3 Mart 2013 Pazar

Topkapı’da Kremlin günleri-Rusya tarihine devam-İlber Ortaylı


Topkapı’da Kremlin günleri

Kremlin’den gelecek hazineleri üç ay boyunca Topkapı Sarayı’nda görebileceksiniz


Kremlin’den gelecek hazineleri üç ay boyunca Topkapı Sarayı’nda görebileceksiniz


Kremlin eski Rus şehirlerinde saray ve bürokrasinin ve asker kışlasının bulunduğu hisar kısmıdır. Nadiren taş surlarla, genellikle ahşapla çevrilidir. Moskova Kremlin’i ise 13’üncü asırdan beriRusya’nın yükselen yıldızıdır. Altın Ordu devletinin fetihleri döneminde eski Rusya’nın parlak şehri Kievsöndü. Kuzeydeki Veliki Novgorod, Altın Ordu hanları ile anlaşarak ayakta kaldı ve Batı Avrupa ile ticari ilişkilerini sürdürerek zenginleşti. Moskova ise Altın Ordu’nun Rus şehirleri üzerinde bağlantısı ve denetçisi mevkiine çıktı. 
15’inci asırdan itibaren Moskova Rusya demekti. Kremlin’in taş surları ardında yükselen katedraller hem doğudan hem İtalya’dan gelen ustalar ve mahalli Rus ressamların ve sanatçıların katkısıyla ayrı bir dünyayı doğurdu. Kremlin Sarayı bir yandan Asya’nın izlerini taşır, diğer yandan Bizans kültür çevresinin kuzeydeki uzantısıdır; yeni çağlarda da ister istemez gözleri Avrupa’ya bakan bir dünyadır. 

Farklı kültürlerden etkilendi
Moskova Kremlin’inin 15’inci ve 17’nci asırlardaki yaşayışı, kullanılan kumaş ve mücevherat, Türk dünyası ile yapılan silah zırh mübadelesi, yerli mobilyalar Rusya’nın farklı kültürel çevrelerden nasıl etkilendiğini gösteren delillerdir. 20’nci yüzyıl başında, Moskova Tarih Müzesi’nin ünlü müdürü İvan Zabelin’in anıtsal eserinde (“Rus Çarlarının Gündelik Hayatı”) bütün teferruatıyla ortaya koyduğu gibi Moskova Kremlin’i şarkla garp arasında bir sentezdi. 
Kremlin’de Osmanlı sarayından gelen diplomatik hediyeler, özellikle silah, zırh ve at koşum takımları yanında ruhbanın kullandığı kumaşlar, Osmanlı Türkiye’sinin etkilerini gösterir. Etkilere açık olmak bir uygarlıktır ve Kremlin her şeye rağmen özgün bir saraydır. Büyük Petro öncesi Rus medeniyetini temsil eden bu sarayın yaşamı ve protokolü bizim için çok önemlidir. Ve bu sarayda kullanılan eşyanın Osmanlı ve İran saraylarında kullanılan malzeme ile değerlendirilmesinde medeniyet tarihimiz açısından önemle durmalıyız. 

Biz de Topkapı Sarayı’ndan Kremlin’e göndereceğiz
Cuma gününden itibaren Topkapı Sarayı kendisi ile tarihi bakımdan büyük bağları olan Kremlin Sarayı’nın hazinelerini misafir edecek. Sergi üç ay açık olacak. Burada Kremlin’den gelen zenginliklerin yanında 
10 gün kadar sonra açılacak ilave bir sergi daha var: “Osmanlı Sarayındaki Rusya”. 
Bu diplomatik eşyalarla İstanbul halkı ve öğrencilerimiz Rusya hakkında bir fikir edinecek ve geçen aylarda açtığımız İran sergisi ile komşu medeniyetler hakkında bağlantılı bir yorum yapabilme imkânı olacak. 
Böyle bir sergi de tıpkı Topkapı’daki İran sergisi gibi ilk defa açılıyor; mevzuatımız ve bütçemiz buna müsait değildi. 2010 komitesinin katkılarıyla bu yapılabildi. “Osmanlı sarayında Rusya” sergisi içinDolmabahçe Sarayı ve Askeri Müze de malzeme verdi. İkinci serginin muadili Kremlin Sarayı’nda Osmanlı eserleri sergisi olarak açılmıştı. Mayıs sonunda da Topkapı Sarayı Müzesi hazineleri Moskova Kremlin’ine gidecek. Böylelikle 2009 ve 2010 yılları geniş anlamda Rusya-Türkiye kültürel yılı olarak yaşanacak. 

Selanik her zaman farklıdır
Makedonya’nın başkentidir; Roma dünyasının ünlü Via Aegnetia denen yolu Arnavutluk’un Adriyatik kıyısındaki Draç (Duatzo) limanından çıkar ve Selanik’e uzanırdı. Bir Yunan şehriydi ama tamamı değil. Osmanlı onu Mart 1430’da Venediklilerden aldı. Katolik kilisesinin zulmü altında inleyen yerli halk bu fetihten hiç de şikayetçi görünmüyordu.  Türkler şehre yerleşir yerleşmez genişleyen fetihleriyle birlikte Selanik, merkez olacağı geniş bir art ülke buldu. Limana gelen mallar buradan içeriye dağılıyordu. Balkanların ne zenginliği varsa buradan dünyaya taşınıyordu.
15’inci asrın başında Selanik yeni bir halka kapılarını açtı. Portekiz ve İspanya Yahudileri Katolik zulmünden kaçıyordu. Önce Rumeli şehirlerine, oradan da Selanik’e yoğunlaştılar. Kısa zamanda Selanik sadece Türk imparatorluğunun değil bütün Akdeniz’in en kalabalık Yahudi metropolü oldu. 
Naziler Selanik’i işgal edip 90 bin Yahudiyi ölüm kamplarına sevk edene kadar da önemli bir Yahudi şehriydi ama Selanik Yahudiliğinin ikbali Balkan savaşlarında söndü. Tahsin Paşa yüz ağartan bir savunma gösteremedi. Yunan ordusu şehri Tahsin Paşa’dan teslim aldı. 
1912-13 kışı Müslümanlarla birlikte birçok Yahudinin de şehri terk ettiği meşum günlerdir. Çünkü Yunan ordusu Helen unsuru öne çıkaracak etnik bir temizliğe başlamış ve Yahudi mahallelerine saldırmıştır. 
1660’larda Osmanlı Yahudiliği arasında ortaya çıkan Sabetay Zvi hareketi Selanik’te çok taraftar topladı. En kalabalık Sabetaycı cemaat burada yaşadığından bu dini zümreye Selanikliler deme âdeti de böyle ortaya çıktı. 
Selanik’in bütün Akdeniz milletlerinin ve hatta bütün Avrupalıları toplayan kozmopolit ortamında yeni bir hayat tarzı ve dünyaya açık kapılar vardı. Osmanlı meşrutiyeti orda yeşerdi. Makedonya büyük komutanlar yetiştirir; Büyük İskender, Justinyen ve Mustafa Kemal’in milletlerin kaynadığı bu bölgeden çıkması hiç de tesadüf değildir. 
Selanik her zaman farklıdır. 580 sene evvel dünyamıza kattığımız ve neredeyse beş asırlık Osmanlı idaresi boyunca benimsediğimiz, nüfusumuzun en seçkin unsurlarının yetiştiği ve hüzünle terk ettiğimiz bu diyar her zaman güzel; 
ama şehrin kendisi bugün bütün Doğu Akdeniz şehirleri gibi inşaatlara teslim olmuş vaziyette. 


Törenler de kavgalar da buradaydı

Thomas Allom’un “Atmeydanı” adlı tablosu.

Pera Müzesi yanı başındaki İstanbul Enstitüsü ile bir sergi hazırladı. Hippodrom, yani Osmanlı devrindeki ismiyle tam tercüme “At Meydanı” dediğimiz yer, bugün Sultanahmet ismiyle anılıyor. Beşeriyet tarihinde İmparator Teodosius’un 390’da Mısır’dan getirttiği III. Tutmosis adına dikilen obeliskin buraya monte edilmesiyle şöhret yapmıştır. Bir de, maviler ve yeşiller arasındaki bitmez tükenmez at yarışı kavgalarıyla ünlüdür. Bu kavgalar kolayca siyasete de dönüşmüştür. 

At yarışları burada yapıldı
Hippodrom aslında şehrin kurucusu Konstantin’in de değil, 280’lerde İmparator Septimus Severus’un düzenlemesini başlattığı bir alandır. Tarihi önemini 330’un Mayıs ortasındaki temel atma törenine borçludur. Her ne kadar Konstantinopolis yani Yeni Roma Hıristiyan bir başkent, Konstantin de Hıristiyanlar imparatoru 
diye anıldıysa da şehrin törensel temelinin atıldığı gün Tanrı Merkür’ün kutsal günü İdius Maiae (Mayıs’ın 11-13’ü) olmuştur. 
 Alanın kenarındaki Milyon Taşı, dört bir yana uzanan mesafelerin sıfırıncı kilometresiydi. Meydan her zaman kalabalık bir yerdi; Bizans devrinde fitne burada çıkardı, tıpkı Osmanlı devrinde olduğu gibi. 
Konstantinopolis’in ünlü at yarışları burada yapılırdı, Osmanlı’nın her türlü resmi geçidi, gösterisi, siyasi kavgası yanında; dillere destan, unutulmaz şehzade sünnet düğünleri de burada yapıldı. 532’de 30 bin kişinin katledildiği ve eski Ayasofya kilisesinin kundaklandığı Nika ayaklanmasını biliyoruz. İstenmeyen devletluların ve saraylıların kellelerinin mitolojik vakvak ağacındaki gibi, bir ağacı donatması ise 17’nci asırdaki ayaklanmaya has bir manzaradır. Kitleler hırslı ve bir kere başkaldırdı mı küstah ve gaddar olurlardı. Yine de 2 bin yıllık medeniyetin başta Ayasofya ve Sultanahmet Camii gibi parlak eserleri bu meydanı donattı. 
Hippodrom’u önemli belge, resim, gravür ve makalelerle tanıtan iki ciltlik eser ve unutulmaz bir sergi Pera Müzesi’nde görülmelidir. En ilginç parçalar da Hippodrom’un sanal rekonstrüksüyon (yeniden yapılandırma) görüntülerdir.

Rusya tarihine devam

Topkapı Sarayı’ndaki ilave sergi “Osmanlı Sarayında Rusya”, iki imparatorluk arasındaki hediyeleri ve onların arkasındaki tarihi göz önüne seriyor


Topkapı Sarayı'ndaki ilave sergi “Osmanlı Sarayında Rusya”, iki imparatorluk arasındaki hediyeleri ve onların arkasındaki tarihi göz önüne seriyor

6 Nisan akşamı Topkapı Sarayı’nın Has Ahırlar dediğimiz bölümünde bir sergi daha açılacak. Bu salonda 20 gün önce Kremlin Sarayı’ndan gönderilen 110 parçalık mücevher, kumaş, silah, koşum takımları ve Çar Mihail Romanov’un portresinden oluşan muhteşem bir sergi açılmıştı; bu yeni sergi ona ilavedir. Aynı zamanda, geçen sene Kremlin Sarayı’nda açılan ve Türk elçilerinin Rus çarlarına getirdiği diplomatik hediyelerden oluşan sergiye bir mukabeledir. 
Topkapı Sarayı hazineleri içinde 19 ve 20’nci yüzyıl başındaki Rusya’ya ait değerli eserler de vardır. En önemlisi Faberge dediğimiz ünlü kuyumcu aileye ve ustalarına ait eserlerdir. Elimizde Faberge’ye ait tipik Paskalya yumurtaları yok ama mesela Mimar Sinan’ın Kırım Gözleve’de tersim ettiği camiin muhteşem bir gümüş maketi, Çar II.Nikola’nın Osmanlı hükümdarına hediye ettiği bir masa saati gibi fevkalade özgün Faberge ürünleri var. 
Bu kadarla bitmedi. Topkapı Sarayı’ndaki Rus madalya ve nişanları, grandüklerin ziyaretlerinden kalma sigara tabakaları dışında Dolmabahçe Sarayı ve Askeri Müze’den alınan ödünç malzeme de var.
Bu malzeme Topkapı Sarayı’ndaki “Osmanlı Sarayında Rusya” sergisini hassaten zenginleştirecek kardeş müzelerin cömert desteğinden oluşuyor. İstanbul müzeleri arasındaki bu gibi verimli destek İransergisinde başladı ve şimdi de devam ediyor. Eğer gençliğimize tarih öğretecek konulu sergiler açacaksak, hiçbir müzenin tek başına bunu gerçekleştirecek kadar zengin olmadığını kabul etmeliyiz. Belirli bir konunun parçaları sadece yurtiçinde değil, yurtdışındaki müzelerden bile aranır. Belirli dönemin ve belirli coğrafyanın öğretilip tanıtılması için konular tespit edilir. Müzelerden rastgele toplanan malzemenin pek yararlı olacağı düşünülemez. Zira müzeler ne porselen dükkanıdır ne de kuyumcu tezgahı...

Hediye listesi arşivde yok
Rusya ile ilişkilerimiz 15’inci asrın sonunda başladı. 1492’de ilk sefirin II.Bayezid’e gönderildiği kayıtlardan anlaşılıyor. Gönderilen hediyelerin listesini Rus meslektaşlarımız Kremlin arşivlerinde taradılar fakat bulmak mümkün olmadı. Muhtemelen Osmanlı sarayına IV. İvan ve Çar Boris Godunov döneminde gönderilen hediyeler sarayda mevcut olsa bile envanterini tesbit etmek mümkün olmuyor. Şuna emin olmalıyız: Eserlerin kaydı varsa da menşei gösterilmemiştir. Zira birçok sarayların aksine Topkapı Sarayı’nın yağma geçirmediği malumdur. İçindeki zenginlikler bu nedenle bazen ayrıntılı eserlere kadar korunmuştur. 
“Osmanlı Sarayında Rusya”, “Topkapı Sarayında Kremlin Hazineleri” sergisi ile birlikte Rusya tarihi için öğretici iki düzenlemedir. Haziran sonuna kadar ikisini birlikte görmek mümkün olacaktır. Bundan sonraki sergi Japonya’dan gelen ve II.Abdülhamid dönemine ait bazı diplomatik hediyeleri içeren düzenleme olacaktır. 

Türkolojinin mimarlarından ölümsüz Jean Deny
26-27 Mart’ta Paris’te Şark Dilleri Okulu ve Ecole Normale Superieure gibi Fransa’nın iftihar ettiği iki önemli kurum Fransız Türkolojisinin ölümsüz siması Jean Deny anısına iki günlük bir toplantı tertipledi. Toplantıya Fransa ve Türkiye’den bendenizin de dahil olduğu meslektaşlar katıldılar. 
Jean Deny Polonya asıllıdır. Polonya’nın bütün seçkin aydınları gibi Fransız kültürü ile bütünleşmiş ve Fransa’ya, bu ilmin her hizmetkarının cesaret edemeyeceği bir dalda hayatını vakfetmiştir: Gramer...
Şark Dilleri Okulu 1920 ve 30’larda her şeyden önce Türkoloji dünyasına büyük hizmetler edecek, ilerinin büyük alimi gençleri talebe olarak barındırıyordu. 1930’larda Britanyalı Bernard Lewis oradaydı. Avusturyalı Andreas Tietze orada öğrenciydi. Kafkaslar’ın kabiliyetli genç kızı,Selçuklu dönemi tasavvuf araştırmalarına ve Aleviliğe hayatını adayan Irene Melikoff orada talebeydi. 
Bu dahi ve zor talebe takımına Jean Deny Türk dili gramerini öğretiyordu ve o tarihte birtakım Avrupalılar ve pek bir şeyden anlamayan ama söylenen Türk aydınlarının hilafına ünlü açıklamasını yaptı: “Türkçe ilmin ve düşüncenin her sahasında kendini ifade edebilecek düzeyde bir dildir.” Dilbilgisi ve tarihi filoloji alanında pek kimselerin yetişemeyeceği düzeydeki araştırmaları ona bu sözleri söyletmiştir. 
Bernard Lewis onun dersleri için “sıkıcıydı” demiştir. Doğru; gramer ne şiirin, ne siyasi yapı tahlillerinin ne de tarih üzerindeki spekülasyonların tadını taşır. Ama en lazım ve en pekin daldır. Maalesef Türk dili dünyası bu dalda henüz verimli çalışmalar ve eserler ortaya koyamıyor. Onun için Jean Deny ölümsüzdür, daha uzun zaman öncülüğünü muhafaza eder. 
Bernard Lewis’in ve diğer seçkin talebelerin bayıldığı ve “her şeyi öğretirdi” dediği hoca ise Dr. Adnan Adıvar’dır. Kemalist Türkiye’yi ve Kurtuluş Savaşı’ndaki dava arkadaşlarını terk ederek Paris’de Şark Dilleri Okuluna sığınan Adnan Adıvar için Bernard Lewis, Andreas Tietze ve İrene Melikoff ve Louis Bazin “Muhteşem bir kişilikti, her şeyi bilir ve öğretirdi, hatta Faust bile öğretti. Doğu ve Batı her iki dünyaya da mensuptu ve her ikisinin de efendisiydi” demişlerdir. Galiba Türkiye’de sağcı solcu birtakım adamların bilir bilmez eleştirmekten geri kalmadıkları Dr. Adnan Adıvar için Şark Dilleri okulu, müstesna talebelerinin nezdinde bir nevi adil değerlendirme merkezi olmuştu. Tabii Türkolojinin gerçek mimarlarından birisi sıkıcı (!) gramer hocası Jean Deny’dir.

Hiç yorum yok: