11 Aralık 2012 Salı

“Atatürk’ün Güneş Dil Teorisi gerçek mi safsata mı?” Ağzınızı bir karış açacak müthiş belge (!) - Yavuz Bülent Bakiler

“Atatürk’ün Güneş Dil Teorisi gerçek mi safsata mı?” -1-


Hürriyet gazetesinde Soner Yalçın, iki haftadan beri, ısrarla sorup duruyor: “Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Tarihinden utanıyor mu? Güneş Dil Teorisi gerçek mi safsata mı?”

Fakülte Dekanı Prof. Dr. Rahmi Er ise, Soner Yalçın’ın Güneş Dil Teorisi üzerine sorduğu soruya hiç cevap vermiyor. Hatta, dolaylı yoldan bile bu konuya girmiyor. Bu soruya, Türkiye’de kolay kolay cevap verilemez. Hele üniversite hocalarımızın, devlet memurlarımızın doğru-dürüst cevap vermeleri beklenemez. Çünkü sorunun içinde Atatürk var. Bir ilim adamı veya bir devlet memuru; “Bu teori doğrudur. Dilimizin kaynağını gösteren ilmî bir açıklamadır!” diyemez. Çünkü hem ilmî hüviyeti, hem de devletle olan bağlılığı, böyle bir açıklama yapmasına çok büyük bir engeldir. Aynı şekilde bir ilim adamı veya bir öğretmen, bir asker de kalkıp: “Güneş Dil Teorisi bir safsatadan ibarettir!” diye açıklamada bulunamaz. Çünkü o zaman âdeta küçük kıyamet kopar/koparılır. Birtakım kimseler tarafından; “Atatürk! Atatürk düşmanlığı! İrtica! İnkılâp! Şeriât, laiklik...” gibi konularda, batarya ile ateş başlatılır. Savcılarımız harekete geçebilir! Bana inanmıyor musunuz? Önce size müthiş bir hatıramı anlatayım, sonra da Güneş Dil Teorisi ne ise, onu size olduğu gibi yazmaya çalışayım:

1966 yılında Ankara’daydım. Hisar Dergisinin yazarları arasındaydım. Derginin sahibi Mehmet Çınarlı, bir gün bana dedi ki:

-Hisar’ın kasım sayısını Atatürk’e ayıracağız. Senin için Yakup Kadri Karaosmanoğlu’ndan bir randevu aldım. Yarın evinde seni bekleyecek. Git, kendisiyle Atatürk üzerine güzel bir konuşma hazırla!

Bir gün sonra Yakup Kadri’nin Kavaklıdere’deki evine gittim. Beni yanına oturttu. Ben, ömrümde onun kadar zor konuşan, dakikada ancak 5-10 cümle söyleyebilen bir kimse tanımadım. Ses alma cihazım yoktu. Yalnız, çok kuvvetli bir hafızam vardı. Böyle sohbetlerde, karşımdakini dikkatle dinliyor, sonra oturup bana anlatılanları olduğu gibi yazıyordum. Bir ara sordum: 

-Efendim dedim. Atatürk’ün, son dil anlayışı olan Güneş Dil Teorisi hakkında ne düşünüyorsunuz?

-O dil teorisinin hiçbir ciddi tarafı yoktur. Bizi, bütün dünya milletleri karşısında çıkmazlara sokan bir safsatadan ibarettir, dedi ve bildiklerini uzun uzun anlattı.

Ben hemen cebimden kâğıt kalem çıkararak dinlediklerimi yazmak istedim. Bileğimi tutarak yazmama mani oldu:

-Çok rica ediyorum, bunları sakın yazmayın dedi. Yazarsanız tekzib ederim diye ikazda bulundu.

-Efendim söz! dedim. Katiyyen yazmayacağım!

Hisar’a döndüğüm zaman M.Çınarlı şaşkındı:

-Yahu dedi Yakup Kadri’ye ne sordun ki adamı çok korkuttun? Bana telefon açtı. Yavuz Bülent’in hazırladığı metni görmezsem, imzalamazsam, tekzib ederim, diye tutturdu.

-Güneş Dil Teorisi üzerine bir soru sordum. Yazmaya kalkınca çok korktu. Atatürk’ün ölümü üzerinden 28 yıl geçtiği halde, koskoca Yakup Kadri korkusundan ne yapacağını şaşırdı. Sizi de araması, korkusundandır. 

Yarın Yakup Kadri’den dinlediklerimi yazacağım. Şaşıracaksınız!..


“Atatürk’ün Güneş Dil Teorisi gerçek mi safsata mı?” -2-

Yakup Kadri Karaosmanoğlu ile Atatürk üzerine sohbetimiz, Hisar dergisinin 1966 yılı kasım sayısında yayımlandı (35. sayı). Kendisine söz verdiğim için Güneş Dil Teorisi hakkında anlattıklarını yazmadım. Aradan 54 yıl geçtiğine göre artık yazabilirim... Karaosmanoğlu’ndan dinlediklerim aynen şöyle: 

“Vedat Nedim Tör, 1935 yılında Basın Yayın Genel Müdürüydü ve arkadaşımdı. Bir gün beni telefonla aradı: ‘Yakup dedi, Avusturya’dan gelen Kıverniç isimli bir uzman, şimdi yanımda. Türkçe üzerine çok farklı iddiaları var. Kendisi, bu çalışmalarını Atatürk’e bizzat anlatmak istiyor. Sen Atatürk’ün sofralarında olan adamsın. Alıp götürsene bu adamı Gâzi’ye!’

Ben de gidip Kıverniç’i gördüm. Türkçe üzerine anlattıkları, beni de çok şaşırttı. Onu alıp Gazi’nin huzuruna çıkardım. Adam Atatürk’e dedi ki: ‘Ekselans! İlk insan, Güneşi gördüğü zaman A diye bir ses çıkardı. Böylece Türkçe’deki ilk sesli harfi telaffuz etti. Güneş battığı zaman A!A!, A!A! demeye başladı. Şimdi hayretimizi A!A! diye ifade etmesi bundandır. Sonra bu ilk insan, Güneşe AĞĞĞ! demeye başladı. AĞ hem güneş, hem de beyaz demektir. İlk insan, karşısında bir canavar görünce: OOO! dedi. Türkçe’nin ikinci sesli harfi böylece ortaya çıktı. Sonra ilk insan, uzaklık fikrini: UUU! diye anlattı. Merakını gidermek için E?E? diye sordu. İlk insan, yine çeşitli tabiat olayları karşısında Ö, Ü, İ, I gibi seslileri çıkardı. Sonra bu sesliler yanına, birtakım sessizler koyarak ilk heceleri söylemeye başladı. Mesela A yanına T‘yi koydu: AT! AT! AT! dedi. U yanına Ç koyarak UÇ! UÇ! UÇ! dedi. 

Ekselans! İlk insanın ilk telaffuz ettiği AĞ hecesi, başka kelimelerin oluşmasında büyük rol oynadı. AĞ, kelimelerde ana köktür. Mesela ilk insan: AĞ+AN+AĞ+AR+AK+AĞ hecelerini arka arkaya sıraladı. AĞANAĞAR/AĞANAĞAKAR dedi. Sonra ilk defa baştaki AĞ hecesini dilinden düşürdü: ANAĞAKARA demeye başladı. Sonra bu kelimeden de bazı heceler ve harfleri düşürerek ANĞARA! ANĞARA! diye haykırdı. ANĞARA da zamanla ANKARA oldu.’ 

Atatürk, adamın anlattıklarını dinledi ama hiçbir soru sormadı. ‘İlk insanın önce A dediğini, bir canavar gördüğünde OOO! diye bağırdığını AĞANAĞAKARAĞ karışıklığından Ankara ismini çıkardığını nereden biliyorsun? İlk insanla aramızda milyonlarca sene var’ demedi. Adam da Atatürk’ün çok, hoşlandığı cümleyi söyledi:

Ekselansları dedi: ‘İlk insan Türk’tür! İlk lisan Türkçe’dir. Bütün dünya dilleri Türkçe’den doğmuştur!’

Atatürk çok coşkun duygularla Türk milliyetçisiydi. Hemen etrafındakilere emir verdi: ‘Bütün dünya dillerinin Türkçe’den doğduğuna dair, araştırmalar yapacaksınız, eserler yazacaksınız!’ dedi.

Falih Rıfkı Atay, ÇANKAYA isimli eserinde, bu Güneş Dil Teorisine inanmadığını yazıyor. Bu teori tam bir safsatadan ibarettir. Ama bazı adamlar Atatürk’ün gözüne girmek için uydurmalara başladılar. Yok biz Ay’a ok atarken okay! okay! demişiz de Batılılar bunu Okey‘e çevirmişler. Yok bizim AVRAT kelimemizi AFRODİT, AKADAM tamlamamızı AKADEMİ şekline sokmuşlar. Biz BARABAR demişiz, Batılılar PARALEL demişler, biz BELLETEN demişiz, onlar bunu BÜLTEN şekline sokmuşlar vs. vs... Prof. Hâzım Nazım ONAT, Arapça’nın Türkçe’den doğduğuna dair 435 sayfalık bir kitap yazınca, Konya’dan milletvekili oldu. 

Bu teori, 1935 yılından 1940 yılına kadar DTCF’de ders olarak okutuldu. Bu safsatayı, İsmet İnönü, 1940 yılında ortadan kaldırdı. İyi ki kaldırdı. Çünkü ilim dünyasında büyük çıkmazlardaydık.”

Ağzınızı bir karış açacak müthiş belge (!)

Bugün size, ağzınızı bir karış açacak müthiş bir belge sunacağım. Bu belge, Kverniç’in Atatürk’e kabul ettirdiği Güneş-Dil Teorisi sebebiyle bundan 75 yıl önce, zamanın devrimci ve ilerici gazetesi olan Cumhuriyet’te yayımlandı. Yazının başlığı: ADAM YALVAÇ’IN UÇMAKTAN KOVULMASI şeklindedir. Metinde geçen ADAM, Hz. ÂDEM‘dir. HAVA ise Hz. HAVVA!

Kverniç’e göre ilk insan TÜRK, ilk lisan TÜRKÇE değil miydi ve bütün dünya dilleri Türkçe’den doğmamış mıydı? Alın size Güneş-Dil Teorisine göre mükemmel bir kıssa:

“Ulu Tanrı, bizim ilk babamız olan Adam Yalvaçı (Âdem Peygamberi) ve onun eşi Hava ninemizi yarattıktan sonra, onları uçmak (cennet) içinde yaşatıyordu. Bu yeşil bahçenin içinde, bunların arı yaşamaları için, buradaki alma ağacının, yemişinden yemeği, bunlara yasak etmişti. Günün birinde, ak pınarın başındaki alma ağacının gölgesinde otururlarken tavgaç (şeytan) çıkageldi. Hava ninemize yaklaşarak onu tavladı. Ve bu güzel almadan yemelerini onlara tapşırdı (tavsiye etti).

Bu sırada, Hava’nın karşısında yan gelip, onun güzelliğiyle esri (sarhoş) olan Adam Yalvaç, İpdeşi (eşi, karısı) Hava’nın sunduğu almayı yemekten kendini tutamadı.

Yalvaç (peygamber), Tanrı buyruğunun tersine bu suçu işleyince, Ulu Tanrı gücendi ve bunları uçmaktan kovmak için kurgu kurdu (karar verdi). Bu isteğini onlara iletmek için Uçkun’u (Meleği) yanlarına yolladı. Uçkun, Tanrı buyruğunu Yalvaca söyledi. Adam Yalvaç (Âdem peygamber) Uçkunun söylediklerini anlamadı. Ve şaşkın şaşkın ona bakarak yerinden bile kımıldamadı.

Uçkun, bu kez Farsça söyledi. Adam gene anlamadı. Bunun üzerine ne yapacağını bilmeyen Uçkun, geriye döndü. Gördüklerini Ulu Tanrı‘ya ulaştırdı. Bu sırada gökler titredi ve şöyle bir buyruk duyuldu:

-Hey Uçkun, benim kulum olan bu Yalvaç, Türkçe’den başka dil bilmez. Ona benim buyruğumu Türkçe anlat!

Uçkun, hızlı bir uçuşla Yalvaçın yanına vardı ve sözüne şöyle başladı:

-Hey ünlü Yalvaç! Ben Ulu Tanrıdan gönderilmiş bir yasulum. (Kulum!.. Bir yasa adamıyım) Onun yüksek buyruğunu size iletmeye geldim. Bu eşsiz uçmağı, Ulu Tanrı, size armağan etmiş ve bu urunda (makamda), arı yaşamanız için, bu alma yemişinden tatmağı, size yasak etmişti. Ancak siz Tavgaç’ın tavına uyarak, Tanrı buyruğunun tersine, bağışlanmaz bir suç işlediniz. Bundan ötürü Ulu Tanrı, size kızmış, sizi buradan kovmayı bana buyurdu. Tanrı sizi sınadı. Siz onun yahşiliğini (iyiliğini) ve uçmağın değerini bilmediniz. Haydin gidin buradan!..

Bu sözleri dinleyen Adam Yalvaç, korkusundan ürperdi ve hemen Hava’nın elinden tutarak, Uçmağın penceresinden kendini loş karanlığa fırlattı.

Tanrının ilk kulu olan Atam Yalvaç’ın Türk olduğunu, ve Türkçe’den özge (başka) bir dil bilmediğini, dünkü bitik yazıda, okuyucularımıza, anlatmıştık. Sözlerimize tutalga (Delil) olarak Tebrizli Türk Ozanı Şükühî’nin bu nesne için yazdıklarını anabiliriz. Bundan da anlaşılır ki, Türk ellerinin her bucağında yaşamış olan eski bilginler, ozanlar ve başka kimseler, hep Atam Yalvaç’ın Türk olduğunu biliyorlarmış. Ve bu inanışlarını da yeri geldikçe berkitiyorlarmış...”

KARANLIKTA KALAN BİR NOKTA: Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan yeni Hz. Âdem ile Hz. Havva kıssası aynen böyle. Yalnız, karanlıkta kalan iki nokta var:

1-Tavgaç (şeytan) Hava ninemize yaklaşarak onu tavladığına, elma ağacından elma koparıp yemeleri için dil döktüğüne göre, tavgaç acaba hangi dille konuşmuştu? İnsanlar, kelimelerle düşünüp kelimelerle konuştuğuna, karar verdiğine göre bu nokta açıklanmamıştır. Yani şeytan da mı Türk’tür?

2- Ulu Tanrı, her şeyi bildiğine göre, Uçkununu (Meleğini) Ünlü Yalvacına (ulu peygamberine) gönderdiğinde, onun Türkçe’den başka bir dil bilmediğini niçin hatırlamamıştır!.. Bu noktaları da bize, herhalde Hürriyet yazarı Soner Yalçın açıklayacaktır.


Hiç yorum yok: