17 Şubat 2012 Cuma

“Filistin halkı hiçbir zaman var olmadı!”- Taha Kılınç

Kenize Murad, Filistin sorununu konu ettiği kitabı 'Toprağımızın Kokusu'nda, Tunus'tan İsrail'e göç etmiş Yahudi bir doktorla arasında geçen diyaloga da yer verir: 

- İsrail'in işgal ettiği toprakları geri vermesini öngören yaklaşık kırk tane Birleşmiş Milletler kararı olduğunu biliyor musunuz?

- Kırk mı? Daha fazla! Birleşmiş Milletler'in kararlarının çoğu İsrail aleyhine alınmış kararlar. Ama bu bizim durumumuzu hiçbir şekilde değiştirmeyecek. Bu topraklarda başka hiçbir halk, başka hiçbir kent var olmadı! Bunlar kaçınılmaz tarihi gerçekler! 

- Ama Filistin halkı, o da burada ve üstelik çok uzun süre yaşadı!

- Filistin halkı hiçbir zaman var olmadı, onu siz icat ettiniz! Öyle bir halk asla var olmadı!

- Bu topraklarda yaşayanlar kimlerdi o zaman?

- Chateaubriand'ı okuyun, Napoleon'u okuyun! Söz konusu olan, Mısır ile Suriye arasında gidip gelen, kâh orada kâh burada konaklayan, birkaç bin göçebeydi. Bir Filistin halkından söz etmek, aldatmacadan başka bir şey değil. Başkentleri nerede? Bayrakları hani? Sadece elli yıldır bayrakları var. Dünyada yurdu olmayan bir halk biliyor musunuz siz? Ben bilmiyorum! İngilizler, Yahudilerin bu topraklarla olan bağlarını koparmak için Filistin'den bahsettiler; 'filisti' kökünden gelen Filistin sözcüğünü buldular!" 

Kenize Murad kitabında söz etmez ama, kendini Siyonizm'in tezlerine fena halde kaptırmış bulunan Tunuslu doktorun sıkı bir şekilde Fransız eğitiminden geçtiği, Chateaubriand'ın 'Paris-Kudüs Seyahatnamesi'ni iştahla okuduğu bellidir:

Fransız edebiyatında romantizm akımının öncüsü olan edebiyatçı François-René de Chateaubriand, 1806 – 1811 yılları arasında, kendisine büyük şöhret kazandıran doğu yolculuğuna çıktı. Beş yıl süren bu uzun geziden dönünce, izlenimlerini Paris-Kudüs Seyahatnamesi adıyla yayınladığı üç ciltlik kitabında anlattı. 1824 yılında dışişleri bakanı olarak siyasal kariyerini noktaladı ve Paris'te 1848'deki ölümüne kadar yalnızca edebiyatla ilgilendi.

Bugün Chateaubriand'ın söz konusu seyahatnamesi, Siyonizm'in "İsrail'in kurulmasından evvel Filistinliler diye bir olgu yoktu" şeklindeki temel tezine çok sağlam bir dayanak olarak kabul ediliyor. Kitaptan yapılacak bazı alıntılar, neden böyle olduğunu anlatmaya yeterli olacaktır: 

"Şunu da söyleyeyim ki, [...] Arap yıkıntıları ortasında, kendinizi yarı çıplak vahşilerle imansız Müslümanlar arasında derin bir yalnızlık havası içinde bulursunuz." (s. 234)

"Bu bedeviler, yol vergisini istiyorlardı. Açıkça görülüyordu ki, onlar çölü büyük bir yol olarak görüyorlardı. Herkes kendi yerinin sultanıdır." (s. 238)

"Ben onlara ceza olsun diye bir şey vermek istemiyordum. Rehberim, bu kararımda direnirsem, hiçbir zaman Şeria'ya varamayacağımızı anımsattı. Bu Araplar, gidip öteki oymakları da çağırırlar, hepimizi kıtır kıtır keserlerdi!" (s. 239)

"Afrika ile Asya arasındaki büyük yol üzerine fırlatılıp atılmış olan Arap, Şark'ın ışıklı ülkelerinde, ağaçsız, susuz bir toprak üzerinde başıboş dolaşır." (s. 257)

"Geceyi Lut gölü kıyısında geçirmek, oradan da Şeria'ya geçmek üzere dağların sırtından indik. […] Meğer, gölden tuz almaya giden, bir gezgin görür görmez de kıyasıya savaşa girişen çöl Araplarının geçtikleri yol üzerindeymişiz! Bedevilerin töreleri, Türklerle […] pek düşüp kalkmaları yüzünden bozulmaya başlamıştı. Onlar şimdi, kızlarının ve karılarının düşmesine göz yumuyorlar; eskiden soymakla yetindikleri gezgini boğazlıyorlardı!" (s. 243)

"Müslümanlığın temeli zulümdür, istiladır. İncil ise tersine yalnız barışı, hoşgörüyü vaz eder." (s. 343)

"Doğu milletleri, bir efendinin alın yazısına bağlanmaya alışık oldukları içim, kendilerini düzen fikrine, siyasette orta ölçüye götüren hiçbir kanunları yoktur. Kuvvetlinin zayıfı öldürmesi, onlara bir hak gibi görünür. Bu kurala nasıl boyun eğerlerse, fırsat düştüğünde bu kuraldan gene öylece faydalanırlar." (s. 359)

"Göçebe, istilâcı, gezgin Arap ulusları, oradan oraya koşarken, hiç değişmeyen Mısır'ı taklit etmişler; yaldızlı çadırlarıyla birlikte deve sırtında taşıyabilecekleri dikili taş biçiminde tahta sütunlar, alçıdan hiyeroglifler yapmışlardır." (s. 373)

"Aslında Türklerin mimarlığı bilmediklerini söylemek, apaçık bir gerçektir. Onlar, Arap ve Yunan yapılarının tepelerine ağır kubbeler geçirerek, Çin pavyonları ekleyerek çirkinleştirmekten başka bir şey yapmamışlardır. Kudüs'ün yeni zorba efendilerinin bu bahtsız şehre kattıkları yapılar, yalnız birkaç çarşıyla birkaç tekkedir." (s. 376)

"Vali paşanın, hükmettiği yerleri dolaşırken adaleti yerine getirdiği, halkın öcünü aldığı sanılır. Hâlbuki paşanın kendisi Kudüs halkı için en büyük baş belasıdır. Onun gelişinden, bir düşman kuvvetinin başı geliyormuşçasına korkulur. Dükkânlar kapanır, halk yeraltına saklanır. Üstüne çektiği örtünün altında ölü taklidi yapanlar, dağlara kaçanlar bile vardır." (s. 413) 


Gençliğinde bu tür eserleri okuyarak Filistin'i tanıyan birinin, Siyonist olmakta çok da zorlanmayacağı açık. Bugün İsrail'de hiç de azımsanmayacak oranda insan, Tunuslu doktorunkine yakın düşünceleri taşımaya devam ediyor. 

Öte yandan durum hepten umutsuz değil. Kendilerine 'Yeni Tarihçiler' (The New Historians) denilen bir grup, İsrail'in kuruluşundaki mitleri ve gerçekleri ortaya çıkarma çabalarına devam ediyor bugün. 

Ancak 'makul düşünme' kavramı İsrail kamuoyuna o kadar yabancı ki, küçük bir azınlığın mütevazı çabasının, devasa propaganda araçlarının yaygarası karşısında bir anlam ifade etmesi de oldukça güç.

Hiç yorum yok: