Resmî tarih anlayışına göre, İstanbul'un kurtuluşu 6 Ekim 1923'te vaki olmuş.
Gerçek tarihe göre ise, şehrin işgalden kurtuluşunun daha önceki günlerde vuku bulduğunu gösteriyor.
O halde, başlıktaki soruyu tekraren zikredelim ve öncelikle mâkul, mantıklı kısacık bir cevabını vererek, konuya öyle devam edelim.
Soru: Düşman işgali altındaki güzelim İstanbul, bu vaziyetten ne zaman kurtuldu?
Cevap: İşgal kuvvetleri İstanbul'dan çekip gittikleri zaman.
Evet, sorunun en mantıklı cevabı bu olduğu gibi, hadisenin gerçekliği de buna göre bilinmeli ve anlaşılmalı; öyle değil mi?
Ama hayır, resmî kafa, hadiseye bir başka şekil vererek, siparişe göre bir kurtuluş günü belirliyor.
Gerçekler çarpıtılıyor, yani.
Zaten, yakın tarihimizin hadiseleri arasında resmiyet tarafından çarpıtılmamış hangi mesele var ki?
Her neyse... Şimdi, "doğru gün"e dair bir fikir edinebilmek için, İstanbul'un işgalden kurtuluşu safhasında yaşanan gelişmelere tarih sırasına göre şöyle bir nazar gezdirelim...
Türk Tarih Kurumu tarafından basılan bazı kitaplarda da kabul görerek teyit edilen kayıtlara göre, İstanbul'un kurtuluşu ile ilgili (Ağustos–Ekim 1923) gelişmelerin kronolojik seyri şöyledir:
23 Ağustos: Lozan Barış Antlaşması, Millet Meclisi'nde kabul edildi.
24 Ağustos: Meclis'in kararı, İstanbul'daki işgal güçleri (İngiliz, Fransız, İtalyan, Yunan) Yüksek Komiserliğine bildirildi.
25 Ağustos: İşgal kuvvetleri, İstanbul'dan çekilme hazırlıklarına başladı.
1 Eylül: İtalyan kuvvetleri, Anadolu Kavağındaki karargâhı tahliye etti.
7 Eylül: Fransız işgal kuvvetleri, Hadımköy'ü tahliye etti. Buradaki hastahaneye ayyıldızlı bayrak çekildi.
9 Eylül: İzmir'in 1. kurtuluş yıldönümü şenlikleri ve Halk Fırkasının (CHP) kuruluşu.
15 Eylül: Yunan işgal birlikleri, Karaağaç (Edirne) İstasyonu'nu teslim ederek çekildi.
19 Eylül: İstanbul Kumandanlığı (Selâhaddin Âdil Paşa) tarafından İşgal Kuvvetleri Komutanı General Harington şerefine—bilmukabele olarak—Beykoz Parkında çay ziyafeti verildi.
21 Eylül: İmroz ve Bozcaada Yunanlardan teslim alındı.
26 Eylül: İngiliz işgal kuvvetlerinin bir bölümü Montreal isimli gemiyle İstanbul'dan ayrıldı.
27 Eylül: Ankara'daki Harp Okulu, İstanbul Pangaltı'daki binasına taşındı. (1936'da tekrar Ankara'ya taşındı.)
28 Eylül: İstanbul'daki işgal kuvvetleri komutanlarından General Harington (İng.), General Charpy (Fr.) ve General Monbelli (İtaly.) İstanbul Komutanı Selâhaddin Âdil Paşaya vedâ ettiler.
1 Ekim: İşgal güçleri tarafından el konulmuş bütün harp malzemelerinin Türkiye tarafına iade ve teslim edildiğine dair protokol imzalandı.
2 Ekim: İtilâf devletlerine bağlı son işgal birlikleri— komutanları da dahil olmak üzere—Dolmabahçe Rıhtımı'nda düzenlenen merasimle İstanbul'dan ayrıldılar.
6 Ekim: Şükrü Nailî Paşa kumandasındaki Türk birlikleri İstanbul'a vasıl oldu. Bu birliğin İstanbul'a girişi esnasında, şehirde işgal tarafının ne bir komutanı vardı, ne de bir tek askeri. Dört gün öncesinden tamamı çekip gitmişti.
9 Ekim: Yaklaşık bir yıldır İstanbul Komutanlığı vazifesini deruhte eden Selâhaddin Âdil Paşa, görevini yeni gelen Şükrü Nailî Paşaya devrederek İzmir'e doğru hareket etti.
NOTLAR: Yaşanan bütün bu gelişmelerin hukukî yönü, Mudanya Mütarekesi ile Lozan Antlaşması hükümlerine dayanmaktaydı. Nitekim, S. Âdil Paşa da, Mudanya Mütarekesinden (11 Ekim 1922) kısa bir süre sonra Türkiye tarafını temsilen İstanbul Kumandanlığına atanmıştı. İstanbul'a ilk ayak basma şerefine nail olan kumandan ise, Refet Bele idi. Refet Paşa, 15 Ekim 1922'de emrindeki askerlerle birlikte Kabataş'tan tâ Fatih'e kadar halkın coşkun tezâhüratı eşliğinde ihtişamlı bir yürüyüş yapmış ve bu yürüyüşünü Fatih'in Türbesi önünde yapmış olduğu duâlarla noktalamıştı.
* * *
Evet, hadiselerin gelişme seyri kronolojik takvime göre aynen böyle.
Buna göre, İstanbul'un kurtuluşu, başlıktaki sorunun cevabında olduğu gibi "İşgalcilerin terk edip gittiği gün" şeklinde olmalı.
Bu da, 2 Ekim gününe tekabül ediyor.
Ne var ki, Ankara'daki ekâbirlerin kafa dengi ve gözde komutanı Selâhaddin Âdil Paşa değil, Şükrü Nailî Paşadır.
Bu sebeple, işgalin sona ermesini değil, "kendi adamları"nın İstanbul'a giriş tarihini esas alarak "6 Ekim" gününü resmileştirdiler.
Peki, bu arada Selâhaddin Âdil Paşaya ne oldu diye merak ederseniz, cevabı şudur: Ne yazık ki, İzmir'e gittikten kısa bir süre sonra emekliliğe zorlanarak orduyla irtibatı kesilmiş oldu.
Oysa, 1882 İstanbul doğumlu olan bu kahraman asker, 1876 Selanik doğumlu olan Nailî Paşadan daha genç yaştaydı.
Buna rağmen, Âdil Paşa diskalifiye, Nailî Paşa ise baş tacı edildi.
Mebus yapılmasına rağmen on yıl daha orduda kalmayı tercih eden Nailî Paşa, 1935'te İstanbul milletvekili sıfatıyla Meclis'e girdi. Bir yıl sonra da, Edirne'nin kurtuluşu merasimi esnasında vefat etti.
Biri Selanikli, diğeri muhalif
Selanikli Ş. Nailî Paşa, askeriyeden emekli olduktan sonra mebus olarak CHP saflarında yer aldı.
Buna mukabil, Trablusgarp, Balkan, Çanakkale ve Kurtuluş Savaşlarına katılarak üstün başarılara imza atan S. Âdil Paşa ise, emekliye sevk edildikten sonra, tâ 1950'ye kadar ne askerî, ne de siyasî herhangi bir vazife üstlenebildi.
Tıpkı, Refet Bele, Karabekir, Orbay ve Ali Fuad ve Tayyar Paşalar gibi, o da yeni rejimin gadrine uğrayanlardan biri oldu.
Tek parti zihniyetinin tamamen dışladığı, neredeyse "vatan haini" muamelesini revâ gördüğü S. Âdil Paşa, ancak demokrasiye geçildiği 1950 seçimleri esnasında siyasete atılabildi.
O yıl Demokrat Partiden Ankara milletvekili seçilerek Meclis'e giren Âdil Paşa, 26 Şubat 1961'de Hakk'ın rahmetine kavuştu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder