11 Şubat 2012 Cumartesi

‘Fuat, Trablusgarp’e gidiyoruz, sen de geliyorsun!’ - Aziz ÜSTEL


İtalyanlar Trablusgarp’ı işgal edince, bazı Osmanlı subayları, İttihad-ı İslam” tasarısını yürürlüğe koydu! Enver Paşa’nın evinde gizli bir toplantı yapıldı. Toplantıya Kolağası Mustafa Kemal, Ali Fethi Okyar, Kuşçubaşı Eşref, Mümtaz Bey, Süleyman Askeri, Fuat Bulca ve birkaç subay katıldı. Amaç Mısır üzerinden Libya’ya sızmaktı. Mısır’da geçişler tehlikeliydi çünkü bu ülke İngiliz denetimindeydi. Ancak Mısır’da Eşref Bey’in sağlam, güvenilir bir çevresi vardı.
Mustafa Kemal, yardımcısı Fuat Bulca’ya, toplantı öncesi şunları söyledi: “Trablusgarp’e gidiyoruz; sen de geleceksin. Bizler kendi isteğimizle, devletten ayrı, özel bir kuruluş olarak savunmayı ele alacağız ve İtalyan işgalcileri denize dökeceğiz. Harbiye Nezareti bizi istifa etmiş sayacak. Orada teşkilatlanacağız. Biliyorsun, ben daha önce Trablusgarp’te bulundum; insanının yapısını, cesaretini iyi bilirim. Eğer ciddi bir biçimde savunmayı başlatırsak, başta Sunusiler, halk bize yardım eder. Sen benim yardımcım olacaksın. Ali Fethi de Cezayir’den, gemiyle gelecek...” (Trablusgarp’ta Bir Avuç İnsan-Fuat Bulca’nın Anıları)
İttihat ve Terakki Trablusgarp’ı İtalyanlar’a eliyle teslim etmişti. Askeri birlik geri çekilmiş, 60 bin kişilik milis gücüyse dağıtılmıştı. Şimdiyse bir avuç subay, Trablusgarp’ı kurtarmaya gidiyordu.
Kara Kemal Bey yolcuların pasaportlarını, evrakını hazırladı; yiyeceklerinden giysilerine değin her şeyi sağladı; her birine de on altın verdi. “Küçük Efendi” İstanbul’da kalacak gerektiğinde hükümet ve İttihat Terakki Merkezi’nde harekatı bilenlerle haberleşmeyi sağlayacaktı. Mustafa Kemal, halı tüccarı kılığında tuttu Mısır’ın yolunu; Süleyman Askeri’yse molla kimliğine bürünmüştü. Daha sonra,1915’de, Irak’ta şehit düşecek Yüzbaşı Cemil, sırtında cübbe, başında sarığıyla tam bir imam efendiydi. Ya Enver Paşa’nın kardeşi Nuri Bey? Libya’da keskin nişancılığıyla ün saldı. Pusuya yatıp bir başına 100’den çok İtalyan askerini avladı. Daha sonra, 1949’da, savunma sanayinin temelini oluşturabilecek Sütlüce’deki fabrikası havaya uçurulduğunda yanarak ölecekti. Kuşçubaşı Eşref’se “Uçan Şeyh” olarak ünlendi Libya’da. Eşref Bey’in davetiyle Cezayirli Emir Abdulkadir’in oğlu Emir Ali Paşa ve Tunus’lu Şeyh Salih Şerif Tunusi de geldi ellerinde silahlarıyla Libya’ya. Tunus, Cezayir ve Sudan’dan gönüllüler kopup koştu. Gerçekten olağanüstü bir gerilla savaşı vererek, 200 bin İtalyan askerini sahil şeridine kilitledi bir avuç kahraman ve onlara Müslüman ülkelerden katılan gönüllüler. Bu bir haysiyet ve namus savaşıydı. Osmanlı, hem de bir avuç Osmanlı, itilip kakılmaktan, aşağılanmaktan bıkmış, “yeter bre gafil!” narasıyla İtalya’nın ümüğüne çökmüştü.
Niye yazdım bunu? Çünkü, bugün Ortadoğu olarak anılan, Osmanlı’nın eski topraklarının her karışı atalarımızın kanlarıyla sulanmıştır; ister Türk, ister Kürt, ister Çerkez, ister Laz, ister Arnavut, kısacası ne olursa olsun etnik kimliği. Geçmişimizle ilgili birçok şey sır gibi saklanıyor yüz yıla yakın bir süredir. Bunun nedenlerinden biri, belki de en önemlisi, geçmişteki ihanetlerin, acıların, gözyaşlarının hesabını bu gün bile sorgulamamızı istemeyenlerin varlığı. Rahmetli Kemal Tahir’in bir sözünü hiçbir zaman unutmadım:Arkadaş, bir milletin geleceği, geçmişinden kesilir!” İşte bu geçmişi sorgulamaktan, irdelemekten, dünü ameliyat masasına yatırmaktan çekinmemeliyiz! Gerekirse yakın tarihimizi sil baştan, kimseden korkmadan, çekinmeden, bütün gerçekleri bir bir sıralayarak yeniden yazacağız! Artık hiçbirimiz boynu bükük yaşamak ya da ölmek istemiyoruz!

Hiç yorum yok: