24 Ekim 2012 Çarşamba

DÎVÂNÜ LÜGATİ’T-TÜRK VE UYGURLAR Ahmet B. ERCİLASUN*


DÎVÂNÜ LÜGATİ’T-TÜRK VE UYGURLAR

Ahmet B. ERCİLASUN-Prof. Dr.,  Gazi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, 
Türk Dili ve Edebiyatı  Bölümü Öğretim Üyesi
e-mail: bercilasun@yahoo.com


ÖZET

Bu yazıda Türk tarihinde önemli bir yeri bulunan 
ve alfabeleriyle, meydana getirdikleri telif ve tercüme 
eserleriyle Türk dili ve kültürünün en önde gelen 
boylarından olan Uygur Türklerinin tarihî macerası, 
Çinlilerle ilişkileri, diğer Türk boylarıyla münasebeti, 
Türklük içindeki yeri Dîvânü Lügati’t-Türk’ün verileri de 
göz önünde tutularak ele alınmıştır.


770‟li yıllar… Ordu Balık‟taki Uygur Kağanlığı tahtında 
Bögü Kağan oturmaktadır. 751‟deki Talas savaşında yenilen, başta An 
Lu-şan isyanı olmak üzere art arda gelen isyanlarla sarsılan Çin, ancak 
Uygurların müdahaleleriyle isyanlardan kurtulabilmiştir. Çinliler her 
yıl 100.000 top ipeği Uygurlara vergi olarak vermektedirler. O 
zamanki Çin tarihi Tang-şu, “Tang hazineleri bomboş iken ve saray 
memurları maaşlarını alamazken” Uygurlara her yıl 100.000 top ipek 
verildiği kaydını düşmüştür. 

İş bununla da bitmiyordu. Uygurlar Çin pazarına da 
alışmışlardı. Bahar ve yaz aylarında Çangan‟daki Çin pazarı 
Uygurlarla doludur. Bir at veriyorlar; 40 top ipekli alıyorlar. Zaman 
zaman kızıp şehrin kapılarına hücum ediyorlar. İmparator elçiler 
gönderip Uygurları güçlükle sakinleştirebiliyor. Temmuz ayında 
Çangan‟dan çıkıp Uygur ülkesine dönüyorlar. Kaynaklar 773 
Temmuz‟unda 1000‟den fazla arabanın çeşitli eşyalar ve ipeklilerle 
dolu olarak Orhun‟a döndüğünü kaydediyor. Bu, Uygurların uluslar 
arası pazarlardaki rolünü gösteren çok eski bir tablodur. Aynı 
tarihlerde Çin‟de kalıp Çin elbiseleri giymeye alışan Uygurlar da 
vardır. 

30 yıl kadar sonra… 800‟lerin başlarındayız. Uygur 
Kağanlığı‟nda Ediz hanedanından Alp Ulug Bilge oturmaktadır. 
Yayının vınlamasıyla ünlenmiş olan Alp  Ulug Bilge. Yenisey 
boylarındaki Kırgızlar üzerine öyle bir sefer düzenlemiş ki 400.000 
kişilik Kırgız ordusu perişan olmuş.Vadiler, terk edilmiş at ve ölülerle 
dolmuş. Kırgızların savaş meydanında bıraktığı silahlar dağ gibi 
yığılmış. Bu, Türklerin çok eskiden beri sürüp gelen alışılagelmiş 
manzaralarından biridir. Türkler yine birbirlerini kırmışlardır. 
20 yıl kadar sonra, 821 yılına ait bir gözlem. Bir Müslüman 
Arap seyyahının, Uygur Kağanlığı başkenti Ordu Balık‟ta gördükleri. 
Ordu Balık çok büyük bir şehirdir. Bağdat, Şam, Semerkant gibi 
Şehirleri görmüş olan bir gezginin ifadesidir bu. Ordu Balık‟ın 
etrafında ekilmiş tarlalar ve bahçeler uzanıp gitmektedir. Halk 
zenginleşmiştir ve refah içinde yaşamaktadır. Fakat halkın çoğu 
“Zındık”tır; yani Mani dinine mensuptur. Uygurların 17 boyu vardır 
ve her boyun bir başbuğu. Her başbuğun da 13.000 kişilik ordusu 
bulunmaktadır. Kağanın ordusu ise 12.000 kişiliktir. Orduda kadın 
askerler de vardır. Ordunun toplam sayısı 233.000‟dir. Bu da çağdaş 
bir kaynağın Uygur ülkesindeki ihtişam ve refahı gösteren tablosudur.
18-19 yıl sonra manzara değişecektir. Yine bildik bir sebep 
yüzünden. Türkler arası kavga ve savaşlar. Vezir Kürebir ayaklanmış; 
Alp Külüg Bilge Kağan ise üzüntüsünden intihar etmiştir. Kağanlık 
tahtına Kazar Tigin oturtulmuştur. Kaynakların verdiği somut bilgiler

böyle. Türk hafızasına kazınan efsane ise Kutlu Dağ‟ın parçalandığını 
ve elin yurdun “kut”unun gittiğini söylüyor. Kaynaklar manzarayı 
tasvire devam ediyor. Kış gelince müthiş bir yut olmuştur. Hayvanlar 
kırılmış; halk kıtlık içinde perişan olmuş. Başka bir komutan, Külüg 
Baga, kendisinin bulunmadığı bir sırada vezirin isyan etmesine ve 
kağanın değiştirilmesine öfkelenmiştir. Kırgın ve kıtlığın yanı sıra 
ülkede müthiş bir siyasi kargaşa hüküm sürmektedir. Öfkeli Külüg 
Baga Kırgız ülkesine gitmiş, orada yeni iktidara karşı hazırlıklara 
başlamıştır. Kırgızlar zaten geçmiş yılların hıncı içindedirler. Külüg 
Baga 100.000 Kırgız atlısının başında Ordu Balık‟a girer; Uygurlar 
katliamdan geçirilir; şehir yakılıp yıkılır. Efsaneye göre kurtlar kuşlar 
ve bütün hayvanlar göç, göç!... diye bağırmaktadırlar. 
Kâşgarlı Mahmud‟dan 250-300 yıl kadar önce Orhun 
vadisinde ve genellikle bozkır bölgesinde yaşayan Uygurların umumi 
manzarası ve yaşadıkları tarihî macera kısaca böyle. Kâşgarlı onları 
Doğu Türkistan‟da buluyor. Oraya ne zaman gelmişler? 840‟taki 
katliam üzerine bozkırdaki Uygurların göç ettiği kesindir. 13 boy 
güneye, 15 boy güney-batıya göçmüş. Güneye göçenler Kansu Uygur 
Hanlığı‟nı, güney-batıya göçenler Hoço (Turfan) Uygur Hanlığı‟nı 
kurmuşlar.

Genellikle Uygurların 840‟taki bu göç olayıyla Doğu 
Türkistan‟a geldikleri kabul edilir. Aslında çok daha önceden Doğu 
Türkistan‟a Uygur yerleşmeleri vardır. Bunlardan biri 697 yılında, 
Kapgan Kağan zamanındadır. Onun baskısıyla bir kısım Uygur 
“bozkırı geçerek Kan-su yöresine” yerleşmişti (Ş. Tekin 1976: 10). 
Doğu Türkistan‟ın önemli bir kısmı daha 750‟lerde Uygurların eline 
geçmişti. 779‟da Tibetliler Beş Balık‟ı almşlar; ancak 800 civarında 
Alp Ulug Bilge Kağan Kuça, Karaşar, Turfan bölgelerini Tibetlilerden 
geri almıştı (Ercilasun 2004: 225). Bu tarihî olaylar, Doğu Türkistan, 
Bozkır Uygur Kağanlığı‟nın elindeyken de bölgeye Uygurların 
yerleştiğini göstermektedir. 

Aslında Uygurlar 6. yüzyılın ikinci yarısıyla 7. yüzyılın 
başlarında Tie-le/Tölis  birliği içindeydiler ve Çin kaynaklarında Weiho olarak anılıyorlardı. Ondan önce de Kao-çe/Kanglı birliği 
içindeydiler ve o zaman Yuan-hu olarak anılıyorlardı. Kao-çe‟ler daha 
“481‟de Tanrı Dağları‟nın güneydoğu etekleri ve Turfan‟a” 
gelmişlerdi. Görüldüğü gibi Uygurlar çok eskiden beri Doğu 
Türkistan‟da mevcutturlar. 840‟taki göç hareketiyle nüfus bakımından 
bölgede üstün duruma geldiler. 

Kaşgarlı Mahmud dönemine gelince.Kansu Uygur devleti Kaşgarlı‟nın daha gençlik yıllarında, 
1028-1036 arasında Tangutların hâkimiyeti altına girmişti. Hoço 
Uygurları ise başlangıçta Hami‟den Kaşgar‟a kadar, aşağı yukarı 
bugünkü Doğu Türkistan toprakları üzerinde hâkimdi. Ancak 11. asrın 
ortalarında Karahanlı-Uygur sınırının Yukarı İli‟nin doğusunda, daha 
güneyde ise Kuça civarında olduğunu tahmin edebiliriz. Ila‟nın (İli 
nehrinin) sınır olduğunu, Kaşgarlı‟daki Uygurlarla ilgili ünlü şiirden 
anlayabiliriz:

Kimi içre oldurup
Ila suwın keçtimiz;
Uygur tapa başlanıp
Mınglak ilin açtımız. (Atalay III 1941: 235)

Hem Tarım maddesinde (Atalay I 1940: 396), hem de Küsen 
maddesinde (Atalay I 1940: 404) Kuça‟nın “Uygur sınırı” olduğu 
kayıtlıdır. 

Bugünkü Uygurların belirlenmesi açısından bu kayıtlar 
önemlidir.  Kaşgarlı‟daki bu kayıtlara göre Uygurlar, batıda Kuça‟ya 
kadar geliyor. Kaşgar, Yarkent, Aksu gibi şehirler ise Karahanlıların 
elinde. Bu sınır bize açıkça gösteriyor ki bugünkü Uygur kavramıyla 
Kaşgarlı zamanındaki Uygur kavramı birbiriyle örtüşmüyor. 
Bilindiği gibi bugünkü Uygur terimi, Sovyetler döneminde 
ortaya çıkmıştır. 1921 yılında Taşkent‟te toplanan ve Batı 
Türkistan‟da yaşayan Doğu Türkistanlılardan bir grup aydının 
katıldığı “Uygur Entelektüeller Konferansı”nda, Doğu Türkistan‟daki 
yerleşik Türklere Uygur adının verilmesi kabul edilmiştir. “Bu ad 
1935 yılına kadar Doğu Türkistan‟a girmemiş, bu tarihe gelinceye 
kadar Doğu Türkistan şehir ve köy Türkleri kendilerine Müslüman 
Türk” demişlerdir. “Dr. Sun Yat Sen (dahi) „Üç Halk Prensibi‟ adlı 
eserinde „Müslüman Türk‟ tabirini kullanmıştır… 1934‟te başlayan 
Rus-Çin müşterek idaresi sırasında Ürümçi‟de sözde bir konferans 
tertip edilmiş ve adı geçen Taşkent kararı kabul ettirilmiştir.” (Buğra 
1964: 98). Bu kararlardan ve bunların uygulanmasından dolayı Uygur 
deyince bugün Kaşgarlıları da Yarkentlileri de anlıyoruz. Oysa 
Kaşgarlı Mahmud zamanında bunlar Karahanlı tebaasıydı ve 
Müslümandı; büyük bir ihtimalle de o zamanki Uygur boyundan 
değildiler. Karluk, Yağma, Çigil, Toxsı boylarından birine veya 
birkaçına mensup olmalıydılar. Ancak 20. yüzyıl başlarındaki yeni 
adlandırmayla onlara da Uygur diyoruz


Konuyu biraz daha açalım. Bugünkü Uygurların bir kısmı 
Kaşgarlı zamanında Karahanlı tebaası ve Müslüman idiler ve onlara o 
zaman Uygur denmiyordu. Bugünkü Uygurların diğer kısmı, yani 
Kuça ve doğusunda kalanlar, daha kuzeyde de İli‟nin doğusunda 
kalanlar Hoço Uygur Hanlığı tebaası ve Budist idiler. Kaşgarlı‟da 
Uygur denilenler bunlardır. Bir de daha doğuda Tangutlara tâbi olan 
Budist Uygurlar vardı. Bu duruma göre Kaşgarlı‟nın Tat dediği, kâfir 
dediği ve aleyhlerinde ağır şiirler naklettiği Uygurlar, bugünkü 
Uygurların ancak bir kısmıdır. Onlara kâfir diyen de Kaşgar‟daki 
Karahanlılardır ki bugün onlar da Uygur adını taşımaktadır. 
Dolayısıyla bugünkü Uygurların, aleyhlerinde nakledilen şiirlere 
rağmen Kaşgarlı‟ya, Dîvânü Lügati‟t-Türk‟e ve aynı dönemdeki 
Kutadgu Bilig‟e sahip çıkmalarında şaşılacak bir şey yoktur. Ancak 
Karahanlıların torunlarının bir kısmı bugün Uygur olarak anılıyorsa, 
bir kısmının da Özbek, Kırgız vb olarak anıldığını unutmamak 
gerektir. 

Konuyla ilgili olarak birkaç noktaya daha temas etmemiz 
lazımdır. 

Birinci nokta Karahanlı sülalesinin mensup olduğu boy 
meselesidir. Bilindiği gibi bu meselede iki görüş vardır: Karluk ve 
Yağma görüşü. Pritsak, Kafesoğlu, Golden gibi tarihçiler Karluk 
görüşünü kabul ederler. Barthold, Togan, Reşat Genç gibi tarihçiler 
ise Karahanlı hanedanının Yağmalardan olduğu ve Yağmalar 
üzerinden Dokuz Oğuzlara yani Uygurlara dayandığı kanaatindedirler. 
Başlıca dayanakları, Hudûdü‟l-Âlem‟de geçen, Yağmaların 
“hükümdarları Tokuzguz hükümdarları ailesindendir.” (şeşen 1998: 
63) kaydıdır. Bilindiği gibi o zamanki İslam kaynakları Uygurlara 
Toguz Guz demekte idiler. Mücmelü‟t-Tevârîh‟teki “Yağma 
padişahına Buğra Han derler.” (şeşen 1998: 35) kaydı da önemlidir. 
Çünkü Reşat Genç‟in de dediği gibi Karahanlılardan başka hiçbir
Türk devletinde hükümdarların Buğra Han unvanını kullandıkları 
görülmemiştir (Genç 2002: 695). 

Yağma görüşünü kabul edersek Karahanlı hükümdarlarının 
Uygurlardan geldiğini de kabul etmiş oluruz. Eğer Kâşgarlı‟nın da 
Karahanlı hükümdar sülalesine mensup olduğu görüşü doğru ise 
bizzat Mahmud da Uygur hükümdar sülalesinden geliyor demektir. 
Tabii ki Kâşgarlı zamanında hanedana ve Yağma boyuna Uygur 
denmiyordu; Yağmalar artık müstakil bir boydu. Çin kaynakları 
Dokuz Oğuzların dokuz boyu ile onların başındaki Uygurların dokuz 
boyunu sayar (Ercilasun 2004: 221-222). Bunların bir kısmı Köktürk 
yazılı metinlerde de Türkçe söylenişleriyle geçer. On sekiz boyun 
hiçbiri Yağma adını taşımamaktadır. Ancak ben Uygurların kağan

uruğu olan Yağlakar‟ın Yağma ile aynı olabileceğini düşünüyorum 
(Ercilasun 2004: 292). 

Ġkinci nokta, KâĢgarlı‟nın Uygur yazısıyla ilgili kaydıdır. 
Eserinin başında Kâşgarlı Uygur harflerinin listesini vermiştir. 
Listedeki her harfin altında Arap harfli karşılığı da vardır. İlgi çekici 
olan husus, alfabeyi Uygur adıyla değil Türk adıyla vermesidir. şöyle 
diyor: “Bütün Türk dillerinde kullanılan harfler on sekizdir. Türk 
yazısı bu harflerle yazılır.” (Atalay I 1940: 8). Bu kayıttan anlıyoruz 
ki Uygur yazısı, Türk yazısı olarak umumileşmiştir ve Müslüman olan 
Türklerin de yazısı 1070‟lerde hâlâ Uygur yazısıdır. Uygurların bu 
yazıyı kullandığını Kâşgarlı ayrıca ve özellikle belirtmiştir: 
“(Uygurlar) -kitabın baş tarafında bildirdiğim üzere- 24 harften ibaret 
olan Türk yazısını kullanırlar. Kitaplarını,  mektuplarını onunla 
yazarlar. Bundan başka Uygurların ve Çinlilerin ayrı bir yazıları daha 
vardır. Defterlerini, senetlerini bununla yazarlar. Bu yazıyı Müslüman 
olmayan Uygurlarla Çinlilerden başkası okuyamaz. Söylediklerim 
şehir halkıdır.” (Atalay I 1940: 29). Defterlerin ve senetlerin yazıldığı 
ikinci yazı Çin yazısı olmalıdır. 

Yukarıdaki sözlerden önceki kayıt da önemlidir. Kaşgarlı 
şöyle demektedir: “Uygurların öztürkçe bir dilleri olduğu gibi, kendi 
aralarında konuştukları zaman ayrı bir ağız dahi kullanırlar.” (Atalay I 
1940: 29). 

DLT‟de Uygurlarla ilgili diğer bir nokta, Türkmen ve Uygur 
maddelerinde verilen efsanevi bilgidir. Türkmen maddesinde şu 
destanı anlatılırken İskender‟in önünden çekilen şu‟nun Hocend 
vadisinden doğuya doğru gittiği bölüm  şöyledir: “Hakan şu, Çin‟e 
gitmişti. Zülkarneyn (İskender) de onu takip etti. Zülkarneyn, Uygur 
yakınlarında hakana yakİlaşınca hakan, ona doğru bir öncü birliği 
gönderdi. Zülkarneyn de hakana doğru bir öncü birliği gönderdi. 
Geceleyin vuruştular; Zülkarneyn hakan ile barş yaparak Uygur 
şehirlerini kurdu. Bir müddet burada kaldı. Hakan şu, çekilen 
Zülkarneyn‟in izini takip ederek Balasagun‟a kadar geri döndü. Kendi 
adıyla, „şu‟ olarak adlandırılan bu şehri kurdu. Oraya bir tılsım 
bağlanmasını emretti. Bugün bile leylekler bu şehrin karşısına kadar 
gelir, fakat şehrin ötesine asla geçmezler. O tılsım o günden bugüne 
kadar kalmıştır.”(Ercilasun 2007: 455).

Uygur maddesinde de şöyle deniyor: “ Uygur: Beş şehirli bir 
vilayetin adı. Zülkarneyn Türk hakanı ile barıştıktan sonra bu şehirleri 
yaptırmıştır. Bana, Muhammed Çakır Tonka Han oğlu Nizamettin 
İsrafil Toğan Tekin babasından hikâye ederek der ki: Zülkarneyn 
Uygur illerine geldiğinde Türk hakanı ona dört bin kişi göndermiş; 
tulgalarına takılan kanatlar şahin kanatları imiş. Bunlar öne ok attıkları 

gibi arkaya da ok atarlarmış. Zülkarneyn bunlara şaşakalmış ve înân 
xûz hûrend  demiş. „Bunlar kendi kendilerine geçinirler, başkasının 
yiyeceğine muhtaç olmazlar; çünkü bunların elinden av kurtulmaz, 
istedikleri zaman avlayıp yiyebilirler‟ demek istemiş ve bu vilayete 
Xuzxur adı verilmiş. Bu vilayette beş şehir vardır. Vilayetin halkı en 
katı kâfirlerdir, son derece atıcıdırlar. Zülkarneyn‟in yaptırmış olduğu 
Sülmi, Koçu, Canbalık, Yengibalık adındaki şehirlerdir.”(Ercilasun 
2007: 456).

Bu efsanevi rivayetlerden birkaç sonuç çıkmaktadır.

1.Şu destanındaki hükümdar Şu, Uygurların efsanevi 
atasıdır. Uygurlar, Şu‟nun İskender‟e gönderdiği 4000 atlıdan 
türemiştir. 

2. Destanın başında şu‟nun Hocend vadisinde oturduğu 
belirtilmiştir. Destana göre, İskender gelince Altay Dağları‟na doğru 
çekilmiştir; Oğuzlar ise Hocend‟de kalmışlardır. Demek ki destana 
göre Uygurlar Altay Dağları civarına gelmeden önce Hocend 
vadisinde Oğuzlarla beraber yaşıyorlarmış. 

3. Destana göre Uygurların adını İskender koymuş: Xuzxur. 
Bu isim de Farsçada “kendi kendilerine geçinirler” demekmiş. 
Elbette yukarıda verilen etimoloji bir halk etimolojisidir ve 
ilmî bir değeri yoktur.İskender‟in Uygurlara Farsça bir isim vermesi 
zaten düşünülemez. Ancak destandaki “tulgalarına takılan kanatlar 
şahin kanatları imiş” kaydı önemlidir. Çünkü Çin kaynakları da 
Uygur‟un Çince söylenişi olan Huey-ho‟nun anlamını “şahin gibi 
dönerler ve dalarlar” şeklinde vermektedir. Bence Uygur adının anlam 
ve etimolojisi buradan hareketle ortaya konulmaya çalışılmalıdır.

KAYNAKÇA

ATALAY Besim (1940-1941): Divanü Lûgat-it-Türk Tercümesi I-III, 
TDK, Ankara.
BUĞRA M. E. (1964): “Doğu Türkistan‟a Dair”, Türk Kültürü, Sayı: 
21 (Temmuz 1964), TKAE, Ankara.
ERCİLASUN Ahmet B. (2004): Başlangıçtan Yirminci Yüzyıla Türk 
Dili Tarihi, Akçağ Yay., Ankara.
ERCİLASUN Ahmet B. (2007): Makaleler  – Dil-Destan-TarihEdebiyat (Hazırlayan: Ekrem Arıkoğlu), Akçağ Yay., 
Ankara.

GENÇ Reşat (2002): “Karahanlı Tarihi”, Genel Türk Tarihi 2, 
Ankara.
ŞEşEN Ramazan (1998): İslâm Coğrafyacılarına Göre Türkler ve 
Türk Ülkeleri, TKAE, Ankara.
TEKİN Şinasi (1976): Uygurca Metinler II. Maytrısimit, Atatürk 
Üniversitesi Yay., Ankara. 







Hiç yorum yok: