7 Ağustos 2013 Çarşamba

İstediğini yapamamak-Mustafa Ulusoy

İstediğini yapamamak

Kim istemez sınırsız yesin içsin ama bir gram kilo almasın, daima incecik kalsın. Kim istemez bir gram acı, bir gram hüzün vermesin; haz ve keyif damlaları olarak nefse yağsın dursun hayat. Nefsin hizmetinde olsun böylelikle.
Ne yazın sıcağı yaksın ne kışın soğuğu dondursun bizi. Baharın o ferah havası eksik olmasın gökkubbemizden. Güller açsın ve hiç solmasın. Sararıp da dökülmesin hiçbir ağacın yaprakları. Kirlenmesin ve eskimesin sevdiğimiz eşyalar, kıyafetler. Eksilmesin önümüzde sevdiğimiz yemekler.
Kim istemez engeller olmasın önünde. Trafik akıp gitsin her daim mesela, durup kalkma olmadan.

Kim istemez kafası estiği gibi yaşasın,  keyfemâyeşâ. Canı ne isterse yapsın. Canı istemezse de yapmasın. Sınırlar kalksın nefsin önünden. Yıkılsın isteklerimizle aramızda yükselen engeller. Olsun, olmasını istediğimiz her şey ve  yok olsun görmek istemediğimiz her şey.
Kimin benliği başkasına tabi olmak ister?. İnsanın en büyük fantezisi sonsuz özgürlük sanısı değil midir? Kim kendi nefsini birazcık tetkik etse, “Nefsi kendini hür ve serbest ister ve öyle telâkki eder” hakikatini tasdik etmez.
Kimse bana karışmasın, diye inler durur nefis. Onun da fıtratında bu vardır, ne yapsın. “Hattâ, mevhum bir rububiyet ve keyfemâyeşâ hareketi, fıtrî olarak arzu eder.”
Benlik ve nefis talep eder, doğru. Önündeki görmediği cama toslar gibi toslar hakikatin kendisine.  Yaratılış kanunları reddeder nefsin bu talebini. Dört bir yandan sarılıdır insan. Adeta insanın nefsiemmaresinin sınırsızlık özlemine darbe vurur daim.
Mevhum olan rububiyetini, kendine tapınma isteğini alaşağı eder adeta. Hayat bir tayfun gibi saldırır benliğe. Nefsiemmareyle hayatın kanunları çarpışır durur. Okyanusun önündeki direngen kayayla dalgaların savaşı gibi. Ya kayanın önünde  kırılacaktır dalgalar ya da dalgalar sürükleyip götürecektir kayayı.
Kaybeden hep nefsimizdir.
Hayat dar bir yol, çarpışma kaçınılmazdır.
İnsanın başına gelen, diğer varlık kardeşlerimizin de başına gelir. Güneşin önüne set çeker bulutlar mesela. Kopkoyu cüsseleriyle aman vermezler güneşe. Güneş kapana kısılır. Bazen de yağmura susar toprak. Toprağın kucağındaki tohum, aç ve susuz kalır. Çatlayamaz bir türlü. Ağaçlar boy veremez kuraklık zamanı. Güdük kalır, nebatat. Susuzluktan çatlar toprağın bağrı ve hayvanların damakları. Bir damla suya muhtaç, dalın ucundaki meyve pat diye yere düşer,  çürür gider. Olgunlaşıp kendini gösteremeden.
Hep talep eder nefis
Gökyüzü, bazen masmavi pırıl pırıl, kimi zaman gri bir kesafetle kaplı. Göğün yüzü bile bazen asık bazen aydınlık.
Yemek üstüne yemek yiyerek keyif üstüne keyif sunmak ister nefsine insan. Ama yaratılış kanunları heyula gibi dikilir önüne. Beden sınır koyar. Bu kadarı fazla der. Bedendeki yaratılış kanunlarına çarpar, hızını alamayan nefis.  
İnsan gündüzü ister, karşısına gece çıkar. Her daim genç ve güzel kalmak ister, zaman derisine çizgiler işler. Nefes nefese kalıp kısıtlanmaktan nefret eder nefis. Yorulmadan koşmak ister. Koşmadan varmak ister. Yaş kemale ererken bir yandan. Bir de bakar ki elinde üç kiloyu taşırken belinde ince bir ağrı.  Kemirir durur ömrünü iki fare, birinin adı gece birinin adı gündüz. Her gün biraz daha eksilir gücünden kuvvetinden. Her geçen saniye birer çekiç gibi iner nefsiemmarenin üzerine.
Hep talep eder nefis. Durmaksızın. Karşına çıkan koca bir “HAYIR”dır. Dışarı çıkmak istersin, annen baban hayır der sana. Kocan hayır der, karın hayır der. Devlet hayır der. Bedenin hayır der. Arkadaşın hayır der, hayır seninle gelemem bu akşam, işim var, başka bir zaman gidelim sinemaya. Ama sen o an gitmek istiyorsundur. Yolunun önüne “hayır”lardan müteşekkil koca kayalar dökülür. İsteklerin, engellerin arasında sıkışır kalır.
Her tuttuğunu koparamazsın ey nefis. Koparamazsın çünkü kopmaktasın her daim.
Bazen de şöyle bir sanıya kapılır insan: “Ben özel biriyim ve diğer insanlar için konulmuş olan kısıtlamaları kabul etmek zorunda değilim.”
Kimse özel değildir
Halbuki kimse özel değildir, hayatın genel geçer kısıtlamaları konusunda. Hayat kimseye özel muamele yapmaz, yapmamıştır yapmayacaktır bu konuda.
Senin de herkes gibi er ya da geç saçların beyazlar. Yorgunluk senin de sızlatır kemiklerini. Sen de uyumak zorunda kalırsın. Senin de karnın guruldar, miden kazınır, acıkırsın. Senin elinden kayan bardak da yere düştüğünde parçalanır. Yaşamak hiç bitmesin istersin. Oysa dünya elini eteğini çeker bir gün senin de üzerinden. Dışında kalmak istediğin kısıtlamaların tam da içindesindir halbuki. Yağmurlu bir günde dışarı çık istersen. Sen de ıslanırsın.
Bütün kuşlar kaçışır dallardan. Tutamazsın hiçbir arzunu hayat dalında.
Geçiyor günler, geçip gidiyor, avuçlarında isteklerin. Yapamadıklarını da götürüyor. Ve hâlâ direniyorsun sen ey nefis,  tepiniyorsun, istediğini elde edemediğinde kendinden geçiyor, öfke ile köpürüyorsun ve  üstelik buna hakkın olduğunu sanıyorsun.
Hep tuttuğumu koparan biriydim diye övünürken, bir bilsen hayat seni kolundan tutup her an götürmekte.
Senin de yüzüne gölgeler vuruyor bilsen. Senin de güneşten gözlerin kamaşıyor. Sen de çıplak gözle bakamıyorsun güneşe.
Ve bir gün senin de kapını çalacak Ölüm Meleği. Ne köpük köpük öfken kâr edecek, ne yalvarışın. Ne korkacak senden ne de acıyacak. Yüzüne bakıp diyeceksin: “Daha önce karşılaşmış mıydık?”  Onun cevabı “Hiç ayrılmamıştık ki” olacak.. “Biraz daha...” diyeceksin, “Hayır” diyecek.
İşte nefsim, en korktuğum ne biliyor musun, eğer kendini hür ve kendi başına olduğunu yanılsamasından bir an önce vazgeçmezsen, o ölüm anında, Ölüm Meleği sana koca bir HAYIR çektiğinde, işin gerçekten çok zor.
Gel ey nefsim, aklını başına al, Mutlak Varlık’a tabi ol da her şeyin köleliğinden kurtar kendini.

Kargaşa durumlarında

Geçenlerde karşıma çıkan şu hadis, bu karmaşa günlerinde oldukça yol gösterici sanırım: Ma’kil İbni Yesâr radıyallahu anh’ten rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sas) şöyle buyurdu:

“Ortalık kargaşa içindeyken ibadet etmek, bana hicret etmek gibidir.”


‘İsyan pazarlanıyor’

Joseph Healt ve Adrew Potter’in İsyan Pazarlanıyor (Ayrıntı Yayınları) kitabını görür görmez çarpıldım, bilhassa ismine. Kitabı henüz okumadım ama arka kapağında yazılanlar hayli ilginç.
“Sözde çeşitlilik sunan günümüz büyük şirketler dünyasının insanları mahkûm ettiği tek tip giyim ve yaşam tarzına karşı durmak amacıyla kimileri ayrıksı saç şekilleri, giysiler, duruşlar ve tarzlar benimsedi. Kimileri el değmemiş müziklerin peşine düştü, kimileri ayak basılmamış yerlerin. İçlerindeki isyanı böyle dışa vurdular. ... Kapitalizm bu meydan okumayı da kendi lehine çevirmeyi  başardı, başarıyor. Bir isyan piyasasının oluştuğunu bile söyleyebiliriz. Artık isyankârlar için her tür tüketim malı; ayakkabılar, giysiler, takılar, müzikler, bakir topraklara alternatif turlar bulmak kolay. Bohem muhitler ‘in’ oldu..

Sonunda gelip şu sorulara takılıyoruz: Hakiki isyan, mücadele, direniş ve devrim imkânı kalmadı mı artık? Kapitalizm her karşı çıkışı piyasanın yeni bir metası haline dönüştürüp yine bize mi satacak?”

Hiç yorum yok: