18 Şubat 2012 Cumartesi

5: Meşrutiyet Döneminde Dönüşüm-Serdar Kaya


II. Meşrutiyet dönemi ders kitapları, cumhuriyeti de (tıpkı meşrutiyet gibi) hukukun üstün tutulduğu, anayasal bir devlet rejimi olarak tanımlıyor, dahası, cumhuriyetin, kimi yönleri nedeniyle, meşrutiyetten de üstün, mevcut olan en hür ve ileri yönetim şekli olduğunu belirtmekten de geri durmuyorlardı:
Hükümet-i cumhuriye, hükümet-i meşrutiyenin aynıdır. Yalnız, daimi bir hükümdar yerine milletvekilleri tarafından intihap olunan [seçilen] bir reis, devleti idare eder. Bu reis, her beş altı senede bir değişir ve ona reis-i cumhur itlak olunur. Dünyada mevcut hükümetlerin en ziyade hür ve müterakkisi [ilerisi] işte bu hükümet-i cumhuriyedir.1
Meşrutiyet Döneminde Dönüşüm
Ancak aynı dönemin kitaplarında, cumhuriyet rejiminin bu üstün yapısına rağmen Osmanlı Devleti’nde uygulanamayacağı da belirtilir:
[B]iz … muhtelif müteaddid kavimlerden, unsurlardan mürekkep bir millet, bir hükümetiz. Böyle intihap [seçim] ile hükümdar tayinine kalksak cumhur reisinin, her kavm, her unsur kendisinden olmasını ister. … nizalar [kavgalar] zuhur eder. … Halbuki hanedan-ı al-i Osman bu devleti kurmuş, esasını vaz’etmiş, bunun büyümesi için birçok fedakarlıklar yapmış. … Bu mübarek hanedan kadar millete hizmet etmiş hiç bir hanedan yoktur. Binaenaleyh … Devlet-i Osmani’de cumhuriyet katiyyen caiz değildir.2
Bu yaklaşımda, II. Meşrutiyet’in ilk yıllarında hakim olanOsmanlıcılık anlayışının da etkisi vardı.
Osmanlıcılık Anlayışının Terk Edilmesi

Vatandaşlık esasına dayanan, ırk ya da inanç bazında herhangi bir ayrım gözetilmeksizin herkesin Osmanlı kabul edildiğiOsmanlıcılık anlayışı, 1911 tarihli bir ders kitabında şöyle tarif ediliyordu:
Osmanlı bayrağı altında ictima eden millete millet-i Osmaniye denir ve Türk, Arap, Arnavut, Rum, Musevi, Ermeni, Kürt, Bulgar ve sair akvamdan ibarettir. Efradına Osmanlı derler. Lisan-ı resmisi Türkçe, yani Osmanlıca’dır ve Osmanlı çocuğu bu lisanı bilmeğe mecburdur.3
On yıl süren II. Meşrutiyet döneminin (1908-1918) ilk yarısına hakim olan Osmanlıcılık düşüncesi, Balkan Savaşları‘nın kaybedilmesi ve Balkanlardaki Türk olmayan azınlıkların bağımsızlıklarını ilan etmelerinin ardından ağır bir darbe aldı. Bu gelişme de, II. Meşrutiyet’in ikinci yarısında Osmanlıcılık olarak nitelendirilen görüşün zayıflayarak, Türkçülük düşüncesinin ön plana çıkmasına neden oldu.
Türkçülük düşüncesi, ırk bazlı bir yaklaşım içerdiğinden, Osmanlı sınırlarının dışında ve hatta çok uzağında kalan Türkleri de kapsayan, ancak diğer yandan İslami yönü de son derece kuvvetli olan bir yaklaşıma sahipti. 1913 yılında iktidara gelenİttihad ve Terakki Fırkası‘nın öncülüğünde güçlenen bu yaklaşım, (doğal olarak) dahildeki Türk veya müslüman olmayan unsurları tehdit olarak algılayan bir yapıyı sonuç verdi. 1914 yılında I. Dünya Savaşı’na girmekten de çekinmeyen İttihadçılar, böylelikle sadece harici değil, kaşıdıkları dahili tehlikelerle de uğraşmak zorunda kaldılar.4
1908′de, yani işin başında, II. Abdülhamid’e karşı olmak dışında fazla ortak yönleri bulunmayan meşrutiyetçi muhalifler, II. Abdülhamid’in gitmesiyle problemlerin çözüleceğini zannetmekteydiler. ’1908′de Padişah gitti, ama problemler de bitmedi…’5 Dahası, on yıl süren II. Meşrutiyet dönemi, Osmanlı Devleti’nin topraklarının çok önemli bir bölümünü kaybettiği ve yok olmakla karşı karşıya kaldığı bir zaman aralığı oldu.
II. Meşrutiyet Dönemi’nin Getirdiği Temel Farklılıklar

II. Meşrutiyet dönemi, her ne kadar 1923 sonrasında (devrime verilen önemin azalmasından korkulduğu için) yeni nesillere hak ettiği şekilde aktarılmamış olsa da, Osmanlı Devleti adına çok ciddi bir rejim değişikliği anlamına geliyordu. Zira Osmanlı Devleti, mutlak hakim olan padişah konumunun ortadan kalkarak, padişahlık makamının sembolik diyebileceğimiz, icraya karışmayan bir yapıya dönüştüğü, günümüz Britanyasına benzer bir meşruti monarşiye geçmişti.
Bu köklü değişiklik, gerek halkın padişaha olan bağlılığı, gerekse değişimin zor kullanılarak gerçekleşmiş olması nedeniyle, halkın nazarında meşru kılınmak zorundaydı. Bu nedenle de, ders kitapları hiç vakit kaybedilmeden tekrar hazırlandı6 ve II. Abdülhamid, yeni nesillere, zalimözgürlük düşmanı ve baskıcıbir insan olarak tanıtılarak güçlü bir devr-i sabık algısı oluşturuldu. Yeni yayınlanan kitapların hiçbirinde, devrin padişahını öven bir tek ifadeye bile yer verilmedi.7 Diğer yandan, (daha sonra Cumhuriyet döneminde de sıklıkla başvurulacak olan) korkutma yöntemi kullanılarak meşrutiyetin memleketi batmaktan kurtaran tek çare olduğu düşüncesi endoktrine edildi:
Kanun-u Esasi ilan edilmese idi, hükümetimiz şimdiye kadar batar, milletimiz başka milletlere esir olurdu. Çünkü hükümetin fena idaresi yüzünden Avrupa hükümetleri mazallah memleketimizi taksime karar vermişlerdi. Bereket versin meşrutiyeti ilan ettik de bu felaketten kurtulduk.8
II. Meşrutiyet’in ilanının askeri bir müdahale ile gerçekleştirilmiş olması da şu şekilde meşrulaştırılıyordu:
Çocuklar, iyi biliniz ki fi 11 Temmuz sene 1324 tarihinde kazandığımız hürriyet askerlerimizin süngüsüyle alınmıştır. Eğer şu hukukumuzu o sevgili kardeşlerimiz bilip de müdafaa etmemiş olsalar idi ve eskiden olduğu gibi bilmeyerek yine müstebitlerin tarafını iltizam etseler idi, biz kıyamete kadar hürriyetimize nail olamazdık. İşte askerlerimiz kılıçlarını, süngülerini her zaman düşmana karşı değil, bazan da memleket dahilinde türeyen sinsi düşmanlara karşı çevirirler.9 (vurgu eklendi)
II. Meşrutiyet dönemi ders kitaplarının içeriğinde yapılan değişiklikler, dahile ve harice bakış konusunda da eskisinden son derece farklı yaklaşımlar getirdi.
Harice bakıştaki değişim, doğal olarak yine Batı konusundaydı. Zira II. Abdülhamid dönemi ders kitaplarında Batının bilgi ve teknolojisi övülürken, kültürü reddediliyordu. II. Meşrutiyet döneminde ise Batı topyekün kucaklanıyor ve öğrencilere bütün değerleriyle örnek gösteriliyordu.10
Dahile bakıştaki değişim ise, Türk ve müslüman olmayan Osmanlı efradı konusundaydı. II. Abdülhamid dönemi ders kitaplarında gayrimüslimlerle ilgili üsluba çok dikkat edilirken, II. Meşrutiyet döneminde 180 derecelik bir dönüş yaşanıyor ve Ziya Gökalp gibi Türkçü şairlerin, ‘Hilal Haç’a yenilmesin’, ‘Kalmasın Yunan, Bulgar’ gibi mısralarının yer aldığı şiirlere yer veriliyordu.11
Cumhuriyete Gidiş

Osmanlıcılık düşüncesi, İttihadçı zihniyetin hakim kıldığı Türkçülük merkezli fikirlerin tesiriyle ortadan kalktı. Ancak bu gelişme, (asıl niyet bu olmasa da) cumhuriyet idaresinin de önünü açıyordu. Zira Osmanlı Devleti’nde cumhuriyet rejiminin ‘kabil-i tatbik’ olmadığı düşüncesine gerekçe olarak gösterilençokkültürlü toplum yapısı, İttihadçıların uygulamaları sonucunda zamanla ortadan kalkmaya başlayacaktı.
Aslına bakılacak olursa, çokkültürlülük, cumhuriyet rejiminin önünde baştan da zaten bir engel oluşturuyor değildi. Halk egemenliği adına son derece sağlam bir zemin sunan cumhuriyet rejiminin çokkültürlü bir toplum yapısına engel olabileceğini düşünmek elbette makul değil. Ancak İttihadçılara cumhuriyet dendiğinde, akıllarına bireysel haklardan yola çıkan halk egemenliği değil, bireyi değil vatandaşı ölçü kabul eden Fransız sistemi geliyordu. Zaten müteakip yıllarda eski İttihadçılar tarafından kurulan cumhuriyet de bu nedenle biraz acayip bir şey oldu. (Bu durum, bireysel hakların hür ve ileri düşüncelerin eseri olduğunu kabul etmelerine rağmen, günümüz Türkiye Cumhuriyeti’nin yapısı nedeniyle ülkemizde ‘kabil-i tatbik’ olmadığını söyleyen İttihadçı kalıntısı zihniyetle de ilişkilendirilebilir.)
1 Kohen, Selim. 1911. Malumat-ı Etfal. İstanbul: A. Asadoryan ve Mahdumları Matbaası. 31.
2 Ali Seyyidi. 1916. Müsahebat-ı Ahlakiye. İstanbul: Şirket-i Mürettibiye Matbaası. 24.
3 Kohen 14.
4 İttihad ve Terakki’nin Türkçü zihniyeti, 1923 sonrasında da (İslami söyleminden tamamen arınarak) yaşamaya devam etti. Bu çerçevede halifeliğin kaldırılmasıyla birlikte Kürtleri de karşısına alan ve ‘herkesin eşit’ olduğunu söylemek yerine ‘herkesin Türk’ olduğunu ilan etmeyi tercih eden bu yaklaşım, 1942 yılında da Varlık Vergisi uygulamasıyla gayrimüslimlerin haklarını ihlal etti.
5 Doğan, Nuri. 1994. Ders Kitapları ve Sosyalleşme (1876-1918). İstanbul: Bağlam Yayıncılık. 19.
6 Doğan 166.
7 Doğan 71.
8 Ali Seyyidi. 1913. Vezaif-i Medeniye. İstanbul: Kanaat Matbaası. 56.
9 Dr. Hazık. 1908. Malumat-ı Medeniye. İstanbul: İkdam Matbaası. 50.
10 Doğan 167.
11 Doğan 90.

Hiç yorum yok: