7 Ağustos 2013 Çarşamba

Durduk yere düşmanlık-Mustafa Ulusoy

Durduk yere düşmanlık

Neden bir insan başkasına gerçeklik sağlaması bozuk, içi boş sebeplerle düşmanlık besler, durduk yere ona karşı nefretle dolar?
Bu soru şeytanın tek bir eyleminde cevabını bulur. Kimsenin ona en ufak bir zararı dokunmadığı halde, onun durduk yere, adeta yoktan sorun çıkarmak istercesine Yaratıcı’ya gelip, “Senin kullarından kendi istediğimi mutlaka alacağım. Onları saptıracağım ve boş hevesler, özlemler ile dolduracağım. ( Nisa 118-119)” demesinde.
İnsan sormadan edemiyor: Biz şeytana ne yaptık da bize karşı bu kadar hınç ve nefretle dolu ve bizimle uğraşıyor?

Varlıklar zenginliklerini Rabb’lerinin emrine uymakla kazanırlar. Varoluşun bizzat kendisi O’nun “Ol!” emriyle oluşan bir durumdur. Şeytan, varoluşunun özündeki bu gerçekliğe karşı çıkmış ve bu karşı çıkışında ısrarcı olmuştur.
Kendi başına şeylerin varoluşu yoksa, hangi şeyin daha hayırlı ve daha üstün olacağının ölçüsü de o şeyleri yaratan Yaratıcı’nın değerler sistemine göre olmalıdır. Şeytan işte bu noktada çuvallıyor; durumun gerekli kıldığı değerler sistemine, O’nun emrine (insanın daha üstün/hayırlı yaratıldığı hale) uyma gerekliliğine karşı çıkmış ve bu karşı çıkışında ısrar etmiştir. Bu ısrar, onu Rabb’inin rahmetinden mahrum etmiştir.
Rabb’in rahmetinden mahrumiyetle birlikte artık şeytanın hissettiği hiçbir pozitif şey yoktur. İç dünyası karanlık, zulmet ve kötülükten müteşekkildir. İşte tam burada şeytanın içi hasetle dolmaya başlar. Her şeyini yitirmiş olmanın hasedidir bu. İçi içini yemektedir. O, artık varlığa, güzelliğe, iyi olan her şeye düşmandır. Haset duygusuyla, rahmetin tecelli ettiği her durumu yok etmek, ortadan kaldırmak, kirletmek, bozmak için yanıp tutuşmaktadır. Onda olmayan başkasında da olmamalıdır.
Şeytan bu ruh halindeyken Hz. Âdem ve Hz. Havva cennette rahmetle sarmalanmış bir hayat sürmektedir. Kendisinin ateşten, Âdem’in ise topraktan yaratılmasını kendisinin üstün olduğunun gerekçesi sayan şeytan, kendisinden aşağı saydığı bir varlığın cennette Rahmet Sahibi’nin zenginliğinde yaşamasına dayanamaz, haset eder. Sonsuz rahmete mazhar olan Âdem ve Havva üstelik buna ebediyen sahip olacaklardır. Kendi payına ise sadece sonsuz mahrumiyet vardır. Şeytan hasedinden çatlamakta ve onlara buram buram nefret duymaktadır. Kendisinin mahrum bırakıldığı tüm güzel şeyler onların da elinde olmamalıdır.
Hz. Adem ile Hz. Havva’nın cennetten çıkarılması için oyununu oynar. Şeytanın Hz. Âdem ve Havva’da belirginleşen haset ve nefret hissi, tüm insanlara yönelik bir eyleme bürünür. O, hiçbir insanın rahmete, şefkate, hayra, güzelliğe, iyiliğe mazhar olmasını, Yaratıcısı ile ilişkisinin sağlam ve iyi olmasını istemez. İçindeki nefret ve haset, “Benim Yaratıcı ile ilişkim bozuksa, başkalarının Yaratıcı ile ilişkileri de kötü olmalıdır.” dedirtir ona. Âdeta her insanı Yaratıcı’dan kıskanır. İnsanların Yaratıcı tarafından sevilmesini, nimetlere sahip kılınmasını istemez. Huzurdan mahrum şeytan, sonsuzluğa çağırılan insana sonsuzluğun verilmesine haset duyar ve bunun gerçekleşmemesi için çaba harcar. İnsanların Yaratıcı’yı sevmelerini istemez. Yaratıcı’nın insana sunduklarına, insanların şükran duymasına, teşekkür etmesine haset eder. O, artık bütün iyi şeylerin düşmanıdır. İçindeki haset ve nefret bütün iyi şeyleri yıkmak, bozmak ister. Bütün iyi şeyler de insanın Yaratıcısı ile bağlantısından ve ilişkisinden doğar. Şeytan ise insanların Yaratıcı ile bağlarını kopartmayı, onları kendi aşağılık konumuna çekmeyi kendine iş edinir.
Yıkmak dünyanın en kolay işi
Hasedin kaynağı olarak Rabb’in merhametinden kovularak hissedilen boşluk ve bu boşluğun yıkıcılığı, sadece cinnî şeytana özgü değil. Bu, inkarcılığın temel yapısal bir özelliği. Bu nedenle Yaratıcı’ya düşman inkar ehli için hayatta var olan her iyi ve güzel hal, bir haset kaynağı. İnkârcılığın imana ve imanî, hayırlı, güzel olan her şeye olan düşmanlığının altında kanaatimce bu içsel yoksunluk hali yatıyor.   
Şeytanın ve şeytan ehlinin takip ettiği inkârcılıktaki haset, varoluşsal bir haset. İyi, güzel, hayır, rahmet, kemal gibi şeylerin bizzat varlığına duyulan bir haset bu. Üstelik şeytan ve ehlinin işi oldukça da kolay. Çünkü tahrip, yıkmak dünyanın en kolay işi.  
Her insanın bir kişiliği olduğu gibi, kedilerin de kişilikleri olduğunu Enise ve Munise ile anladım. Bu hafta size onları tanıtmak istiyorum.
Munise: Evimize ilk o misafir geldi. Kişiliği son derece obsesif. Doyunca mamanın başından kalkıyor, kilosuna dikkat ediyor. Yemek konusunda seçici. En sevdiği yemek salam. Son derece ciddi bir kedi. Kucakta sevilip okşanmaktan pek  hoşlanmaz. İlişkilerinde mesafeli. Öylesine titiz ki, kucağınıza zar zor alıp biraz sevmeye kalkın, yere inince ilk işi karışan tüylerini yalayarak düzeltmek olur. Pek oyuncul değil. Nadiren bir anda gelir, patisiyle vurup kaçar. Genellikle gardırop ve kütüphane tepelerinde gezer. Yüksek yerlerde uyumaktan hoşlanır. Bu ukalalığından değil, kimse onu okşayıp da tüylerini karıştırmasın diyedir. Diğerkâmdır. Enise’nin sevdiği bir yiyeceği önünden alıp yemesine ses çıkarmaz. Merhametlidir. Asil tavırlıdır.

Enise: Rahat bir kedi. İştahlıdır. Yeni tatlara açık bir damak zevki vardır. Birçok farklı yiyeceği yiyebilir. Örneğin Munise’nin bir iki kokladıktan sonra yüzüne bile bakmadığı dondurmayı, o afiyetle mideye indirir. O da salamı görünce çıldırıyor. Sevilmekten çok hoşlanıyor, sokulgan. İlişkide mesafeyi pek sevmez.  Yanınıza gelip kıvrılıp yatar. Sepet ve çanta en sevdiği mekanlar. Çantanın içinde oturmaya bayılır. Son derece oyuncul. En sevdiği oyun da maden suyu şişesinin kapağını sizin atmanız, onun koşarak yakalaması, size getirmesi ve yeniden atmanızı beklemesi. Evin zili çalınca Munise on adım geride dururken, Enise kapının dibinde bekler kim geldi diye.

Hiç yorum yok: