20 Şubat 2012 Pazartesi

Osmanlı’da Batılılaşma Mimarları


Britanyalı diplomat ve uzun bir süre İstanbul’da Birleşik Krallık’ın Osmanlı Devleti nezdinde büyükelçiliğini yapmış olan Stratford Canning, Sultan II. Mahmud ve özellikle Sultan Abdülmeciddönemlerinde yapılan ıslahatların, batılılaşma ve yenileşme çabalarının mimarı, perde arkasındaki yönlendiricisi ve aleni teşvikçisi olarak 1810–1858 yılları arasındaki Osmanlı Devleti tarihinin en mühim şahsiyeti olmuştur. Koyu bir Protestan olarak Fransız himayesindeki Katolikler, Rusya himayesindeki Ortodokslar ile Protestanların eşit Hıristiyanlar olarak Osmanlı Devleti’nin asli unsu olan Müslüman Türklerle eşit olması için 50 yıl boyunca çabalamıştır.
Stratford Canning
Protestan İngiliz ve Amerikan misyonerlerinin okullar, hastaneler ve misyonlarla Osmanlı Devleti’nin her köşesinde teşkilatlanmasını ve Protestanlığın Osmanlı Hıristiyanları arasında yayılmasını sağlamıştır. En sonunda 1858 yılında İngiltere’ye giderken dahi hizmetlerinden ötürü Padişahın şahsına hediye ettiği araziyi elçiliğe bağışlamış ve üzerine bir Protestan Kilisesi inşa ettirmiştir. En yakın çalışma arkadaşı Mustafa Reşid Paşa olmuş, paşayı kollamış ve iktidarda kalmasını sağlamıştır. Reşid Paşa da yaşadığı sürece onun sözünden dışarı çıkmamıştır. Fransız yanlısı oldukları için Ali Paşa ve Keçecizade Fuad Paşa’dan hoşlanmamış ve bunların aleyhinde çalışmıştır. Canning, Osmanlı başkentindeki kesintili 50 yıllık iktidarı boyunca yönetimin her kademesinin işine karışmış, Islahat Fermanı da onun baskısı sonucu kaleme alınarak yayınlanmıştır. Tek amacı Osmanlı Devleti’ndeki tüm Hıristiyanların eşit ve Müslümanlardan daha ayrıcalıklı konumda olmalarını sağlamak olmuştur. Bu işi de büyük ölçüde başarmıştır.
Tanzimat Paşaları ya da Çöküşün Aktörleri
Mustafa Reşid PaşaTanzimat Fermanı’nın baş aktörü. Kimilerince gelmiş-geçmiş en büyük başbakan. Büyük, Koca lakaplarıyla da anılıyor. Devrin süper gücü emperyalist İngiltere’nin Osmanlı Devleti nezdindeki temsilcisi Canning’in yakın dostu. Canning, Osmanlı’nın Hıristiyan medeniyetine yaklaştırılması için gerekli reformların yapılmasını sağlamakla görevli bir diplomat.
Koca Mustafa Reşid Paşa
Canning, hatıralarında Reşid Paşa için şöyle yazar: “Bir devlet adamı, Türkiye’de ayağını denk atmayı bilmeli idi. Yabancı bir diplomatla münasebeti şüpheye yol açacağından, başka birinin evinde gizlice buluşuyorduk. Bu görüşmelerin sonucu olarak hükümette değişmeler yapıldı. Reşid Paşa’nın her vesileyle dost, güçlü bir yardımcı olduğuna aklım yattı. Reform meselelerinin çoğunda kafa birliği ettik.”
Kafa birliği ettikleri nokta, Osmanlıyı tarihi kimliğinden soyutlayıp, Batı’ya yamamaktı. Altı defa başbakanlığa gelmiş ve dışişlerini Avrupa’ya angaje etmiş bu paşa, İngiltere’nin desteğini arkasına almıştı. Osmanlı’yı ilk defa Avrupa’ya borçlandıran da bu adam. Dönemin diğer hariciyecilerine gelince, onlar da batılı devletlerin İstanbul’daki elçiliklerine dayanarak ve onlardan güç alarak işlerini yürütüyorlardı. Bunun sebebi ise, çok masumane gözüken fakat o devir için dehşetli bir gaflet örneği olan şu düşünce: Avrupalılar’ın güvenini kazanarak, Osmanlı’nın Avrupa’dan atılmasının önüne geçmeye çalışmak.
Tanzimat paşalarından Ali Paşa’nın padişaha hitaben yazdığı “Siyasî Vasiyetname”si, basiretsizliğin en güzel örneklerindendir. Sömürgecilik kavramının idrakine varamamış bu bürokratın düşüncelerini okurken, bugünümüzü değerlendirmemizin de yararı var. Ali Paşa şöyle der:
Avrupa ile aramızda daha sağlam bağlar yaratmalıydık. Onun maddi çıkarları ile bizimkiler aynı olmalıydı. Ancak o zaman ülkenin bütünlüğü siyasi hayal olmaktan çıkıp, bir gerçek olacaktı. Ülkenin varlığının devamı ve savunması ile Avrupa devletlerini doğrudan doğruya ve maddi yönden ilgilendirmemiz, devletin yenilenmesini ve zenginlerinin gelişmesini bir zorunluluk olarak düşünecek ortaklara sahip olmak demekti. Sultanımıza, bu yabancı şirketlerin mallarımızı elimizden alacakları söylenecektir. Bu konuşmaları dinlemeyiniz Efendimiz! Tersine Efendimiz, bu şirketler güven ve koruma unsuru olacaktır. Ortaklarımız olduklarına göre, çıkarları gereği haklarımızı, malımızı koruyacaklardır. Uluslararası oldukları oranda iş yapma etkinlikleri de artacaktır. Zengin evin kâhyası o evi yıkmak ister mi? Efendilerinin yerine geçmek ister mi?
Tatmin mi Teslim mi?
Ne var ki, Tanzimat Fermanı’nın ilanından kısa bir süre sonra zengin evin değil kâhyaları, hizmetçileri bile evi yağmaya ve talana başladılar, tuğla tuğla evi söküp yıkmaya giriştiler. Gün geçtikçe züğürtleşen ev sahibi ise, evi kurtarmak için gerek yurt içindeki Galata bankerlerinden, gerekse Avrupa ülkelerinden faizle kredi almaya başladı. Alınan bu krediler ne yazık ki yatırıma dönüşmeden saraylar, köşkler, kasırlar yapımında kullanıldı. Ülke borç batağına gömülürken, diğer taraftan da Tanzimat zenginleri ve aydınları türedi. Diğer taraftan, Tanzimatçılar müslüman halkı devlete karşı küstürdüler.
Mehmet Emin Âli Paşa
Ali Paşa’nın cenaze merasimi, musavat (eşitlik) adına müslümanları diğerleriyle eşit görenlerin vicdanlarda ne ölçüde kabul gördüklerine dair emsalsiz bir ipucudur. Olay şöyledir:
Tanzimat-Islahat sürecinin Reşid Paşa’dan sonraki en ünlü ismi Ali Paşa’nın cenazesinde Yenikapı Mevlevihanesi Şeyhi Osman Efendi cemaata seslenmektedir:
- Bu büyük bir zat idi, devlete çok güzel hizmetler etti.
Sonra helallik için üç defa sorar:
- Bu zatı nasıl bilirsiniz?
Cemaatte tam bir sessizlik. Kimsenin ağzını bıçak açmamaktadır. Cemaat arasında onu seven birçok kişi olmasına rağmen, hepsinin adeta nutku tutulmuştur.
Cevdet Paşa bu olayı şöyle yorumlar:
Böyle tezkiyede sukût-u tam ile mukabelede olunduğunu görmedik ve hiçbir tarihte vukuunu dahi işitmedik. Bir adamın beraber yaşadığı milleti içinde menfur olarak ahirete gitmesi, akraba ve ahbabına ne mertebe müessir olacağı muhtac-ı beyandır.
Neticede, Tanzimat Fermanı’ndan sonra imzalanan Paris Antlaşması ile Osmanlı Devleti bir Avrupa devleti sayılmış, Avrupalılar Osmanlı topraklarının bütünlüğünü koruyacaklarına söz vermişlerdi. Bu şu anlama geliyordu:
Osmanlı devleti bağımsız bir devlet olma niteliğini kaybediyordu. Avrupalılar asıl bundan sonra çirkin ve gerçek yüzlerini gösterdiler. Balkanlarda ayaklanmalar, Cidde ve Suriye’de olaylar çıktı, Yunanistan ve Bulgaristan bağımsızlık yolunda büyük adımlar attılar. Girit elden gitti. Tarihin seyri değişti, üstünlük Avrupalılar’ın ellerine geçti, Osmanlı Devlet geleneği değişti. Devlet-i Ali Mısır valisine bile söz geçiremeyecek kadar güçsüzleşti, ve çöküş hızlanarak parçalanıp yok olmaya doğru gitti.
“Türkiye’yi Avrupa’da tutmak için Avrupa’yı Türkiye’de tatmin etme” politikası ile yola çıkan Mustafa Reşid Paşa’nın açtığı çığır, Osmanlı Devleti’nin tasfiyesi ile son buldu. Umarız bugün milletin kaderinde söz sahibi olanlar, yakın tarihimize bir de bu açıdan bakıyorlardır!

Hiç yorum yok: