23 Aralık 2012 Pazar

İsmi gitmiş cismi kalmış meslekler-Murat Bardakçı


KÂSELİSLİK etmek, tabasbus ve müdâhene...

Bunlar, şimdi sadece “yalakalık” tabir  edilen hareketin eski dilde vârolmuş çeşitleridir.

“Kâselis”, “kâse yalayan” demektir. Yalanan kâse, yalama işini yapan zâtın efendisinin kâsesidir ama aynı sözle bir başka kâse daha kastedilir; o da efendinin beli ile bacaklarının arka tarafının arasında kalan ve dışarıya doğru geniş bir çıkıntı teşkil eden kısımdır. Eski dilde o yere de “kâse” denir. Hattâ “kâse-i billûr” yani “billûr kâse” dendiği de olur.

“Tabasbus” ise, en basit mânâsı ile “yaltaklanma”dır. Meselâ, evinizdeki kedi yahut köpek acıktığı zaman bacaklarınıza sürtünüp dilini çıkartarak yaltaklanmaya başlarsa, tabasbus etmiş olur.

“Müdâhene”ye gelince...

Bu söz, şahsî menfaat uğruna yüze gülenler için kullanılır. En basit karşılığı “dalkavuk” ve “koltukçu”dur ve yüze karşı menfaat karşılığı sahte gülüşün şiddeti arttıkça, ifade biçimi de değişir.  Önce “müdâhene fahişesi” derler, iş sonra tabasbusa ve kâselisliğe kadar uzanır.

BİYOLOJİNİN İLHAMI

Eski biyoloji terimleri arasında “tufeyli” ve “tufeyliyât” diye bir söz geçer. “Tufeyliyat”, “kendi başlarına beslenmekten âciz olup başka bitkilerin veya hayvanların kökleriyle yahut kanlarıyla beslenen bitkileri ve diğer yaratıkları inceleyen ilim”dir, sonra yerini Fransızca’dan alınan “parasitologie”ye bırakmıştır; “tufeylî” ise bildiğimiz “parazit” tir. Tabasbus edenler ile kâselislik yapanlar bu yaratıkları andırdıklarından olacak, “tufeylî” sözü onlar hakkında da sık sık kullanılmıştır.

Bütün bu kavramların temelinde yatanı  herhalde farketmişsinizdir: Kendi başlarına bir şey olamayan ve bir yere gelemeyenlerin, tepedeki kişiye dalkavukluk ve yalakalık ederek, koltuk  çıkarak, mevki edinme, edindikleri mevkiyi koruma ve ancak bu şekilde vârolma çabaları... Kâse yalayanlar yahut dalkavukluk, yaltaklık ve yalakalık edenler efendilerini yücelttikleri müddetçe vardırlar, efendi tepetaklak olduğu anda onların da devrilip gitme ihtimalleri yüksektir. Dolayısiyle sahiplerinin mevkiinin en ufak bir tehlikeye düşmesi ânında kenetlenir, etrafa hücum edip efendi hazretlerini muhafaza çenberine almaya çalışırlar.

Ama asıl dertleri kendi istikballeridir, “Efendimiz giderse biz ne olacağız?” korkusuna kapılmışlardır. Bu yüzden sahiplerinin emirlerine körükörüne itaat
eder, muhaliflerine durmadan saldırırlar...

BASİRET GEREKTİREN İŞ

Diyelim ki, efendi gelmemek üzere gitti!..

Kâselisler arasında içerisinde izzeti nefsin zerresi kalmış olanı köşesine çekilir ama ötekiler hemen yeni efendinin etrafını çevirir, aynı tabasbusu ona yapmaya başlarlar. Gelen efendi şayet olup bitenlerden ders alma basiretini gösterirse hepsini defeder ve onlardan boşalacak yeri yeni kâselislerin almasına izin vermez.

Sultan Abdülâziz’in en sıkı muhaliflerinden olan Mısır Prensi Mustafa Fazıl Paşa, 1867 Mart’ında, Paris’te çıkan “Liberte” gazetesinde hükümdara hitaben yayınladığı açık mektubuna “Padişahların  sarayına en güç giren şey, doğruluktur” cümlesiyle başlıyordu.

Bugün padişah, saray, maray artık kalmadı ama iktidar hırsı ve hırs sahiplerinin yanıbaşında kâselislik edenlerle tabasbusda ve müdâhenelerde bulunanlar hâlâ hâzır ve nâzır vaziyetteler.

Hiç yorum yok: