
üzere, göçebelik vurgusu esastır ve Kedar kelimesi Arabistan’dan nakledilmistir.9

“Onların gemileri yoktur; on tane serilmis at derisini dikerler ve dısta kalan yerleri sırımla
bağlarlar. Sonra arabalarını ve tüm ağırlıklarını da koyarak derinin üzerine otururlar. Sonra derilerin
kenarındaki sırımı atlarının kuyruğuna bağlarlar; onlar yüzer ve suyu böylece geçerler.”

Bu bölgedeki nehirlerin yukarı kesimleri kıs aylarında donduğu için göçerler açısından geçmek
sorun teskil etmez, ancak yaz aylarında bütün GSMH’si ile bir ordanın nehirden geçirilmesi büyük
zahmet gerektiriyordu. Anlasılan sal yapımı çok daha zahmetli ve zaman alıcıydı ki, zaten kesip yedikleri
hayvanların derisinden de su tasıtı yapıyorlardı. Bu yöntem göçebe dünyasında eskiçağlardan beri
bilinirdi ve Saka çağı göçerlerinden Moğollara kadar pek çok topluluk nehirleri bu sekilde geçmistir.10
Böyle canlı bir anlatım da İbn Fazlan’da bulunur: “Kafiledekiler deve derisinden yapılmıs
keleklerini11çıkararak yaydılar. Yuvarlak olan esyalarını Türk develerinin üzerinden alarak kelekler
açılsın diye içlerini bunlarla doldurdular. Sonra elbiselerini ve diğer esyalarını da buna koydular.
Bundan sonra her keleğin üzerine dörder, beser, altısar, daha az veya daha çok kisilik gruplar halinde
bindiler. Ellerine kayın ağacı parçaları alarak kürek gibi kullandılar. Durmadan kürek çekiyorlar, daire
seklindeki keleği su götürüyordu. Nihayet nehri geçtik.”12

“Kedar ülkesinde ekmek değil, sütte haslanmıs pirinç ve darı ile süt ve peynir yerler. Et
parçalarını da bindikleri atın eğerinin altına korlar ve hayvanın üzerinde onu sıkıstırarak terletirler. Eti
ısınmıs haldeyken yerler.”

Pastırma veya kurutulmus et adedinin yerlesik dünyanın yazarlarınca bilinmemesi sebebiyle
Kıpçaklardan önce Hunlar da çiğ et yemekle itham edilmislerdir. Aynı tarifleri 900 sene önce yazan
Ammianus Marcellinus’ta da buluyoruz.13 Bol et, sütlaç ve lapayı göçebe sofrasında görmek sasırtıcı
değildir.

“Kedar ülkesinde sadece refakatçi esliğinde seyahat edilir. Bu, Kedar oğullarının birbirlerine
güvenlerini temin ettikleri bir usuldür.”

Burada daha ziyade yabancıların göçebeler arasından geçerken yanlarında ‘delil’ tabir
edebileceğimiz yerli birini bulundurma ihtiyacına vurgu vardır ki, İbn Fazlan Oğuzların arasından
geçislerde de benzer uygulamalara atıf yapar.14

“Bir kimse parmağına iğne batırır ve birlikte yolculuğa niyetlendiği yoldasını yaralı parmağın
kanını içmeye çağırır. Sonra o kimse ile aynı kandan ve tenden gibi olur. Bir baska yemin etme sekli daha
vardır. İnsan yüzü biçimindeki bir dökme bakır kabı doldururlar; sonra seyyah ve refakatçisi ondan
içerler ve ondan sonra o ona asla hainlik etmez.”

Türk topluluklarına has olan kan kardesliği uygulamasını aynen bugün bildiğimiz sekliyle
Kıpçaklarda da görüyoruz. Burada esas olan sey bir hususta yemin etmektir. Yemin etmek Türkçe ve
Macarcada ‘içmek’ fiiliyle anlatılır. İnsan suretli kap, eski bir bozkır uygulaması olan düsmanın
kafatasından yapılan kâseyi çağrıstırmaktadır. Sakaların, Hunların, Bulgarların yaptığını iyi bildiğimiz bu
adet, tarihte en son Peçeneklerin Kiev knezi Svyatoslav’ın kafatasını içki kabı yapmalarıyla
kaydedilmistir. Herodot Sakaların kendi milletlerinden bile olsa düsmanlarını öldürdüklerinde bunu
yaptıklarını söyler.15 Ancak Herodot’un söylediklerinin aksine, bu uygulamanın topumda yaygınlığı
hiçbir kaynakta geçmez. Kıpçaklar için de böyle seyler anlatılmaz. Belki eski geleneğin devamı olarak
kaplara insan sureti verilmis olabilir.

“Onların hükümdarları olmayıp, sadece beyleri ve (asil) aileleri vardır.”
Doğu Avrupa’daki devletsiz üç topluluk (Peçenekler, Oğuzlar ve Kıpçaklar) için pek çok
kaynakta tahsis edilmis bir ifade. Bunu barıs zamanı için kesinlikle doğru görebiliriz. Savasta ise hemen
hemen istisnasız sekilde bunların basında tek bir önder bulunur. Doğu Avrupa’daki devletsizlik olgusu
çok tartısılmıstır. O kadarki Kurat Kumanların devletsizliğini onların “en büyük hususiyeti” olarak
görmüstür.16

“Rabbi Petahya Kedar ülkesinden enine 16 gün içinde geçti. Ahali çadırlarda yasar; uzak
görüslüdürler ve güzel gözleri vardır, çünkü tuz yemez ve hos kokulu bitkilerin tadını çıkartırlar. Onlar
kanadı üstündeki (uçan) kusu yere indiren iyi okçudurlar. Bir günden fazla mesafeden (nesneleri) algılar
ve tanırlar. Onların ülkesinde dağ yoktur; her yer düzdür. Ve Kedar ülkesinin arkasında bir günlük yolda
Kedar memleketi ile Hazar memleketinin arasına sokulan bir körfez vardır.”

Yukarıda belirttiğimiz gibi, 16 gün boyunca düz arazide yapılan yolculuktan sonra gelinen körfez
Kerson körfezi olmalıdır. Petahya’nın geçtiği dönemde, 1175-1185 arasında Ruslarla Kıpçaklar arasında
kesintisiz savaslar vardı.17 Petahya bundan bahsetmez veya belki bu savaslar yabancıların veya sivillerin
hareketini engellemiyordu. Burada bozkırı nasıl geçtiğinin ipuçlarını görebiliriz. Baska bölgelerde Yahudi
olmayanlardan neredeyse hiç bahsetmeyen Petahya, burada Kıpçakları ayrıntılı olarak anlatmaktadır.
Dolayısıyla aralarından geçebilmek için aralarına katılması gerekmis, muhtemelen iyi ödeme yaptığı bir
yoldasın yardımıyla geçip gitmistir.

“Orada kadınların ölmüs anne ve babaları için bütün gün ve gece ağlayıp yas tutmaları
adettendir. Buna oğullarından, kızlarından veya ailenin diğer üyelerinden biri ölünceye kadar devam
ederler ve aile üyeleri kendilerinden önce ölenlere yas tutar. Kızlarına matem tutmayı öğretirler.
Geceleyin inleyip feryat ederler. Onların seslerine köpekler de uluyup havlar.”

Buradaki ömür boyu süren yaslar belki abartılı görünmektedir, ama yeni ölümlerin eski yasları
gündemden kaldırdığı bir gerçektir. Yasama beklentisinin çok düsük ve herhangi bir sekilde ölüm
oranının çok yüksek olduğu bozkır ortamında kuskusuz aileden verilen kayıpların arasında çok zaman
olmazdı. Kıpçakların arasında (yolda) 16 gün geçiren ve matemlere sahit olan Petahya’ya belki o feryat
edenlerin kısa süre önce de bir baska yakınlarına yas tuttukları söylenmisti; yani öyle bir vakaya sahit
olmustu. Buradaki yas tasvirleri diğer pek çok kaynaktan bildiğimiz ve hâlâ yasattığımız geleneklerimizle
örtüsmektedir.

“Sonra o sekiz gün kadar gitti ve Hazar ülkesinin hududunda onu çevreleyen 17 nehir birlesir ve
uzun yola çıkmak isteyenler buraya giderler.”

Petahya’nın burada tam neyi kastettiği açık değildir. Kerson körfezinden Kırım’ı anakaraya
bağlayan Orkapı kıstağına doğru ilerliyor. Ona muhtemelen “bu denize” (ayırt etmeksizin Karadeniz ve
Azak) akan ırmakların çokluğu söylenmistir ama uzun yol ifadesi anlasılmamaktadır. Irmaklar
bağlamında düsünürsek, uzun yol Don nehri üzerinden eski Hazar ana ülkesine giden hattı isaret edecektir
ki, hem İbn Hurdadbih, hem de İsimsiz Hazar Mektubu bu yolu anlatırlar.18 Eğer Artamonov’un dediği
gibi,19 Kuban nehrinin döküldüğü Kerç boğazı anlatılıyor ise, bu doğrudur ama Kuban nehri hiçbir sekilde
eski ve yeni Hazar’ı çevrelemezdi. En önemli sıkıntı ise bu cümlenin ardından asağıdaki metnin gelmesi,
yani o toplanma menzilinin Orkapı kıstağından önce olmamasıdır. Yani henüz Kırım’a girmemistir.
Petahya’nın yıllarca gezdikten sonra dönüste anlattıklarının kayda geçirildiğini düsünürsek, burada bir
karısıklık olduğuna kesin gözüyle bakabiliriz.

“Orada bir tarafta kötü bir kokunun yayıldığı bir deniz vardır; diğer tarafta ise pis koku
salmayan (bir deniz) vardır. İki deniz arasında yaklasık bir günlük yol vardır. Kokulu denizi geçen kimse
anında ölecektir. Rüzgâr, kokulu denizden pis koku yaymayan denize doğru estiğinde çok kimse ölür.
İnsanlar oraya sadece rüzgâr farklı taraftan estiğinde giderler.”

Buradaki kötü deniz Orkapı kıstağının doğu cihetindeki Sivas (Pudrig) gölü, iyi deniz ise batı
cenahındaki Karadeniz’in uzantısı olan Perekop körfezi oluyor. İki parçadan olusan Sivas gölü batıdaki
800, doğudaki 1700 km2 olmak üzere toplam 2500 km2 alan tutar. En derin yeri 5 m’lik bir tuz havuzu
görünümündedir. Yaz sıcağında bir çürük kokusu salar ki, bütün bölge dillerinde diğer ismi ‘Çürük
Deniz’dir.20 Bu konunun insanı öldürmesi bayağı abartılmıs bir sahne olarak gözüküyor, lakin konunun
dayanılmazlığına da ancak bu kadar vurgu yapılabilirdi.

“Rabbi Petahya Togarma ülkesine geçti. Oradan itibaren insanlar Muhammed’in (SAV) dinine
inanırlar. O Togarma’dan Ararat memleketine girdi. Ararat’ın yüksek dağlarını sağına alarak sekiz
günde Nisibis’e kadar yolculuk etti.”

Bu cümleler hemen yukarıdakilerin ardından gelir. Kitap sonradan hafızaya güvenilerek yazıldığı
için, takdim tehirler beklendiği gibi çıkıyor. Üstelik burada bütün ihtimaller birbirine giriyor. Sanki
Dnyeper’in asağı akıntısından Orkapı kıstağına kadarki yerler Hazar, kıstaktan itibaren Togarma ülkesi
gibi gözüküyor. Bu olamaz, zira o Togarma ile İslam’ı yan yana getiriyor. O günlerde Kırım ve Kuzey
Kafkaslarda henüz İslam yoktu. Buradaki kargasayı asağıda tekrar Kedar’a (aslında) Kırım’a dönülmesi
gösteriyor. Asağı İdil bölgesinde bilhassa o dönemde İslam’ın hayli yayılmasından hareketle Togarma ile
Hazar’ın aynı olması mümkündür denilebilir. Zira adını bildiğimiz son Hazar kağanı olan Yusuf, kendini
Yafes oğlu Togarma soyundan ve Togarma ülkesinin hükümdarı olarak tanımlıyor.21

Lakin Petahya Hazar’dan hem doğrudan Hazar kelimeyle, hem de asağıda göreceğimiz Meseç
kelimesiyle bahsediyor. Togarma’da Hazar aramak her açıdan mantıksız gözüküyor. Musevi geleneği
Togarma ile genel olarak tüm Türkleri anladığı için, bundan Selçukluların/Türkmenlerin anlasılması da
beklenir. İslam’ın varlığı bu haberde Togarma’yı Azerbaycan ve Doğu Anadolu’nun Türkmenleri ile
özdeslestirir. Ama burada da bir sıkıntı var. Petahya Togarma’dan Ararat (Urartu) memleketine giriyor.
Dolayısıyla biz burada Togarma’yı hem Hazarlar, hem de Selçuklulardan alıp, yol üzerinde bulunan
baska bir kavme, Gürcülere vermek durumundayız.22 Gürcü ve Ermeni gelenekleri Güney Kafkas
halklarını Togarma’dan getirirler. Üstelik yine bu geleneklere göre Hazarlar Toğarma’nın düsmanıdır.23
Çok büyük ihtimalle Kafkasların ortasındaki Daryal geçidini kullanarak güneye inen Petahya,
geçitten itibaren yeni bin ülkeye girmis oluyordu. Ondan ötesi, Hazar veya Kedar olması fark etmiyor,
etnik açıdan tek bir ülke gibiydi. Küçük yapıları hariç tutarsak, kaydadeğer etnik ayrım ancak Daryal
geçidinden baslıyordu. Daryal geçidinin hemen asağısında bulunan Tiflis’in bir İslam kenti olduğunu
unutmamalıyız. İlk fetihlerle birlikte Müslümanların eline geçen kent, 400 yıllık İslam idaresinden sonra
daha yeni, 1122 tarihinde Gürcülerce alınmıstı24 ve İslam sınırı Tiflis önlerinden itibaren baslıyordu (Bu
sehir 1226’da Celaleddin Harzemsah tarafından yeniden alınacaktır). Dolayısıyla, Petahya’nın
Togarma’dan itibaren İslam’ı görmesi bosuna değildir; Daryal geçidinden itibaren Togarma, yani Güney
Kafkas kavimlerinin memleketlerine girmesi de yersiz bir rivayet olamaz.

“Kedar ülkesinde Yahudiler olmayıp, sapkınlar vardır. Ve Rabbi Petahya onlara sordu:
Bilgelerin sözlerine neden inanmıyorsunuz? Dediler: çünkü babalarımız bize onları öğretmedi. Sabbat
arifesinde Sabbat’ta yedikleri tüm ekmeği keserler. Karanlıkta yerler ve gün boyu tek bir yerde dururlar.
Duaları sadece mezmurlardan olusur. Ve Rabbi Petahiye bizim yemeklerden sonraki ayin ve duamızı
anlattığında, memnun oldular. Ayrıca dediler: Biz Talmud’un ne olduğunu hiç duymadık.”
Pis kokulu kıstağı geçtikten sonra bu metni anlattığına göre, beklediğimiz gibi Kırım’daki
Karaylardan bahsediyor. Burada Hazar’daki Musevi mezhebinin ne olduğu gibi ucu bucağı olmayan
tartısmaya hiç temas etmeyeceğiz. Bir zamanların görkemli Hazar baskentinde hangi Musevi mezhebi
hâkim olursa olsun, Kırım’da Karaim mezhebinden kimselerin bu gün gibi o zamanlar da yasadığına dair
önemli haberlerden birini Petahya verir. Karaimlik kısaca, Tevrat’ın tefsirlerini (Talmut) reddeden,
doğrudan Kitab’ın kendisini okumayı esas alan bir mezheptir. Talmutçular ve Karaimler birbirlerini
Yahudi veya Musevi olarak değil, sapık olarak nitelerler.

“Ararat memleketinde Ararat dağlarında Nisibis ve Khosen Kapha kentine kadar seyahat etti.
Ararat dağlarının hududunda iki hafta boyunca öbür tarafa gitti. Nisibis’te genis bir cemaat ve aynı
zamanda Bethera oğlu Rabbi Yehuda sinagogu ile Fakih Ezra’nın yaptırdığı iki sinagog vardır…”
Günümüzde Güneydoğu Anadolu’nun iki önemli kültür mirasını temsil eden Nizip ve
Hasankeyf’in o dönemde Yahudilerin bol yerlestiği merkezler olduğu görülüyor.
“Hazar’ın kendi dili vardır, Toğarma’nın kendi dili vardır (Onlar Rum kralına haraç verirler) ve
Kedar’ın kendi dili vardır.”

Eğer Hazarlar kimi eski haberlere istinaden iddia edildiği gibi Türkçenin R lehçesini
konusuyorduysalar veya sonradan Hazar üst ismini alan veya bölgeden dolayı öyle adlandırılan Kırım’ın
Bulgar asıllı Türkleri25 Petahya’nın nazarına girdi ise, onların dilini elbette Kıpçak Türkçesinden ayrı
görmek durumundayız. Nitekim kimi eski kaynaklar da Hazarların dili Türklerin diline benzemez
demistir.26 Togarma’nın dilinin diğer ikisinden ayrı olması, bizim onları Gürcü olarak teshisimize ek delil
sağlar. Öbür türlü iki tamam ama üç tane Türk lehçesinin birbirinden ayrı olduğunu söylemek zor
olacaktır. Kıpçakça ile Oğuzca arasındaki bir yabancının vurgulayacağı özellik ayrı olusları değil,
birbirlerine benzemeleri olmalıydı. Ve zaten o dönemde herhangi bir Türk yurdunun Bizans’ın
haraçgüzarı veya bağlısı olması sözkonusu değildi. Bu ancak Gürcistan olabilir. O yıllarda tam bağımsız
bir siyaseti bulunsa da, Gürcü devleti genellikle İran’a karsı Bizans yörüngesinde bulunmustur.
“Nisibis’ten Yeni Ninova’ya gitti… Yeni Ninova’da sayısı altı bin kisiden fazla olan genis bir
cemaat vardır… Herkes bir altın florin öder; Yahudilerden gelenin yarısı kral sultana aittir (ona kral
değil, sultan derler), o Babil kralına tabidir…”

Ninova’nın yakınlarında bulunup, Ortaçağ’da da hayli büyük bir kent olan Musul’da böyle genis
bir Yahudi cemaati hayret vericidir. Kuzey Irak’taki Yahudi varlığının yoğunluğunu göstermesi
bakımından ilginçtir. Petahya’nın orada bulunduğunu tahmin ettiğimiz zaman diliminde Musul’da Zengî
atabeklerden İzzettin Mesut hüküm sürüyordu.27 Buradaki sultan o olmalıdır. Babil kralı ise onun ve tüm
Sünni önderlerin hürmet gösterdiği Halife’dir. Tabiiyet sözkonusu değildir; Zengîlerin ve diğer
sultanların Halife’ye ihtiramları siyasi bağlılık olarak algılanmıs gözüküyor. Toplanan paranın yarısı
cizye anlamına geliyor. Anlasılan Yahudilerin mali özerkliği vardı ve cizyeyi kendi aralarında toplayıp
iletiyorlardı.

“(Yahudi) beyinin bir de rezilleri kapadığı bir hapishanesi vardır. Eğer Yahudi olmayan biriyle
bir Yahudi’nin meselesi varsa, suçlu ister Yahudi isterse Müslüman olsun, bey onu içeri atar.”
Musul’daki Yahudi cemaati sadece mali değil, hukuki bir özerkliğe de sahip gözüküyor. Üstelik
bu yetki gerektiğinde Müslümanlara da uzanıyor ve ceza infaz süreci icra ediliyor. Burada bir
Müslüman’a Yahudi cemaat reisi tarafından ceza verilmesinden ziyade, suçlu olan kimse Yahudi’ye zarar
vermis Müslüman dahi olsa cezasını gördüğü, Müslüman yönetimin bu konuda adil davrandığı seklinde
bir çıkarım daha yerinde gözüküyor. Belki bir iyi niyet göstergesi olarak Zengî (< Selçuklu) idaresi
cezanın bizzat Yahudi cemaatince infazını önermis olabilir. Burada hem Türk hukuk tarihi, hem de Türk
idaresinde çok etnikli yapılar gibi konularda önemli ipuçları bulunmaktadır.

“Rabbi Petahya Ninova’da hasta düstü ve hükümdarın hekimleri onun yasamayacağını
söylediler. Orada, seyahatteki bir Yahudi öldüğünde Sultan’ın onun mülkünün yarısını alması adettendir
ve Rabbi Petahya güzel elbiseler giydiğinden onun zengin olduğunu düsündüler; bu yüzden sultanın
muhassılları öldüğü takdirde mülkünün iyeliğini almak için orada hazırdılar…”

“Ninova’da bir fil vardı… Sultan birini idama çarptırdığında file bu adam suçludur derler. Fil
onu ağzıyla kavrar, havaya atar ve öldürür…”

“Sonra Dicle’de gemiye bindi ve ırmağın akıntısı ile 15 günde Babil’deki akademinin baskanının
bahçesine vardı. Yolculuk bir ay tutar. Ninova’dan itibaren her sehir ve köyde cemaatler vardır.”
“Bağdat bir büyüksehirdir. Burası halife sultanın payitahtıdır. O milletlere hükmedip yöneten
büyük hükümdardır. Bağdat çok genis olup bir bastan öbür basa bir günden fazla tutar. Çevresi üç
günden fazladır. Bağdat kentinde 1000 Yahudi vardır… Ve akademinin baskanının aynı anda 2000
müridi vardır ve 500’den fazlası etrafındadır ve hepsi de iyi bilgilidir…”

Musul’dan Bağdat’a kadar Yahudisiz yer olmamasına vurgu, diğer pek çok eserle desteklenir.
Fakat Bağdat Yahudilerinin sayısında Petahya kendisiyle çelisiyor gözükmekte. Buna göre Bağdat’ta
akademi baskanının maiyeti dısında neredeyse Yahudi kalmıyor veya onun çevresindeki Yahudi sayısı
sehirdeki ‘laik’ Yahudi nüfustan daha fazla. Her halükarda buradaki 1000 rakamına güvenemeyiz. Hem
dünyanın en önemli Musevi din okulunun (Babil akademisi), hem de en genis bölgede (tüm Asya, Afrika
ve Hazar; papa veya Halife’nin yetki alanından kat kat genis bir coğrafya…) yetkilere sahip akademi
baskanının bulunduğu Bağdat’ta, bilhassa Musul ile kıyaslandığında, daha fazla Yahudi nüfus bulunması
beklenir. Petahya’nın Halife’yi hükmedici bir konumda gördüğü saptamamızı buradaki tarif de
desteklemektedir. Aslında o yıllarda siyasi ve askeri gücü bakımından Halifelik makamı asgari dereceye
inmisti.

“Ararat memleketinde büyük sehirler vardır. Oralarda çok az Yahudi bulunur. Eski zamanlarda
burada çok Yahudi vardı. Lakin birbirlerini katlettiler ve ayrıldılar ve Babil, Medya ve Fars sehirlerine
gittiler. Fakat Kus ve Babil topraklarında 600 binden fazla Yahudi vardır, bir o kadarı da Fars
ülkesindedir… Babil’deki her Yahudi kelle vergisi olarak akademinin baskanına yılda bir altın florin
verir. Zira hükümdar vergi almaz, sadece akademi baskanı alır. Babil memleketindeki Yahudiler
selametle yasar.”

Doğu Anadolu’daki Yahudilerin büyük kısmı, Heraklius ile 2. Hüsrev arasındaki bir kusak süren
meshur savasların bitiminde, 630’larda nihai muzaffer taraf olan Bizanslılarca buradan sürülmüs, çoğu
Hazar’a gitmistir.28 İkinci bir sürgün dalgası ise 920-30’ların cebbar imparatoru Romanos Lekapenos’un
emriyle gelmis, bölgede neredeyse Yahudi kalmamıstır.29

“Bağdat’ta iken Meseç hükümdarının elçilerini gördü, zira Mecüc (yurdu) oradan on gün kadar
bir mesafededir. Memleket Karanlık Dağlar’a kadar uzanır. Karanlık Dağlar’ın ötesinde Reçab oğlu
Cunadab oğulları bulunur.”

Meseç burada, asağıdaki ifadenin de gösterdiği üzere, Hazar’a tekabül ediyor. Kendisine kuzey
toprakları verilen Yafes’in oğullarından birinin adıdır. Buradaki ifadelerinde de Petahya’nın Toğarma ile
Hazarları kastetmediği görülmektedir. Petahya her seyden önce rabbi unvanına sahip, okumus bir din
adamıdır. Yafes’in iki ayrı oğlunu tek bir millete ata yapacak bir dikkatsizlik içine girmesi beklenemez.
Meseç ile Hazar’ın kastedilmesi kesin olmakla birlikte, buradaki sorunumuz 1180’lerde Hazar’dan hiçbir
eserin kalmamasıdır. Bu devlet 200 küsur yıl önce yıkılmıstı. Yıkılıstan sonraki bahislerde Tamatarhan ve
çevresinde, Kerç boğazının doğu yakısında yasayan Hazarlara atıf vardır ama bunları daha çok Musevi
(Türk ve Yahudi asıllı) asıllı kent nüfusları olarak okumak daha yerinde olabilir. Petahya buradaki
Hazarları zaten yolda gelirken görmüstü; onlara Meseç demesini bekleyemeyiz. Bir hükümdarları da
yoktu ki, elçi göndersin.

Öte yandan, o dönemde Hazar sahillerinde ne bir Musevi nüfus, ne de siyasi teskilatları hakkında
bilgimiz var. Bölge bir Kıpçak denizi görünümündeydi. Ayrıca Kıpçaklardan Kedar diye bahsetmesini
bekleriz ve de tarihi Hazar bölgesinden Bağdat’a elçi gönderecek ne bir Musevi, ne de Kıpçak siyasi
yapısı akla geliyor.

Eğer bu bir hükümdar elçiliği ise, Musevilik bağlantısı sebebiyle Kiev knezliği olamayacağına
göre, en yakın aday olarak Harezmsah devleti kalıyor. Harezmliler (Arsiyye, Havâlis) zamanında paralı
askerler olarak Hazar devletinin silahlı kuvvetlerini teskil ederlerdi. Ayrıca baskentteki tüccar ve
zanaatkâr sınıfı büyük ölçüde onlardan mütesekkildi. Hazar’daki Harezm varlığı o derecededir ki, isyan
edip ayrılarak Macarlara katılan bir Hazar boyu olan Kabarların bir kısmını Harezmlilerin olusturduğu
düsünülmektedir.30 Bu bilgiyi Bağdat’tan birilerinin Petahya’ya aktarmıs olduğunu farz edebiliriz. Bu
elçilerin akademi baskanına mı, yoksa Halife’ye mi geldiğini metinden belirlemek imkânsız gözüküyor.
Petahya’nın sadece Yahudilerle ilgilendiği, diğer insanlardan bahisleri zorda kalmadıkça kitabına
almadığı noktasından hareketle, burada da Yahudi veya Musevi elçilerden bahis olabilir, fakat o zamanda
böyle bir devlet yoktu.

Geriye yalan söylediği, olmayan Hazar’ın elçilerini gördüğünü iddia ettiği açıklaması kalıyor.
Ama yalan söylemek için de bir sebebi bulunmuyor. Bir sekilde haberdar veya hemhal olduğu Halife’ye
gelen Harezmli elçilerin ki, içlerinde Yahudilerin olması ve geldiklerinde Akademi’ye uğramaları
beklenmelidir, bu bilgiyi aktarmıs olmaları, geçmisteki yakın iliskilerin ısığında kendilerini Hazarlarla
özdeslestirmeleri muhtemelen vaki gözüküyor. Hemen asağıdaki ilk cümlenin de gösterdiği üzere,
Petahya ya bu meseleyi iyi anlamamıs, ya da uzun süre sonra hatıralarını naklederken karıstırmıs
olmalıdır.


Filistin veya Babil’deki Yahudi için kuzeydeki memleketler günesten uzaklıkları noktasında
karanlık hale gelecektir. Buralara Karanlıklar Ülkesi denir.31 Gılgamıs destanından izlendiği üzere, bu
telakkinin kökleri Sümer’e kadar gider.32 Sonraki destanlarda dünyanın sonundaki Karanlık Ülkelere
gitme isini Makedonyalı İskender üstlenir.33

“Meseç’in yedi krallarına rüyada bir melek görünüp kanun ve hükümlerini bırakarak İmran oğlu
Musa’nın seriatını benimsemesini önermistir. Öbür türlü, ülkelerini yerle bir etmekle tehdit etmistir.
Ancak onlar melek ülkelerini tahribe baslayıncaya kadar isi ertelemisler ve Meseç hükümdarları ve
memleketlerinin tüm sakinleri Museviliğe geçince akademinin baskanından kendilerine bilge müritler
göndermesini talep etmislerdir. Fakir olan her bilge mürit onlara seriatı ve Babil Talmud’unu öğretmek
için oraya gider…”

Buradaki yedi kralı anlamak mümkün olmamakla birlikte, Hazar hükümdarına rüyasında meleğin
görünmesi ve onu Musevi dinine sevketmesi anlatısı bizzat Yusuf Kağan’dan kaynaklanır. Kağan,
Endülüslü dindası Hasday bin Saprut’a mektubunda Bulan Kağan’a rüyada görünüp onu Musevi dinine
çağıran melekten bahseder.34 Yehuda Halevi’nin 1140 civarında İspanya’da yazdığı Sefer ha-Kuzari
(Hazarlar Kitabı) adlı din felsefesi eseri de bu rüya ile baslar.35 Fakat bunlarda bu semavi tehditlere
rastlanmaz. Yusuf Kağan’ın verdiği Hazar haberlerinde, Bulan Kağan’ın dinler müsabakasında
Müslüman ve Hıristiyan âlimlere karsı İsrail bilgelerini çağırdığı bildirilir.36 İsimsiz Hazar mektubu da
İsrail bilgelerine yönelik bu daveti tekrar eder.37 Tartısmada Yahudilerin galip gelmesinden sonra kağan
kendi Museviliğini ilan etmistir ve Bağdat, Horasan ve Rum’dan Yahudiler buraya gelmeye
baslamıslardır.

Bağdat’tan Hazar’a ne zamandan beri din adamı gönderildiğini kestiremiyoruz, lakin Hazar’da
olup bitenler hakkında Bağdat Yahudilerinin çok uzun süre bilgisiz kaldıklarını, erken dönemde
Hazarların Musevilesmesine dair bir bilginin olmaması ve din değistirme tarihinin belirsizliğinden
rahatlıkla çıkartabiliriz. Sonraki dönemde, bilhassa Hazar’ın Bağdat akademisinin yetki alanına girdiğini
düsünürsek, buradan din adamları gönderilmesi tabii görülebilir. Talmut vurgusu da esinleyici ve ilginçtir.
Zira Doğu Avrupa’da yayılan ve tutunan Karaylığın çıkıs yeri Bağdat’tır. Yani bir nevi Bağdat kökenli
Karaimler ve Talmutçu Bağdat akademisi Hazar için kendi aralarında mücadele ediyorlardı.
Sonra batıya döndü, Ninova’ya, Ninova’dan Nisibis’e geri geldi. Ezra’nın kurduğu bir sinagog
vardır; tasın üstünde ‘Fakih Ezra’ yazar. Sonra Haran’a ve iki ırmak arasında bulunan Aram
Naharaim’e gitti. Nisibis’te 800 kadar Yahudi vardır… Oradan Sam’a gitti. Bu büyük bir sehirdir; Mısır
hükümdarı buraya hâkimdir. Burada baslarında bir beyleri olan 10 bin kadar Yahudi vardır… İsrail
toprağında da cemaatler vardır ama sayıları sadece yüz, iki yüz veya üç yüz ailedir…
Sonra Kudüs’e gitti. Oradaki tek Yahudi boyacı Rabbi Abrahamdır ve orada kalmasına izin
verilmesi için krala ağır bir vergi öder…

Yukarıdan beri geçtiği üzere, Türk idaresindeki bölgelerde Yahudilerin her türlü hürriyete ve
kendi hukuki ve mali özerkliklerine sahip olmalarına, hatta kimi durumlarda bunun uygulanmasını
Müslümanlara da tesmil etmelerine karsılık, Haçlıların elindeki Kudüs’te tek bir Yahudi’nin kalmasına
izin veriliyor, o da yüksek bir meblağ karsılığında. Kudüs’te izinle ve ücretle kalan bir Yahudi’ye karsılık
Sam’da 10 bir Yahudi’den bahsedilmesi ilginç ve düsündürücü gözüküyor.

Dipnotlar
* Yrd. Doç. Dr. Osman Karatay, Ege Üniv., Türk Dünyası Arastırmaları Enstitüsü, Bornova - İzmir. karatay.osman@gmail.com
1 Waxman, Meyer, History of the Jewish Literature, I, New York 1930, s.445. Ondan çok önce yazmıs olan Abrahams daha kesin bir tarihlemeye cesaret eder ve 1179-1180’i verir: Abrahams, Israel, Chapters on Jewish Literature, Charleston 2008 (ilk baskı 1899), s.108; A Short History of Jewish Literature, London 1906, s.124.
2 Waxman, age, s.445.
3 Benisch, A., Travels of Rabbi Petachia of Ratisbon, London 1856.
4 Hat Mainz’den baslayıp Ratisbon, Prag ve Krakow üzerinden Kiev’e ulasırdı ve Ratisbonlu tüccarlar önde gelirdi. Brutzkus, J.,“Trade with Eastern Europe, 800-1200”, The Economic History Review, XIII/1-2 (1943), s.34-6,
5 Burayı ‘Küçük Rusya’ (Dnyeper’in doğusundaki Ukrayna toprakları olarak tanımlayan Benisch, age, s.69; ayrıca bkz. Dunlop,Douglas M., Hazar Yahudi Tarihi, çev. Z. Ay, İstanbul 2008, s.237 d.259.
6 Bromiley, Geoffrey W., The International Standard Bible Encyclopedia, III: K-P, Michigan, 1994, s.5; King, Philip J.,
Jeremiah: An Archeological Companion, Louisville 1993, s.40.
7 Abrahams, Israel, The Book of Delight and Other Papers, Philadelphia, 1912, s.212. Benisch ise mevcut kayıtların kısaltıldığını iddia eder: age, s.iv.
8 İncelemesi için bkz. Dunlop, age, s.35-36.
9 Benisch, a.g.e, s.70; ayr. bkz. Hamilton, Victor P., The Book of Genesis, Michigan 1995, s.171. Ayr. bkz. Bunu Gürcü ve Slav dillerindeki kullanım ve Hazar kelimesini çağrıstırmasıyla ‘kuzey’ anlamında da görmek isteyen Shapira, Dan, “Armenian and Georgian Sources on the Khazars: A Re-Evaluation”, The World of the Khazars, yay. P. B. Golden - H. Ben-Shammai – A.Róna-Tas, Leiden – Boston 2007, s.325, d.86.
10 Benisch, a.g.e, s.70.
11 Sesen’in Arapça metinde sufrâ olarak geçen bu sey için açıklaması su sekildedir: Bu vasıtaların içine esyalar konup ağzı büzülerek kapandıktan sonra, nehri geçmek için sahibi bunun üzerine oturur ve bir hayvana bağlı olan kelek hayvanla birlikte nehri geçerdi. Bazen kelekler burada olduğu gibi beser altısar kisilik büyüklükteydi. Đbn Fazlan, Đbn Fazlan Seyahatnamesi, çev. Ramazan Sesen, İstanbul 1975, s.40, d.66.
12 İbn Fazlan, age, s.40.
13 Ahmetbeyoğlu, Ali, Avrupa Hun Đmparatorluğu, Ankara 2001, s.164.
14 İbn Fazlan, age, s.32-34.
15 Herodotos, Herodot Tarihi, çev. M. Ökmen, 3. baskı, İstanbul 1991, IV-64-65.
16 Kurat, Akdes N., IV-XVIII. Yüzyıllarda Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletleri, 3. baskı, Ankara 2002,s.295.
17 Yücel, Mualla U., İlk Rus Yıllıklarına Göre Türkler, Ankara 2007, s.410-426.
18 İbn Hurdazbih, Yollar ve Ülkeler Kitabı, çev. M. Ağarı, İstanbul 2008, 130-131; Karatay, Osman, “Hazarların Musevilesmesine Dair Bir Belge: Kenize Mektubu”, Karadeniz Arastırmaları, Sayı 18 (Bahar 2008), s.14.
19 Artamonov, Mixail İ., Hazar Tarihi, çev. D. A. Batur, İstanbul 2004, s.573.
20 Ayrıntı için bkz. http://www.azov.kiev.ua/ex_Sivach.html
21 Kokovtsov, Pavel K., Yevreysko-Xazarskaya Perepiska v X veke, Leningrad 1932, s.72, 74 (kısa nüsha), 89, 91 (uzun nüsha).
22 Artamonov, age, s.573.
23 Gürcistan Tarihi, M. F. Brosset’nin Fr. Nüshasından çeviren H. D. Andreasyan, Ankara 2003, s.1; Thomson, Robert W., Rewriting Caucasian History: the Medieval Armenian Adaptation of the Georgian Chronicles : the Original Georgian Texts and the Armenian Adaptation, Oxford 1996, s.2, 13-14.
24 Bedirhan, Yasar, Selçuklular ve Kafkasya, Konya 2000, s.223-225.
25 Noonan, Thomas, “The Khazar-Byzantine World of the Crimea in the Early Middle Ages: The Relgious Dimention”, Archivum Eurasiae Medii Aevi, 10 (1998-1999), s.207.
26 Hazarların dili konusundaki en son ve kapsamlı çalısma Marcel Erdal’a aittir: “The Khazar Language”, The World of the Khazars, yay. P. B. Golden - H. Ben-Shammai - A. Róna-Tas, Leiden-Boston, 2007, s.75-108. Ayrıca derin bir tahlili Golden yapmıstır: Hazar Çalısmaları, çev. E. Ç. Mızrak, İstanbul 2006, 131-283.
27 Merçil, Erdoğan, Müslüman Türk Devletleri Tarihi, 3. baskı, Ankara 1997, s.219-220.
28 Reinink, G. J. - Stolte, B. H., The reign of Heraclius (610-641): Crisis and Confrontation, Leuven 2002, s.92, 108, 176,188-9; Kaegi, W. E., Heraclius: Emperor of Byzantium, Cambridge 2003, s.78-9, 304, 348.
29 Bu Müslüman yazarlarca da ifade edilmistir: Mesudî, Mürûc ez-Zeheb, çev. D. A. Batun, İstanbul, 2004, s.69.
30 Györffy, György, “A Kabar Kerdés”, A Magyarság Keleti Elemei, Budapest 1990, s.86.
31 Jackson, Thomas, The Works of Thomas Jackson, D. D., Oxford 1844, s.342.
32 Horowitz, Wayne, Mesopotamian Cosmic Geography, Indiana 1998, özl. s.99-102, 106.
33 Callisthenes, The History of Alexander the Great, Being the Syriac Version of the Pseudo-Callisthenes, yay. Ernest A.Budge, Cambridge 1889, s.165 vd.
34 Kokovtsov, age, s.75-76 (kısa nüsha), 93 (uzun nüsha).
35 Judah Hallevi, Book of Kuzari, çev. H. Hirschfeld, New York 1946, s.31.
36 Kokovtsov, Pavel K., age, s.78 (kısa nüsha), 95 (uzun nüsha).
37 Karatay, age, s.6.

Kaynaklar
ABRAHAMS Israel, Chapters on Jewish Literature, Charleston 2008 (ilk baskı 1899).
-----, A Short History of Jewish Literature, London 1906.
-----, The Book of Delight and Other Papers, Philadelphia 1912.
AHMETBEYOĞLU Ali, Avrupa Hun İmparatorluğu, Ankara 2001.
ARTAMONOV Mixail İ., Hazar Tarihi, çev. D. A. Batur, İstanbul 2004.
BEDİRHAN Yasar, Selçuklular ve Kafkasya, Konya 2000.
BENİSCH A., Travels of Rabbi Petachia of Ratisbon, London 1856.
BROMİLEY Geoffrey W., The International Standard Bible Encyclopedia, III: K-P, Michigan 1994.
BRUTZKUS J., “Trade with Eastern Europe, 800-1200”, The Economic History Review, XIII/1-2 (1943), s.31-41.
CALLİSTHENES The history of Alexander the Great, being the Syriac version of the Pseudo-Callisthenes, yay.
Ernest A. Budge, Cambridge, 1889.
DUNLOP Douglas M., Hazar Yahudi Tarihi, çev. Z. Ay, Đstanbul 2008.
ERDAL Marcel, “The Khazar Language”, The World of the Khazars, yay. P. B. Golden - H. Ben-Shammai - A.
Róna-Tas, Leiden-Boston 2007, s.75-108.
GOLDEN Peter B., Hazar Çalısmaları, çev. E. Ç. Mızrak, İstanbul 2006
Gürcistan Tarihi, M. F. Brosset’nin Fr. Nüshasından çeviren H. D. Andreasyan, Ankara 2003.
GYÖRFFY György, “A Kabar kerdés”, A Magyarság Keleti Elemei, Budapest 1990, s.83-93.
HAMİLTON Victor P., The Book of Genesis, Michigan 1995.
HERODOTOS, Herodot Tarihi, çev. M. Ökmen, 3. baskı, İstanbul 1991.
HOROWĐTZ Wayne, Mesopotamian cosmic geography, Indiana 1998.
http://www.azov.kiev.ua/ex_Sivach.html
İbn Fazlan, İbn Fazlan Seyahatnamesi Tercümesi, çev. Ramazan Sesen, İstanbul 1975.
İbn Hurdazbih, Yollar ve Ülkeler Kitabı, çev. M. Ağarı, İstanbul 2008.
JACKSON Thomas, The Works of Thomas Jackson, D. D., Oxford 1844.
JUDAH Hallevi, Book of Kuzari, çev. H. Hirschfeld, New York 1946.
KAEGİ W. E., Heraclius: Emperor of Byzantium, Cambridge 2003.
KARATAY Osman, “Hazarların Musevilesmesine Dair Bir Belge: Kenize Mektubu”, Karadeniz Arastırmaları, Sayı
18 (Bahar 2008), s.1-17.
KİNG Philip J., Jeremiah: An Archeological Companion, Louisville 1993.
KOKOVTSOV Pavel K., Yevreysko-Xazarskaya Perepiska v X veke, Leningrad 1932.
KURAT Akdes N., IV-XVIII. Yüzyıllarda Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletleri, 3. baskı, Ankara 2002.
MERÇİL Erdoğan, Müslüman Türk Devletleri Tarihi, 3. baskı, Ankara 1997.
MESUDÎ Mürûc ez-Zeheb, çev. D. A. Batur, İstanbul 2004.
NOONAN Thomas, “The Khazar-Byzantine World of the Crimea in the Early Middle Ages: The Relgious Dimention”,
Archivum Eurasiae Medii Aevi, 10 (1998-1999), s.207-230.
REİNİNK, G. J. - Stolte, B. H., The reign of Heraclius (610-641): Crisis and Confrontation, Leuven 2002.
SHAPİRA, “Armenian and Georgian Sources on the Khazars: A Re-Evaluation”, The World of the Khazars, yay. P.
B. Golden - H. Ben-Shammai – A. Róna-Tas, Leiden – Boston 2007, s.291-352.
SESEN Ramazan, İslam Coğrafyacılarına Göre Türkler ve Türk Ülkeleri, 2. baskı, Ankara 1998.

Hiç yorum yok: