13 Aralık 2012 Perşembe

Bir asır sonra Trablusgarp Savaşı -İlber Ortaylı


Osmanlı’nın Afrika’daki son vilayeti Trablusgarp’ı kaybettiğimiz savaşın kararı, 1911 yılının eylül ayında alınmıştı. Muharebeyi kaybettik ama örgütlenme yeteneğimizi ve savaşçılığımızı gösterdik

 Yüz yıl önce eylül ayı sonunda İtalya, Trablusgarp’a çıkmaya karar vermişti. Yani Osmanlı’nın Afrika’daki son vilayeti Trablusgarp ve müstakil Bingazi sancağından oluşan, bugünkü Libya’ya... İtalya 29 Eylül 1911’de bir notayla savaş şartlarının oluştuğunu belirtti. Doğru dürüst cevabı beklemeden, müzakereye girişmeden, bütün büyük devletlere Trablus’tan başka yere çıkmaya niyeti olmadığını belirterek 4 Ekim 1911’de savaş ilan etti. Bütün İtalya ordusunun her sınıfı vilayete saldırmıştır. Bir ay içerisinde batıdaki Trablusgarp’tan doğudaki Bingazi’ye kadar bütün kıyıları işgal etmişlerdi. Fakat içerilere bir-iki kilometreden fazla nüfuz etmeleri mümkün olmadı. Açıktır ki İtalya, güçlü bir kolonyanist devlet değildi. Hazırlığı yoktu, daha evvel Somali’de bir parça ele geçirmiş, Habeşistan’da ise fena yenilmişti.

Tarihçilerimiz İtalya’nın “gaflet içindeki Türkiye”ye saldırdığını belirtir. Afrika’daki son Osmanlı tümeni savaş olmaz diye düşünülerek Yemen’e gönderilmişti. Kumandan ve vali vekili Neşet Bey ancak kendisi gibi genç subayları gönüllü olarak yanında buldu. Enver Bey, Fethi (Okyar), Mustafa Kemal (Atatürk), Nuri Bey gibi bu subaylar resmen değil, gönüllü statüsüyle gönderilmişlerdir. Hilafete candan bağlı yerel halkın kendi etraflarında toplanmaları ve onların kısa zamanda eğitilmeleri ile  İtalyanlar durduruldu. Tuaregler ile Bedevilerin yanında kuloğlu denen, Anadolu’dan yerleşme bazı küçük rütbeli subayların savaş gücü ile direniş sürdürüldü.

Geride sadece hilafet kaldı

İtalya az sayıdaki başarılı genç komutan ve direnen yerli halka karşı etkili olamayınca güney Ege adalarına çıktı. Bu arada Balkan Savaşı da çıkınca İtalya ile Uşi Anlaşması yapıldı. 360 yıllık hakimiyet İsviçre’deki bu anlaşmayla bitmiştir. Trablusgarp’ı tahliye ettik. Fakat padişah naibi olarak vezir rütbeli bir memur gönderdik. Vakıflar ve halkın dini haklarını denetlenecek, din adamı tayini İstanbul’dan Şeyhülislamlıktan yapılacaktı. İtalya 90 bin altın karşılık ödeyecek, İtalya’ya verilen kapitülasyonlar ilga edilecekti.

Libya’ya gönüllü komutanlar gitmeye devam etti. Yılmaz Öztuna’nın verdiği bilgiye göre Osmanlı hanedanının parlak genç subaylarından Şehzade Osman Fuat Efendi general rütbesi ile komutayı devraldı ve direniş devam etti. Trablusgarp ile Afrika’daki son Osmanlı vilayeti elden çıktı. Sembolik bir Osmanlı hilafeti kaldı ama İtalyanlar ile olan savaş, genç Türk komutanların etkin örgütlenme yeteneği ve savaşçılığını gösterdi. Libya halkının da diğer Afrika halklarına göre çok etkin savaşçılar oldukları anlaşıldı.

 Ortadoğu ve laiklik

Başbakan Erdoğan, Mısır halkını yeni anayasada laikliği benimsemeye davet etti; “Laiklikten korkmayınız” dedi. Rejim değişirse yeni Suriye yönetimine de aynı tavsiyeyi yapacağına şüphe yok. Zira bu iki ülke Libya gibi değil. Mısır’da kalabalık ve fakir halkın üzerinde iktisadi destek mekanizmalarıyla nüfuz edinen İhvan-ı Müslimin (Müslüman Kardeşler) maalesef Kobt Hıristiyanlara karşı tutarsız bir davranış içinde. Başbakanın tavsiyeleri, kitap ehli olan bütün gruplara mutedil ve eşitlikçi davranmayı öngörmektedir, doğrudur.

Suriye’de ise başka bir tehlike vardır. Rejimin başındaki diktatör ailenin kimliği ile aynileşen Suriye Nuseyrileri (ki tahminen nüfusun yüzde 20’si kadardırlar), bugüne kadar rejim tarafından dışlanan, hatta zulüm gören İhvan-ı Müslimin denen grup tarafından sert bir intikam ve hatta katliama hedef olma tehlikesi altındadır. Binaenaleyh bu iki Ortadoğu ülkesinde Osmanlı dönemindeki eşitlikçi yönetimin avdeti gerekli görülüyor. Bu bizim cumhuriyetimizin biraz gerisinde; sadece farklı mezheplere pasif korunma hakkının bağışlanmasıdır.

Kaddafi kendine özgü bir İslam mücahitliği (!) güden liderdi. Ama Sezar’ın hakkı Sezar’a; ne kılık kıyafette, ne yaşam biçiminde, ne de kadınların toplum ve devlet hayatına katılımında kısıtlamalar vardı. Hatta açılımın teşvik edildiği malumdur. “Siz devrim kadınısınız, tavuk gibi doğuracağınıza devrime katılın” nutukları onundur. Libya din ve mezhep ayrılıklarının hakim olduğu bir ülke değil.

Yeni Ortadoğu’nun yolu çok karışık. Arkasında uzun bir devlet tecrübesi, çatışmalı da olsa uzun bir demokrasi geleneği, sanayileşme ve toplumsal devrimler yatan Türkiye’nin o sorunlu dünyaya eğilmesi zorunlu ve gerekli.

Hiç yorum yok: