1 Mart 2012 Perşembe

Batı'nın kanlı mirası: ''Sömürgecilik''

Kızılderililer, işgalcilere meydan okuduklarında veya karşı koyduklarında dehşet saçan vahşi yerliler kadın ve çocuk ayırt etmeden insan eti yiyen varlıklar olarak tanımlandılar. Bu şekilde devam eden saldırılarda 2,5 milyondan fazla Kızılderili hayatını kaybetti. 1724 ve onu takip eden yüz yılda Amerika’ya yeni 100 milyon insan ayakbastı.

Sömürgecilik; ekonomik, ticari, siyasi ve dini amaçlarla güçlü bir devletin diğer devlet veya toplumlar üzerinde maddi, manevi kontrol ve nüfuz kurması veya üstünlük sağlaması hareketi olarak açıklanabilir. Sömürgecilik Osmanlıcada müstemlekecilik, Batı dillerinde ise kolonyalizm terimi ile karşılanmıştır. 

Fenikeliler, Persler, Roma İmparatorluğu gibi devletler, yaşadıkları dönemde Akdeniz çevresini ve Avrupa’yı koloniler kurarak sömürmüşlerdir. Roma’nın yıkılmasıyla birlikte Avrupa’da değişik prenslikler ortaya çıkmış ve sömürgecilik hareketi başlatılmıştır.


Afrika’da sömürge edinen ilk devlet Portekiz olmuştur. Portekizliler silahlı çatışmaları daha 1415’te bu kıtaya sıçratarak Fas kıyılarındaki bazı kentleri ele geçirdiler. 15. yüzyılda başlayan coğrafi keşifler sonrasında kıta Afrika’sının farkına varıldı. Fakat ilk birkaç yüzyıllık dönemde sömürgeciler Avrupa’daki karışıklıklar nedeniyle Afrika’nın kıyılarından iç kısımlarına ilerleme fırsat ve cesaretini bulamadılar. Bu dönemde Afrika’nın sahil bölgelerindeki Portekiz varlığına İspanyol ve Hollandalılar da katıldılar. Avrupalılar Afrika kıyılarına ya zorla ya da yapılan antlaşmalar sonucu yerleştiler. Batı, güney ve doğu Afrika kıyılarında kendilerine karşı koyan yerliler, şiddetle ve kanlı bir biçimde bastırıldılar. 

Amerika’nın işgali de benzer bir biçimde gerçekleşmiştir. Binlerce kilometre uzaktan gelen, okyanus geçip kıtayı istila eden sömürgeciler, buranın tüm zenginliklerine el koymakla kalmıyor yerli halkları köleleştirmeye çalışıyorlar ve esaret altına girmek istemeyen yerli halkların direnişini soykırımla durdurmaya çalışıyorlardı. Kızılderililer, işgalcilere meydan okuduklarında veya karşı koyduklarında dehşet saçan vahşi yerliler kadın ve çocuk ayırt etmeden insan eti yiyen varlıklar olarak tanımlandılar. Bu şekilde devam eden saldırılarda 2,5 milyondan fazla Kızılderili hayatını kaybetti. 1724 ve onu takip eden yüz yılda Amerika’ya yeni 100 milyon insan ayakbastı.

Amerika’ya akın akın gidişte en önemli rol ”altın”dır. Nitekim Colombus, 1492’de şöyle haykırıyordu: “Altın harika bir şey! Ona sahip olan istediği her şeyin efendisidir! Altın sayesinde ruhlara cennetin kapıları bile açılabilir...”


Sömürgeciler Afrika’da da başlangıçta altın ticareti yaparken 17 – 18 yüzyılda bunun yerini fildişi, baharat, palmiye yağı ve özellikle köle ticareti aldı. 1441’de ilk köle taşıyan Portekiz gemisi Lizbon’a demirlediğinde Afrika’nın kaderi de şekillenmeye başlıyordu. Köleler sömürgeciler tarafından kıyılarda kurulan tarım işletmelerinde ağır şartlar altında çalıştırıldılar. Zamanla Senegal’den Angola’ya kadar batı ve güneybatı Afrika kıyılarında köle pazarları kurularak buradaki limanlardan Amerika ve Avrupa’ya köle yüklü gemiler gönderilmeye başlandı. Köleler demir zincirlerle bağlı olarak kapalı kamaralara sıkıştırılıyor ölenler ve hastalananlar denize atılıyordu. 70–200 franka satın alınan bu insanlar birkaç misli fiyata satılıyor en ağır işlerde çalıştırılıyordu. Avrupalılar bu işi zamanla yerli işbirlikçilerine bıraktılar. Bu şekilde ‘köle peşinde’ olan kabile şefleri komşu köylere saldırmaya başladılar. 19. yüzyılın ortalarına kadar devam eden bu ticaret, Afrika’daki hayati altüst ederken, sömürgeci güçlerin bu yolla zengin olmalarına da imkan sağlamıştır. Afrika’dan götürülen köle sayısı kesin olmamakla birlikte, bu sayının taşıma ve ‘avlanma’ sırasında ölenlerle birlikte 100 milyona yakin olduğu tahmin edilmektedir. 



“Kolonyalizm bizi, Ugandalılar, Kenyalılar, Ganalılar ve Fildişililer olarak ayırmadan, parçalanmadan önce hepimiz Afrikalıydık. Kolonyalizmin Afrika’ya ayak basmasından önce gerçekten de bir Uganda, bir Kenya veya Fildişi Kıyısı yoktu; çünkü Uganda’yı, Kenya’yı ya da Fildişi Kıyısı’nı yapay sınırlarla kolonyalizm yaratmıştır. Bu mantıksal olarak Afrikalıların önceden sadece Afrikalılar oldukları anlamına gelmektedir.” Ali Mazrui


Afrika’nın ‘keşfedilmesi’ Avrupa devletlerinin kıyılardan içerilere hücumuna sebep olmuştur. Bu sömürgeleşmenin hızlanmasıdır. Kıyıda bir yeri ele geçiren, içerilere kadar olan geniş toprakların kendisinin olduğunu ilan ediyordu. Bu ise, anlaşmazlıkları arttırdı. Bu sebeple Avrupa devletleri, 1885 yılında Berlin’de toplanıp sömürgecilikte “fiili işgal” prensibini kabul ettiler. Yani Afrika’da bir toprağı fiilen işgal etmedikçe orasına sahip olunamayacaktı.

Afrika’nın sömürülmesi gayet kısa bir sürede olmuştur. 1876 yılına kadar Afrika’nın ancak %10’u Avrupa işgalindeyken 1890’a varıldığında sömürge olmamış kısım %10 kadardı.


I. Dünya Savaşı öncesi Afrika’da bağımsızlık yönünde bazı kıpırdanmalar başladı. K. Afrika’da Abdülkerim el-Hattabi Fransa ve İspanya’ya karşı, Senüsiler Libya’da İtalyanlara karşı, Tunus, Çad, Burkina Faso ve Kamerun’da Fransızlara karşı ayaklanmalar yoğunlaşırken, Angola’da da Portekiz yönetimine karşı bağımsızlık hareketi başlatıldı (1913). Alman Güneybatı Afrika’sında Herero ve Hotonto (1904), Alman Doğu Afrika’sında Maji Maji (1905-1907) Netal’de Zulu (1906), Somali’de Seyyid Muhammed (1890-1898) ve Sudan’da Mehdi (1881-1895) ayaklanmaları anılması gereken önemli hareketlerdir. 

Her iki dünya savaşında İngiliz ve Fransızlar çoğu Afrikalı olmak üzere birer milyon masum insanı alarak hiçbir taraf olmadıkları bir savaşa sürmüşlerdir.


Bugün Afrika’da görülen istikrarsızlık, iç çatışma ve bazı bölgelerdeki karışıklıkların başlıca sebebini, sömürge yönetimlerinin geride bıraktıkları suni sınırlar ve azınlıklar gibi siyasi meseleler teşkil etmektedir. Sınırların belirlenmesinde ülkelerin sosyal ve kültürel özellikleri ile coğrafi yapıları dikkate alınmadığından aynı kabile insanlarının iki ayrı devletin sınırları içerisinde kalmaları ve birbirine düşman kabilelerin de bir devletin çatısı altında toplanmaları söz konusu olmuştur. Bunun sonucunda sömürgeci siyasi otoritenin kalkması ile ülke içinde etnik çatışmalar ortaya çıkarken komşu devletlerarasında da sınır anlaşmazlıklarından doğan çatışmalar başlamıştır.

Aynı etnik topluluğa mensup olmalarına rağmen Gambiya ve Senegal birbirinden ayrılmıştır. Gambiya Senegal’in tam ortasında upuzun bir şerit gibi yer almaktadır. Bunun sebebi Senegal’in Fransız, Gambiya’nınsa İngiliz sömürgesi olmasıdır.




Sınırlar tarihsel ve etnik özellikler dikkate alınarak çizilmemişti. Sınır çizgileri paralel ve meridyenlere, dağ, nehir, vadi gibi coğrafya özelliklerine göre çizilmişti. Sömürge sistemi yıkılmağa yüz tuttuğu sırada kıtanın siyasal haritası, kıyıların açığındaki adalar sayılmadığı takdirde, 52 toprak parçası idi. İngiltere 20, Fransa 18, Portekiz 5, İspanya 4, İtalya 3 ve Belçika 2 toprak sahibiydi. İşte bu parçalanan topraklar büyük ölçüde bugünkü Afrika ülkelerinin devlet sınırları olmuştur. Yani Avrupa’nın sömürgeci ülkelerinin kendi sömürge sınırları bugün yaşamaya devam etmektedir. Tabii ki problemler de. 

İşte çok yakın bir süre önce dehşet içerisinde tanıklık ettiğimiz Ruanda... Ruanda’nın 1885’te Almanya ile başlayan sömürge tarihi, Belçika sömürgesi olarak I. Dünya Savaşı sonrasında devam etmiştir. Tutsi ve Hutular 1994 Nisanında başlayan savaşta tüm dünyanın gözleri önünde birbirlerini kesmiştir. Savaşın sonu ise ürkütücüdür: 1,5 milyon ölü. 

Bölgedeki devletler sınırlar nedeniyle birçok kez savaşmışlardır. 1960’larda Fas ile Cezayir, Benin ile Nijer, Etiyopya ile Somali; 1970’lerin sonlarında Uganda ile Tanzanya ve tekrar Etiyopya ile Somali; 1980’lerin başında Çad ile Libya; 1980’lerin sonunda Fas ile Moritanya ve 1990’ların sonunda Eritre ile Etiyopya arasında sınır anlaşmazlıkları patlak verdi. Aynı zamanda Mali ile Burkina Faso, 1960’lar, 1970’ler ve 1980’lerde farklı zamanlarda sınır savaşları yaparken Nijerya ile Kamerun 1960’lar ve 1980’lerde sınırlar yüzünden savaştılar. Bu savaşlardan hiçbiri sınır değişimi ile sonuçlanmadı. 

Yazımızın son cümleleri Batılıların itirafları olsun: 1923’te Paris’te sömürge okulunda bir konuşma yapan Fransız Sömürge İşleri Devlet Bakanı Albert Sorruat şöyle diyordu, “Gerçeği gizlemeye ne gerek var... Sömürgecilik bir uygarlık hareketi değildi... Çıkarların dürttüğü bir zor hareketi idi.” İngiliz din adamı W. Hawitt de Sömürgecilik ve Hıristiyanlık adlı kitabında şunları yazmaktadır:“Avrupa’nın dünyanın bütün bölgelerinde boyunduruk altına almayı başardığı bütün halklara yaptığı barbarlıklar ve emsalsiz taşkınlıkların, dünyanın herhangi bir döneminde nice vahşi, ne derece görgüsüz ve ne kadar acımasız olursa olsun bir örneğini daha başka bir ırkta görmek mümkün değildir.”

Hiç yorum yok: