25 Şubat 2012 Cumartesi

Temellerin Duruşması Kitabından Notlar, Ahmet Kabaklı -4-


Gazi’nin boşanma sebebi

Adana Bölgesi Parti Müfettişi CHF’li Hilmi Uran Atatürk ile sohpetleri sırasında şu hatırasını nakleder: “O sırada Atatürk Lâtife hanımdan ayrılmış bulunuyordu. Ve yanında mânevi evlâtları olarak bir kaç genç kız vardı. Bir gece çiftlik civarındaki bir koyda demirlemiş olan Ertuğrul yatında Atatürk bize bir yemek vermişti ve bermutat uzunca bir rakı âlemi yemeğe tekaddüm etmişti. O gece devam eden mubahese sırasında, herhangi bir mülâhaza ile, Lâtife hamından ayrılmış olması sebebini izah etmek lüzumunu duyan Atatürk, inkılâp önderliğini kastederek, ‘Ben bu işlerin başında bulundukça evlenmekle bir hatâ ettim ve ayrılmakla da o hatâmı tashih ettim’ demişti.”

Keramet sahibi mehdi Atatürk

Atatürk’ün Mehdi (Dini kurtarıcı) olduğunu kanıtlamak için kitaplar yazılıyor, Celal Nuri İleri: “Hangi Hazret-i Mehdi bu milleti muharebenin akabinde diriltti?” diye sorarak Atatürk’ün Hz. İsa’yla bağlantısını ilan ediyordu. İş bununla kalmıyor, Atatürk Hz. Muhammed’le kıyaslanıyor ve Behçet Kemal Çağlar tarafından Atatürk için Mevlit bile yazılıyordu. Atatürk’ün Mehdi’liğini kanıtlamak için yapılan bilimsel çalışmalardan birisi de 19 rakamının onun hayatında önemiydi. Atatürk’ün 19. yüzyılda, 20. yüzyıla 19 yıl kala dünyaya geldiği, 19 Mayıs 1919′da Samsun’a çıktığı, 19 Haziran 1919′da Sivas Kongre’sini topladığı, 19 Eylül 1921′de mareşal olduğu gibi mucizeler hatırlatılıyor ve başka bilimsel açıklamalara girişiliyordu: Mustafa Kemal Atatürk ismi 19 harften oluşuyordu. Askeri lisede yirmi kişilik sınıfta 19. sırada yer alıyordu. Nüfus cüzdanı numarası da 19×52306: 993814′dü. Ölüm yılı olan 1938 ise 19×102′ye denkti.
Milli Eğitim Bakanlığı İlköğretim Dergisi’nde de yer alan bu bilgileri zikreden Necip Alpan şu uyarıyı yapmaktan da geri kalmıyordu: “Ey Atatürk çocuğu, bu rakamları unutma.
Atatürk’ün ölümünden sonra 19 Kasım tarihli Resimli Hafta’da neşredilen şu yazı ise bütün bunlarla yetinmeyerek Atatürk’ü Tanrıtürk ilan ediyordu: “Atatürk’ü kaybetmedik. Kendimizi bulduğumuz her an O’nu Buluyoruz demektir. 10 Sonteşrin 1938 Perşembe günü Atatürk, artık bu vatanın her yerinde bulunduğu için hiçbir yerinde ayrıca tecelli etmek istemeyen, sesini her dinleyenin gönlünde duyduğu için bir ağızla hitaba lüzum görmeyen Tanrıtürk olmuştur.”
İnsan Mehdi, evliya ve Tanrıtürk olurdu da kerametleri olmaz mıydı? Elbette Atatürk’ün kerametleri de vardı. Atatürk üzerine çeşitli kitapları bulunan Avni Altıner’in zikrettiği keramet, askeri darbelerin nerelere dayandığını da somut bir biçimde ortaya koyuyordu: “Hz. Muhammed’den sonra Tanrı, kendine ibadet eden, her şeyi Allah’tan bekleyen Türk’ün yurdunu paylaşmak isteyenleri vatandan kovmak için Atatürk’e şans verdi. Atatürk öldükten sonra Tanrı; şeytana uymayarak millete hizmet edecek insanların başa gelmediğini görünce; Atatürk’ün ruhuna em retti: Güvendiğin insanların ruhuna gir! 27 Mayıs’ta Atatürk ruhu ordu ileri gelenlerine girdi. Devrim oldu ve iyi insanlar kurtuldu.”

Atatürk’ün paylaşılamayan sigarasının külleri

“Çok iyi anımsıyorum. Henüz bir ortaokul öğrencisiydim. Atatürk Adana’ya gelmişti. Onu ilk kez o zaman görmüştüm. Kitapların, şiirlerin anlattığından başka türlü bir insanla karşılaşmıştım. O henüz Kurtuluş Savaşı’nın efsanesi içindeydi. Bütün ülke halkı onu bu efsane içinde görüyordu. Çevresinde minnetle karışık bir saygı uyandırıyordu. Fakat o gün tanık olduğum bir olay, çocuk düşüncemde bir tepki yarattı. Halkevinin küçük salonunda Atatürk’ün etrafını sarmıştık. O hem sigara içiyor, hem de günün olaylarından söz ediyordu. Bir ara, saygıdan çok, bir uşaklık davranışıyla bir adam Atatürk’e doğru ilerledi. Elinde zarif bir kavanoz vardı. Sigara külleriyle dolu tablayı ona boşalttı. Kutsal bir hazineye sahip olmuş da onları müzede saklayacakmış gibi bir tavır içinde masadan uzaklaştı. İçimde bir isyan kabardı. Ben olsaydım Atatürk’ün yerinde, şu adamı tekmeyle kovardım, diye düşündüm.”
Cahit Tanyol’un anlattığı bu olay, Atatürk’ün sağlığında olağan bir durum olarak kabul ediliyordu. Benzer bir duruma da Haldun Taner Park Otel’de tanık olmuştu. Atatürk’ün oturduğu masadan kalkmasını fırsat bilen öğretmenler, birbirlerini ezerek masaya saldırmışlardı. Paylaşamadıkları şey, Atatürk’ün söndürdüğü sigaraların izmaritleriydi.

Gazi’nin dalkavuklarına verdiği ders!

Osman Yüksel Serdengeçti, Gülünç Hakikatler adlı kitabında yazıyor:
“Vaktiyle Atatürk’ün yanında hizmet etmiş sivil polislerden biri anlatmıştı: Bir gün Atatürk yine o meşhur âlemlerinden birini yaşıyor, yaşatıyordu. Salona büyük bir masa kurulmuştu. Ata hem içiyor, hem konuşuyordu. Bir aralık durdu, etrafındakilere: Söyleyin bakalım, bu millet ben öldükten sonra hakkımda ne diyecek? diye sormuş.
Hâzirûn sıra ile sorguya çekildi. Kimi münci, kimi dahî, kimi bu milleti ve bu vatanı yoktan var eden insan demişler. Hatta, Allah’a, peygambere kadar yol alanlar olmuş.
Atatürk gülmüş: ‘Hayır, hiçbiriniz bilemediniz. Bakın ne diyecek bu millet benim hakkımda: Bu adamın etrafını böyle pu..t   pe…k  takımı sarmasaydı memlekete daha çok hizmetler yapacaktı.’
Atatürk’ün bu sözü üzerine etraftan öylesine bir alkış kopmuş ki Ata, bir gülmüş ki kadehini fırlatıvermiş?”

Dağılan tespih ve M. Kemal

Ruşen Eşref Ünaydın’ın yazdığına göre, Atatürk Amiral Bristol’e, General Harbord’la olan görüşmesini, şöyle nakletmiş:
Harbord, M.Kemâl’e sormuş:”Pek iyi! Bu kadar büyük işlere girişmek istiyorsunuz, girişiyorsunuz. Paranız var mı? Bütçeniz nerede ve nedir? Bu parasızlıl ve vasıtasızlıkla işe girişmek memleketi daha feci bir akıbete sürüklemek değil midir? Bu mes’uliyeti nasıl üzerinize alıyorsunuz?”
Atatürk bu sualden sinirlenmiş.”Sorduğunuz doğrudur, fakat yapacak başka ne iş vardır” demiş ve sinirle, elinde oynamakta olduğu tesbihi o kadar kuvvetle çekiştirmiş ki ip kopmuş ve taneler yerlere dağılmış. Atatürk eğilip tanelerden birkaçını toplayıp ipe dizerken, Harbord’a şöyle hitap etmiş:
“Görüyorsunuz General, bu ip kopmuştur ve taneler dağılmıştır, işte ben, şimdi yaptığım gibi o taneleri birer birer toplayacağım ve tekrar bu ipin üzerinde bir araya dizeceğim. Bu dağılanı toplarsam ben toplarım. İşte görüyorsunuz, zaten dağılmış. Öldürürsem ben öldürürüm. Yabancı elinde öleceğine evlâdının elinde can versin. Fakat ben onu öldürmem. Toplayacağım, bir araya getireceğim, yeniden kuracağım” demiş.
Atatürk daha sonra devam ederek: “Bilir misiniz monşer Amiral! İnsanlar da sürfeler gibi sulardan çıktılar ve en önce… İlk ceddimiz balıktır” diye güldü ve sonra: “İşler daha ilerledikçe o insanlar, primat zümresinden türediler. Biz maymunlarız, düşüncelerimiz insandır.”
Ruşen Eşrefe göre, Amiral Bristol, bu işittiklerinin önünde, hayretinden kendi banklarını çimdikliyordu. Ve Atatürk’e o gayet eski deniz kurdu gözleriyle hem tatlı hem de keskin bakıyordu. Tahmin olunur ki Amiral Bristol, sonradan bu konuşma üzerine Washington hükümetine gayet enteresan bir rapor yazmış olsun.

Atatürk’ü mason kabul edenler

Masonlar yayınları Mimar Sinan dergilerinde, Mustafa Kemal’in Makedonya Rezorta Locasına mensup bir Mason olduğunu ileri sürerek, Atatürk devrimlerinin Mason prensiplerine dayandığını ve Atatürk’ün Rezona Locasından modern Türkiye’yi kurmayı başardığını yazmışlardır. Ve yazık ki Atatürkçülerden bir tepki de görmemişlerdir.

Edep koruyucusu M. Kemal

Millî Mücadele günlerinde, istanbul halkının ve hanımlarının, Gazi Paşa’ya, hangi ümitle baktıklarını anlatan bir olayı da o zaman çok genç bir kolejli kız olan bir hanımefendiden dinlemişimdir. Kendisi şimdi hayatta olan bu hanım:
“15-16 yaşında kızlardık. O zaman moda olan alafranga çarşaflardan, ferecelerden giyer, ince yaşmak takınır, yollardan şakalaşarak giderdik. Bir gün, iki arkadaşımla gülüş ahenk bir sokaktangeçerken, kafesli pencereden bir yaşlı kadın başı çıkıp bizi şöyle azarladı.
“Sizi hafifmeşrep şeyler! Böyle açık saçık gezer, herkesin huzurunu kaçırırsınız. Hele Mustafa Kemâl Paşa bir Anadolu’dan gelsin, o zaman görürsünüz gününüzü…” diye anlatmıştı.

İslam kahramanı Atatürk’e dini destek

Pctit Parisien’in Anadolu muhabiri Mösyö Schlclin, gazetesine Ankara’dan gönderdiği mektubunda M. Kemal Paşa’nın köşkünden şunları yazıyor:
“Yemekten sonra saat üçe doğru bahçeye çıktık, sonra oturduğu bölüme döndük. Burası millî bir müze halindedir. Batum’dan, Erzurum’dan İzmit’e varıncaya kadar bütün Anadolu, SunûsPler (Libya), Azerbaycanlılar, Afganlılar, Hindliler, Buharalılar, milli kahramana birer hatıra göndermişler. Meselâ Şeyh Sunûsi bir Kur’an-ı Kerim üzerine şu satırları yazmış: ‘Kur’an-ı Kerim aramızda kardeşlik ve sadakat teşkil edecektir. Bunu islâmın kurtarıcısı olan sana hediye ediyorum. Allah’ın kitabı önünde yemin ediyorum ki, hayatta bulundukça sana yardım edeceğim.’ ”

Halide Edip Adıvar neden Mustafa Kemal’e karşıydı?

1951 yılında Atatürk’ü koruma kanunu çıkınca İzmir milletvekili yazar Halide Edip Adıvar konuşuyor: “Bu kanun tarihten önce Asurilerin, Babillerin insanları putlaştırdıkları gibi Atatürk’ü putlaştırmak istiyor. Atatürk’ü put haline koyan bu kanun inkılapları adeta fosil haline getirecek ve tenkit hürriyetine mani olacaktır.”
Peki Halide edip Kurtuluş savaşında Atatürk’ü desteklerken neden sonra şiddetle karşı çıkıyor. İşte cevap: “Uzaktan Mustafa Kemal’e yakındı, yaklaşınca uzaklaştı. Çünkü Mustafa Kemal başlangıçta yapay bir kahramandı. Mütareke zamanında böyle bir kahramana ihtiyaç vardı. Bazı eller Mustafa Kemal’i ön plana itti. O zamana kadar Mustafa Kemal tanınmadığı için herkes onda görmek istediğini gördü. Örneğin Mehmet Akif Mustafa Kemal’i Büyük İslam mücahiti, Halide Edip ise batı misyoneri olarak gördü. Mustafa Kemal ise hızlı bir pratisyendi. Dolayısıyla Mehmet Akif ve Halide Edip hayal kırıklığına ugradı.”

Hiç yorum yok: