22 Şubat 2012 Çarşamba

Modern okulların ortaya çıkışı - Beytullah E. Önce


Günümüzdeki zorunlu ve yaygın okullaş(tır)ma sürecinde 17. ve 18. yüzyıllarda kapitalizmin gelişimi ve Fransız devrimiyle birlikte modern ulus-devletlerin ortaya çıkışı ana unsurlar olarak gösterilebilir. Bu aynı zamanda yeni bir iktidar biçimi demekti ve mevcut toplumsal yapının da buna göre dönüştürülmesi gerekiyordu. Zira modern devletin işlerlik ve süreklilik kazanabilmesi için bütün bireylerin belli ölçüde bilgili olması, vergi ve oy verebilecek kadar devlet ve toplum işlerinden, bürokrasiden haberdar olması, sorumluluklarını öğrenmesi, “zorunlu” askerlik hizmetini görecek kadar bilinç içinde bulunmasına vb. ihtiyaç vardı.
Beytullah E. Önce
İktidarın kaynağının ve kullanımının ulusal egemenlik çerçevesi içerisinde dünyevileşmesi ve modern devletin laikleşmesi sonucu, yönetici seçkinlerin ihtiyaç duyduğu insan modeli de değişmişti. Artık dini bir cemaate, topluluğa aidiyet çözülerek yerini devletin vatandaşı olma süreci başlamıştı.
Zorunlu eğitimin kanunlaşmasıyla ve okulların ücretsiz olmasıyla beraber çocuklar küçük yaşta annelerinden alınarak kadınların da üretime dahil edilmesine olanak sağlandı. Çocuklar artık devlete ‘emanet’ti. Kadınlar da düşük ücretlerle çalışabilirdi artık.
Modern devletin ulus temelli olması, sosyal temelindeki farklı dini kimliklere, etnik aidiyetlere ve kültürlere sahip toplulukların ulus kimliğiyle yeniden tanımlanması ve yeni bir toplumsallığın örgütlenmesi gereğini de doğurmuştu. Ulus inşasında toplumda aidiyet duygusunu yaratacak ideoloji ise ulusçuluktu.
Devlet, kurumları aracılığıyla bireyleri standartlaştırmak ve düzen içinde disiplinize ederek aynı hizaya sokmak istemektedir. Bunu gerçekleştirebilmek için okulun, terbiye etme işlemcisi olan pedagojik bir makineye dönüşmelidir. Okullardaki çeşitli uygulamalar, bireyleri; egemen gücün disiplinsel iktidarına özgün biçimlendirme sürecinin nesnesi haline getirmelidir. Böylece bireylerin düzene uygun yetiştirilmesi mümkün olabilir ve yönetici sınıflar nesneleşen bireyler üzerinde toplumsal kontrolü; onların razı olmalarını da temin ederek kurabilirler.
Kemalist Cumhuriyet ve Milli Eğitim
Kemalist Cumhuriyeti kuran tarihsel blok 1923’te nevzuhur etmiş değildi. Uzun ve girift bir arka planı vardı. Fakat sürece yön veren dinamiklerini 1889’da İttihat ve Terakki’nin kuruluşundan 1923’e kadar geçen zaman zarfında bulabiliriz.
Kemalist kadrolar, genellikle Osmanlı modernleşmesinin son dönemlerinde oluşmuştur. Batılı eğitim tarzıyla yetişmişlerdir. Bu sebeple geleneksel İslami düşünce tarzından ziyade pozitivizme ve materyalizme meyyaldirler. Kendilerini kurtarıcı ve öncü olarak algılamış, ona göre hareket etmişlerdir.
Kemalist proje Cumhuriyet-Egemenlik-Laiklik kavramlarını somutlaştırmak için etkileri zaman içinde ortaya çıkacak çok ciddi devrimler gerçekleştirir. Ve bu süreçte eğitime de çok ciddi bir rol biçilir.
Kemalist eğitimin inşa süreci
1923-1938 arasında eğitim sisteminde yapılan tüm değişikliklerle, eğitimdeki pratiklerin temel amacı, halkın geçmişle, gelenekle ve dolayısıyla din ile olan irtibatını koparmak, Cumhuriyet rejimine sadık yurttaşlar kılmak ve onların laik bir hayat düzenine alışmasını sağlamaktır. Dolayısıyla Kemalist kadro, eski reformistlerden ayrıştığı noktaların hepsine eğitimde de hayatiyet kazandırmıştır. Osmanlıdaki din bağının yerini milliyetçiliğin alması amaçlanır. Osmanlı’daki padişaha bağlılığın yerini ise Kemalist ideolojiye sadakat alacaktır.
Mustafa Kemal, milli düzene saygılı, itaatkâr yurttaşlar olarak yetiştirmek üzere öğrencilerin milliyetçi bir eğitime tabi tutulmasını ister. Mevcut düzeni eleştirmek onun gözünde kesinlikle makbul bir davranış ya da erdem değildir, bu sebeple eğitimde eleştirel bir bakış açısı kazandıran değerlere ve yöntemlere karşı çıkar. Rejimin sözcüsü olarak hareket etmeyen öğretmenler ve akademisyenler önce uyarılır, uyarıları dikkate almayanlar ise mutlaka cezalandırılır.
1950-1980 arası eğitim politikaları
Koalisyon hükümetlerini, 1965–1971 arasında Süleyman Demirel liderliğindeki Adalet Partisi hükümetleri takip eder. Hükümet programında “Demokratik düzenin ve Türk devletinin temeli olan Atatürk devrimlerini her yönüyle korumayı en başta gelen bir ödev saymaktayız” denilirken milli eğitim politikasında ise “milli şuuru hâkim kılma” vurgusu öne çıkar. Bu dönemde laikliğin dini ihtiyaçları baskı altında tutmaya yönelik yorumlanamayacağı belirtilerek din öğretiminin yaygınlaştırılmasına çalışılır.
Eğitimde ekonomik kalkınmacı anlayışa uygun hedeflere yer verilmesi bu dönemde dikkat çeken bir öğe olarak not edilmelidir. Bu dönemde Kemalist ve laik CHP’nin MSP’ye eğitimde verdiği tek taviz eğitim programlarına mecburi ahlak dersleri koyulmasıdır. Dersin amacı “töre ve geleneklerimizle, milli hasletlerimize uygun ahlak kaidelerinin” öğretilmesidir. Bu ders, 12 Eylül darbesi sonrasında mecburi Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersine dönüştürülür.
Eğitimin 12 Eylül’ü
Müfredatlar ve ders kitapları değiştirilmiş, her okulda Atatürk köşesi ve kitaplığı kurulması zorunluluğu getirilmiş, her müfredat ve ders kitabı Atatürkçülüğe göre yeniden yazdırılmış, öğretmen ve öğrencilere giyim, makyaj ve takıda sınırlama ve standart getirilmiş, öğrencilere ‘hoca’ yerine ‘öğretmenim’ demeleri emredilmiş, her gün okullarda saç kontrolleri yapılmış, öğrencilerin bahçeden okula askeri disipline benzer biçimde girmeleri sağlanmış, öğretmenlere hayatta ve öğrencileri karşısında nasıl davranacaklarını öngören direktifler verilmiştir.
12 Eylül, tüm kurumlar gibi eğitimin üzerinden de silindir gibi geçmiştir. Bugünkü birçok eğitim sorununda 12 Eylül’ün parmak izleri mevcuttur.
Okullar, çocukların farklı düşünceleri ifade etme hakkını bastırmakta, dolayısıyla onun kişilik gelişimini baskı altında tutmaktadır. Disiplin yönetmelikleri, cezalar ve yaptırımlar; çocukların ideolojik kodlara uyumlu bir öğrenci olmasını dayatmaktadır. Bu sebeple öncelikli adımlardan biri eğitim sisteminin zorunlu, ideolojik ve totaliter yapısını çözmek için çaba harcamak olmalıdır.

Hiç yorum yok: