7 Ağustos 2013 Çarşamba

Pencere kenarındakiler-Mustafa Ulusoy

Pencere kenarındakiler

Kaygılarını duaya dönüştürdü. Sevdiklerine dua etmek onun en büyük şiarı oldu. Biz hayat sofrasındayken, bir kenarda bizi seyretti durdu annem. Onun hayattan lezzet alma biçimi de buydu.
Sofranın etrafına dizilmiştik. Çatal kaşık sesleri birbirine karışıyor, her birimiz kendi içimize gömülmüş rızıkları tadıyorduk. Tek tük laflasak da sofraya sessizlik hakimdi. Bir an gözüm ona kaydı.

Sofraya oturmamıştı çoğu zaman yaptığı gibi. Çocuklarının, gelinlerinin, damatlarının, torunlarının yemek yiyişini izliyordu. Dünyanın en güzel manzarası buydu onun için. Bir gün batımından da doğumundan da, envai çeşit çiçekle bezenmiş has güllerle donanmış bir bahçeden de daha güzel bir manzaraydı onun için bu. Cennetten bir manzara seyreder gibi seyrediyordu bizleri.
 Annem Hatice Hanım bizi seyrederken ben de onu seyrettim.
Annemin yüzüne yayılan huzur ve mutluluğun sırrına vâkıf olmak istedim. Ve o an önemli bir şeyi anladım.
Ben annemi seyrederken aslında şefkatin tecellisini seyrediyordum.
Anneni nasıl tarif edersin diye sorsalar, düşünmeden “Şefkat isminin muazzam bir tecelligâhı.” derim tereddütsüz.
Şefkatin peşine düşenleri dert ve tasa bekler
Babamın, onu ilk gördüğünde ben bu kızla evleneceğim, dediği darbı mesel olmuştur bizim ailede. Annemde “Cemal” ismi güzel mi güzel bir şekilde tecelli etmişti. Ama annem cemalinin derdinde değildi. Anne olunca narin burnunu, yay gibi kaşlarını unutmuş, şefkatinin peşine düşmüştü.
Şefkatin peşine düşenleri dert ve tasadan örülü  bir ömür bekler. Hayatları bir çile yumağına döner. Sevdiklerinin üzerine düşer şefkatli bir kalp. Yemez yedirir, giymez giydirir. Geceleri uyumayı unutur.
 Şefkat ehli olmak, kendinden önce başkasını düşünmek nedir bilmektir. Fedakarlık ve feragat sahibi olabilmektir.
Amma lakin, şefkat ehli olmak demek karşılık beklemeden fedakarlık ve feragat yapabilmektir.
 Annem Hatice Hanım, dokuz doğum yapmış. Benden önce dört çocuğu ölmüş. Beş çocuğu bu hayatta.
Ben annemin ağzından sevdiklerine yaptığı fedakarlık ve feragattan dolayı bir kere bile şikayet cümlesi duymadım.
 Hiç unutmam. Otuz yaşlarındaydım. Sungurlu’dan misafir gelmişti bize. Şiddetli bir migren atağıyla yatak döşek yatıyordum. O an ona denseydi ki, bu baş ağrısını oğlundan alıp on katını sana vereceğiz, yüz katına bile razı olurdu. Başımı elleriyle tuttu, okudu, okudu, okudu. Mutlak Varlık da onu kırmadı. Baş ağrım geçmişti.
 Annem bizi seyrederken ben de onu seyrettim o gün. Tebessüm eden yüzünde Bediüzzaman’ın şu satırlarını okudum:
 “Hem, bir şefkat ve merhamet sahibi, şefkat ettiği mahlûkların istirahatleri derecesinde hakiki bir lezzet alır. Meselâ, bir vâlidenin evlâdının mesûdiyetlerinden ve istirahatlerinden, şefkat vâsıtasıyla aldığı lezzet, o derece kuvvetlidir ki, onların rahatı için ruhunu fedâ eder derecesine getirir. Hattâ o şefkatin lezzeti, tavuğu, civcivlerini himâye etmek için, arslana saldırtır.”
 Ne zaman annemin yüzüne baksam, pencere kenarında bekleyen bir imge düşer zihnime ayrıca.
Annem bize bakarken ben de annemin yüzüne bakıyordum ve o imge yine belirdi ansızın.
 Şefkatin peşine düşenlerin gözleri de yollara düşmüştür artık.
Anneler hep bekler
Anne demek, pencere kenarında beklemek demektir.
Anneler hep bekler.
Okuldan dönecek evladını bekler.
Gece hâlâ evine dönmemiş oğlunu bekler.
Askerdeki oğlunu bekler.
Annem de çocuklarını hep bekledi.
Arabayla evine gecenin kaçında varırsam varayım, annemi hep pencere kenarında buldum. Pencere kenarına koyduğu yastığı kendine yoldaş kılmış, eli yüreğinde, dudakları kıpır kıpır duada bekledi her daim.
 Şefkat demek biraz da kaygı, endişe demektir.
Annem demek kaygı demekti. Bizim için hep kaygı duydu. Okul yüzü görmemiş, okuma yazması olmayan bu irfan sahibi kadın şunu yapmayı bildi ama hep: Kaygılarını duaya dönüştürdü. Sevdiklerine dua etmek onun en büyük şiarı oldu.
 Biz hayat sofrasındayken, bir kenarda bizi seyretti durdu annem. Onun hayattan lezzet alma biçimi de buydu.
Pencere kenarındakiler şefkatin peşinde, şefkat ettikleriyle beraber diyar diyar dolaştılar. Her kalp atışları bir adıma denk düştü bu yolculukta.
Annem de şefkatin peşine düşmüştü.
Ben de annemin.
Aşk aşk diye tutturanların kulakları çınlasın.

Endişe çağı

“Endişe çağında yaşamanın ender nimetlerinden biri, bizi kendimizin farkında olmaya zorlamasıdır. Standartlar ve değerler altüst olduğunda, içinde yaşadığımız toplum, Matthew Arnald’ın deyişiyle, ‘ne olduğumuz ve ne olmamız gerektiği’ hakkında bize net bir tablo sunamadığında kendimize dair arayışımıza geri döneriz. Dört bir yanımızı saran acı verici güvensizlik duygusu, bize şu soruyu sormak için yeni bir dürtü sağlar: Acaba gözden kaçırdığımız önemli bir rehber ve güç kaynağı var mı?”
Rollo May’in Kendini Arayan İnsan (Okuyan Us Yayınları) kitabının önsözünden.

Kaç kere affetmeli?

Twitter’da geçenlerde Hz. İsa’ya atfen affetmekle ilgili çok hoş bir söze denk geldim. Havarisi Hz. İsa’ya, “Kardeşimi kaç kez affetmeliyim?” diye sorar. Hz. İsa da şöyle cevap verir: “Allah’ın seni kaç kez affetmesini istiyorsan sen de o kadar affet!

Hiç yorum yok: