19 Temmuz 2013 Cuma

Çerkes soykırım 21 Mayıs 1864-Adigece bilmezsen kültürünü de bilemezsin!-Aziz Üstel

Gürcü tarihçi Simon Canaşia, Şapsığların bölgesi Cubga’da 91 yaşında bir ihtiyarla karşılaşır. “Neler oldu buralarda 1864’ün Mayıs’ında?” diye sorar. İhtiyar hem ağlar hem de anlatır:
“Deniz kıyısında yedi yıl boyunca atılmış insan kemikleri vardı. Kargalar erkek sakallarından ve kadın saçlarından yuvalarını kurarlardı. Deniz yedi yıl boyunca karpuz gibi insan kafataslarını fırlatıp atardı kıyıya....Benim orada gördüklerimi düşmanımın bile görmesini istemem...”

Soykırımı temel nedeni Rus emperyalist siyasetidir. Kırım Savaşı, Rusya açısından, Batı hele de Türk dünyasına tümüyle açık olan Çerkesya’nın stratejik önemini  ortaya koymuştu.  Bu yörede yıllardan beri Rus boyunduruğuna girmeyi kabul etmeyen, Rus kilisesine asla boyun eğmeyen, kültürlü, geleneklerine ve dinine bağlı, hızla kalkınıp gelişebilecek bir Çerkes-Müslüman nüfus bulunuyordu ki, bunların yok edilmesi şarttı! Adıge tarım ve hayvancılığı, çağına göre, hele de Rusya’yla kıyaslanmayacak kadar ileriydi. (Justin McCarthy—Ölüm ve Sürgün)  Ortodoksların koruyuculuğunu üstlenen, yayılımcı ve sömürgeci Rusya, salt siyasi çıkarları nedeniyle, ülke topraklarındaki bütün Müslüman nüfusunu en başta da kendilerine sür-git direnen ve teslim olmayan Çerkesleri yok etmek istiyordu. (Samir Hatko—Adıge Tarihçisi)
General Mihail Tarfieloviç Loris-Melikov  Kuzey Kafkasya halklarının Osmanlı’ya göç ettirilmesini sağlamak amacıyla İstanbul’a gönderildi, 1860 yılında. Görüşmeler sonucu Osmanlı Devleti, özellikle Kuzey Kafkasya’dan gelecek Çerkes Müslkümanlarını kabul edeceğini açıkladı. İlk aşamada, 1860-1861 yıllarında on bin Kabartay ve Müslüman Oset nüfusu zorla sürüldü Osmanlı topraklarına.  Bu ilk göç bey ve köylülerin topraklarına zorla el konulmasıyla başladı; buna İstanbulak’o yani İstanbul’a Göç denmiştir.  Kabartay ve Müslüman Oset göçlerinin başlatılamasının asıl ve gizli nedeni, daha batıdaki Adıge nüfusuna yönelik “etnik temizlik” ve “dış sürgün” olayını gizleme ve olası tepkileri geçiştirme kaygısıydı.  
Adıgeler Rus’ların niyetini kavramakta gecikmedi, Haziran 1861’de Abadzeh, Şapsığ ve Ubiıh bölgelerini birleştirerek sonuna kadar direnmek amacıyla, Soçi yakınlarında Çerkes Milli Meclisi ve bu meclise dayalı 15 üyeli bir Meclis Yönetimi oluşturdu.  Yönetim Rus Çarıyla uzlaşmaya çalıştıysa da II. Alexander ya sürgün ya da Kuban Irmağı boylarına, sıtma yatağı bataklıklara yerleşmelerini buyurdu. Kabul etmedi bunuj Adıgeler.   Ve 1862’de Rus harekatı başladı, Çerkesler bir yıl süreyle savaştılar. Rusları durdurdular ancak sonunda tükendiler ve ateşkes imzalandı. Rus ateşkes mi dinler! Karlar eriyince, Şubat 1864’de, ateşkes imzalandığından silah bırakmış Adıgelerin topraklarına girdi Ruslar. Ve soykırım başladı; sadece çok az bir bölüm istavroz çıkardığından kalabilme izni koparabildi. Ama onlar da bu utançla fazla yaşayamayıp Ruslara saldırınca hepsi katledildi.  Adıge Hak’uç topluluğu dağları tuttu, 1870’e değin direndi ama sonunda hepsi, aileleriyle birlikte katledildi.
Sürülen nüfusun en az 750 bini yolda hastalık, açlık ve soğuktan öldü. Geri kalanların 500 binini Ruslar katletti.  Tahminn 50 bin Adıge Trabzon’a gitmek için bindikleri gemilerin batması sonucu hayatını yitirdi.  Çerkesya’yı boşaltma işlemi Haziran 1864’de sona erdi. W.E. D Allen, “Kuzeyde Kuban Irmağı ağzından Güney’de Psıbe Irmağı ağzına değin uzanan Karadeniz kıyıları ve iç kesimlerinde bir tek Çerkes sağ bırakılmamıştır.” der. Ülke ıssız ve ürkütücü bir sessizliğe, yalnızlığa ve hüzün yumağına dönüşür. Çerkes yerleşim alanları ateşe verilir, tarlalar atlara çiğnetilir, meyve ağaçları askerlerce birer birer kesilir.Amaç, Adıge dönüşüne fırsat ya da dağlarda direnenlere yani Hak’uçlara yararlanacakları hiç birşey bırakamamaktır...Bu gün Türkiye’de 3 milyon Çerkes yaşamaktadır tahminlere göre; hepsine baş sağlığı diliyorum efendim.

Adigece bilmezsen kültürünü de bilemezsin!

Çerkeslerin özel, yazılı, ortak bir dil oluşturma girişimleri 19. yüzyılda başlar, 20. yüzyılın ilk çeyreğinde de sürer. Çerkes aydınları önce Kril harflerine dayalı bir yazı üzerine eğilirler. Ancak İslamiyetin yaygınlaşmasıyla birlikte bu kez Arap harfleri gündeme gelir. Derken 20. yüzyılın başında Latin alfabesine yoğunlaşır Çerkes aydınlar. Ama altısı ünlü kırk sekiz harften oluşan bu alfabe de rafa kaldırılır, Kril alfabesine dayalı, Adige Kril gündeme oturur; bugün de kullanılan alfabe budur zaten.
İtiraz edenler çıksa da, günümüzde asıl Çerkesçe, Adigece olarak hem yazılmakta hem de konuşulmaktadır. İster Ürdün’de ister Türkiye’de isterse de başka bir yerde yaşayan Çerkes ailelerin çocuklarına bu dili öğretmeleri gerekir ki, geçmişlerinden, tarih ve kültürlerinden kopmasınlar. Bugün Adige Cumhuriyeti Maykop Bölgesi, Kuban Havzası Tuapse dolaylarında Çerkeşçe dersen Adigece’den söz ediyorsun demektir.
Çerkes dili Çerkes kültürünün temelidir; edebiyatı, sanatı, felsefeyi, mitolojiyi kendi diliyle anlatmıştır Çerkesler yüz yıllardan bu yana. Tek tük de olsa çeviriler vardır ama bütün çeviriler gibi hepsi de eksiktir, Çerkes kültürünün o sınır tanımaz zenginliğini, lezzetini, göz kamaştıran, akıllara durgunluk veren ihtişamını anlatmaya yetmez, bana Çerkesçeyi çok iyi bilen dostlarımın anlattığına göre ki, yüzde yüz inanırım. Alın İngilizce okuyun Yunus Emre’yi sonra bir de Türkçe okuyun; aradaki farkı o saat görürsü nüz.
Bakınız, eğer Çerkes dilini bilmiyorsa bir Çerkes genci, Yıldırım Tanrısı Şıble’nin anlamını ve Çerkes yaşamındaki önemini kavrayamaz. Yıldırım çaktığında, gök gürlediğinde bundan iki bin yıl önce okunan şiirsel anlatıma bürünmüş duayı da çözemez:  
Wua yela yela, Halkımıza vurma/ Yela yela yaşamımızı koru/ Yela Yela armut suyumuzu (nektar) rahatlıkla içmemize izin ver.
Efendim, Adigeler bu yumuşatma, sakinleştirme yakarılarına salt doğa olayları karşısında başvurmamış, toplumsal yaşantıları boyunca, yüz yüze geldikleri hadiseleri süslü ve güzel söz söyleme becerileriyle anlatmış, tehlikeli olanları da gene aynı biçimde savuşturmaya soyunmuştur... Toprağı süreceğinde, hasat devşireceğinde, doğum ve ölümde, hastalıklarda, savaşlarda, şölenlerde, düğün ve eğlencelerde, konuğu geldiğinde bu güzel, süslü sözcükleri kullanmışlardır ki, bunları çevirmek pek zordur. Çünkü Çerkes ruhunun inceliğini, yılların deneyimini, yaşanan mutlulukları, çekilen acıları ancak kendi öz dilinde anlatabilir insan.
Kuzey Kafkasya’da Çerkeslerin ilk ataları olan Nart Kahramanlarının halk için verdikleri uğraşlara ilişkin nice türküler yakılmış, yiğitlik öyküleri anlatılmıştır. Adigelerin yaşamları,  öykü ve masalları, akıllı buluşları, düşünceleri Nart Mitolojisi’ni oluşturur. Nart söylencelerinde Adige halkının hangi toplumsal aşamalardan geçtiğini, neler ürettikleri ve kahramanlıklarını görebiliriz. Kadın kahramanı Seteney Guaşe ile Anaerkil, Sasrikua’nın “kadın sözünün kılavuzu olmaz” sözüyle Ataerkil dönemin, Nart Tlepş’in demiri işlemesiyle de demir işçiliğinin kullanıldığı yılların bütün özelliklerini görmek olasıdır.
“Eğer bir halkın söylencelerini bilmezsen, o halkın geçmişini de bilemezsin” (Yenemiko Mevlut) sözü çok doğrudur hele bir düşünecek olursanız. “Nart halkının/ Benzeri görülmemiş/ Tanrısal güçle yetişmiş/ Sihirli bir ağacı vardı.../ Gün batmadan/ Dallarında tek elma/ Olgunlaşırdı... diye başlayan “Nartların Altın Ağacı” adlı bir manzum bir eser vardır ki, çevirisi bile muhteşemdir. Varın düşünün Kabartay dilinde anlatılan bu söylencenin aslı kimbilir nasıl da büyüleyicidir. Hadağatlı Asker tarafından derlenmiştir.
Bütün bunları niye anlattım? Çerkesçenin seçmeli ders olması gereğini vurgulamak için elbet. Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olan bütün Çerkeslerin en doğal hakkıdır dillerini öğrenmek, geçmişlerini kendi dillerinden okumak. Devlet katında bu isteği gerçekleştirmek için her türlü çalışmayı yapmak zorunluluktur bendenize göre...

Hiç yorum yok: