18 Şubat 2012 Cumartesi

12: Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası-Serdar Kaya


Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın (TCF) oluşum sürecini Cumhuriyet’in apar topar ve gizlice ilan edilmesiyle başlatmak mümkün. Ancak TCF’nin hikayesini sorunsuz bir şekilde anlamlandırabilmek için, öncelikle Mustafa Kemal’in Cumhuriyet’i neden bu şekilde ilan etme ihtiyacı hissettiği konusunu netleştirmek gerekli. Zira bu gizliliği, kimi milletvekillerinin cumhuriyet rejimine karşıtlığına indirgemek mümkün değil.
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası
23 Nisan 1920 tarihinde açılan meclis, Cumhuriyetin İlanı’na kadar, aşağıdan-yukarıya bir örgütlenmeyle kendi kararlarını alabilen, başbakanı ve bakanları kendi seçebilen bir yapı çerçevesinde faaliyet gösteriyordu. Bir meclis için böyle bir çalışma şekli son derece doğal olsa da, Mustafa Kemal, kendisinin istemediği yönde kararların da çıkabildiği bu meclis yapısını değiştirmek istiyordu. Zira meclis, Cumhuriyetin İlanı’ndan kısa bir süre önce Rauf (Orbay)’ı meclis başkan vekilliğine seçmişti. Bundan rahatsız olan Mustafa Kemal, bu seçimin hükümet adına ‘güvensizlik oyu’ anlamına geldiğini ve bu nedenle de hükümetin istifa etmesi gerektiğini iddia etti. Hükümetin bu çağrıya uyarak istifa etmesinin ardından, oynadığı oyunun bir sonraki safhasına geçen Mustafa Kemal, kendisine yakın olan milletvekillerine, kurulacak yeni hükümette görev almamalarını tembihledi. Bunun sonucunda da, meclis hükümet seçemez hale gelerek yeni bir çıkmaza girdi.
Cumhuriyet ilanının gerçekleştiği ortam (tıpkı İkinci Grup’un tasfiye edildiğinde olduğu gibi) bir kriz ortamıydı. Kendi çıkardığı krizden istifade eden Mustafa Kemal, 29 Ekim günü muhaliflerinin mecliste bulunmadığı bir anda gerçekleştirdiği bir oturumda azınlık oyuyla cumhuriyeti ilan ederek kendi çıkardığı bu suni krizi sona erdirdi ve bunun sonucunda istediği neticeyi de elde etti.1 Zira yeni sisteme göre, kendisi Cumhurbaşkanı olarak Başbakanı bizzat atayacak, bakanları da, kendisinin atadığı başbakan seçecek ve böylelikle meclis iradesi saf dışı bırakılacaktı. İlan edilen cumhuriyet, böyle bir sistemi öngörüyordu. Geriye kalan tek sorun, gıyablarında cumhuriyet ilan edilen vekillerdi.
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın Doğuşu

Kurtuluş Savaşı’nın 5 mimarı vardı: Ali Fuat Cebesoy, Kazım Karabekir, Mustafa Kemal Atatürk, Rauf Orbay, Refet Bele.2Silah arkadaşı olarak mücadele eden bu isimler, savaşın ardından ‘Mustafa Kemal ve karşıtları’ ekseninde yaşanan bir kutuplaşma sonucunda siyasi rakiplere dönüştüler.
Cumhuriyetin ilan ediliş şekli, bu durumu belirginleştiren ilk olaylardan biriydi. 29 Ekim sonrasında yaşanan şaşkınlığı, Rauf (Orbay), Ali Fuat (Cebesoy) ve Kazım (Karabekir) gibi muhalefetin önde gelen isimlerinin gazetelerde yayınlanan röportajları izledi. Bu röportajlarda ortak olan nokta, cumhuriyet rejimiyle sorunları olmadığını, önemli olanın hakimiyet-i milliyeolduğunu belirten muhaliflerin, sadece diktatörlüğe gidişten endişe duyduklarının altını çiziyor olmalarıydı. Basında birbiri ardından sert demeçlerin yayınlandığı bu çalkantılı günlerde, Cumhuriyetin İlanı’nın üzerinden henüz iki hafta dahi geçmemişken, Mustafa Kemal hayatının ilk kalp krizini geçirdi.3
Huzursuz geçen günler ve aylardan sonra 1 Mart 1924 tarihinde meclis yeni yasama yılına başladı. Gerek Hilafetin Kaldırılması, gerekse diğer konularda yaşanılan ihtilafların ardından, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası 17 Kasım 1924 tarihinde kuruldu. Partinin genel başkanı Kazım (Karabekir), ikinci başkanları (reis-i sani) Rauf (Orbay) ve Adnan (Adıvar), genel sekreteri (umumi katibi) ise Ali Fuat (Cebesoy)’du.
Mustafa Kemal’in Çok Partili Düzene Tavrı

Cumhuriyetin ilan edilmesinin ardından Mustafa Kemal, aynı anda hem cumhurbaşkanı hem de parti genel başkanı sıfatına sahip olması nedeniyle muhaliflerince sürekli eleştiriliyordu. Mustafa Kemal bu eleştirileri ‘Halk Fırkası’nın bütün Türkiye’nin partisi olduğu’ yönündeki bir karşı argümanla bertaraf etmeye çalışıyordu. Halkın birlik olması gerektiği, Halk Partisi’nin de zaten herkesi kucakladığı, bu nedenle de bölücülük (tefrikacılık) anlamına gelecek olan particiliğin ülkemiz için yanlış olduğu şeklindeki bu argüman, tek parti döneminin sonraki yıllarında giderek güçlenecek ve bu anlayış her kafadan bir sesin çıkmadığı, ‘gerçek demokrasi’ olarak sunulacaktı.
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kurulmadan iki ay önce, Mustafa Kemal, Halk Fırkası mensuplarına Trabzon’da şöyle hitap ediyordu:
Arkadaşlar; bu münasebetle bir Reisicumhurun fırka reisliğiyle ciheti alakasını ikide bir tekrar edenler ve bütün cihan bilsin ki, benim için bir taraflılık vardır:
Cumhuriyet taraftarlığı, fikri ve içtimai inkılap taraftarlığı, Halk Fırkası’nın mefkuresi, esas umdesi olan bu noktada, yeni Türkiye camiasında bir ferdi, hariç tasavvur etmek istemiyorum. Onun için Riyaseticumhurda bulunduğum halde fırkamızın riyaseti umumiyesini de fahrile muhafaza ediyorum.4
Mustafa Kemal, bu konuşmasından 4 gün sonra, Samsun’da da şunları söyleyecekti:
Tefrika fikri alelade fırkacılıktır ki, memleket ve milletin huzur ve emniyet şeraiti henüz böyle bir tefrikaya yol açmaya müsait değildir, efendiler…5
Halk Fırkası’na muhalif bir partinin kurulması konusundaki yaklaşımını bu şekilde ortaya koyan Mustafa Kemal, TCF’nin kurulmasının üzerinden bir ay bile geçmeden, kendisiyle röportaj yapan Londra merkezli The Times gazetesinin İstanbul muhabiri Maxwell Macartney’e tamamen farklı şeyler söyleyecekti. İngiliz gazeteciye, halk egemenliği prensibini benimsemiş olan ve cumhuriyet yönetimine sahip olan ülkelerde siyasi partilerin bulunmasının son derece doğal olduğunu, birbirleriyle rekabet eden partilerin şüphesiz kurulacağını ifade eden6 Mustafa Kemal’in bu denli kısa bir zaman zarfında düşüncelerinin tamamen tersine dönmüş olduğunu düşünmek elbette epey zor. Zaten Mustafa Kemal’e ait olan Hakimiyet-i Milliye gazetesinde 11 Aralık 1924 tarihinde yayınlanan bu ifadelerin röportajın gerçek ruhunu yansıtmayıp, sadece yurt içine farklı bir yüz gösterme amaçlı olduğunu, Macartney ile görüşen İngiliz Büyükelçisinin röportajla ilgili sözlerinden anlıyoruz:
Gazi tam anlamıyla bir cinnet geçirdi; muhalefetin herbir üyesini tek tek sayıp, kendisine borçlu olduklarını, nankörlük ettiklerini ve vatanlarına ihanet ettiklerini söylerken yüzü kırmızıya döndü. Kendisini takdim eden ve kısmen tercümanlığını da yapan yardımcısı, ‘Sakin olun Gazi Paşa, bu kadar sert konuşmayın.’ diyordu. Fakat hiçbir şey bu öfke selini kontrol altına alamazdı.7
Mustafa Kemal, TCF’nin kurulmasıyle birlikte, Halk Fırkası bünyesinde de çeşitli önlemler aldı. TCF’nin resmi anlamda kuruluşu tamamlanmadan önce Halk Fırkası’nın adını ‘Cumhuriyet Halk Fırkası’ olarak değiştirerek TCF’nin ‘Cumhuriyet’ ismini tek başına sahiplenmesinin önüne geçti. Parti içi muhalefetin sesinin parti dışı muhalefetçe duyulmaması için de, oturumların gizliliğine dair yeni kurallar getirdi.
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın Parti Programı

Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, daha çok ekonomi ve finans ağırlıklı olan, son derece kapsamlı ve profesyonel bir programla ortaya çıktı. Program, cumhuriyet rejimine bağlılığını ilk maddesinde hakimiyet-i milliye vurgusuyla birlikte ifade etmekle kalmıyor, demokrasi ve hatta bireysel haklar kavramlarına da sahip çıkıyor, yasama ve yürütmenin iç içe geçmediği kuvvetler ayrılığı prensibine, hakimiyet-i milliyenin tecellisi adına çok partili hayatın ve genel seçimlerin önemine dikkat çekiyordu.
Halk egemenliğinin tam anlamıyla temin edilmesi adına valilerin ve diğer yerel yöneticilerin de halk tarafından seçilmesini öngören adem-i merkeziyetçi TCF programının, halka programlarında ‘yığın’ olarak referansta bulunan ve daha sonraki yıllarda genel seçimlerin olmadığı bir sistemin ‘hakiki demokrasiye daha uygun’ olduğunu dahi iddia edecek olan Halk Partisi rejimine göre çok daha cumhuriyetçi ve demokratik bir çerçeve çizdiği muhakkak.
Ekonomik anlamda Halk Fırkası’ndan farklı olarak liberal bir anlayışa sahip olan TCF programı, özel teşebbüsü savunup devlet tekeline karşı çıkan, ticaret ve kredi kurumları ile üretim kooperatifleri kurulmasını öngören, ciddi ve detaylı bir kalkınma planı ortaya koyuyordu.
Son dönem Osmanlı İmparatorluğu ve ilk dönem Türkiye Cumhuriyeti uzmanı olan Profesör Erik-Jan Zürcher’in ifadesiyle, uzun ve detaylı TCF programı, Halk Fırkası’nın o güne kadar yayınladığı herşeyden çok çok daha sofistike bir dökümandı.8 Yine Zürcher’e göre, İttihat ve Terakki’nin finans bakanı Cavit Bey’i de bünyesinde bulunduran Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın ekonomik programının uygulanması durumunda, Türkiye’nin çok daha hızlı bir şekilde gelişmesi mümkün olabilirdi.9
Atatürk’ün nutkunda ‘gizli eller tarafından çizildiğini’ söylediği TCF programı, işte böyle bir programdı. Daha sonra İtalya’dan Mussolini korporatizmini ithal edecek olan Mustafa Kemal’in ise, o gün itibariyle elinde bir ekonomik programı dahi yoktu. Yapılanları mazur ve meşru gösterme adına Halk Fırkalılarınreaksiyoner bir güruhşeriatçı bir oluşum olarak nitelendirecekleri Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ise, tutarlı, kapsamlı ve belli bir politik ve ekonomik düşünce geleneğinden beslenen bütünsel bir programa sahip olan, Kazım Karabekir ya da (daha önce başbakanlık da yapmış olan) Rauf Orbay gibi vatanperver ve akl-ı selim sahibi insanların yer aldığı gerçek bir partiydi.
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın Kısa Siyasi Hayatı

Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurulduğu dönemde halk oylaması söz konusu değildi. Bu nedenle Halk Fırkası’ndan koparak doğmuş olan partinin meclisteki sayısını artırabilmesi, yine Halk Fırkası’ndan yeni katılımlar ile mümkün olabilirdi. Sonuç itibariyle, TCF mecliste sayısı 30′u bile bulmayan küçük bir grup olarak kaldı.
Reaksiyoner bir güruh olduğu ısrarla belirtilen TCF’nin meclis çalışmalarındaki tavrı, bu iftirayı tamamen geçersiz kılacak mahiyetteydi. Zira TCF’li vekiller pek çok konuda Halk Fırkası’na muhalif oy kullanmış olsalar da, Halk Fırkası’yla aynı şekilde oy kullandıkları oturumlar da hiç az değildi. Dahası, pek çok oylamada TCF vekilleri blok olarak dahi oy vermemişti.
Parti’nin halktan belli bir taban bulduğu doğruydu. Ancak bu desteğin realize edilebilmesi mümkün olmadı. Zira Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, 7 aydan kısa süren bir siyaset hayatından sonra kapatıldı.
Partinin kapatılması, tıpkı geçmiş tecrübelerde olduğu gibi, yine bir krize tesadüf ettirilerek ve siyasi bir oyun oynanarak gerçekleştirildi. 1925 yılında yaşanan Şeyh Sait İsyanı’nın ardından toplanan meclis, Vatana İhanet Kanunu’nda belli değişiklikler yaparak, ‘dini veya mukaddesatı diniyeyi’ siyasi amaçlarla kullanmayı da vatana ihanet olarak tanımladı. Buradaki amaç, kanunu, TCF parti programında yer alan ‘Fırka efkar ve itikadatı diniyyeye hürmetkardır’ (Parti, dini fikir ve inançlara saygılıdır) şeklindeki 6. maddeyi suç kapsamına alacak şekilde değiştirmekten ibaretti. TCF’li vekil Vehbi Bey, mecliste söz alarak söz konusu maddede kast edilen ifadelerin tanımlanmasını istediyse de, bu talebine makul bir yanıt alamadı. Yine o günlerde Halk Partili Fethi Bey’in Kazım (Karabekir) ve Adnan (Adıvar)’a TCF’yi gönüllü olarak, kendi elleriyle kapatmaları yönünde bir talep iletmiş olmasının ardından10 TCF’li vekillerin Mustafa Kemal’in asıl amacından emin oldukları söylenebilir.
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın Kapanması

6 Mart 1925 tarihinde Takrir-i Sükun Kanunu’nun yürürlüğe konması ve İstiklal Mahkemeleri’nin kurulmasıyla birlikte Türkiye Cumhuriyeti karanlık bir döneme girdi. Halk Fırkası aleyhinde yayın yapan bütün gazeteler11 kapatıldı ve geriye sadeceCumhuriyetHakimiyet-i Milliye ve Tanin gazeteleri kaldı. İstiklal Mahkemelerinde (genç şair Nazım Hikmet de dahil olmak üzere) çok sayıda sol görüşlü yazar ağır cezalara çarptırıldı. Kürt dili ve kültürüne ait her türlü simge yasaklandı. TCF hakkında henüz bir işlem yapılmamış olmasına rağmen, polisler Türkiye’nin çeşitli yerlerindeki parti üyelerini tutuklamaya, parti merkezlerini basmaya başladı. Kapatılmayan üç gazeteden biri olan Tanin‘in yöneticisi Hüseyin Cahit (Yalçın), gelişmeler üzerine, artık siyasi makaleler yazmayacağını açıklamış, Malta’daki sürgün yıllarını konu alan bir yazı dizisi yayınlamaya başlamıştı – ki halkın, bu yazı dizisinin II. Abdülhamid iktidarında sansürlerin yaşandığı döneme yaptığı göndermeyi fark etmemesi mümkün değildi.12 Ancak Hüseyin Cahit İstanbul’daki TCF bürolarına yapılan polis ‘teftiş’lerine ‘baskın’ diye referansta bulununca tutuklandı ve Ankara İstiklal Mahkemesi’nce Çorum’da ömür boyu sürgüne mahkum edildi.13
Mayıs ayında, Mustafa Kemal’in yakınlarının hakimlik yaptığı Ankara İstiklal Mahkemesi, hükümete TCF’yi kapatma teklifi götürdü ve 5 Haziran 1925 tarihinde partinin kendisi olmasa da bütün büroları kapatıldı. Partinin ardından vekillerin cezalandırılması için ise, bir sonraki kriz beklendi.
1926 yılında Mustafa Kemal’e İzmir’de düzenlenen (ve gerçekliği konusunda ciddi şaibeler bulunan) suikast, Kurtuluş Savaşı’nın Mustafa Kemal dışındaki mimarlarının sonunu getirdi. Suikastın ardından, dokunulmazlık hakları hiçe sayılan 21 TCF milletvekili tutuklandı. Mahkemenin elinde, söz konusu milletvekillerinin suikastten haberleri olduğuna dair olsun en ufak bir delil mevcut değildi. Adil olduğu fazlasıyla şüpheli olan yargılama süreci sonucunda 6 milletvekili İzmir’de asılarak idam edildi. Asılan 6 kişi arasında, Mustafa Kemal’in uzun yıllar arkadaşlık etmiş olduğu yaveri Arif Bey de vardı. Ancak Halide Edip Adıvar’ın anılarında belirttiği gibi, Mustafa Kemal, merhamet göstermeyi bir zayıflık belirtisi olarak gören bir insandı.14
Suikastin planlayıcısı olduğu iddia edilen Rauf (Orbay), 10 yıl hapse mahkum edildi. Ancak yargılamanın asıl amacının ne olduğunu önceden anlayan Rauf (Orbay), (Adnan ve Halide Edip (Adıvar) ve diğerleri gibi) yargılama başlamadan önce yurt dışına çıkmıştı. Diğer TCF kurucularıyla benzeri bir muameleye maruz kalan Kazım Karabekir ise, 10 sene sürekli takip ve gözaltında tutuldu. Halkın nazarında ciddi bir itibara sahip olan Kazım Karabekir gibi paşaların, asılmamış olmalarını muhtemel bir halk tepkisine borçlu oldukları söylenebilir.
Dünya Basınında TCF

Bu korkunç gelişmelerin hemen ardından, 22 Haziran 1926 tarihinde, Mustafa Kemal’in, İsviçreli sanatçı ve gazeteci Emile Hilderbrand’a verdiği mülakatla sarf ettiği sözlerin ABD’de yayınlanan Los Angeles Times gazetesine nasıl yansıdığına bakıldığında, Mustafa Kemal’in, içinde yaşadığı militarist dünyanın dışarıdan nasıl göründüğünün pek de farkında olmadığı ortaya çıkıyor. Temmuz ayında Los Angeles Times gazetesi sayfalarına yansıyan Türkiye haberi şöyle:
Mustafa Kemal, Türkiye’de Daha Bir Çok Siyasi Muhalifini Asmayı Vaad Ediyor
Türkiye Diktatörünün, 22 Haziran’da İsviçre’li sanatçı ve gazeteci Emile Hüderbrand’a verdiği mülakatla söyledikleri:
‘Türkiye Cumhuriyeti’nin güvenliğine karşı gizlice tertibe girişenlerin hepsine korkunç bir ihtar olması için, rütbeleri ne denli yüksek olursa olsun, suçluların tümü asılmadan durmayacağız. … Ben Halife ve Sultanı yok ederek bu rezil ve melun hükümet teorisinin köklerine baltayı indirdim. Bu teorinin kendilerinde kişileştiği insanları sürgüne gönderdim. Bu siyaset okulunun çok sayıdaki taraftarları benim eylemimi Tanrıtanımazlık diye yorumlamaya kalkıştılar ve din kalkanı altında Cumhuriyet’in hayatına kasteden entrikalara başladılar. … Geçmişte, birçok durumlarda. Kürdistan’da ve Anadolu’nun diğer iç bölgelerinde, Cumhuriyet’in iradesine karşı çıkmak eğilimi gösterdikleri zaman, onları demirden bir elle ezdim: örneğin (bir keresinde) önderlerinin altmışını şafakla astırdım.
O unsur dersini almıştır ve bir daha benimle kılıç ölçüştürmeye kalkışmayacaktır.’15
Vatan Hainliği Kavramının Ucuzlatılması

Türkiye’nin 6 Mart 1925 tarihinde girdiği karanlık yolun ve sonrasında yapılan hataların neden olduğu sosyal, kültürel ve politik travmaların yüzyılın geri kalanı boyunca etkisini sürdürdüğü söylenebilir. Dahası, ülkenin tartışılmaz kılınan resmi ideolojisinin temel varsayımları hakkında sağlıklı bir şekilde değerlendirme yapmanın dahi mümkün olmaması nedeniyle, Türkiye yıllardır aynı fasit dairenin içine hapsoldu. 1925 yılında TCF’li vekilin mecliste söz alarak Vatana İhanet Kanunu’na eklenen maddelerde yer alan kavramların açıklanması yönündeki talebi nasıl karşılık bulamadıysa, Türkiye’de bugün itibariyle dahi (sözgelimi) ‘irtica’ kavramı tanımlanmak istenmiyor.
İnsanların bugün dahi olur olmaz nedenlerden ötürü kolaylıkla vatan hainliğiyle suçlanabiliyor olması da, yine ‘vatan hainliği’ gibi ağır ve üzerinde düşünülmesi gereken bir ifadeyi bu denli ucuzlatan bir geleneğin açtığı bir yara.
Mustafa Kemal, meşhur nutkunda, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı, ‘en hain dimağların mahsülü’ olarak tanımlıyor. Kurtuluş Savaşı mimarlarının nasıl olup da ülkenin en hain dimağları olarak tanımlanabileceği konusu elbette ayrıca ele alınmalı. Ancak bu noktada, Halk Partisi rejiminin ‘hainlik’ kavramını nasıl ucuzlatarak yeni nesillere aktardığı konusu da atlanmamalı. Zira tek parti rejimi, (sözgelimi) 1932 yılında kaçakçılığın önlenmesi adına çıkarılan bir yasanın ardından konunun önemini ilkokul çocuklarına aktarmak istediğinde dahi, bunu ‘hainlik’ ile ilişkilendirerek yapıyordu.
Tarık Emin Rona’nın İlkokul 5. sınıflar için hazırlanan 1940 tarihliYurtbilgisi Dersleri kitabındaki ifadeler şöyle:
Hırsız ve yankesiciler ne kadar iğrenç, ne kadar kötü insanlardır. Fakat yeryüzünde ve yurt içinde bunlardan daha iğrenç, daha zararlı adamlar da vardır. Bunlara kaçakçı derler.
Gümrük vergisi vermemek için yabancı memleket malını türlü düzenlerle gizlice yurda sokan adam, bir kaçakçıdır.
Vergi vermemek için mal ve kazancını saklıyan nankör hainlere de kaçakçı denir.
Türk çocuğu!
Yurdunu çiğneyen düşmanı ezmek için her zaman dinç olan kolun, kaçakçıları da en büyük yurt düşmanı sayarak gırtlağından kavramalıdır.16 (vurgu eklendi)
Böyle bir metnin okutulabildiği bir kurumun insan değil rejim militanı yetiştirme niyetinde olduğu ne kadar açıksa, böyle bir rejimin cumhuriyet olarak nitelendirilemeyeceği de o denli aşikar. Konu bu yönüyle değerlendirildiğinde, 1925 ile 1945 yılları arasında geçen 20 yıl boyunca, ‘yığın’ olarak görülen halkın, iddia edildiği gibi demokrasiye değil, Halk Partisi’nin militer milliyetçi ideolojisine yaklaştırıldığı da net bir şekilde görülebilir.
1 Zürcher, Erik Jan. 1991. Political Opposition in the Early Turkish Republic: The Progressive Republican Party 1924-1925. Leiden, Netherlands: E.J. Brill. 32-33.
2 Pope, Nicole; Pope, Hugh. [1997] 2004. Turkey Unveiled: A History of Modern Turkey. New York: The Overlook Press. 54.
3 Zürcher 35.
4 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri II (1906-1938). 1959. Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi. 189.
5 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri II (1906-1938). 191.
6 Zürcher 60.
7 Zürcher 61.
8 Zürcher 114.
9 Zürcher 117.
10 Zürcher 82.
11 Kapatılan 7 gazetenin adları: AydınlıkSayhaİstikbalİstiklalOrak ÇekiçSebilürreşatSon TelgrafTevhidi Efkar.
12 Zürcher 86-87.
13 Zürcher 88.
14 Pope 72.
15 Tarih ve Toplum, Aylık Ansiklopedik Dergi, Mayıs 1988, Sayı:53, İletişim Yayınları. Los Angeles Times’tan çeviren: Mete Tunçay.
16 Rona, Tarık Emin. 1940. Yurtbilgisi Dersleri, 5. Sınıf. İstanbul: Maarif Matbaası. 35-36.

Hiç yorum yok: