6 Aralık 2012 Perşembe

ANADOLU’YA GELEN İLK EVLİYA-ALPEREN EBÛ’L HASAN HARAKÂNÎ VE TÜRKLERDE TÜRBE KÜLTÜRÜ-Eyup Sertaç AYAZ


ANADOLU’YA GELEN İLK EVLİYA-ALPEREN EBÛ’L HASAN HARAKÂNÎ
VE TÜRKLERDE TÜRBE KÜLTÜRÜ
*Eyup Sertaç AYAZ
Özet

İslam ve Türk tarihinin en önemli olaylarından biri olan Anadolu’nun fethi ile Batı Türklüğü yeni bir vatana kavuşmuş ve şehit, gazi, alperenlerle donanan bu topraklar üzerinde Anadolu Selçukluları, Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur. Bu süreçte Anadolu’nun İslamlaşması için gelen alperenlerden biri de ömrünün tamamında tasavvufunu insan sevgisi üzerine kurmuş olan Ebû’l Hasan Harakânî’dir. Bugün olağanüstü kutsal gücün kaynağı olarak görülen Ebû’l Hasan Harakânî türbesi insanları kendisine çeken bir cazibe merkezidir. Eski Türk kültüründen günümüze değişerek gelen kültürel kalıtlardan biri de türbe / yatırlar ve bunlara bağlı olarak gelişen çeşitli uygulama ve inançlardır.

Bu çalışmada Anadolu’nun Türkleşmesi sürecinde evliya alperenlerin rolüyle bu bağlamda Türklerde türbe/yatır kültürü ve buna bağlı olarak gelişen uygulamalar üzerinde durulmaya çalışılmıştır.

Anadolu’nun fethi sonuçları itibariyle, İslam ve Türk tarihinin en önemli olaylarının başında gelir. Bu fetih ile Batı Türklüğü yeni ve ebedî bir vatana kavuşmuş ve bu vatan toprakları üzerinde Anadolu Selçukluları, Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti kurularak mekâna ebediyet kazandıran şehit, gazi, alperenlerle donanmıştır. Bu çerçevede Türklerin Anadolu’ya, IV. yüzyıldan başlayarak 1071 Malazgirt Savaşı’na kadar düzenledikleri akınlar,neticeleri itibariyle, fetih amacı ön plânda tutulmayan keşif hareketleri olarak nitelendirilebilir.1 Büyük Selçuklu dönemindeki Oğuz-Türkmen akınlarıyla birlikte Anadolu’nun Türkleşmesiyle sonuçlanacak fetihler başlamıştır.2 Anadolu’ya ilk Türk akını Batı (Avrupa) Hunları döneminde gerçekleşmiştir. Emeviler ve Abbasilerin hizmetine giren ilk Müslüman Türk komutanların Bizans’la mücadelesi, Anadolu’ya yapılan akınların diğer bir devresini oluşturur.3 Özellikle Abbasiler zamanında Bizans üzerine yapılan gazalarda Türk komutanları önemli rol oynamışlardır. Bu seferler neticesinde Anadolu’nun pek çok bölgesi harap hâle gelmiş, bu durum ileride yapılacak fetihler için kolaylık sağlamıştır.

Orta Asya’dan gelen akınlarla birlikte Anadolu’ya yeni birtakım dinî cereyanlar sokulmuştur. Kolonizatör dervişler, kendileriyle beraber memleketlerinin örf ve âdetlerini, dinî âdâb ve erkânını da beraberinde getiren insanlardır. Bunların içinde Türk-İslâm memleketlerinden Anadolu’ya doğru gelen, soy ve mevki sahibi mühim şahsiyetler de vardır.4 Bu şahsiyetler tarafından büyük tarikatların kurulmasından sonra, İslam etkisi altına girmiş dervişlerin sayısı önemli ölçüde artmış ve bu dervişler Anadolu’nun tamamına yayılmışlardır. Ordunun başarıları Anadolu’nun her yanında tekkeler kuran bu mübarek kişilerin varlığıyla yakından ilişkilidir.5 Bu kişilerin geniş bilim ve kültür sahibi olan kimseler olmaları etkilerini önemli ölçüde artırmış, halkı derinden etkileyerek İslam’a ve Türklere ısınmalarını sağlamıştır.

Bu süreçte Anadolu’nun Türk ve İslam yurdu haline gelmesinde pek çok etken birlikte rol oynamıştır. Bunlardan biri de tasavvuf ve tasavvufi zümrelerdir. Tasavvuf özelde kişilerin ruhlarında derin izler bırakırken genelde ise toplumu ahlaklı kılan temel etkenlerdendir. Bu yönüyle tasavvuf sadece kişileri değil, toplumları ve devletleri de etki alanı içine almıştır. Türklerin tasavvuf ve İslâmiyet’le tanışmaları aynı zamanda olmuştur. Türklerin tarih sahnesine çıkış ve dağılış yeri olan Asya’da ilk tasavvuf merkezi Horasan’dır. Zaten Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşmasında Horasan Erenleri adı verilen tasavvufî eğitim almış gönül adamlarının çok büyük etkisi vardır. Buhara, Merv, Semerkant gibi merkezler hem bu tasavvuf ekolünün büyüyüp geliştiği hem de fetih ruhuna sahip alperenlerin yetiştiği yerler olmuştur.


Göçebe Türkmen kafileleri Anadolu topraklarına yayılırken, hemen hemen aynı tarihlerde stratejik önemi bulunan bazı noktalara tekkesini kurup irşada koyulan şeyh ve kolonizatör dervişler Anadolu’yu bir ağ gibi sarmaya başlamışlardır. Anadolu insanının buhranlı anlarında sığındığı liman hâline gelen tekkeler; toprağın işlenmesinde, sanat dallarının gelişmesinde, sosyal barışın sağlanmasında, dinî eğitimin verilmesinde önemli roller üstlenmişlerdir. Şehir ve kasabalara yerleşen tarikat zümreleri, başta bürokrat ve entelektüel zümreler olmak üzere halk kitleleri ile yakın temas kurmaktaydılar. Tarikat zümreleri gibi medrese ve diğer içtimaî müesseselerin de daha çok şehirlerde yoğunlaşması, şehir halklarının, göçebe halklara ve köy halklarına oranla daha yüksek dinî kültüre sahip bulunması sonucunu doğuruyordu. Şehir merkezlerinden uzak muhitlerde ikamet eden ve dinî bilgileri oldukça zayıf ve ananelerine son derece bağlı olan Türkmenler ise kendilerinden olan şeyh ve dervişleri örnek almakta ve hayatlarını onların direktifleri doğrultusunda idame ettirmekteydiler.6 Bu kabulleniş ve kalpten bağlanma bir yandan Anadolu’da Türk devletini, teşekkülü sağlam temellere oturturken diğer yandan İslâm’ın yayılması da milli birlik ve bütünlüğün muhafazasını gerçekleştirmekteydi.

Türklerin Anadolu’ya yerleşmeye başladığı tarih olan 1064’ten önce Anadolu’nun İslamlaşması için gelen alperenlerden biri de 70 yıllık ömrünün tamamında tasavvufunu insan sevgisi üzerine kurmuş olan, insanları hiçbir surette birbirinden ayırmayan yüce bir gönülle: “Her kim bu dergâha gelirse ekmeğini veriniz, inancını sormayınız” diyerek ifade eden, birçok büyük mutasavvıf gibi Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin: “Bizim söylediklerimiz Ebû’l Hasan Harakânî’den aldıklarımızdan başka bir şey değildir ” diyerek kendisinden övgüyle söz ettiği, varlığın gayesini insanlığa hizmet olarak gören Ebû’l Hasan Harakânî’dir. “Nûru’l ‘ulûm” adlı eserde onun “Türkmenistan’dan Şam’a kadar yaşayan birisinin eline diken batsa acısı benim acımdır.” şeklindeki sözlerinde bu muazzam insan sevgisi ifadesini bulur.

Zamanımıza kadar Şeyh Ebü'l-Hasan’dan söz eden müellifler adını ittifakla Alî, künyesini Ebû’l Hasan şeklinde vermektedirler. Ebü’l Hasan’ın çağdaşı ve müridi Hâce Abdullah-i Ensârî, ondan söz ederken adını Şeyh Ebû’l-Hasan-i Harakânî olarak anmıştır. Yine Muntahab-i Nûru’l ‘ulûm’un ikinci babının başında onun kimliği Şeyh Ebû’l-Hasan Alî bin Ahmed el-Harakânî şeklinde kaydedilmiştir. Doğum tarihiyle ilgili kaynaklarda kesin bilgiler mevcut değildir. Ölüm tarihi en eski kaynaklardan biri olan Sem’ânî’nin el-Ensâb’ında şöyle geçer: “Şeyh Ebü’l-Hasan el-Harakânî, 425 yılı, aşûrenin denk geldiği Salı günü (11 Aralık 1033) vefat etti. Vefat ettiği gün 73 yaşındaydı.” Kaynaklarda Şeyh Ebü’l Hasan’ın tahsili ve hayatının devreleri hakkında güvenilir ve ikna edici bilgiler yok denecek kadar azdır. Bu hususlara çok kısa değinen eski ve yeni kaynaklar Ebü’l Hasan’ın köylü ve çiftçi bir aileden geldiği ve babasının çiftçi olduğu hususunda müttefiktirler. Kaynaklar Şeyh Ebü’l Hasan’ın ümmî olduğunu, daha açık bir ifadeyle okuma yazma bilmediğini ve Arapça bilen biri olmadığını sarâhatle vurgulamışlardır. Ebü’l Hasan’ın kendisi de ümmî olduğunu itiraf etmekle birlikte, sonradan Kurân öğrendiği ve Allah tarafından kendisine (vehbî) ilim verildiği anlaşılmaktadır. Evliliği, hanımı ve çocukları hakkındaki bilgilerimizin geneli, yine onunla ilgili veya ona ait görünen menkıbelerdeki işaretlerle sınırlıdır. Zamanını tayin etmemiz mümkün olmasa da Harakânî’nin evlenmiş bulunduğu, bu evlilikten en az iki erkek çocuğu dünyaya geldiği ve bunlardan birinin (Ahmed) onun sufilik mirasını devam ettirdiği yani halefi olduğu anlaşılmaktadır.7

Şu ana kadar tek yazması bulunduğu tespit edilen Ebûl Hasan Harakânî’nin “Nûru’l ‘ulûm” adlı eserinden evliyanın ilmi ve hayatı ile ilgili bilgiler edinmekteyiz. Farsça el yazması bu eserin orijinali günümüzde British Museum kataloğunda bulunan “Nûru’l ‘ulûm”, 6 bölümden oluşmuş, son bölümü evliyanın yaşamını anlatan tek orijinal eserdir.

Türkmenistan’dan Anadolu’ya M.S.11.yüzyılda Selçuklu akınları sırasında (1018-1021) geldiği anlaşılan Ebû’l Hasan Hicri 425, Miladi 1033 yılında Kars’a 15 km. uzaklıktaki Yahni dağının eteğinde Bizans ordusu ile yapılan bir savaşta yaralanarak Kars’ta şehit düşmüştür. Şahadet mertebesine erişen ilk Anadolu evliyalarından birisi olan Ebû’l Hasan için 1064 yılında Sultan Alpaslan’nın Kars’ı fethetmesinden sonra bugünkü Kaleiçi Mahallesi’nde bir türbe yaptırılmıştır.

Evliyanın Kars merkezinde Kaleiçi Mahallesi’ndeki türbesi Ortaçağın sonlarına kadar Kars ve Doğu Anadolu’da geçen siyasi mücadele ve savaşlar sebebiyle zamanla unutulmuştur. Ancak 1579 yılında Osmanlı Padişahı III. Murad doğu sınırlarındaki siyasi istikrarsızlığa son vermek amacıyla Lala Mustafa Paşa komutasında gönderdiği 100 bin kişilik Osmanlı ordusu Kars’ı eyalet merkezi yapmak için başlatılan imar çalışmaları sırasında bu Anadolu evliyasına ait kabri bulur. Kabrin bulunuşuyla ilgili bilgiler oldukça ilginçtir. Anlatılanlara göre kalenin inşaası sırasında bir derviş rüya görür. Rüyasında nur yüzlü bir ihtiyar ortaya çıkarak dervişe ‘Bana Ebûl Hasan Harakânî derler, yerim buradadır, bunun bir ispatını istersen ayağının ucuna bak, orada derin bir kuyu vardır.’ diyerek bir yer gösterir. Derviş bu rüyasını çevresindekilere anlatır; gösterilen yer kazılır ve kuyu bulunur. Bunun üzerine, yer kazılmaya devam edilir, üzerinde "Menem şehîd ü saîd Harakânî " ibaresi yazılı dört köşe bir somaki mermer bulunur. Gaziler, mermeri tekbir ve tevhidle kaldırınca kabir ortaya çıkar. Yaralı pazısına sarılı makrame ile sırtındaki hırkasının bile henüz çürümediği ve vücudunun sağ tarafındaki yarasının hâlâ kanamakta olduğu anlatılır. Bulunan kabir tekbirlerle kapatılır ve üzerine türbe inşa edilir. Ebû’l Hasan’ın ismine izafeten Evliya Camii inşa edilerek evliyanın kabri de camii bahçesindeki türbeye defnedilir. Basit örgü sistemi ile tüf taşından dörtgen planlı olarak yapılan Ebû’l Hasan Harakânî türbesi 1998 yılında Evliya Camii’nde başlatılan yenileme çalışmaları sırasında türbenin basit örgü duvarları kaldırılarak kubbeli bir şadırvan içerisine alınmış ve Evliya mezarının sandukasının etrafı ahşap çerçeve ile çevrilmiştir. Sandukanın üzerindeki kavuk ve kadife örtü de tamir edilerek orijinal hali ile yeniden sanduka üzerine konulmuştur. Evliyanın türbesi bu onarımdan sonra halkın ziyaretine açılmıştır.

11. asrın tasavvuf âlimlerinden Ebû’l Hasan, Anadolu’nun İslamlaşması için müritleri ile birlikte hizmette bulunmuş tevazu sahibi bir evliyaydı. O Anadolu’nun fethi için alperenlik ruhuyla ilk tohumları atmış, kendisinden bir asır sonra yaşayan Ahmed Yesevi’yi de etkilemiştir. Yine Ebû’l Hasan Harakânî Nûru’l ‘ulûm adlı eserin 6. bölümünde “ Bana seni gerek” şeklinde ifade ettiği Allah sevgisi, Yunus Emre’nin şiirlerinde şekillenmiştir. Anadolu’nun aydınlanmasında büyük rol oynayan evliya alperenlerden birisi olan Ebû’l Hasan Harakânî ne yazık ki yeterince tanınmamış ve dolayısıyla tanıtılamamış Kars şehrinin önemli değerlerinden birisidir.

Türbesi: Kars ili, Merkez Kaleçi mahallesi, Ozanlar sokak, Pafta 30, Ada 72, Parsel 4’de yer alan bugünkü Evliya Camii külliyesi içerisindeki Ebû’l Hasan Harakânî türbesi şehit olduğu 1033 yılından 31 yıl sonra Kars’ın Alpaslan tarafından fethedilmesi sırasında yapılmıştır. Türbenin giriş kapısında bulunan 1617 tarihli Osmanlıca kitabede kubbeli şadırvanın giriş kapısına orijinal hali ile yerleştirilmiştir. Bu kitabe Mehmet Derviş adlı bir hayır sahibi tarafından Hicri 1026 Miladi 1617 tarihinde yaptırılmıştır.

Evliya camii külliyesindeki kubbeli şadırvanın içerisinde Ebû’l Hasan Harakânî’ye ait türbenin etrafında 21 mezar daha bulunmaktadır. Bu mezarlardan birisi 1767 yılında Kars Beylerbeyi Kethüda Mehmet Paşaya ait Kars’taki tek kavuklu mezardır. Diğer bir mezar ise 1877-78 Osmanlı-Rus savaşı sonrası Kars’ın 40 yıllık Rus işgali sırasında şehirdeki Ermeni ve Rus baskılarına karşı Türk ahaliyi eğiterek Kars’tan göç etmelerini önleyen şehrin Türk nüfusunu korumak için mücadele veren Evliya Camii’nin o tarihteki imamı Hafız Kurban Efendiye ait mezardır. Ebû’l Hasan Harakânî türbesi ve Evliya Camii külliyesi Vakıflar Genel Müdürlüğünün mülkiyetinde olup Erzurum Kültür ve Tabiat Varlıkların Koruma Bölge Kurulunun 09.05.1990 tarih ve 227 sayılı kararı ile tescil edilerek koruma altına alınmıştır.8

Bugün türbenin kapısı dışında duvara konulmuş bulunan kara-kevek taşa kabartma beş satır halinde yazılı beş beyitten ibaret olan Hasan Hırkanî Türbesi’nin ikinci yapılış kitabesi sureti şöyledir:

Hak nasib itdi de yapıldı Merkad-i nev gül’zâr
Bû’l-Hasen Khırkanî Şeyh’ün yatduğıdur bu mezâr.
Ol Muhammed-Dervîş itdi bu makaamı böyle hoş
Evliyânun aşkına olsun fedâ cânlar hezâr.
Her Murâd hâsıl olur sıdk-ile bunda ey dede
Her kim ihsân eyliye bulunur derdine izâr.
İncidenler bu makamı incidiser o Hakkı
Çün “İhâninü ihânu’l-Lâh” Kelâmunda yazar.
Târîh ün-Nebî-i birden Yûsuf Mollâ dedi
Bâşed în-sâl sitte vü ‘ışrîn hezâr (1026-1617)9

Harakânî ilim ve irfanı sayesinde, "zamanın kutbu ve gavsi" unvanlarıyla anılan bir gönül sultanıdır. Ebü’l-Kâsım Kuşeyrî, Ebü’l-Abbâs Kassâb, Ebû Saîd gibi mutasavvıflarla, Gazneli Sultan Mahmud gibi devlet ricaliyle İbn Sînâ gibi felsefe ve tıp otoriteleriyle çağdaş olan Harakânî’nin onlar üzerinde derin etkileri olduğunu ifadelerinden anlıyoruz. Kuşeyrî ile görüştüğünü Keşfu'l-Mahcûb müellifi Hucvîrî’den öğreniyoruz. Hucvîrî, Kuşeyrî'nin onun hakkında şunları söylediğini nakleder: “Harakan'a varınca Şeyh Ebû’l-Hasan'ın heybet ve haşmetinden fesahatım sona erdi; ifade gücüm kaybolup sanki dilim tutuldu. Neredeyse velayet makamından azledildiğimi sandım.” Yine Ebu'l-Abbâs Kassâb onun hakkında, “Tasavvuf pazarında rihleti ziyaret (ziyaret yolculuğu) Harakânî’ye lâyıktır.” demiştir. Diğer âlim ve salih zatlar, kendilerine gelenlere: “Pazarımızda bulunan ne varsa, hepsi zamanın sahibi Harakânî’nindir. Bize de size de ziyaret mahalli orasıdır. Rıhlet onadır. Bize ziyaret; ancak onun vefatından sonradır.” derlerdi.

İlk müslüman Türk devletini kuran Gazneli Mahmûd, Şeyh Harakânî ile birkaç defa görüşmüştür. Tezkiretü'l-evliyâ ve el-Hadaiku'l-verdiyye'nin verdiği bilgilere göre, çağdaşı felsefe ve tıp otoritesi, eserleri dört asır Batı üniversitelerinde okutulan İbn Sînâ da bu gönül sultanına ilgisiz kalmamış, onu ziyarete gelmiştir. Hâce Abdullah-i Ensârî de Harakânî’nin müridlerindendir. Nitekim o şöyle der: “Hadis, fıkıh ve diğer islâmî ilimlerde pek çok üstaddan okudum. Tasavvuftaki üstadım ise Ebû’l Hasan Harakânî’dir. O’nu görmeseydim marifete eremezdim.” Ebü Said-i Ebü'l-Hayr da onun makamının yüceliğini ve manevi tesiriyle kendisinden feyz aldığını ifade eder.10 Abdurrahman-ı Cami ise: “Kendi zamanının yegânesi, kendi döneminde herkesin kıblesi (uğradığı kişi) idi.” diyerek Harakânî’nin mutasavvıflar ve halkın gönlündeki yerine değinmiştir.

Tasavvuf çevrelerinde Ebû’l-Hasan’ın iki şeyhten feyz alıp terbiye gördüğü söylenir. Biri kendisinden yaklaşık bir asır kadar önce yaşadığı anlaşılan Bayezid-i Bistami, diğeri çağdaşı Ebü’l-Abbas Kassâb-i Amuli’dir. Bayezid’den manevi yolla Kassâb’dan da bire bir görüşmek suretiyle tasavvufi terbiye aldığı kaydedilmiştir. Çağdaşı olan sûfîler arasında Ebu Abdullah-i Dastani de yer almaktadır. Daha önce de işaret edildiği gibi Bayezid-i Bistami’nin manevi mirası, Bistam ve çevresinde Ebu Abdullah-i Dastani ve Ebû’l Hasan Harakânî’ye intikal etmiş ve bu iki sufi Tayfuriyye ekolünün temsilcileri sıfatıyla Bayezid’in öğretilerinin tebliğcileri sayılmışlardır. Kaynakların ifadesiyle Harakânî ile Dastani arasında yakın ilişkiler mevcuttu. Bu nedenle söz konusu iki sufi, zaman zaman aralarında tasavvufi meselelerle ilgili çıkan ihtilafları çözmek için Ebü'l-Abbas-i Kassâb'a başvurduklarıyla ilgili çeşitli rivayetler anlatılır.

Şeyh Ebû’l Hasan Harakânî’nin çağdaşlarından bir diğeri de devrin en ünlü sûfîlerinden Ebu Said Fazlullah b. Ebü'l-Hayr’dır. Miyhene’de doğmuş ve yine burada vefat etmiş olan Ebu Said, zamanın ünlü âlimlerinden fıkıh ve tefsir gibi zahiri ilimleri okuduktan sonra Ebü'l-Fazl Muhammed b. Hasan Sarahsi'nin vasıtasıyla tasavvufa bağlandı ve ondan sonra zahiri ilimlerle ilişkisini kesti. Şeyhi Sarahsi'nin vefatından sonra bir süre ünlü sûfî yazar Ebu Abdurrahman Sulemi'den terbiye alarak onun elinden hırka giydi. Daha önce bir sene de Harakânî’nin Şeyhi Ebü'l-Abbas Kassâb-i Amuli'nin tekkesinde kaldı, ondan da tasavvufi terbiye alarak teberrük hırkasını giydi. Ebû’l-Hasan ile Ebu Said'in ilişkisi, Ebu Said’in Ebû’l-Hasan’nın elini üç kez öpmek suretiyle onun tasavvuftaki makamının üstünlüğünü kabullenmiş olmasıdır.11

Ebû’l Hasan Harakânî Hazretleri halkın yalnızca manevi lideri olmakla kalmamış aynı zamanda yörenin ve dolayısıyla insanların refah içerisinde yaşaması için de çaba sarf etmiştir, Kars ve çevresinin İslamlaşmasında en büyük rolü üstlenen Harakânî, hayvancılıktan tarıma, köy ve şehir medeniyetlerine, siyasi açıdan aşiret otoritesinden merkezi otoriteye, ahlak açısından savaş ahlakından barış ahlakına ve din açısından, ilkel inançlardan semavi dinlere doğru toplum yapısının temelden değişimini sağlayacak olan, göçebelikten yerleşik hayata geçişi sağlamaya çalışan ve fikirleri sözleriyle kendinden sonra gelecek olan Mevlana’ya kadar etkisini sürdürmüş bir fütüvvet eridir. Ebû’l Hasan Harakânî, Türk akıncıları ile sınır boylarında yaşayarak vatanlarını düşmanlara karşı koruyan ve kendilerine Türkçede eren, erenler ve alperenler; Arapçada rîcâlullah, feta ve Farsçada merd-i huda, civanmerd denilen hamasi ve dini hisleri mükemmel bir şekilde kaynaştıran gezgin mücahit dervişler / sûfîlerle birlikte Anadolu’yu fethetmek üzere ömrünün son dönemlerinde Ani şehri civarından Kars taraflarına gelen Mevlana’nın ifadesiyle Şeyh-i Din’dir.

Müslüman Türk kültürünün ana besleyici kaynakları esas itibariyle Orta Asya, Orta Doğu kökenlidir ve geniş çapta sûfîliğin etkisini taşır. Bugün de Türkiye’de halk kültürü bu etkiyi hemen hemen bütün alanlarda yansıtır.12 Türk dünyasında çeşitli unsurları ve yönleri ile türbe, adak ve ziyaret dindarlığı toplum kültürü ve “yaşanan din”in çok önemli bir veçhesini oluşturmakta; veli, eren, evliya, ermiş, abit, zahit, âlim, sofu, seyit, gazi, mübarek, pir, dede, baba, abdal, şehit gibi adlarla anılan kimselerin yattıkları yerler olarak bilinen yatır, türbe, kümbet, tekke, ziyaret, dede mezarı gibi adlarla anılan kutsal mekânlar, sahip oldukları manevî güç ve meziyetler sayesinde çok önemli birer çekim merkezi olarak kalmaya ve türlü dilek ve amaçlar için belli usullerle ziyaretlere konu olmaya devam etmektedirler.13

İslamiyet döneminde ata mezarlarını ziyaret, onlara hürmet gösterme, mezarları koruma devam etmekte; ayrıca, güçlükler karşısında yatırlardan medet umma inancı sürmektedir. Evliya, ermiş, veli ve benzeri adlar altında ziyaret edilen ata mezarları, türbeler, çaresiz kalmış insanlarımızın bir ümit kapısı olarak eski fonksiyonunu korumaktadır. Kutsal kabul edilen bu yerlerden alınan taş, toprak, su gibi nesnelere dokunmak, üzerinde taşımak, içmek, üzerine dökmek şeklinde aracı olarak kullanılmaktadır. Bu mekânlar psikolojik rahatsızlıklar için de şifa kaynağı olarak görülmektedir.14

Bilindiği gibi eski Türkler tabiatta bir takım gizli kuvvetlerin varlığına inanmışlardır. Dağ, tepe, kaya, vadi, ırmak, su kaynağı, mağara, ağaç, orman, volkanik göl, deniz, demir, kılıç vb. bunlar aynı zamanda birer ruh olarak telakki edilmiştir.15 Bu yerler olağanüstü güçlere sahip olduğuna inanılarak çeşitli dileklerin gerçekleşmesi için ziyaret edilmiş ve buralarda zor durumlardan, hastalıktan kurtulma, bolluk vb. amaçlarla adaklar adanmıştır. Genellikle veli, şehit ve sahabelere ait olan kutsal mekânlara gelen ziyaretçiler eski Türk inançlarının izlerini taşıyan çeşitli ritüeller gerçekleştirmiştir. Bunlar arasında günümüzde de yaşatılan; kurban kesmek, adak adamak, kına sürmek, bez bağlamak, kilit takmak gibi bir takım uygulamalar sayılabilir. Bu gibi kutsal mekânlara toplumumuzda ziyaret adı verilmektedir. Arapça kökenli olan ‘ziyaret’in Türk Dil Kurumunun güncel sözlüğündeki anlamı: ‘1. Birini görmeye, biriyle görüşmeye gitme, görüşme. 2. Bir yeri görmeye gitme.’dir. Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü’ndeki anlamı ise ‘yatır, türbe’ şeklinde kaydedilmiştir. Türbe ziyaretleri ile eski Türk zümrelerinde rastlanan “atalar kültü” yahut “mezar kültü” arasında doğrudan ilişkiler kurmak kolay olmamakla birlikte, uzak da olsa benzerlikleri yahut paralellikleri görmezlikten gelmek de mümkün olmasa gerektir. Diğer taraftan, velilere ve onların kerametlerine gösterilen saygı ile Şamanizm’deki uygulamalar, hatta şamanların durum ve faaliyetleri arasında paralellikler kurmak da mümkündür. Zira eski Türkler arasında vücut bulmuş şekli altında din ile büyü ve mistisizmin iç içe bulunduğu bir sistem olan Şamanizm'de bir din adamından çok ekstaz tekniğini uygulayan bir mistik, hastalıkları tedavi eden bir halk hekimi, olayları önceden haber veren bir kâhin ve bir büyücü görünümündeki, üstün güçlerle mücehhez ve Tanrı ile temasa geçebilen şamanın durumu ile velilerin vecd, keramet ve inzivaları arasında bazı uzak benzerlikler ve paralellikler dikkate değerdir.16

Bugün Kars yöresi ve çevresinde yaşayanlar için fizik-ötesi olağanüstü kutsal gücün kaynağı olan Ebû’l Hasan Harakânî türbesi bu özelliğiyle insanları kendilerine çeken bir cazibe merkezidir. Bu kutsal mekânın feyz ve bereketinden medet umulduğu için halkın rağbeti giderek artmaktadır. Halkın bu kutsal mekânı ziyaretinin sebepleri arasında akla ilk gelenler ihtiyaçlar ve saygıdır. Dilekler çok çeşitli olmakla beraber bunların bir kısmı şu şekilde sıralanabilir: şifa bulma, çocuk sahibi olma, doğacak çocuğun cinsiyetini bilme, yağmur duası, kısmetin açılması, mala, mülke, servete sahip olma, kayıp eşyanın bulunması, kötü alışkanlıklardan kurtulma, iş bulma, askere gidenlerin sağ salim dönmesi, sınavlarda başarılı olma, tabii afetlerden, kazadan, beladan korunma…

Maneviyat açısından Kars’ın en önemli değerlerinden bir tanesi olan Ebû’l Hasan Harakânî’nin insan sevgisi ve hoşgörüyle temellenen felsefesini yaşatmak ve yaymak için Kars’ın bilim ve kültür alanındaki önemli temsilcisi Kafkas Üniversitesi, çeşitli çalışmalar yürütmektedir. Üniversite bünyesinde kurulacak olan İlahiyat Fakültesinin şehre manevi havasını veren Ebû’l Hasan Harakânî İlahiyat Fakültesi adıyla tanınması için çalışılmaktadır. Bunun yanı sıra Ebû’l Hasan Harakânî Araştırma ve Uygulama Merkezinin çalışmalarını sürdürmesi ve ilerleyen süreçte Hasan Harakânî Araştırma Enstitüsü adıyla hizmetlerinin genişletilmesi”17 konuyla ilgili yapılan ve yapılması düşünülen çalışmalardan birkaçıdır. Yapılacak bu çalışmalarla Harakânî ile ilgili çalışmalar yeni bir boyuta taşınacak ve böylece bilimsel temellere oturtulmuş sağlam bir altyapı ile Kars’ın sosyo-kültürel hayatına katkıda bulunulacaktır.

Dipnotlar
* Kafkas Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Araştırma Görevlisi sertacayaz@hotmail.com
1 Sevim, A. (2000). Anadolu’nun Fethi Selçuklular Dönemi (s. 78). Ankara: TTK Basımevi
2 İbnü’l Esir El-Kamil. Fi’t Tarih, trc. Abdulkerim Özaydın. (s. 75-77). Bahar Yay. C. X
3 Yıldız, H. D. (2000). İslamiyet ve Türkler (s. 71-75). İstanbul: Kamer Yay.
4 Barkan, Ö. L. (1942). İstila Devirlerinin Kolonizatör Türk Dervişleri ve Zaviyeler. Vakıflar Dergisi, S. II, Ankara, s. 279-304.
5 Garnett, L. M. J. (2010). Osmanlı Toplumunda Dervişler ve Abdallar (s. 150). Çev. Hanife Öz. İstanbul: Dergâh Yay.
6.http://www.yorumla.net/turk-tarihi/392851-anadolunun-turklesmesi-ve-islamlasmasinda-tasavvufi-zumre-akimlarin-rolu.html Erişim tarihi: 3 Ocak 2012
7 Çiftçi, H. (2004). Şeyh Ebü’l Hasan-i Harakânî I (s. 25-58). Kars: Şehit Ebü’l Hasan Harakânî Derneği Yay.
8 http://www.karskulturturizm.gov.tr/belge/1-33827/camiler-kiliseler.html Erişim tarihi: 5 Ocak 2012
9 Kırzıoğlu, F. (1953). Kars Tarihi I (s. 532). İstanbul: Işıl Matbaası
10 Çiftçi, Şeyh Ebü’l Hasan-i Harakânî I, s. 74-149
11 http://gokayim.blogcu.com/seyh-ebu-l-hasan-i-harakani-nin-hayati/4796138 Erişim tarihi: 6 Ocak 2012
12 Ocak, A. Y. (2000). Türk Sufîliğine Bakışlar (s. 25). İstanbul: İletişim Yay.
13 Günay, Ü. (2003/2), Türk Halk Dindarlığının Önemli Çekim Merkezleri Olarak Dini Ziyaret Yerleri, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, S. 15, s. 5-36 http://sbe.erciyes.edu.tr/dergi/sayi_15/01_gunay.pdf Erişim tarihi: 5 Ocak 2012
14 Bayatlı N. Y. Irak-Diyale İlinin Hanekin İlçesinde Ziyaret Yerleri (Kutsal mekânlar) ve Bu Yerler Etrafında Oluşan İnanç ve Pratiklerde Eski Türk İnançlarının İzleri, http://www.hbvdergisi.gazi.edu.tr/ui/dergiler/56_20101222155903.pdf Erişim tarihi: 5 Ocak 2012
15 Kafesoğlu, İ. (2004). Türk Milli Kültürü (s. 302). İstanbul: Ötüken Neşriyat
16 Günay, Ü. (2003/2), Türk Halk Dindarlığının Önemli Çekim Merkezleri Olarak Dini Ziyaret Yerleri, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, S. 15, s. 5-36 http://sbe.erciyes.edu.tr/dergi/sayi_15/01_gunay.pdf Erişim tarihi: 5 Ocak 2012

17http://www.karsmanset.com/haber/harakani-felsefesi-karstan-dunyaya-yayilmali--9768.htm Erişim tarihi: 6
Ocak 2012

KAYNAKÇA
BARKAN, Ömer Lütfi, İstila Devirlerinin Kolonizatör Türk Dervişleri ve Zaviyeler, Vakıflar Dergisi, S. II, Ankara 1942
BAYATLI, Necdet Yaşar, Irak-Diyale İlinin Hanekin İlçesinde Ziyaret Yerleri (Kutsal mekânlar) ve Bu Yerler Etrafında Oluşan İnanç ve Pratiklerde Eski Türk İnançlarının İzleri, http://www.hbvdergisi.gazi.edu.tr/ui/dergiler/pdf Erişim tarihi: 5 Ocak 2012
ÇİFTÇİ, Hasan, Şeyh Ebü’l Hasan-i Harakânî I, Şehit Ebü’l Hasan Harakânî Derneği Yay., Kars 2004
EL-KAMİL, İbnü’l Esir, Fi’t Tarih, trc. Abdulkerim Özaydın, Bahar Yay., C. X
GARNETT, Lucy Mary Jane, Osmanlı Toplumunda Dervişler ve Abdallar, Çev. Hanife Öz, Dergâh Yay., İstanbul 2010
GÜNAY, Ünver, Türk Halk Dindarlığının Önemli Çekim Merkezleri Olarak Dini Ziyaret Yerleri, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, S. 15 Yıl : 2003/2
http://sbe.erciyes.edu.tr/dergi/sayi_15/01_gunay.pdf Erişim tarihi: 5 Ocak 2012
http://gokayim.blogcu.com/seyh-ebu-l-hasan-i-harakani-nin-hayati/Erişim tarihi: 6 Ocak 2012
http://www.karskulturturizm.gov.tr/belge/camiler-kiliseler.html Erişim tarihi: 5 Ocak 2012
http://www.yorumla.net/turk-tarihi/anadolunun-turklesmesi-ve-islamlasmasinda-tasavvufi-zumre-akimlarin-rolu.html Erişim tarihi: 3 Ocak 2012
KAFESOĞLU, İbrahim, Türk Milli Kültürü, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2004
KIRZIOĞLU, Fahrettin, Kars Tarihi I,Işıl Matbaası, İstanbul 1953
MAHMUD-İ AKSARAYÎ, Kerîmüddin, Müsâmereü’l-Ahbâr, çev. Mürsel Öztürk, TTK Basımevi, Ankara 2000
OCAK, Ahmet Yaşar, Türk Sufîliğine Bakışlar, İletişim Yay., İstanbul 2000
SEVİM, Ali, Anadolu’nun Fethi Selçuklular Dönemi, TTK Basımevi, Ankara 2000
YILDIZ, Hakkı Dursun, İslamiyet ve Türkler, Kamer Yay., İstanbul 2000


Hiç yorum yok: