25 Ekim 2012 Perşembe

Türk-Bulgar Ortak Kültürü - Dr. Emruhan YALÇIN

Türk-Bulgar Ortak Kültürü
Dr. Emruhan YALÇIN - Bilkent Üniversitesi, Yarı Zamanlı Öğretim Elemanı.

ÖZET

Türkler ve Bulgarlar yüzyıllar boyunca birlikte yaşamışlardır. Osmanlılar Orta
Asya ve Anadolu kültürünü Bulgaristan’a taşımışlardır. Türk kültürü doğal olarak 
yaşadığı bu coğrafyanın insanının ortaya koyduğu maddî ve manevî kültür
ürünlerini etkilemiştir. Manevi etkiler örf, âdet ve geleneklerin yaşama
geçirilmesinde kendini göstermiştir. Dil, edebiyat ve sanat ürünleri manevî
etkilenmenin dışa vurumu biçiminde değerlendirilebilecek maddî etkilenmeyi
yansıtmıştır.


Bulgar halkının yaşama biçimleri, gelenek görenekleri, kültürleri
Bulgaristan’da Türk dilinin yaygınlaşması ve Türk kültürüne ait eserlerin hızla inşa
edilmesiyle değişime uğramıştır. Türklerle, Türk diliyle ve Türk kültürüyle iç içe
yaşayan Bulgar halkı Türk kültüründen etkilenmişlerdir. Bugün birçok Türk atasözü
Bulgar diline çevrilmiş ve kullanılmaktadır. Birçok Türk türkü ezgisini Bulgar
şarkılarında görebilmekteyiz. Bulgaristan’da Türk kültürünün yöre halkına etkisinin
en açık göstergesi onların dillerine girmiş Türkçe kelimelerdir. Bugünkü
Bulgarcada, Türkçeden geçen dört-beş bin civarında kelime bulunmaktadır. Dildeki
etkilenme sadece kelimeler ile sınırlı değildir; birçok deyim ve atasözleri de ortaktır.
Diğer taraftan Türk kültürü de, Bulgaristan’da yerli halkın kültürünü etkilediği
kadar Bulgar kültüründen etkilenmiştir.

Osmanlı hâkimiyeti döneminde Bulgaristan’da birçok mimarî eser inşa
edilmiş, edebiyat ve diğer sanat alanlarında faaliyet gösteren birçok sanatçı
tarafından çok değerli eserler ortaya konmuştur. Bu durum Bulgaristan’da büyük
bir kültürel olgunlaşmanın ve büyük bir kültürel birikimin meydana gelmesini
sağlamıştır.


1. OSMANLI DEVLETİ DÖNEMİNDE BULGARİSTAN

“Bulgar” ismini taşıyan ilk devletlerini “Büyük Bulgaria Devleti” adıyla
635 yılında kuran ve 864 yılında da Boris Han döneminde resmen Hristiyan
olan Bulgarlar; Büyük Bulgaria Devleti’nin parçalanmasından sonra İdil ve
Tuna Bulgarları olarak bölgede varlıklarını sürdürmüşlerdir. Osmanlı
Devleti’nin Bulgarlarla ilk teması, Orhan Bey döneminde olmuştur. Orhan
Bey döneminde başlayan bu ilk temas Orhan Bey’den sonraki dönemlerde
hızla gelişmiştir. Orhan Gazi’nin büyük oğlu ve Rumeli Fatihi olarak da
anılan Süleyman Paşa’nın 1354 yılında Çanakkale Boğazı’nı geçerek

Gelibolu’ya adım atmasıyla fetih hareketi başlamıştır.1 Türkler 1354 yılında
Gelibolu üzerinden Balkan Yarımadası’na geçerek 1361 yılında Edirne’yi
fethettikten sonra başta üç küçük Bulgar krallığı olmak üzere feodal
devletleri yıkıp Balkanları ele geçirmişlerdir. Diğer taraftan XIII. yüzyıl
ortalarında Moğol istilasından kaçan Horasan erenlerinden Sarı Saltuk ile
sonradan onun adıyla anılan Türkmen aşireti Balkanlara geçerek Dobruca
dolaylarında 10 - 12 bin kişilik bir İslâm topluluğu oluşturmuştur. Balkan
Yarımadası’nın Osmanlı hâkimiyetine bu kadar çabuk girmesi ve
hâkimiyetin yıllarca ciddi bir muhalefetle karşılaşmadan devam etmesi
siyasî, sosyal ve kültürel nedenlere dayanmıştır.2 Bulgaristan, Balkanlarda
Türk hâkimiyetini ilk önce gören ve Türk hâkimiyetinde en çok kalan bir
bölgedir.3

Bulgaristan, İstanbul’a yakınlığı, Avrupa yolu üzerinde bulunması,
stratejik konumu, tarımsal üretim kapasitesi gibi özellikleriyle Osmanlı
Devleti’nin yönetiminde hassasiyet gösterdiği bir coğrafya olmuştur. Bu
nedenle, Osmanlı Devleti, bölgedeki Senyörler İdaresini kaldırarak köylüyü
rahatlatmış, hangi dinden olursa olsun Bulgar halkını “reaya” olarak
tanımlamış ve Bulgaristan Yeniçeri Ocağı için asker alınan bölgelerden biri
olmuştur. Böylece ticari ayrıcalıklara sahip bir bölge olması ve istilalardan
uzak kalması sebebiyle Bulgaristan Osmanlı idaresinde ciddi gelişmeler
göstermiştir.4

XIV. yüzyılda Bulgaristan’da kurulan Türk egemenliği XIX. yüzyıl
sonlarına kadar pek az farkla beş yüz yıl devam etmiştir. Bu uzun müddet
zarfında bölge binlerce sosyal ve kültürel yapı ile donatılmış; ırk, dil ve din
ayrımı yapılmaksızın insanların yaşama şartları kolaylaştırılmıştır.5 Türkler,
Bulgaristan’da kurdukları egemenliğe paralel olarak yeni yeni yerleşme
merkezleri kurdukları gibi, geldiklerinde mevcut olan şehirleri ve kasabaları
da eserlerle süslemişler ve ekonomik olanakları zenginleştirmişlerdir.6
Bulgar halkı, güçlü ve adil Osmanlı idaresi altında, eskisinden ve
Avrupa’daki emsallerinden çok daha iyi şartlarda hayatlarını sürdürmüşlerdir. 
Osmanlı yönetiminde, güvenlik sağlanmış, angarya
kalkmış, ağır vergiler azaltılmış, keyfîliğin yerini kanun almıştır.7

Bulgaristan’da Osmanlı Devleti’nin siyasî bakımdan gelişmesinden bir
süre sonra kültürel gelişmeler başlamıştır. Gerçekte de kültürel gelişmeler
siyasî gelişmeleri belli uzaklıklarla izler. Bir şehir siyasî anlamda ne kadar
gelişirse kültürel gelişme de bunun doğal sonucu olarak kendini gösterir.8
Osmanlı döneminde Bulgaristan’da yoğun bir imar faaliyetine girişilmiştir.
Mevcut şehirler yeni bir anlayışla imar ve ihya edilirken yeni şehirler ve
yerleşim merkezleri kurulmuştur. Osmanlılarda bir cami ve onun etrafında
kümelenen kültürel, sosyal ve iktisadî kuruluşların oluşturduğu külliyeler
mahalleleri, mahalleler şehirleri meydana getirmiştir. Külliye denilen ve
toplumun her türlü ihtiyaçlarını karşılayabilecek nitelikteki bu kompleksler,
varlıklı insanların kurdukları vakıflarla hayatiyetlerini sürdürebilmişlerdir.
Devlet gücüne, zenginliğe ve bu zenginliğin hayrata dönüşmesine dayalı bu
yeni kültür modeli, Müslüman olan, olmayan demeden bütün imparatorluk
tebaasını kuşatmıştır.9 Bugünkü Bulgaristan’da olan kasaba ve şehirlerin
birçoğunu Türkler kurmuşlar, oralardaki köprüleri, camileri, medreseleri,
okulları, hanları, hamamları, imaretleri (aşevi), kervansarayları, şehir
saatlerini hep Türkler yapmışlardır.10 Gerçekten de Osmanlılar şehir
merkezlerinde, cami - mescit, tekke - zaviye ve türbe gibi dinî; han bedesten,
kervansaray ve çarşı gibi ticari; imaret, hamam, köprü, su kemeri, çeşme ve
saat kulesi gibi sosyal; mektep, medrese ve kütüphane gibi eğitim; kale, kule
– ocak, burç ve tabyalar gibi askerî yapılar inşa etmek suretiyle, bölgeye
yeni bir yaşam tarzı, hayat ve medeniyet getirmişlerdir. Örneğin, Filibe ve
Şumnu’da Türk şehir dokusunun kısmen de olsa günümüze kadar
gelebildiğini görmek mümkündür.11

Bugün Bulgaristan’daki kasabalardan; Yenipazar, Eskicuma,
Osmanpazarı, Rusçuk, Servi, Lom, Kızanlık, Yeniçağra, Çırpan,
Tatarpazarcığı, Karlova, Sarımbeyli, İhtiman, Köstendil, Cumaibalâ,
Eğripalanga, Kırcali, Eğridere, Darıdere, Koşukavak, Mestanlı, Cisri
Mustafapaşa kasabaları hep Türk yapıları olup köylerin ise yüzde altmışı
Türk yapısıdır.12


XVII. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun birçok yörelerini gezip
gören ve topladığı bilgileri ünlü “Seyahatname”sinde toplayan Evliya
Çelebi, Bulgaristan’daki şehirler hakkında etraflı bilgiler vermiştir. Bugün
Bulgaristan’ın başkenti olan Sofya, Osmanlıların Rumeli Beylerbeyliğinin
merkezi olmuştu.

Osmanlıların Sırp boyarlarından (beylerinden) aldığı Sofya, Kanunî
Sultan Süleyman çağında beylerbeylik merkezi olduktan sonra parlamış ve
önemli bir ticaret merkezi hâline dönüşmüş ve XVIII. yüzyıldan itibaren de
sönmeye başlamıştır. Bunda savaşlar ve ticaret yollarının değişmesi etkili
olmuştur.

Bir ara Osmanlıların Doğu Rumeli vilâyetine merkezlik yapmış olan
Filibe, çevresindeki Konuş köyünde bulunan bayındırlık eserleri ve Meriç
Köprüsü’nden de anlaşılacağı üzere Türk eserleriyle dolu idi.
Eskizağra’nın 17 camii, 42 okul, 5 hamama varan eserleriyle 3000 evli
ve 855 dükkânlı bir yerleşme merkezi olduğu hakkındaki bilgiler yanında
eskiden sağlam ve büyük bir bedestene sahip olduğu göz önünde
bulundurulursa, Türklerin Bulgaristan’a asıl ülkeleri gibi baktıklarına kanaat
getirilir.

Bulgarların Svilengrad adını verdiği eski Cisri Mustafapaşa kasabası,
hanları, hamamları ve aşevleriyle olduğu kadar 12 gözlü köprüsüyle anılırdı.
Bulgarların Şumen adını verdiği şehre, Türkler Şumnu diyorlardı. Bu
merkez daha sonra gelişmeye başlamış ve XVIII. yüzyıldan sonra önem
kazanmıştır.

Kanunî Sultan Süleyman’ın damadı İbrahim Paşa’nın yaptırdığı camii
ile ünlü Razgrad; XVI. yüzyılda Tuna ticaretinde isim yapmaya başlayan ve
temelini Türklerin attığı Rusçuk, Osmanlıların Avrupa’ya açılışlarında ünlü
zaferlerinden birinin gerçekleştirilmiş olduğu Niğbolu, tarihte dört bin evli,
bin dükkânlı bir sancak merkeziydi. Lofça, 22 mahallesinden 16’sında
Müslüman Türklerin oturduğu bir Türk şehriydi.

Osmanlılar Bulgaristan’da hayır işlerine de büyük önem vermişti.
Filibe’de ve Sultan II. Murat’ın Köstendil’de yaptırdığı tesislerde gelip
geçenler bedava ağırlanırdı.

2. Bulgarların Menşei

Osmanlı Devleti döneminde Türklerle Bulgarların kısa süre içinde
birbirleriyle kaynaşarak uzun yıllar birlikte yaşamaları ve bu süre içinde
birbirlerinin kültürlerini kolayca benimseyebilmelerinin altında yatan en
önemli sebep Bulgarların Türk kökeninden gelmeleri ve bu nedenle de

Türk kültürüne yabancı olmamalarıdır. Gerçekten de Bulgarların menşei
araştırıldığında Türk kökünden gelen bir kavim olduğu görülür. Bulgarların
“Türk menşeli bir kavim” olduğunun açık delilleri, gerek meydana çıkarılan
arkeolojik kalıntılar ve gerekse Proto - Bulgar dil kalıntıları ile İdil
Bulgarlarına ait mezar taşlarındaki kalıntılardır.

Tataristan’da yapılan son arkeolojik araştırmaların ışığı altında
Bulgaristan’ın en eski bağlantıları, Orta Asya’daki Usunlara kadar
çıkmaktadır. Usunlar, M.Ö. III. yüzyılın sonlarında Tanrı Dağları eteklerinde
yaşayan, Hsiyung-nular, Sakalar ve Yüeçilerin komşularıdır.13
Bulgarların Türk kökenli olduğuna dair görüş, ilk olarak 1882 yılında
A. Vambery tarafından belirtilmiştir. Bulgar bilim adamı Profesör İvan
Şişmanov 1900 yılında yazdığı bir eserinde Bulgarlarla ilgili bütün bilgi ve
belgeleri incelemiş ve sonuç olarak ilk Bulgar Devleti’ni kuran Bulgarların
Türk menşeli oldukları görüşünü benimsemiştir. 1922-1939 yılları arasında
Bulgaristan’da arkeolojik kazılar ve sanat tarihi araştırmaları yapan Macar
tarihçisi G. Feher, Türk filolojisi uzmanları Gy. Nemeth ve L. Rasony’nin dil
incelemeleri sonucu Bulgarların Türk menşeli oldukları kesinlik kazanmıştır.
Bu bilgi yetkili uzmanlarca tetkik edilmiş ve bilim çevrelerinde kabul
görmüştür. V. yüzyıl Bizans tarihçisi Priskos Bulgarların Hun Türkleri ile
Oğuz Türklerinin karışıp birleşmesinden meydana gelmiş yeni bir Türk
topluluğu olduğunu eserinde ifade etmiştir.

Bulgar deyimi Türkçeden başka hiçbir dilde izah edilememiştir.
“Bulgar” kelimesinin anlamı “karıştırmak”tır. “Bulgar” ismi işte bu iki Türk
topluluğunun karışmasını niteleyen bir ifadedir.

Bulgar kelimesi ilk defa Bizans İmparatoru Zenon (474-491)’un askerî
destek sağlamak için yardımına başvurduğu Karadeniz’in kuzeybatı
kıyılarında oturan bir topluluktan bahsetmesi üzerine Bizans kaynaklarında
yer almıştır.14

3. Tarihte Kurulan İlk Bulgar Devletlerinin Kültürlerindeki Türk İzleri

XIX. yüzyıldaki çalışmalarla, kökenlerinin Türk olduğu kesinleşen
Bulgarlarla Türklerin uzun bir ortak geçmişi vardır. Türk kültürünün
tohumları, Bulgaristan topraklarına IV. yüzyılda akıncı Türk boylarının
gelişi ile atılmış, XIV. yüzyılda ise XIX. yüzyılın ortalarına dek sürecek

sistemli göç hareketi ile Osmanlı Türkleri, Türk kültürünü bu coğrafyanın
yerleşik bir unsuru hâline getirmişlerdir.

Bulgarların; dil, din, yazı, hükümranlık ve idare sistemlerinin tarihî
gelişimi incelendiğinde diğer Türk boyları ile birçok yönden benzerlikleri
olduğu görülür. Gerçekten de Bulgarlar, ana dili Türkçe olan ve Türkçeyi
kullanan bir halk olarak kendilerine has lehçelerini asırlarca devam
ettirmişlerdir. Bulgar kaynaklı en eski belge olan “Hakanlar Listesi”ndeki
hükümdar isimleri bu lehçeyi en iyi şekilde yansıtmıştır. Tuna ve Volga
Bulgarcası ile bugünkü Çuvaşça ve ön Bulgarca (Oğurca) arasındaki
özdeşlik ve lehçelerin ana Türkçede birleşmesi önemli bir kanıt olmuştur.
VIII. yüzyılının ikinci yarısında Bulgar halkının, Türkçeyi ana dilleri olan
Bulgarcadan daha iyi biliyor olmaları, Bulgar Türklerinin kültür ve dillerini
o coğrafyada yaymış olmasından kaynaklanmıştır. Günümüzde Macar
dilinde kullanılan Türkçe kelimelerin temeli Oğur-Bulgar Türkçesinin
izlerini taşımaktadır. Macarların Kafkas-Volga dolaylarında uzun müddet
Oğur Türkleri ile birlikte yaşamaları, Türklerden kültürel anlamda
etkilenmelerine neden olmuştur. Bulgar Slavcasında idarî, askerî konularda
pek çok Türkçe tabir yer almıştır. Grekçe olarak yazılmış Proto Bulgar
kitabeleri içinde de Türkçe ifadelere rastlanmıştır.

Bulgar anıtlarında, sanat eserlerinde Orhun harflerini andırır işaretler
yer almıştır.15 F. Altheim, Oğur Bulgarlarının Grek ve Latin yazısından
tamamen farklı, bir çeşit runik yazı türü kullandıklarını, bu Tuna Bulgar
yazısının, Batı Hunlarının yazı şeklinin devamı niteliğinde olduğunu
belirtmiştir. Bulgar Türkleri, diğer Türk topluluklarında olduğu gibi, tabiat
güçlerinin kutsallığına, atalar ruhuna saygı gerektiğine ve Göktanrı’ya
inanmışlardır.16 Bulgar Türkleri taşa, suya, kılıca, köpeğe, ata, başka
herhangi bir hayvana, güneşe, aya tapmamışlardır. Tanrı için insan kurban
etmemişlerdir. Atalarına duydukları saygının bir ifadesi olarak anıtlar yapıp
kitabeler dikmişlerdir. Mezarlıklara önem vermiş, mezarlarına yapılan
tecavüzleri ağır şekilde cezalandırmışlardır. Bulgar Türklerinin inancının
temelinde, Türkler için millî bir özellik taşıyan Göktanrı inancı yer almıştır.
Bulgar Türkleri kitabelerinde yaratıcının tek olduğunu, inandıkları bu ulu
güce “Tanğra” Tanrı dediklerini ve yalnız ona taptıklarını söylemişlerdir.
Onlara göre Tanrı ebedîdir. Her şeyi görür, bilir ve doğruyu yalanı ayırt eder.
Can verir, ömür uzatır, kötüleri cezalandırır. Tanrı tektir ve Türklere han
gönderir.17


Bulgar Türklerinin kurdukları Bulgar Devleti’nde, Türk siyasî
kuruluşlarındaki kamu hukuku anlayışı, töre hükümleri ve devlet meclisi
geçerli olmuştur. Bulgarlarda hükümranlık anlayışı karizmatik karakter
taşımıştır. İdare yetkisi tanrı bağışı olarak sayılmıştır. “Madara Kaya
Kabartması”nın bir yerinde “Tervel Han’ın Bulgarlara Tanrı tarafından
gönderildiği”, Çatalar Kitabesi’nde ise “Omurtag Hanı yeryüzü tahtına
Tanrı’nın çıkardığı” ve “Tanrı’nın yardımı sayesinde başarılarını
sürdüreceği”, Melemir Han Kitabesi’nde “Tanrı’nın han yaptığı bu
hükümdara yüzyıl ömür verildiği” kaydedilmiştir.18 Karizmatik “meşruiyet”
anlayışına rağmen, Bulgar Türklerinin hanları, diğer Türk boylarında olduğu
gibi arzusu kanun sayılan bir despot olarak değil, Tanrı’ya karşı sorumluluk
şuurunda kut yetkisine19 layık olmaya çalışan hükümdarlar olmuşlardır.
Bulgar Türk hanları törenin emrettiği hususlar çerçevesinde hareket
etmişlerdir. Türk devletlerinde “toy” adıyla ifade edilen devlet meclisi
Bulgar Türklerinde de teşkil edilmiştir. Özellikle kötü idarede ısrar eden
kabiliyetsiz hükümdarlar gerektiğinde zor kullanılarak tahttan indirilmiştir.
“Hakanlar Listesi”ndeki son hükümdar Umar, iktidarının kırkıncı gününde
Boyarlarca öldürülmüştür. Bulgar Türklerinin ordu kuruluşu, savaş
taktikleri, askerî disiplinleri komşularının dikkatini çekmiştir. Bulgar
Türklerinin ordusu, harp taktiğine dair kitaplar yazan Bizans
imparatorlarının eserlerinde örnek alınabilecek silâhlı güçler arasında örnek
gösterilmiştir.20

4. Bulgaristan’daki Türk Kültür İzleri

a. Osmanlı Hâkimiyeti Döneminde İnşa Edilen Türk eserleri

Türkler Osmanlı Devleti sayesinde, XIV. yüzyılın ortalarından, XX.
yüzyılın başına kadar hüküm sürdükleri Bulgaristan’da büyük bir uygarlık
kurmuştur. Bulgaristan en huzurlu yıllarını Osmanlı döneminde geçirmiştir.
Bulgaristan’da Osmanlı Devleti’nin bıraktığı eserlerin sayısı pek çoktur.
Gerçekten de Osmanlılar Bulgaristan’a hâkim oldukları dönem içinde,
burada birçok cami, han, hamam, köprü, türbe gibi tarihî eser niteliğinde
yapılar inşa etmişler ve bu yapıları idame ettirebilmek için de vakıflar
kurmuşlardır. Osmanlı döneminde yapılan camiler, kervansaraylar, konaklar,
hamamlar, çeşmeler, köprüler vb. bir kısmı günümüze de gelmiştir. Bu
Osmanlı kültür miraslarında Osmanlı mimarisi vardır.


Bulgaristan’daki Osmanlı mimarî eserleri, Osmanlı Devleti’nin kurduğu
büyük ve hümanist medeniyetin güzel birer yansımasıdır. Bu değerli eserler,
döneminde Bulgaristan’ın mimaride ne kadar ileri bir durumda olduğunu
göstermektedir. Çoğu vakıf eseri olan bu tarihî yapılar, Osmanlı
medeniyetinin sosyal ve insancıl yönünü en çarpıcı şekilde ortaya
koymaktadır. Çeşmeler, köprüler, medreseler, kütüphaneler, camiler,
türbeler, tekkeler ve çarşılar bu büyük medeniyetin insana ve hayata bakışını
gözler önüne sermektedir. Aşevleri ve imaretler Osmanlı kültürünün sosyal
yönünü; yapılardaki emsalsiz süslemeler yüksek estetik seviyeyi; kuş evleri,
hayvanlara verilen değeri göstermektedir.21

Balkanlarda en fazla Türk eseri Bulgaristan’da inşa edilmiştir. Ekrem
Hakkı Ayverdi’ye göre, Bulgaristan’da beş asırdan fazla süren Türk
hâkimiyeti döneminde 3339 Türk eseri inşa edilmiştir.22 Bulgaristan’da
Osmanlı hâkimiyeti döneminde inşa edilen Türk eserlerinin kullanım
amaçlarına göre dağılımı:

Dinî: Cami - mescit (2353), tekke (174), türbe (27) toplam: 2554
Eğitim: Medrese (142), mektep (273), darülkurra (2), kütüphane (6)
toplam: 423 Ticari: Han (116), kervansaray (16), bedesten (3), toplam: 135
Askerî: Kale (5), kule (1) toplam: 6 Sosyal: İmaret (42), hamam (113), 
saat kulesi (2), çeşme (36), hastane (1), saray (3) köprü (24) Toplam: 221.

Bulgaristan’da yer alan toplam 3339 eserden büyük bir bölümü yıllarca
süren savaşlar (Balkan Savaşları, Birinci ve İkinci Dünya Savaşları vb.),
doğal afetler (deprem, yangın, sel vb.) ve diğer sebeplerden dolayı
günümüze kadar gelememiştir. Bu eserlerden günümüze kadar ayakta
kalabilenlerin sayısı ancak 150 civarındadır. Bu eserler bilhassa Filibe,
Şumnu, Vidin, Eski Zağra, Pazarcık, Sofya, Razgrad ve Köstendil
şehirlerinde bulunmaktadır.23 Söz konusu eserlerden bazıları şunlardır:


(1) Camiler ve Türbeler

(a) Sofya Banyabaşı Camii

Molla Efendi Kadı Seyfullah isimli bir hayırsever tarafından 1566’da
yaptırılan cami, Seyfullah Efendi Camii olarak da anılır. Şehrin en büyük
caddesi olan Maria Lousia Caddesi’nde, Sofya merkez hamamı ile hali
arasında, Tsum diye bilinen en büyük ticaret mağazasının alt tarafındadır.24

(b) Sofya Siyavuş Camii

VI. yüzyılda kilise olarak inşa edilmiş olan yapı, XIV. yüzyılda Sofya
şehrine adını vermiş ve aynı yüzyıl ortalarında camiye dönüştürülmüştür.
1818 depreminde minaresi yıkılan Siyavuş Camisi, 1838 depreminde büyük
zarar görmüştür. 1910’da cami olmaktan çıkarılan yapı 1980’den bu yana
restore edilmektedir.25

(c) Bosnalı Sofu Mehmet Paşa Camii (Kara Cami)

1548’de Sofya’da Sofu Mehmet Paşa tarafından yaptırılan cami, siyaha
yakın renkli granit taştan yapıldığı için “Kara Cami” adıyla da anılmaktadır.
Kara Cami, Mimar Sinan’ın Sofya’daki en güzel eseridir.26 İmaret Camisi ya
da Cuma Camisi adlarıyla da anılan Kara Cami, Osmanlının Sofya’da cami
külliyesi olarak kurduğu üçüncü büyük yapıdır. O dönemde, cami, medrese,
kütüphane, imaret, hastane, hamam ve kervansaraylardan oluşan bu büyük
külliyenin, bugüne kalmış tek binası olan cami, Bulgaristan İçişleri
Bakanlığı’nın yanındaki küçük bahçede bulunmaktadır. Bakanlık binası da
yıllarca hapishane olarak kullanılıp 1928’de yıkılan medrese binasının yerine
yapılmıştır.27

(d) Razgrad Maktul İbrahim Paşa Camii ve Kız Çeşmesi

Cami, Veziriazam Maktul İbrahim Paşa tarafından yaptırılmıştır. Evliya
Çelebi bu cami hakkında “Rumeli’nde bu kadar sanatlı cami yoktur.”
demektedir.28 Duvarları kum taşı ve kesme taşla düzenli bir şekilde
işlenmiştir. Cami sıra sıra pencerelerle aydınlanmaktadır. Kubbe kasnağı on
altı köşelidir ve her yüzünde pencere vardır. Kasnağın önüne dört köşeye
sivri külâhlı, yuvarlak fakat ince kuleler oluşturulmuştur. Bu kulelerin

onarımlar sırasında konduğu tahmin edilmektedir. Cami, 1603, 1616 ve 1625
tarihlerinde onarım geçirmiştir.29

(e) Filibe Şehabettin Paşa Camii ve Türbesi

Şehabettin Paşa Camisi, rengârenk mihrap ve minberi, yeşil çini ile
yapılmış uzun ve zarif minaresi, mermer levhalar üzerine itina ile oyulmuş
dua ve övgü içeren kitabeleri ile sanatsal bir değere sahiptir.30 Meriç
Nehri’nin yakınında Veziriazam Şehabettin Paşa tarafından 1444’te
yaptırılan caminin önünde paşanın türbesi de bulunmaktadır. Kapı önünde
bulunması gereken basamakların bugün mevcut olmaması ve eşiğin havada
kalmasından caminin bir dönem esas yapısı bozulacak şekilde tamir gördüğü
anlaşılmaktadır. Türbe, caminin sağ köşesinde tuğladan yapılmış sekizgen
bir binadır. Kapı ve penceresi örtülüdür. Tamir kitabesine göre cami, 1634-
1635 yıllarında Mustafa Ağa adlı biri tarafından tamir ettirilmiştir. Revakın
sağdaki ayaklarının ortasında bir çeşme ve 1832 tarihini taşıyan iki beyitlik
kitabesi bulunmaktadır.31

(f) Filibe Hüdavendigâr (Muradiye) Camii

Sultan I. Murat tarafından yaptırılmış olan caminin inşa kitabesi
olmamakla birlikte diğer bir kitabeden 1785’te tamir gördüğü
anlaşılmaktadır. 1818 depreminde büyük zarar görmüş olan yapı, dört ayak
üstüne oturtulmuştur. Bugün caminin güney tarafı toprağa gömülmüş, kuzey
taraftaki giriş cephesi ise havada kalmıştır. Caminin esas kapısı zengin ve
geniş silmeli sivri kemerli bir tak içindedir.32

(g) Şumnu Şerif Halil Paşa Camii ve Külliyesi

Osmanlı mimarisinin Balkanlardaki en güzel örneklerinden biri olan ve
halk arasında “Yeni Cami” olarak bilinen yapı, Şerif Halil Paşa tarafından,
kapı kemeri üstündeki kitabesi ve vakfiyesinden anlaşıldığına göre 1744’te
inşa ettirilmiştir.33 Caminin arsası az olduğundan avlu yapılmamıştır.
Caminin yanı sıra bir okul ve kütüphaneyi içeren medresenin oluşturduğu bu
külliyede, caminin sol tarafında bir çeşme ve sonradan eklenmiş bir bina
daha vardır.34 Okul ve kütüphaneden sonra görülen batı duvarının arkasında
medrese bulunmaktadır. On dört hücreli olan medresede dershane yoktur.


Cami ile ortak olan şadırvan, medresenin avlusundadır.35 Tombul Cami
olarak da anılan Şerif Halil Paşa Camisi, aynı zamanda batı mimarisinin
Bulgaristan’da bulunan bir Osmanlı yapısı üzerindeki etkileşiminin de tek
örneğidir.36

(h) Varna Obroçiste Köyü Akyazılı Baba Tekke ve Türbesi

Akyazılı Sultan, Buhara ve Horasan’dan gelen Hoca Ahmet Yesevi
halifelerindendir. Yavuz Sultan Selim dönemine ait olduğu sanılan Akyazılı
Baba Türbesi, Bulgaristan’da rastlanmayan yedi köşeli bir plâna sahiptir.
Türbenin, altta iki adet, üstte dört adet olmak üzere mazgal delikleri ve
önünde sonradan ilave edilmiş bir giriş kısmı bulunmaktadır.37

(ı) Razgrad Kemaller Demir Baba Türbesi

Kubbeli, kesme taştan, köşeli bir türbedir ve sivri külâhlı bir giriş kısmı
bulunmaktadır. Razgrad’ın 40 km kuzeydoğusunda, Kemaller köyündedir.38

(2) Han, Hamam, Bedesten ve Köprü Mimarisi

Osmanlılar, Bulgaristan topraklarında gelenekleri ile doğru orantılı,
sosyal ihtiyaçlarını karşılamak amacı ile hanlar, hamamlar, evler inşa
ederken iktisadî ihtiyaçları için de bedestenler, köprüler yapmışlardır.
Osmanlılar, sağlık açısından önemli olmasından dolayı, hamamların
yapımına çok itina etmişlerdir. Bu nedenle, Bulgaristan’ın birçok kasaba ve
şehirlerinde hemen hepsi çok bölmeli ve kubbeli, mimarî değere ve estetik
görünümü haiz kargir hamamlar yapılmıştır. İktisadî açıdan da devrin ticaret
merkezleri olarak kabul edilen bedestenlerin yapımına büyük önem
verilmiştir. Dükkânlar ve iş hanlarından oluşan bir ticari külliyenin
ortasında, sağlam, yangına karşı korunaklı, yüksek taş yapıları ve kubbeleri
ile âdeta bir iç kale gibi yükselen bedestenler, mimarî açıdan da oldukça
değerli yapılardır.39


(a) Eski Han

Diğer bir adı da Taş Han olan bu yapı, Şumnu’da eskiden hamam
olduğu söylenen bir Osmanlı binasının yerine yapılmıştır. Cephesi tümüyle
kesme taştandır. Bugün kubbesi ve halvetleri kalmamıştır. Kapısı sivri
kemerli eyvanın içinde olan yapının çatısında iki sıra pencere
bulunmaktadır.40


(b) Hacı Hasanzade Çifte Hamamı

Filibe’de bulunan bu hamam, Kazasker Hacı Hasanzade Mustafa Efendi
tarafından yaptırılmıştır, vakfiye tarihi 1505’tir. Bugün depo olarak
kullanılmakta olan hamamın camekânı oldukça gösterişlidir. Vakfiyesinden
anlaşıldığına göre bu hamamın o dönemdeki yıllık geliri 6100 akçedir.41

(c) Emin Nuruddin Hamamı

Zağra’nın eski Hisar mevkiinde bulunan yapının diğer bir adı da
“Küpsüz Hamam”dır. Dört köşe kiremitli çatısı olan hamam, İstanbul’da
Şehzadebaşı’nda camisi bulunan Emin Nuruddin Efendi tarafından kendi
camisine vakfedilmek üzere yapılmıştır.42

(d) Filibe Evleri

XVIII. yüzyılın ilk yarısına ait Osmanlı devri eserleri olan bu evlerin
her biri sahiplerinin adları ile anılmaktadır. Sahipleri arasında Rum ve
Ermeniler de bulunmaktadır. Örneğin “Mavridi Evi” olarak anılan bir evde,
1833 yılında doğuya seyahati sırasında La Martine’in kaldığı bilinmektedir.
Bu yapının oranları çok güzeldir; kapı pervazları ve pencere kanatlarının
cilalı olmasından tamir gördüğü anlaşılmaktadır. “Kolarof Evi” olarak
adlandırılan bir diğeri ise kale üzerine inşa edilmiştir ve yapının tavan
göbeği Sultan Mahmut devrine ait işlemelerle süslenmiştir.43

(e) Kırım Hanlar Konağı

Harem ve selâmlıktan oluşan bir zemin ve üst kattan meydana gelmiş
ahşap bir yapı olan Kırım Hanlar Konağı, 1830’lu yıllarda, Zağra’ya yakın
bir yer olan Varbiça’da inşa edilmiştir. Harem ve selâmlığın her katında
dörderden sekiz adet olan ocaklı esas odaları yanında, kahve ocaklı koltuk
odaları, sofalar ve binanın altında havalandırma amacıyla bırakılmış bir
bodrum alanı bulunmaktadır. Bugün oldukça harap durumda olan binanın
pencereleri tahta ile kapatılmıştır. İç tezyinatı rokoko üslubundadır.
Tavanlardaki şemse ve yıldızlar Sultan II. Mahmut devrini göstermektedir.
Haremlik, selâmlık ve bu ikisi arasında kadın ve erkeğin birbirini görmeden
eşya alıp vermesine hizmet eden döner dolaplar, ocaklar, sedirli odalar tipik
Osmanlı evi özellikleridir.44


(f) Sofya Bedesteni

Günümüze ulaşamamış olsa da arşiv kayıtlarındaki bilgilere dayanılarak
XV. yüzyılda Yahya Paşa tarafından yaptırıldığı tespit edilen Sofya
Bedesteni, etrafında bulunan hanlar silsilesi ile ticaret bölgesinin merkezî bir
noktasındadır. Kesme taşlarla inşa edilmiş ve dokuz adet kubbe ile örtülü,
kare planlı bir yapıdır.45

(g) Yanbolu Bedesteni

XV. yüzyılda Veziriazam Atik (Hadım) Ali Paşa tarafından Yanbolu’da
yaptırılan bedesten, merkezî konumlu büyük bir meydanın ortasındadır.
Etrafına kısa mesafelerle Eski Cami ve iki han yerleştirilmiş ve böylece
meydan çevresi şehrin büyük binalarıyla donatılmıştır.46 Bedestenin
duvarları moloz taşındandır, kubbe ve ortalarında tonoz örtülü bir duvar
bulunmaktadır. Giriş kısmı çift merkezli ve sivri kemerli olan yapının, üst
pencere söveleri kesme taştan, dükkân kemerleri tuğladan ve yuvarlaktır.
XIX. yüzyıl sonlarında bedesten vakfı, dış dükkânları satmış, bu dükkânların
sahipleri yapının estetiğini bozan ilâveler yapmışlardır. 1970 yılında yapının
restore edilmesine ve bu ilâvelerin kaldırılmasına karar verilmiş, restorasyon
çalışmaları 1975’te tamamlanmıştır.47

(h) İshak Paşa Köprüsü

Köstendil’in 15 km doğusunda Struma nehri üzerinde bulunan köprü,
Fatih Fermanı ile Koca İshak Paşa tarafından 1469 yılında yaptırılmıştır.
Köprü, 89,50 m boyu ve 60,50 m eni ile yüksek ve gayet gösterişlidir.
Kesme granit taşlardan yapılmıştır. Dört ayaklı olan köprünün, ayaklar
arasındaki boşaltma gözleri sonradan kapatılmıştır.48 Köprü bir orta gözle,
iki yan kemer ve iki küçük gözden meydana gelmiştir.49

(ı) Mustafa Paşa Köprüsü

Edirne’nin 30 km batısında, Meriç Nehri üzerinde bulunan Mustafa
Paşa Köprüsü, Yavuz Sultan Selim ve Kanunî Sultan Süleyman’ın veziri
Mustafa Paşa tarafından 1528-1529 yıllarında Mimar Sinan’a yaptırılmıştır.
Uzunluğu 295 m olan köprünün, ortada dört büyük gözü ve iki uca doğru
alçalan sekizer gözü bulunmaktadır. Duvar yüzlerinden, kemer ve
korkuluklarına kadar iri, düzgün kesme taşlardan yapılmış olan Mustafa Paşa
Köprüsü, önemli bir mimari eserdir.50

b. Bulgaristan’da Türk Dili ve Edebiyatı

Bulgaristan’daki Türk kimliğinin en önemli unsuru olan Türk dili bugün
bilimsel araştırmalara konu olmakta, 1906 yılından beri Sofya
Üniversitesinde yabancı dil olarak Türk okullarında ise ana dil olarak
okutulmaktadır. Bugünkü Bulgaristan’da Türk dili öğretiminin on bir yıllık
geçmişi vardır. Ayrıca Bulgar Devleti’nin mevcut anayasası ve imzaladığı
uluslararası anlaşmalara göre Türkçe’nin bir azınlık dili olarak okutulması
kanunî bir yükümlülüktür. Bulgaristan’daki Türk ağızları ilk kez Bulgar
araştırmacı Dimıtır Gadjanov tarafından ele alınmış, daha sonra Mefkûre
Mollova konu üzerinde önemli çalışmalar yapmıştır. Bulgaristan’daki Türk
ağızları üzerine çalışan diğer araştırmacılar, Gy. Nemeth, J. Eckmann, S.
Kakuk, V. G. Guzev ve G. Hazai’dir. Bulgaristan’da her dönemde Türkçe
yayın yapılmıştır. Önceleri Arap alfabesi kullanılırken, Türkiye’de 1928’de
gerçekleşen harf devriminin ardından gazete, takvim ve kitapların bazıları
Arap, bazıları ise Lâtin harfleri ile basılmıştır.

Çağdaş Bulgaristan Türk edebiyatı eski Rumeli Türk edebiyatının bir
devamı niteliğindedir. Zengin halk kültürünü kaynak alan Bulgaristan
Türk şiirinde aruzun yanı sıra hece ölçüsü ve serbest ölçü de kullanılmış,
Rumeli şivesinden etkilenilmişse de esas olan dil daima Anadolu Türkçesi
olmuştur. Bulgaristan’daki çağdaş Türk şiirine bakıldığında, şairlerin
genellikle Güneybatı Bulgaristan (Kırcaali bölgesi) ve Kuzeydoğu
Bulgaristan (Silistre-Razgrat-Şumnu-Eskicuma bölgeleri)’da yetişmiş
olmaları ve pek çoğunun öğretmen olması dikkat çekici unsurlardır. Şiirlerde
ele alınan başlıca temalar ise vatan ve millet sevgisi, memleket hasreti,
toplumsal sorunlar, acılar, sıkıntılar, çocuk duyarlılıkları ve tabiattır.51

5. BULGAR KÜLTÜRÜNE TÜRK ETKİLERİ

Bulgaristan topraklarına varlığını taşımış ve bugüne dek sürdürebilmiş
olan Türk kültürü, yüzyılları kapsayan bir süreçte doğal olarak yaşadığı bu
coğrafyanın insanını, insanın ortaya koyduğu maddî ve manevî kültür
ürünlerini etkilemiştir. Manevî etkiler, örf, âdet ve geleneklerin yaşama
geçirilmesinde kendini göstermiştir; dil, edebiyat ve sanat ürünleri manevî
etkilenmenin dışa vurumu biçiminde değerlendirilebilecek maddî
etkilenmeyi yansıtmışlardır.


Türk kültürü yüzyıllar boyunca Bulgaristan kültürünü besleyen en
önemli kaynaktır. Türk halk kültürü Bulgaristan’da Türk kimliğinin
oluşmasını sağlayan en önemli alt yapı kurumu olmuştur.
Türkülerden atasözlerine, mani dörtlüklerinden tekerlemelere kadar
Türk dünyasıyla benzerlik gösteren bu kültür hazineleri daha uzun yıllar
Bulgaristan’daki Türklerin kimliklerinin belirlenmesinde büyük rol
oynamaya devam edecektir.52

Orta Asya’dan Anadolu’ya gelen İslâmiyet’le Anadolu’da yeniden
şekillenen ve oradan Avrupa ortalarına giden Türk kültürü, Bulgaristan’da
yerli halkın kültürünü etkilemiş, onlardan da etkilenmiştir. Kültür, doğası
gereği değişkendir. Gelenek zaman boyutunda başka bir geleneğe dönüşür.
Halk kültürü ögeleri bir milletin meydana getirdiği kültürel değerlerin
bütünüdür. Halk kültürü ürünleri yaşadığı toplumun dokusu, milletin söz
sanatındaki sembolüdür.53

Bulgaristan’daki Türk kültürü, tarihsel açıdan bir geleneğin devamıdır.
Osmanlı Türklerinin, Bulgaristan’a egemen olmalarıyla başlayan siyasal
bütünleşme sonrası kültür kurumlarının işlemesiyle kültürel bütünleşme
sağlamıştır. Kültür kaynaklarının Orta Asya’dan Anadolu’ya, Anadolu’dan
Bulgaristan’a uzanan çağlar boyu devam eden süreçte Bulgaristan’ın Türk
kültürünü şekillendirici bir etkisi vardır.54

Bulgaristan Osmanlıların eline geçtikten sonra Bulgar halkının yaşama
biçimleri, gelenek görenekleri, kültürleri; Türk dilinin yaygınlaşması, cami,
hamam, medrese, tekke, türbe, çeşme, köprü, kervansaray vb. Osmanlı
eserlerinin hızla inşa edilmesiyle değişime uğramıştır. Türklerle, Türk
diliyle, Türk kültürüyle iç içe yaşayan Bulgar halkı Türk kültüründen
etkilenmişlerdir.55

Türkler doğal olarak Balkanlardaki ve bu kapsamda Bulgaristan’daki
yerli topluluklardan etkilenmişlerdir. Ancak Türklerin yönetici kesim olarak
kendi etkileri daha büyük olmuştur. Fransız Georges Castellan, XIV –
XVIII. yüzyıllar arasında Balkan halklarının dil ve dinlerini değiştirmeden
Türk usulü yaşadıklarını belirtmekle yetinmez, şunları da ekler: O dönemin

seyyahları Balkan kentlerinin hatta Hristiyan nüfusun çoğunlukta olduğu
yerlerde bile yaşama biçiminin Türk karakterinde olduğunu belirtir. 1829’da
Vuk Karaciç de bunları doğrular.56 Bu konuda 1665’te Rycaut’un verdiği
örnek çarpıcıdır. Rycaut Osmanlılardan önce 1200 yıllık geçmişi olan Sofya
kenti için “öylesine her şeyiyle Türk ki içinde Türklerin kendilerinden daha
antik görünen hiçbir şey yok” der.57

a. Bulgar Edebiyatında Türk Etkileri ve Bulgar Diline Yerleşen Türkçe Sözcükler

XV. yüzyıl, Osmanlı İmparatorluğu’nun siyasal alanda önemli olduğu
bir dönemdir. Bu dönem edebiyatta da önemlidir.58 Bulgaristan’a gelen
âşıklar sazını ve bağlı bulundukları âşıklık geleneğini de taşıyarak buralara
yaymışlardır. Âşıklık geleneği özellikle Müslümanlar arasında kabul görerek
Bulgaristan’da Bulgar kültürüyle yeniden yapılanmıştır. Şehirlerde
medreseler kurulmuştur. Medreselerde, tekkelerde yetişenler; Bulgar divan
edebiyatının ve Bulgar Türk tekke edebiyatının temellerini atmışlardır.59
Bulgaristan’da doğmuş birçok şair de İstanbul’a giderek şöhret
olmuşlardır. Bulgar Türk edebiyatçıları Bulgaristan’daki kültür mozaiği ile
Anadolu’dan taşınan dil, edebiyat, kimlik, kültür değerlerini eserlerinde
yansıtmışlardır.60 Gerçekten de Türklerin XIV. yüzyılda, bugünkü Bulgar
topraklarına yerleşmeleri ile kültür alışverişi Bulgaristan’da başlamış ve
Türk kültürünün ürünlerine dair terminoloji de Bulgar diline, edebiyatına
yansımıştır. Bugün de bu tekerlemeler, masallar, halk hikâyeleri, bilmeceler,
atasözü ve deyimler, türküler, maniler (martifal) ninniler, ağıtlar vb.
yaşamaktadır. Birçok Türk atasözü Bulgar diline çevrilmiş ve
kullanılmaktadır. Birçok Türk türkü ezgisini Bulgar şarkılarında görüyoruz.
Bulgaristan’da Türk kültürünün yöre halkına ne denli etki ettiğinin en açık
göstergesi ise onların dillerine girmiş Türkçe kelimelerdir.61 Bugünkü
Bulgarca’dan, Türkçe’den geçen dört - beş bin civarında kelime
bulunmaktadır. Dildeki etkilenme sadece kelimeler ile sınırlı değildir, birçok
deyim ve atasözleri de ortaktır.62 Bulgar diline geçen bazı Türkçe sözcüklere
örnekler şöyledir:



Evde: Direk, pencere, ocak, baca, mutfak, tavan, kapı, avlu, duvar,
çarşaf, yorgan, döşek, yastık, kilim, halı vb.

Giyim - kuşamda: Şalvar, kürk, pabuç, uçkur, kalpak, aba, bez, çuha,
kumaş vb.63

Bunların dışında, şehir ve kasabalarda pek çok semt ve sokak
isimlerinde; idarî ve ticari hayatta geçen deyimlerde; aile ve akrabalık
ilişkilerini anlatan terimlerde bugün dahi Türkçenin izleri görülmektedir.
Yemek isimleri ve kap kacakla ilgili Türkçe terimler ise, Bulgar dil
bilimcilerine göre, artık değiştirilemez biçimde Bulgar diline nüfuz etmiştir.
XIX. yüzyılın başlarında, şehirlerdeki Bulgar halkı Türkçe’yi ana dillerinden
daha iyi bildikleri için, Bulgar yazar Sofroniy Vraçanski (1739-1813),
eserlerinin anlaşılabilir olması için Türkçe kelimeler kullanmak zorunda
kaldığını dile getirmiştir. Bulgar atasözlerini ilk derleyenlerden Petko R.
Slaveykov, Türkçe atasözlerinin günlük konuşmada ve pratik yaşamda etkin
kullanımına dikkat çekmiştir. Türkçe atasözleri, Bulgarca’ya aynen çevrilmiş
ya da “Deliye her gün paskalya (bayram)” biçiminde kendi kimliklerine
aktarılmıştır. Bulgarca’da kullanılan Türkçe atasözleri ile ilgili ilk derleme,
Prof. Stevan Bladenov tarafından 1914’te yapılmış ve Almanca olarak
yayımlanmıştır. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra da bu çeşit derlemeler
yapılmıştır. S. Çilingirov, 1922 ve 1923 yıllarında yayımladığı iki yazısında,
452 Türkçe atasözü ve deyime de yer vermiş ve bunların çoğunu bir kelime
bile Türkçe bilmeyen Bulgarlardan alıp derlediğini özellikle belirtmiştir.
Bu durum, Türkçe’nin Bulgarca üzerindeki etkisini ortaya koymaktadır.
1932’de, S. S. Bobçev bir yazısında, 106 Türkçe atasözünü Bulgarca
çevirileri ile yayımlamıştır. Bulgar dil bilimcilerinin Türk dilinin etkilerine
duydukları ilgi, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra da devam etmiş, 1968
yılında Nikolay İkonomov, “Balkan Halk Hikmeti” isimli eserinin ikinci
bölümünde, Bulgarlar tarafından kullanılan ve daha önce ismi geçen dil
bilimciler tarafından yayımlanmış tüm Türk atasözlerini derlemiştir. Bulgar
diline duyulduğu şekliyle nüfuz etmiş, birçoğu bugün dahi halk arasında
kullanılan atasözlerimizden bazıları şöyledir: “Aaç inceyken bükülür”, “Acı
patlicana kıra düşmez”, “Armut aacından uzak düşmez”, “At binene
yakışır”, “Az olsun da uz olsun”, “Balık baştan kokar”, “Büyük başın büyük
arısı olur”, “Can boazdan gelir”, “Çok gezen çok bilir”, “Daa daaylen
kavuşmaz, insan insannan kavuşur”, “Damlaya damlaya göl olur”, “Dinsizin
hakkından imansız gelir”, “Dokuz nasihatan bir seremiz eidir”, “Dooru
söyleyeni dokuz köyden kovarlar”, “Düşenin dostu olmaz”, “Eski dost

duşman olmaz, olsa da yakışmaz”, “Eski hamam eski tas”, “Ev yıkanın evi
kalmaz”, “Evdeki hesap çarşıya uymaz”, “Eylik eden eylik bulur, kemlik
eden kemlik bulur”, “Eylik eyle denize at balık bilmezse halik bilir”, “Fakir
kuşun Allah yuvasını yapar”, “Görünen köy kalauz istemez”, “Gülme
komşuna gelir başına”, “Gün doomadan neler doar”, “Hem kel hem fodul”,
“Horoz ölür ama gözü çöplüktedir”, “İki bülbül bir dalda ötmez”, “Kel başa
şimşir tarak”, “Kendi düşen aalamaz”, “Korkunun ölüme faydası yok”,
“Kurt kocadıylen köpeklere maskara olur”, “Laf ile pilaf pişeydi, deniz
kadar yaım olurdu”, “Musafir umduunu yemez, bulduunu yer”, “Ne zaman
can çikar, huy çikar”, “Olmayacak doaya amin denmez”, “Öfke baldan
tatlıdır”, “Padişahın malı denizdir, yemeyen domuzdur”, “Saar işitmezse
uydurur”, “Son pişmanlık fayda etmez”, “Taş yerinde aırdır”, “Ucuz etin
çorbası datsız olur”, “Üzümünü ye, bagıni sorma”, “Yalancinın mumu
yatsiya kadar yanar”, “Zorlan güzellik olmaz”...

XX. yüzyıl Bulgar edebiyatının önde gelen isimlerinden biri olan
Yordan Yorkov (1880-1937), Bulgar edebiyatında Türkleri ve Türk
kültürünü ilk kez gerçekçi bir yaklaşımla ele almış bir yazardır. Yorkov,
Osmanlı Devleti döneminden İkinci Dünya Savaşı’na kadar olan süreçte
Balkanlarda yaşayan Türklerin yaşama biçimini, felsefelerini, sanatlarını,
acılarını ve sevinçlerini kaleme alırken, Türk karakterlerini kendi bildiği ve
tanıdığı bir biçimde yansıtmaya özen göstermiştir. Yazar, Türk mimarisine
duyduğu ilgiyi ve beğeniyi, birer sanat yapıtı olarak değerlendirdiği camileri
anlatırken bir Türk yazar kadar etkileyici olan betimlemelerinde ortaya
koymuştur. Yorkov’un Türk kültürü ve felsefesi ile ilgili olarak üzerinde
durduğu en önemli konu, eski - yeni Türk nesilleri arasında, kültür
varlıklarının vasıtasıyla sağlanan, kopmaz bağ temasıdır.64

b. Bulgar Sanatında Türk Etkileri

Türk sanatı, özellikle Türk mimarisi Bulgar mimarisini oldukça
etkilemiştir. Doğuya özgü nitelikleri haiz ilk Bulgar kentleri olan Rusçuk,
Şumnu, Plevne, Vidin, Hasköy, Harmanlı XIV. yüzyılın sonlarında
kurulmuştur. Yeni kurulan kentlerde cami, han, hamam, kervansaray, konak,
türbe, medrese gibi yapılar inşa edilmiş ve bunlar kentlerin görüntüsünü
farklılaştırmıştır. Bunun yanı sıra özgün Türk evleri de kentlerin mimarî
dokusuna estetik kazandırmıştır. Dericilik, abacılık, kazancılık gibi Türk
yaşam geleneğinin ürünü olan zanaat dallarının Bulgar kentlerinde
yaygınlaşması ve bu zanaat dallarında çalışanların kurdukları çarşılar da

mimarî yapıya başka bir boyut katmıştır. Bir ticaret ve kültür merkezi olarak
eğitimli pek çok Bulgar tarafından gezilmiş, görülmüş hatta yaşanmış olan
İstanbul da kendine has ev mimarisi ile simetrik Filibe evi olarak bilinen
Bulgar evlerini etkilemiştir. Bu evlerde çıkma divanhane, zengin olanlarında
haremlik - selamlık, dolap, raf ve minder gibi özel kullanımlar ortaya
çıkmıştır. Gerek dış gerek iç mimarisi ile bu evler tümüyle Türk mimarisinin
ürünleridir.

Uygulamalı güzel sanatlar alanında, özellikle de deri, ağaç, maden
işlemeleri, giysi yapımı, çeşitli araç - gereç ve silah üretiminde de Türk
kültürünün etkileri göze çarpmaktadır. Tescilli bir sanat dalı olmamakla
birlikte tat, koku ve estetiği ile toplumdan topluma değişim gösteren yemeiçme
eylemini kültürün sanatsal bir boyutu olarak değerlendirecek olursak,
geleneksel Türk mutfak sanatı Bulgaristan mutfağını tatlısı - tuzlusu ile
etkilemiştir. Günümüzde bile Bulgar halkının sofrasında genellikle yer alan
pide, börek, dolma, kebap, sarma, helva, boza, salep, kahve, şerbet, kadayıf,
baklava gibi Türk yemekleri ve tatlıları bu etkilenmenin örnekleridir.65

SONUÇ

Türkler ve Bulgarlar yüzyıllar boyunca birlikte yaşamışlardır.
Osmanlılar Orta Asya ve Anadolu kültürünü Bulgaristan’a taşımışlardır.
Türk kültürü doğal olarak yaşadığı bu coğrafyanın insanının ortaya koyduğu
maddî ve manevî kültür ürünlerini etkilemiştir. Manevi etkiler, örf, âdet ve
geleneklerin yaşama geçirilmesinde kendini göstermiştir. Dil, edebiyat ve
sanat ürünleri manevî etkilenmenin dışa vurumu biçiminde
değerlendirilebilecek maddî etkilenmeyi yansıtmıştır.

Bulgar halkının yaşama biçimleri, gelenek görenekleri, kültürleri
Bulgaristan’da Türk dilinin yaygınlaşması ve Türk kültürüne ait eserlerin
hızla inşa edilmesiyle değişime uğramıştır. Türklerle, Türk diliyle ve Türk
kültürüyle iç içe yaşayan Bulgar halkı Türk kültüründen etkilenmişlerdir.
Bugün birçok Türk atasözü Bulgar diline çevrilmiş ve kullanılmaktadır.
Birçok Türk türkü ezgisini Bulgar şarkılarında görebilmekteyiz.

Bulgaristan’da Türk kültürünün yöre halkına etkisinin en açık göstergesi
onların dillerine girmiş Türkçe kelimelerdir. Bugünkü Bulgarcada,
Türkçeden geçen dört-beş bin civarında kelime bulunmaktadır. Dildeki
etkilenme sadece kelimeler ile sınırlı değildir; birçok deyim ve atasözleri de
ortaktır. Diğer taraftan Türk kültürü, Bulgaristan’da yerli halkın kültürünü
etkilediği kadar Bulgar kültüründen de etkilenmiştir.


Osmanlı hâkimiyeti döneminde Bulgaristan’da birçok mimarî eser inşa
edilmiş, edebiyat ve diğer sanat alanlarında faaliyet gösteren birçok sanatçı
tarafından çok değerli eserler ortaya konmuştur. Bu durum Bulgaristan’da
büyük bir kültürel olgunlaşmanın ve büyük bir kültürel birikimin meydana
gelmesini sağlamıştır.

Bulgaristan’daki Türk eserleri, Türklerin haklı olarak iftihar kaynağı
olmasının yanı sıra, aynı zamanda bölgede yaşayan insanların ve insanlığın
ortak mirası ve zenginliğidir. Bu itibarla söz konusu eserlerin korunması,
aslına uygun bir şekilde restore edilmesi ve kullanılması için öncelikle
Türkiye ve Bulgaristan ülkelerinin ilgili kurumlarının iş birliği içerisinde
bulunmaları önem arz etmektedir.66
Uzun bir tarihî geçmişe sahip Türk ve Bulgar toplumları arasındaki
kültürel etkileşimin sonucu, kültürel anlamda bazı izlerin kalıcı olduğu ve
hâlen günümüzde Bulgaristan’da sürdürüldüğü görülmektedir. Nitekim
bugün Bulgarlar ile Türkler bir araya gelseler aynı şeyleri yiyip içebilirler,
aynı halk oyunlarını oynayabilirler ve aynı türkülere eşlik edebilirler.

Dipnotlar


1 Mustafa İsen; “Çağdaş Prizren Şairleri”, Ötelerden Bir Ses, Ankara, 1997, s.513;
Yılmaz Öztuna, Rumeli Kaybımız, İstanbul, 1990, s.17.
2 Kemal H. Karpat; Balkanlar, D.V.İ.A. c.7, İstanbul, 1992, s.25 - 32.
3 Ömer Turan- Mehmet Z. İbrahimgil; Balkanlardaki Türk Mimarî Eserlerinden
Örnekler, TBMM Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları No:97, Ankara, 2004, s.156.
4 Tarihte Türk - Bulgar İlişkileri; Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt
Başkanlığı Yayınları, Ankara, Genelkurmay Basımevi, 2004, s.1.
5 Turan- İbrahimgil; s.7.
6 Osman Nuri Peremeci; Tuna Boyu Tarihi, İstanbul, Resimli Ay Matbaası, 1942, s. 126.
7 Tayyib Gökbilgin; XV’ nci ve XVI’ ncı Asırlarda Edirne ve Paşaeli Livası, İstanbul, 1952.
8 İsen; s.116.
9 Bahaeddin Yediyıldız; “Osmanlılar Döneminde Manastır”, Atatürk ve Manastır Sempozyumu, Ankara, 1999, s. 21 - 35.
10 Peremeci; a.g.e., s. 126.
11 Ömer Turan; Mehmet Z. İbrahimgil; a.g.e., s.10.
12 Peremeci; a.g.e., s. 126.
13 Akdes Nimet Kurat; IV-XVIII’nci Yüzyıllarda Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletleri, Ankara, TTK Basımevi, 1972, s.108.
14 Tarihte Türk - Bulgar İlişkileri; Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları, Ankara, Genelkurmay Basımevi, 2004, s.5.
15 a.g.e, s.12.
16 İbrahim Kafesoğlu; Eski Türk Dini, Boğaziçi Yayınları, Ankara, 1980, s.46.
17 Tarihte Türk - Bulgar İlişkileri; s.13.
18 Fuat Köprülü; Proto Bulgar Hukukuna Dair Notlar, THİT Mecmuası, 1931, s.18.
19 Kut İnancı: Hükümdarlığın, bir ihsan olarak tanrı tarafından seçilmiş liderlere verildiği inanışıdır.
20 İbrahim Kafesoğlu; Türk Millî Kültürü, Ordu Bahsi, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1983, s.67.
21 Turan - İbrahimgil; s.6.
22 Ekrem Hakkı Ayverdi; Yugoslavya’da Türk Abideleri ve Vakıfları, Vakıflar
Dergisi, c.IV, Ankara, 1956, s.143.
23 Turan- İbrahimgil; s.156 -157.
24 İsmail Cambazov; “Sofya’da Bugünkü Osmanlı Mimarî Eserleri”, Balkanlarda
Kültürel Etkileşim ve Türk Mimarisi Uluslar arası Sempozyumu (17-19 Mayıs 2000, Şumnu-
Bulgaristan), c. I, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2001, s.196.
25 Nihat Kaşıkçı; Hasan Yılmaz; Karadeniz’in Öte Yakası, Türkar Yayınları, 2002, s.256.
26 Hüseyin Memişoğlu; Bulgaristan’da Türk Kültürü, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları: 145, Seri: I, Sayı A. 28, Ankara, 1995, s.53.
27 İsmail Cambazov; “Sofya’da Bugünkü Osmanlı Mimarî Eserleri, s.197.
28 Memişoğlu; Bulgaristan’da Türk Kültürü, s.54.
29 Altan Araslı; Avrupa’da Türk İzleri, c.II, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara,2001, s.198.
30 Memişoğlu; Bulgaristan’da Türk Kültürü, s.53.
31 Araslı; s.197.
32 a.g.e.; s.196.
33 Memişoğlu; Bulgaristan’da Türk Kültürü, s.54.
34 Orlin Sabev; “Şumnu’daki Şerif Halil Paşa (Tombul) Camisi: Batı-Doğu Diyaloğunun İzleri”, Balkanlarda Kültürel Etkileşim ve Türk Mimarisi Uluslararası Sempozyumu, AKM Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2001, s.620.
35 Araslı; s.200.
36 Sabev; s.620.
37 Araslı; s.194.
38 a.g.e.; s.198.
39 Memişoğlu; Bulgaristan’da Türk Kültürü, s.63-66.
40 Araslı; s.200.
41 a.g.e.; s.197.
42 a.g.e.; s.201.
43 a.g.e.; s.197.
44 a.g.e.; s.201-202.
45 a.g.e.; s.735-736.
46 a.g.e.; s.739-740.
47 a.g.e.; s.201.
48 Memişoğlu; Bulgaristan’da Türk Kültürü, s.61.
49 Araslı; s.199.
50 Memişoğlu; Bulgaristan’da Türk Kültürü, s.62.
51 http://www.turkolog.org/02.01.2006.
52 Suphi Saatcı; “Kerkük İle Kıbrıs ve Balkanlarda yaşayan Türk Topluluklarının Edebiyatları Arasında Var Olan Benzerlikleri”, İkinci Uluslararası Kıbrıs ve Balkan Türk Edebiyatı Sempozyumu Bildirileri, İzmir ,1996, s.42. 53 Ethem Ruhi Fığlalı; “Önsöz”, Türk Dünyası Halk Kültürü Üzerine Araştırma ve İncelemeler, Muğla, 1996, s.3.
54 Orhan Koloğlu; “Mostar” 2004, Gazete Milliyet Pazar, 10 Ekim 1999, İstanbul, 1999,s.7. Nimetullah Hafız; “Yugoslavya’da Yayınlanan Kitapların Bibliyoğrafyası”, Sesler Dergisi, Sayı:180, Üsküp, 1983, s.5. 
55 Hafız; s. 5 -10.
56 Georges Castellan; Balkanların Tarihi, Çev: Ayşegül Yaraman Başbuğu, Milliyet Yayıncılık, İstanbul, 1995, s.148.
57 Koloğlu; s.7.
58 Fahri Kaya; Çağdaş Makedon Şairleri Antolojisi, Ankara,1986, s.7.
59 Hafız; s.133 -155.
60 Feyyaz Sağlam; “Ortak Türk Edebiyatı Açısından Yunanistan Türklerinin Konumu, Önemi ve Problemleri Üzerine Düşünceler”, Yunanistan Türkleri Edebiyatı Üzerine İncelemeler,İzmir,1996, s.1-5.
61 İlhan Genç; “Balkanlarda Türk Divan Edebiyatı ve İzleri”, Uluslararası Kıbrıs ve Balkanlar Türk Edebiyatları Sempozyumu Bildirileri, İzmir, 1998, s.2.
62 Rıdvan Canım; “Yirmi Birinci Asrın Başında Balkanlarda Yaşayan Türkçe”, Millî Eğitim Dergisi, Sayı: 148, Ekim-Kasım-Aralık 2000.
63 Hüseyin Memişoğlu; Geçmişten Günümüze Bulgaristan’da Türk Eğitim Tarihi,Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2002, s. 89.
64 Zeynep Zafer; “Balkanlarda Türk Kültürü ve Yordan Yorkov”, Balkanlarda Kültürel Etkileşim ve Türk Mimarisi Uluslararası Sempozyumu, AKM Başkanlığı Yayınları,Ankara, 2001, s.901.
65 Memişoğlu; Geçmişten Günümüze Bulgaristan’da Türk Eğitim Tarihi, s.89-90

KAYNAKÇA

Araslı, Altan; Avrupa’da Türk İzleri, c.II, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları,

Ankara, 2001.
Ayverdi, Ekrem Hakkı; “Yugoslavya’da Türk Abideleri ve Vakıfları”, Vakıflar Dergisi, Ankara, 1956.
Castellan, Georges; Balkanların Tarihi, Çev: Ayşegül Yaraman Başbuğu,
Milliyet Yayıncılık, İstanbul, 1995.
Cambazov, İsmail; “Sofya’da Bugünkü Osmanlı Mimari Eserleri”,Balkanlarda Kültürel Etkileşim ve Türk Mimarisi Uluslararası Sempozyumu (17-19
Mayıs 2000, Şumnu-Bulgaristan), c. 1, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2001.
Canım, Rıdvan; “Yirmi Birinci Asrın Başında Balkanlarda Yaşayan Türkçe”,Millî Eğitim Dergisi, Sayı: 148, Ekim-Kasım-Aralık 2000.
Fığlalı, Ethem Ruhi; “Önsöz”, Türk Dünyası Halk kültürü Üzerine Araştırma ve İncelemeler, Muğla, 1996.
Genç, İlhan; “Balkanlarda Türk Divan Edebiyatı ve İzleri”, Uluslararası Kıbrıs ve Balkanlar Türk Edebiyatları Sempozyumu Bildirileri, İzmir, 1998.




















Hiç yorum yok: