11 Aralık 2012 Salı

İşgali yazmaktan neden utanıyoruz? -Murat BARDAKÇI


AVRUPA'da yayınlanan aylık tarih dergilerini, özellikle de Fransızlar'ın çıkardıklarını kaçırmadan takip etmeye çalışırım.

Fransız dergilerinin bizdekilerle farkından yahut tirajlarının niçin yüksek olduğundan bahsedecek değilim. Bilenler zaten bilirler, merak edenler de alıp baktıklarında hemen farkedebilirler.

Dergilerden bahsetmemin sebebi, son aylarda sayfalarının neredeyse yarısından fazlasını hep aynı konuya, Paris'in Almanlar tarafından işgaline ayırmaları... İşgalde yaşananları en ufak ayrıntıya varıncaya kadar anlatıyor ve kapak konusu yapıyorlar.

Yayınların sebebi, 2010'un bu sene işgalin tam 70. yıldönümü olması. Fransızlar, 1940 Mayıs'ında başlayıp 1944 Aralığında sona eren ve hem tarihlerinde, hem de hafızalarında çok önemli bir yeri olan işgali, üzerinden bu kadar sene geçmesinden sonra, şimdi eski yıllara göre çok daha samimi şekilde ve çekinmeden tartışıyorlar. Hiçbir taraf ve hiç kimse suçlanmıyor, "işgalde nelerin yaşandığından" bahsediliyor, o kadar...

İŞGALDE FUHUŞ TARİHİ

Yayınlar sadece tarih dergileriyle sınırlı kalmıyor, ardarda yeni kitaplar da çıkıyor.
Hem de ne kitaplar... Gestapo'nun işgal sırasındaki faaliyetlerinden tutun, işbirlikçilerin yaptıklarına, hattâ Nazi çizmesi altındaki Paris'teki çok özel ilişkilerin ayrıntılarını anlatan eserler... Meselâ, Cécile Desprairies "Paris dans la Collaboration", yani "İşbirliği İçindeki Paris"inde eserin adından da belli olduğu gibi, Nazi yardakçılığını işbirlikçilerin adreslerine varıncaya kadar, ev ev sıralıyor. Patrick Buisson'un iki cilt halinde çıkarttığı ve tam 1070 sayfa tutan "Années érotiques"inde, yani "Erotik Yıllar"ında ise, işgal senelerindeki fuhuş hayatının inanılmaz detaylarını öğreniyorsunuz.
Paris'in işgalini anlatan bu yayınları görünce, bir başka başkentin 1918 ile 1923 arasında uğradığı ama nedense pek konuşulmayan, ders kitaplarında bile şöyle bir geçen işgalini hatırladım.

PARİS'E RAHMET OKUTUR!

İstanbul'un işgalinden sözediyorum.
İmparatorluk başkenti İstanbul'un beş sene boyunca yabancı çizmelerin altında inlemiş olduğunu bazılarımız bilmez, bilenlerimiz ise genellikle pek hatırlamak istemezler. Şimdiye kadar yapılan ve işgali anlatan çalışmalar, maalesef son derece yetersizdir. Tezlerini bu konuda yapmak isteyen bazı üniversite öğrencileri ise, hocaları tarafından engellenir ve başka bir konu bulmaları istenir.

Neden mi? Zira işgale uğramış olmaktan utanırız ve tarihimizin o kapkara senelerini yaşamamış telâkki ederiz. Birinci Dünya Savaşı'nda yenilmemiş, "müttefiklerimiz yenildikleri için biz de mağlup sayılmışızdır"! İstanbul'un işgali, ders kitaplarımıza göre Mustafa Kemal Paşa'nın "Geldikleri gibi giderler" sözüyle ve Şehzadebaşı Karakolu'nda uykularında şehid edilen askerlerimizle sınırlıdır, o kadar.

Halbuki, uğradığımız işgal Paris'te yaşanan acılardan kat be kat ıstıraplıdır, zira işgalcilerle aramızda asırların çekişmesi ve üstüne üstlük bir de din farkı mevcuttur. İşgalde, direnişin yanısıra Paris'e rahmet okutacak derecede işbirliği de vardır ve Patrick Buisson'un "Erotik Yıllar"ın benzeri, bizde özellikle de bazı konaklarda yaşanmış, rezaletler ayyuka çıkmış ama unutulmalarına çalışılmıştır. Hem Osmanlı, hem de işgalci ülkelerin arşivleri, siyasî ve askerî konuların yanısıra işin böyle rezil taraflarını da gözler önüne seren belgelerle doludur.

Hayalim, günün birinde geçmişi herşeyiyle kabul eden ve kompleks taşımayan tarihçilerimizin çıkması ve bu konuya eğilmeleridir.

Hiç yorum yok: