19 Ağustos 2013 Pazartesi

CENGİZ HAN’IN DEVLETİNDE TÜRK KÜLTÜRÜNÜN ETKİSİ VE KATKISI - İbrahim ONAY*

ÖZET

Dünya tarihi bakımından en dikkat çeken fetih hareketlerinden biri Moğol Hakanı Cengiz Han’ın 13. Yüzyılda gerçekleştirdikleri olmuştur. Çünkü Cengiz Han’ın kurduğu devlet çok kısa bir sürede dünyanın gördüğü en büyük kara sınırına sahip devlet haline gelmişti. Bu yönüyle Cengiz Han tarihin en çok ilgi çeken şahsiyetlerinden biri olmuştur. Cengiz Han Devleti tarihini araştıran her Türk tarihçisi orada Türk kültürüne ait unsurların varlığını kolaylıkla fark edebilir. Bizim bu çalışmayı yapma nedenimiz Moğolların Gizli Tarihi adlı eser olmuştur. Eserin Uygur alfabesiyle yazıldığı düşünülen aslı tam metin halinde bulunamamış ve Çin işaretleriyle yazıldığı anlaşılan Moğolca, “Manghol-un Niuça Tobça’an” 1946 yılında Ahmet Temir tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir. Bu eserin yazarı bilinmemekle beraber içindeki ifadelerden 1240 yılında yazıldığı anlaşılmaktadır. “Moğolların Gizli Tarihi”, Moğollar hakkında yazılan pek çok eserin ana kaynağı hükmündedir. Bu eser Cengiz Han’ın kendi soyunu, hayat hikayesini, dini anlayışını ve hakimiyet düşüncesini anlatan en önemli kaynaktır. Bu kaynaktaki bilgiler dikkatle tetkik edildiğinde Cengiz Han devletinin Türk devletlerinin özellikle de Gök-Türklerin kültürel mirası üzerinde yükseldiği kolaylıkla fark edilecektir. Çalışmamızın temeli Moğol tarihi değil, Moğol tarihi içerisindeki Türk kültür unsurlarının varlığını ortaya koymaktır. Biz Cengiz Han’ın ırksal kökeni üzerinde tartışma yapmadan onu bir Moğol Hakanı olarak kabul ediyoruz. Fakat kurduğu devlet ve idealleri tamamıyla bir Türk devletidir diyebiliriz. Bu iddiamızı ispata çalışırken Moğolların Gizli Tarihinde nakledilen bilgiler ve kavramların kökenini ve Türklükle ilgisini anlatmaya ve açıklamaya çalıştık.


Bilindiği üzere Türkler ve Moğollar yüzlerce yıl birbirine yakın coğrafyalarda yaşamışlardı. Tarihin erken döneminde göçebe çoban olan Türkler hayvan yetiştiriciliği yaparak göçebe çoban olmuşlardı. Bu dönemlerde Moğollar ise avcı toplayıcı bir hayat sürmekteydiler. Daha sonra onlarda göçebe hayvan yetiştiricisi olmuşlardı. Hun çağında merkezi Asya’da Hun Hakanı Mete’nin “yay geren bütün halkları birleştirdim şimdi onlar Hun oldular” diyerek bahsettiği topluluğun içinde Moğol boylarının da var olduğunu düşünebiliriz. Gök-Türk ve Uygur döneminde de Türk kültürünün hemen yanı başında bulunan Moğollar kuvvetli tesir altında kalmışlardı. Cengiz Han döneminin Moğol kültüründe dini hayata dair pek çok unsur da Hun Gök-Türk ve Uygur devletlerinin bakiyesi hükmündedir. Tanrı inancının yanında, Şamanist uygulamaların varlığı, Atalar Kültü, Yer-Su Kültü gibi dinsel kavramlar da bu meyanda zikredilebilir. Toplumsal hayatta Şamanların oynadığı mühim rol, toplumun hayatı ve dünyayı kavraması da bu benzerliklerin toplumsal hayattaki yansımalarıdır.

Hun, Göktürk ve Uygur devletlerinin birikiminden istifade eden Cengiz Han adı geçen devletlerin cihan hakimiyeti fikrini de iktibas etmişti. Bunun en belirgin ipuçları Cengiz Han’ın kendi soyunu Gök-Türk’lerin kutsal atası Borteçina’ya yani Bozkurt’a dayandırmasında görmekteyiz. Cengiz Han’ın kendini evrenin hakimi sayması ve bu hakimiyetinin meşruiyetini ilahi kaynaklara dayandırması Hun ve Gök-Türk devletlerinin özünde bulunan bir esastır. Tanrı anlayışının ve inancının Kağan’da temsil edilmesi, ayrıca bu inanışın kozmik unsurlarla takviye edilmesi düşüncesinin menşei de, Türk kökenlidir. Türk telakkisine göre Tanrı tarafından görevlendirilen Türk kağanı yeryüzünde Tanrının temsilcisi ve gölgesidir. Gökyüzünde nasıl bir Tanrı varsa yeryüzünde de bir Hakan olacaktır. Moğolca Tegri kavramının Türkçe Tengri’den geçtiği bilim dünyasında kabul gören bir düşüncedir. Moğollar Cengiz Han’ın bu dünyaya gelişini ilahi maksatların gerçekleştirilmesi inancına bağlarlar. Tıpkı Oğuz Kağan’ın doğumundan kırk gün sonra yürüyüp, av avlaması konuşması gibi, Cengiz Han’da doğarken elinde tuttuğu kan pıhtısıyla doğmuştur.

Moğollar devlet yönetimi ve teşkilatı konusunda da pekçok unsuru Türk kültüründen almışlardır. Cengiz Han’ın yasaları olarak bilinen Töresinin kaynağı da Türk kökenlidir. Yine aynı şekilde devlet yönetimiyle ilgili yasa, töre, ulus, bayrak, yasa gibi kavramların Türkçeden Moğolcaya geçtiği bilim adamlarınca iddia edilmektedir. Cengiz Han’ın devlet merkezi olarak Hun, Gök-Türk ve Uygurların başkenti Ötüken’i yani Türklerin kutlu vatanını seçmesi de bir tesadüf değildir. Bilge Kağan’ın Orhun abidelerinde Türk milletine vasiyet ettiği “Ötüken ormanı memleket tutulacak yer imiş” nasihatini Cengiz Han dinlemiştir. Siyasi ve jeopolitik gerekçelerin yanında Ötükenin koruyucu ve gözetleyici gücünden de yaralanmak istemiştir.

Giriş

Bilindiği üzere Türkler, tarihin erken dönemlerinden itibaren göçebe olarak yaşamışlardır. Buğün kısaca Moğolistan‟dan Macaristan‟a kadar uzanan geniş bozkır arazisi göçebe çoban olan Türklerin “bozkır kültürünü” vücuda getirdikleri saha olmuştur. Bu kültür tipini meydana getiren Türkler dini, içtimai, iktisadi sahada birtakım özellikler sergilemiş, bu coğrafyada birbirine benzer büyük devletler kurmuşlardır. Hun, Göktürk ve Uygur devletleri olarak bildiğimiz bu devletler kültürel ve maddi anlamda birtakım benzerlikler sergilemişler ve esasında herbiri kendinden önceki devletin kültürel mirası üzerinde yükselmiştir. Bozkır devletleri tarihine baktığımızda özellikle Gök-Türk çağına gelindiğinde teşkilatlanma kabiliyeti hayli yüksek, millet olma bilincine sahip, askeri alanda yetenekleri bulunan, kanun ve töresi gelişmiş bir toplumla karşı karşıya geldiğimizi söyleyebiliriz. Bu kültürel nedenlerle Kurat‟ın ifadesiyle; “Tarihteki Türk devletlerinin en büyüğü olan Osmanlı devleti de dahil olmak üzere geçmişteki bütün Türk devletleri ve toplulukları ırk, dil, teşkilat ve kültür özellikleri bakımından, şu veya bu tarzda Göktürklere bağlıdırlar. Bu bağların derecesi zaman, mesafe ve şartlara göre az veya çok değişmiş, tesirleri azalmış fakat hiçbir zaman büsbütün kaybolmamıştır” (Kurat, 1952: 13). Kurat‟ın belirtmediği fakat bizim bu bağlılığa dahil ettiğimiz devletlerden birisi de Cengiz Han‟ın kurduğu Moğol devletidir. Bir kısım tarihçi Cengiz Han devletinin Türk kültüründen faydalandığı ve etkilendiği konusunda kanaate sahiptir. Bu nedenle Cengiz Han devleti Moğol devleti olarak değil Moğol- Türk devleti olarak adlandırılmıştır. Biz çalışmamızda bu kanaatin oluşmasının nedenlerini anlamaya çalışacağız. Bunu yaparken “Moğolların Gizli Tarihi” adlı eseri esas alarak burada anlatılan unsurların, Türk kültüründeki yerini ve tarihini göstermeyi amaçlamaktayız. Mevcut bilgiler ışığında Cengiz Han‟ın ırksal kökeni hakkındaki tartışmalara girmenin zorunlu olmadığını düşünerek asıl konunun onun içinde yaşadığı ve onu yetiştiren kültürün Türklükle ilgisini ortaya koymak olduğunu düşünmekteyiz. Cengiz Han‟ın kurduğu Moğol devletinin, Cengiz Han döneminde ve onun ölümünden sonraki yakın dönemde gösterdiği özellikleriyle, Türk tarihinin en önemli dönemlerinden olan Hun, Gök-Türk ve Uygur devletleri döneminin kültürel benzerlikleri ve Cengiz Hanın hakimiyet fikrinin kaynağını ortaya koyma çabası çalışmamızın esasını oluşturmaktadır. Çalışmamızın Cengiz Han dönemi sonrası Moğol devletiyle ilgili kaynakları, kültürel anlamda Cengiz Han dönemine ışık tutması ve katkı sağlaması bakımından değerlendirilmiştir. Zira Cengiz Han‟ın ölümünden sonra ortaya çıkan diğer Moğol devletleri, Cengiz Han‟ın devletinin devamı niteliğindedir.

1. Cengiz Han Döneminde Dini ve Kültürel Hayata Dair Benzerlikler

1a. Şamanist Unsurların Varlığı

Eski Türk dini hakkında araştırma yapan bilim adamları oldukça karmaşık bir dini sistemle karşı karşıya kalmışlardır. Gök Tanrı inancının yanında şamanist unsurların varlığı, Atalar Kültü, Yer-Su Kültü gibi dini kavramların birarada bulunması farklı sonuçlar çıkarmalarına neden olmuştur. Özellikle Gök Tanrı inancının yanında şamanist unsurların varlığı birbirine yabancı iki farklı dini yapının olduğu izlenimi verir. Esas itibariyle Türk dini tarihinin özünde Tanrı inancının var olduğunu söyleyebiliriz. şamanist unsurlar ise daha çok bu dünya ile ilgili konularda yaşam

sahası bulmuş, içerisinde tababet, sihir, büyü, falcılık, kehanet unsurlarını barındıran bir yapıdır. Gök Tanrı dininin sistemleşmemiş olması şamanist unsurların zamanla dini alanda uygulama alanı bulmasına neden olmuştur. Bu nedenle Gök Tanrı inancının yanında şamanist unsurlar da daima var olmuştur. Dini hayat bir toplumun ve insanların fiil ve faaliyetlerinin belirlenmesinde etkin bir rol oynadığı için Cengiz Han‟ın ve toplumunu dini ve kültürel hayatının da tespit edilmesi gerekir. Burada karşılaştığımız durum Hun, Gök-Türk ya da Uygur döneminden farklı değildir. Yani Tanrı inancı yanında şamanist ögeler, Atalar Kültü Yer-Su kültü gibi unsurlar gerek Cengiz Han döneminde gerekse ondan sonraki dönemde de mevcuttur.

Moğol devletini ziyaret eden Plan Carpin, Moğolistan‟a 1246 da Ögeyde‟nin oğlu ve Büyük Han Güyük tahta çıktığı dönemde varmış ve o dönemdeki Orta Asya milletlerinin dinini şamanizm olarak adlandırmıştır. Ona gore: (şamanizmi ruhların iman ve büyü aracılığıyla insanların otoritesi altına alınabileceği şeklindeki inanç) tebliğ eden Moğollar bütün din temsilcilerine doğaüstü güçler atfetmekteydiler ve onları vergiden ve bazı görevlerden muaf tutarak dost edinmeye çalışmaktaydılar. (Barthold, 2000: 146). Bu ifadeler ve diğer deliller şamanizm‟in Cengiz Han döneminde de var olduğunu düşünmemiz için yeterlidir.

Moğolların dini ve kültürel hayatlarında özellikle Uygurlardan etkilendiğini söylemek yanlış olmaz. Çünkü kaynaklar belli bir duruma örnek verirken Uygurlara vurgu yaparlar. Dönemin kaynakları genellikle Uygur Türklerine ait uygulamalardan bahsettikten sonra Moğollarda da buna benzer pratiklerin varlığına işaret ederler. Bu dönemde yani XIII. yüzyıldaki Moğol istilaları çağında büyük şaman Beki‟ dir. Eliade‟a gore: Muhtemelen bu, Türkçe deki “beğ” den gelir ki daha sonra bey olmuştur. (Eliade, 1999: 259). Cengiz Han‟da: “Moğolların adetince Noyan olan bir kimse Beki (ġaman) olma hakkına haizdir. Bizim aramızda beki‟ler en eski nesilden seçilir” demiştir.(Temir, 1995: 146). Müslüman tarihçiler bizzat Cengiz Han‟a şamanik güçler atfederler. (Eliade, 1999: 259). Bu durum esasında eski Türk Kağanları için geçerli olan bir durumdur. Türk dini hayatı içerisinde Kağanların önemine vurgu yapan bazı ilim adamları Kağanların birtakım dini fonksiyonları olduğunu ve şamanlara benzediklerini iddia ederler.

Uygurlarda, şamanların toplum hayatında oynadıkları mühim rol, dolayısıyla Cengiz Han içinde geçerli olmuştur. Yani şamanların kehanet, falcılık, tababet, büyü faaliyetlerindeki rolü Cengiz Han devletinde aynen devam etmiştir. 13. yüzyılda yaşamış tarihçi Cüveyni, Uygurlardan bahsederken: “Uygurlar eskiden beri Kamanların sözlerine göre hareket ederler. Hatta şimdi bile şehzadeler onların dediklerine inanırlar. Önemli bir işe başlamadan önce müneccimlere ve Kamanlara danışırlar, onların olumlu görüşünü almadan işe başlamazlar” demektedir.(Cüveyni, 1999: 105) Ayrıca Cüveyni, Uygurlarla ilgili olarak Kam‟ların: “şeytan bize bağlı, yanımıza gelip olanı ve olacağı bize haber verir” iddiasında bulunduğunu nakleder. (Cüveyni, 1999: 105). Bu durum Cengiz Han dönemi için de geçerli olmuştur. Zira Cengiz Han‟ın, Gökçe adlı bir şamanı olduğu ve şamanın, Tanrı‟dan zafer müjdeleri getirdiğine ve bütün yeryüzü hükümdarlığını Tanrı‟nın, Cengiz Han‟a verdiğine dair sözlerine Moğollar inanmaktaydı. (Turan, 1946: 459).

şamanların gelecekle ilgili kehanette bulunma yöntemlerinden biri kürek kemiği falına bakmaktır. Batılı kaynaklar Avrupa Hun Kağanı Attila‟nın, 451 yılında Vizigot ve Alan‟lara karşı yapılan Campus Mauriacus savaşında bu fala baktırdığı nakledilir. Burada “bir koyun kesilerek kürek kemiği ateşte yakılmış, kemiğin ateşte aldığı şekille harbin neticesi öğrenilmeye çalışılmıştır.”(Ahmetbeyoğlu, 2001: 96) Kaşgarlı Mahmud‟da eserinde “kürek kemiği karışırsa vilayet karışır” demektedir.(Kaşgarlı Mahmud, c.III, 2006: 21). Aynı inancın izleri Moğollarda da görülür. Marco Polo Moğollardan bahsederken: Bir şaman‟ın, koyunların kürek kemiklerini ateşe atarak kemikler üzerinde oluşan çatlaklardan insanların kaderini okuduğunu nakleder. (Rugoft, 2003: 79).

Cengiz Han devletinde uygulanan büyüsel faaliyetler de dikkat çekicidir. Cüveyni Uygurlarda Kam‟lar hakkında şu malumatı verir: “Uygurların Putperest oluşlarının sebebi şudur; O sırada onlar, büyü sanatını öğrenmişlerdi. Bununla uğraşanlara da “kaman” diyorlardı.” (Cüveyni, 1999: 105). Bu manada Türk kültür çevresinde uygulanan sihirsel yöntemlerden biri de “Yada” taşıyla yağmur yağdırma eylemidir. İslam kaynaklarınada geçen ve hakkında bolca tafsilat bulunan bu uygulama Cengiz döneminde de görülmektedir. Moşolların gizli tarihinde; Cengiz ve Camuha‟nın karşı karşıya geldiği savaşta; (Camuha tarafından) iştirak edenlerden Buyiruh-han ile Huduha, sihirbazlıkla yağmur yağdırmak kudretine maliktiler. Onların yağmur için büyü yapmasıyla hakikaten yağmur yağmaya başlamıştı. (MGT, 1995: 71).

Radlof lugatında, baksa kelimesini “ kobuz” vasıtasıyla şamanilik eden Kırgız şamanı” şeklinde izah etmiş, Radlof”tan sonra, Kırgız ülkesinde araştırmalarda bulunan Alekstrov, Kırgız baksıları hakkında verdiği malumatta, bunların kobuz çaldıkları zaman, bütün cinleri kendilerine tabi kıldıklarını ve bütün icraatları ile eski Kırgız ananelerini yaşatmakta olduklarını nakletmektedir. Daha genel anlayışa nazaran “baksı” tabip, büyücü ve sihirbaz gibi sıfatlara sahip olup meçhul ruhlarla münasebette bulunmuştur. (Caferoğlu, 1936: 205). Caferoğlundan öğrendiğimize göre; Türkistan‟ı ziyaret etmiş olan Karpin ve Rubruk gibi seyyahlar, Batu, Mengü hanların saraylarında muhtelif musuki aletleri gördüklerini söylemektedirler. Rubruk‟un seyahatinde “cithara” adı ile tarif ettiği alet, şüphesiz, Türk Kobuz‟u olmuştur. (Caferoğlu, 1936: 210).

1b. Yer- Su Kült’ünün Varlığı

Türk dini tarihi içerisinde var olan unsurlardan bir diğeri Yer-Su kültü olmuştur. Türkler tabiatta var olduğuna inandıkları ruhların dağ, deniz, orman, göl gibi yerlerde bulunduklarını ve buraların koruyucusu olduğuna inanıyorlardı. Bu ruhlara saygı gösterildiğinde Türkleri korumaktaydılar. Nitekim Orhun abideleri de Türklerin faydasına çalışan Yer-Su kültlerinden bahsetmektedir. (Kafesoğlu, 1972: 5). Kaşgarlı Mahmud‟da Türklerin yeryüzü unsurlarına gösterdiği saygıyı biraz kızarak da olsa belirtir. Onun tarifiyle ; “Yere batası kafirler göğe “Tengri“ derler. Yine bu adamlar büyük bir dağ, büyük bir ağaç gibi gözlerine ulu görünen her şeye Tengri derler. Bu yüzden bu gibi şeylere yükünürler. (secde ederler) Yine bunlar bilgin kimseye “Tengrigen” derler. “Bunların sapıklıklarından Tanrıya sığınırız.” (Kaşgarlı Mahmud, c.III, 2006: 377-378). Aynı inancın izleri Cengiz Han‟da da görülmektedir. Moğol rivayetine göre, Moğolistan‟ı ele geçirmek için yapılan savaşlardan birinde Cengiz Han bir başarısızlık neticesinde Burhan-Haldun dağında saklanmıĢ, düşmanları dağı üç defa dolaşıp aradıkları halde onu bulamamışlardı. Cengiz Han böylece kurtulduktan sonra bu dağa kurban sundu, dokuz defa yükündü, kımızdan saçı saçtı, bu kurtuluĢun hatırası olarak bu dağa kurban sunmalarını torunlarına vasiyet etti. (Barthold, 1947: 527).

Türklerin dağlara kutsiyet atfetmelerinin bir diğer nedeni, eski Türklerin inanışına göre gökte oturan Tanrıya, yeryüzünde en yakın olan yerler, yüksek dağ başları idiler. Bu nedenle Türklerde büyük ölülerin mezarları genel olarak dağ başlarında bulunmuştur. (Ögel, 1971, c.II: 159) Benzer biçimde özellikle hanedana mensup Moğolları bütün Moğol imparatorluğunda zorlukla erişilecek yerlerde, bilhassa yüksek dağ tepelerinde defnedildikleri hakkında bütün kaynaklar müttefiktir. (Barthold, 1947: 523). Moğolların Gizli Tarihinde, Cengiz Han‟, Huyildar adında bir dostu ölünce onu, Halha boyundaki Orno‟u (dağının) eteğindeki kayalıklara gömdürmüştür. (MGT, 1995: 47).

Eski Türk geleneklerinden bir diğeri de önemli şahısların, ağaçların altına defnedilmeleri uygulamasıydı. Bu uygulama ağaç ve orman kültüyle ilkili görülemektedir. Türk tarihi boyunca ağaç kültüyle ilgili pekçok unsur farklı alanlarda karşımıza çıkmaktadır. Oğuz Kağan destanında ağaç kovuğu içerisinde bulunan bir kızla Oğuz‟un evlenmesi ve üç çocuğu olması, şaman davullarında resmedilen kozmik bir dünya ağacı tasavvuru, Sibirya toplumlarında görülen kozmik ağaç düşüncesi Türk kültüründe ağaç ve orman kültünün yansımalarıdır. Bu nedenle bu uygulama yani ölünün ağaç altına defni ya da mezara ağaç dikme adeti, biten ağaçların, ölünün ruhunu simgeleme, tekrar ağaçtan türeme gibi anlayışları ve inançları temsil etmektedir. Bildiğimiz üzere Altay-Sayan Türkleri, mezarlıklarındaki kabirlerin etrafında yetişen ağaçlara bakıp ölen adamın mutlu olacağına ve ağaçların insan kemiklerinden yetiştiğine inanırlarmış. (Bayat, 2007,c.I: 181). 

Bilindiği üzere bugün Cengiz Han‟ın nereye defnedildiği hala bilinmemektedir. Rivayete gore Cengiz Han zamanından önce dahi Burhan Haldun dağında orman bulunduğu söylenir. Yine rivayete göre bu dağda münferit duran bir ağaç vardı: Cengiz Han bu ağacın altında gömülmesini arzu etmişti. Ölümünden sonra Cengiz Han bu ağacın altına gömüldü. (Barthold, 1947: 527). Aynı inanış Cengiz Han devrinden sonra da devam etmiştir. Anlaşılan Moğolarda Hanların gömüleceği yer genellikle orman kültü ve ağaç dikme ile tayin edilmiş olsa gerekir. Plan Karpin ve arkadaşları bir çalılık yanından geçmişlerdi; bu çalılar Ogeday Han tarafından “ruhunun istirahati için dikilmiş idi”, buradan bir dal kesmek ölüm cezası tehdidiyle yasak edilmişti. (Barthold, 1947: 528).

Türkler ve Moğollar arasında görülen bir diğer benzerlik “su” ya kutsiyet atfetmektir. Hatta pekçok tarihçinin ittifak ettiği üzere Cengiz‟ Han‟ın adı da, tingiz (deniz) ile münasebettardır. (Turan, 1941: 276). Tarihte Türk toluluklarının suya kutsiyet atfettikleri çeşitli kaynaklarca zikredilmiİtir. İbn Fazlan X. yüzyılda Oğuzlarda suya verilen kutsiyeti şu şekilde nakleder: “Oğuzlar, tüccarlar ve diğer yabancılar onların yanında cünupluktan yıkanamazlar. Sadece geceleyin onların gözünden uzak olarak yıkanabilirler. Zira onlar böyle bir harekette bulunan birini görürlerse kızarlar ve “Bu adam bize sihir yapmak istiyor; çünkü suya giriniyor” derler. Ondan bu harekete karşılık tazminat alırlar. (İbn Fazlan, 1995: 36). Benzer biçimde Cengiz yasa‟sında da suya işemek, idam cezasını gerektiren büyük bir suçtu. Cengiz‟in uluslarında çamaşır su ile yıkanmazdı. Kirlenen gömlekler atılır, yenisi giyilirdi. Kazan, tencere, sahan gibi kap kacaklar da su ile yıkanmazdı. Ot ile toprak ile temizlenirdi. Suyun bu kudsiyeti onun içinde yaşayan “yer-su” ilahından geliyordu. (Cüveyni, 1999: 175)

2. Cengiz Han’ın Cihan Hakimiyeti Fikrinin Maddi ve Manevi Kaynakları

2a. Cengiz Han’ın, Tanrının Yeryüzündeki Temsilcisi Olması

Cengiz Moğolları Türk kültürünü, destani ananelerini, Uygur yazısını ve birçok müesseseleri Uygurlardan alırken memurları ve divan teşkilatı ile birlikte cihan hakimiyeti fikirlerini de iktibas etmişlerdi. (Turan, 2002: 851). Bilindiği üzere Türklerde cihan hakimiyeti fikri dini unsurlarla desteklenmekteydi. Kabul edildiği üzere Türk dini hayatının esas yönlendiricisi ve en önemli unsuru Tanrı inancı olmuştur. Türk kültür ve dini tarihi içerisinde Tanrı inancı sadece manevi sahalarda etkili olmamış, toplumun siyasi ve içtimai düzeninin de şekillenmesinde etkili olmuştur. Türklerde görülen cihan hakimiyeti fikrinin dayandığı en önemli esaslardan biri de Tanrı inancı olmuştur. İlk defa Orhun yazıtlarında görülen Tengri (Tanrı) adının, Moğolca olmadığı, Moğolcaya Türkçeden geçtiği ilmi araştırmalar sonunda ispat edilmiştir. Moğolca Tegri, Türkçeden Tanrı anlamına alınmıştır. (Tanyu, 1980: 19). Türk tasavvurunda Tanrı mekanı olarak Gök tasavvur edilmiştir. Bu yüzden Gök Tanrı olarak anılır. Aynı tasavvur Moğollarda da mevcuttu. Rubruklu William 1253 de Moğolistana varmış ve Moğol başkenti Karakurumda bulunan Moğolların eşit koruması altında bulunan üç dinin Hıristiyanlık, Budizm, İslam temsilcilerinin faaliyetlerinden bahsetmiştir. (Barthold, 1947: 148) Rubruk çeşitli dinlere değer veren Moğol Hakanı Kubilay‟a neden böyle yaptığını sorduğunda: “Ben hepsine saygı gösteriyorum, böylece aralarında hangisi gökyüzünde en önemli mevkiye sahipse yardım çağrım ona da ulaşmış oluyor ve mutlaka cevap alıyorum” olmuştur. (Rugoft, 2003: 104).

Türk tasavvurunda Tanrı inancı ve bu inancın yeryüzündeki temsilcisi olan Kağan sayesinde düzen sağlanmaktadır. İslam olduktan sonra bile Türkler Kağan, Padişah ve Sultanlarını yeryüzünde Allah‟ın temsilcisi olarak addederler. Türklerde “Zillu‟llahi-fi‟l alem” özelliği taşıyan Sultan, Allah‟ın yeryüzündeki gölgesi olarak bütün tebaaya adil davranmak zorundadır. (Atalay, 2002: 861). Bu anlayış ve düşünce, destanlarda ve hikayelerde de ifade edilmiştir. Dede Korkut Hikayelerinde padişahlar Tanrının gölgesidir. Padişaha asi olanın işi rast gelmez, denmektedir. (Gökyay, 1973: 117). Bu anlayışın bir tezahürü olarak Moğolların hakanı Möngke‟nin (Mengü), Fransa Kıralı IX. Luis‟e yazdığı mektup şu şekilde başlar. “Ebedi Tanrının buyruğudur ki; Bu gökte ancak bir ebedi Tanrı vardır. Yeryüzünde de ancak bir sahibin olması gerekir. O da Cengiz Han‟dır. (Rasonyi, 1971: 31). Zira 1206‟da, Timuçin 44 yaşındayken dört bir yandan gelen kabile reisleri bozkırlar üzerinde bulunan Karakum‟da, çadırların arasında biraraya gelip Timuçin‟in önünde eğilerek ona: “Evrenin Hakimi” anlamına gelen Cengiz Han adını vermişlerdi. (Rugoft, 2003: 81).

Türk telakkisine gore Kağan, Tanrı tarafndan yükseltilmekte ve diğer insanların üzerinde olmaktaydı. Bu nedenle Türkler, Tanrı tutsun diye tepelerinde bir saç perçem bırakırlar ve bazen de bunu, tepelerinde tek bir örgü şeklinde örerlerdi. Tanrı, Gök-Türk kağanı İlterişi ve Hatununu yükseltirken onlarında tepelerinden tutmuştu. Ama tanrının onların saçlarından mı yoksa başlarından mı tuttuğunu tabi olarak bilemiyoruz. Benzer biçimde Moğollarda tepelerinde bir saç perçem bırakırlardı. (Ögel, 1971, c.I: 38). Cüveyni de Türk telakkisine uygun olarak: “Akıl ve mantık sahibi kimseler bilirler ki padişahlar, Allah‟ın yücelttiği ve yüksekte tuttuğu kimselerdir. Onlara gelecek hakkında ilham gelir” diyerek Kağan, Tanrı ilişkisine ve Kağan‟ın Tanrı tarafından yükseltilmesine işaret etmektedir. (Cüveyni, 1999: 217).

Kağan, Tanrı ilişkisinin bir sonucu olarak Türk kültüründe Kağan‟a isyan etmek Tanrı‟nın iradesine karşı çıkmak anlamlarına gelmekteydi. Türk devlet telakkisinde kağana isyan en büyük suçtur ve toplumu felakete götürür. Orhun abidelerinde Bilge Kağan, milletin Kağan olmadan başarılı olmayacağını dile getirir; “beslemiş olan kağanının sözünü almadan her yere gittin. Hep orda mahfoldun, yok edildin”demektedir. (Ergin, 2006: 5-7). Benzer biçimde Cengiz Han‟da, Öz hükümdarına el kaldıran biri nasıl olur da hayatta bırakılır? Öz hanlarına ihanet edenler, bütün nesilleriyle yok edilsinler! diye emir vermiştir. (MGT, 1995: 130).

2b. Cengiz Han’ın Doğumu ve Karizması

Büyük devlet olmanın esaslarından ve zorunluluklarından biri de kuvvetli bir teşkilatlanma yapısının olmasıdır. Tarihsel süreç içerisinde Moğollarda teşkilatlanlanma kabiliyetinin Türklere nazaran daha az geliştiğine işaret eden Eberhard, Türk kavimlerinde asaletin ve asil kabilelerin çok geliştiği sınıflı bir cemiyet varlığına vurgu yaparken, Moğollarda böyle bir sınıfın olmadığını belirtir. (Eberhard, 1945: 486). Tam da bu yüzden Cengiz Han‟ın devleti Türk ve Moğolların egemenliğinde büyük Cengiz Han tarafından merkezileştirildiğinde devletin resmi yazarları Cengiz Han‟a siyasal nedenlerle eski Türk ve yeni Moğol ailelerinin isimlerinin karşılıklı olarak iç içe geçmiş bir biçimde göründükleri bir soy ağacı hazırlamışlardı. Böylece Moğolların soy ağacı, Borcigenelerin kökenini yani XI.yy. da eğemen olan Moğol ailesini, Türklerin efsanevi ataları Burte-çino”ya “bozkurt” a dayandırıyordu. (Cahun, 2006: 132). Moğolların gizli tarihinde bu durum şu şekilde nakledilmiştir: “Cengiz han‟ın ceddi, yüksek Tanrının takdiriyle yaratılmış bir boz kurt idi, eşi beyaz bir dişi geyik idi. Onlar denizi geçerek geldiler. Onan nehrinin membaı ile Burhan-haldun (dağı) civarına yerleştiklerinde, Bataçıhan adlı bir oğulları oldu.” (MGT, 1995: 3). Böylece Cengiz Han ailesi tıpkı Gök-Türk devleti kurucuları gibi asil bir soydan geliyor ve hakimiyet hakkını elde etme konusunda karizmatik bir güç kazanmış bulunuyordu.

Bilindiği üzere kurt, Türk tasavvurunda sadece menşei ifade etmiyor aynı zamanda bir davranış durumunu da anlatıyordu. Orhun abidelerinde Bilge Kağan yazıtında; “Tanrı kuvvet verdiği için babam kağanın askeri kurt gibi imiş, düşmanı koyun gibi imiş” (Ergin, 2006: 13) denilerek kurt olma ve hayatı kurt gibi algılama çabası yatmaktaydı. Cengiz Han‟da; başarılı adamlarını: “Karanlık gecelerde kurdun erkeği, gündüz aydınlığında kara karga gibi” şeklinde tarif etmektedir. (MGT, 1995: 142). Kurdun örnek alınması konusunda Eliade‟; IV. yüzyılda Hunlardan başlayan, Timur‟a kadar devam eden Türk- Moğol istilalarının, Avrasya‟nın ilkel avcılarının mitsel modelinden yani kurtlardan esinlendiğini belirtir ve Hun, Göktürk, Moğol atlılarını bozkırda geyikleri avlayan veya göçebe çobanların sürülerine saldıran kurt sürülerine benzetir. (Eliade, 2003: 11).

Türk telakkisine göre gökte tek bir güç vardır oda Tanrıdır. Yeryüzünde Tanrı tarafından görevlendirilen Türk Kağanı Tanrının temsilcisidir. Tanrı tarafından seçildiği için birtakım vazifelerle yükümlüdür. Moğolların Gizli Tarihi, Cengiz Han‟ın doğumunu, tıpkı Oğuz Kağan Destanında olduğu gibi belli bir amaçla anlatır. Destanda Oğuz‟un “yüzü gök, ağzı ateş (gibi) kızıl, gözleri ela, saçları ve kaşları kara idi. Perilerden daha güzeldi. Bu çocuk anasının göğsünden ilk sütü emdi ve bir daha emmedi. Çiğ et, çorba ve şarap istedi. Dile gelmeye başladı; kırk gün sonra büyüdü, yürüdü ve oynadı” (Bang ve Rahmeti, 1936: 11) denilerek Oğuz‟un farklı niteliklerine ve insanüstü özelliklerine vurgu yapılırken Moğol kültüründe ise Cengiz Han doğarken sağ elinde saka (kemiği) büyüklüğünde pıhtılaşmış kan tutuyordu. (MGT, 1995: 19). Bayata‟a gore; yeni doğan Oğuz‟un ağzının kırmızı olması, Cengiz‟in de avucunda bir kan pıhtısı ile doğması, simge destan kahramanlarının hususi bir misyonla dünyaya geldiklerini gösteren kod idi. (Bayat, 2006, 139).

Cengiz Han‟ın doğumu gibi ölümü sonrası uygulanan gelenekler de Türk kültürüne uygun şekilde gerçekleşmiştir. Türklerde cenaze ve defin törenlerinde gördüğümüz uygulamalardan biri, ölü aşı olarak adlandırdığımız Kaşgarlı‟nın tarifiyle “yuğ basan”, denilen ve ölü gömüldükten sonra yenen yemekti. (Kaşgarlı Mahmud, 2006, C.I: 398). Kaşgarlı bu geleneği “yog” olarak da nakletmiş ve “ölü gömüldükten sonra üç yahut yedi gün sonra verilen yemek” olarak tarif etmiştir. (Kaşgarlı Mahmud, 2006,c.III: 143). Cüveyni‟nin naklinden Cengiz Han‟ın ölümünden sonra Türk kültür geleneklerinin uygulandığını anlıyoruz. Zira Cengiz Han öldükten sonra, Cengiz Han‟ın ruhu için yemek yapıp dağıttılar. (Cüveyni, 1999: 186). Ayrıca Cengiz Han için mezara üç gün yiyecek gönderildiği, üç ay ağıt yapıldığı, cenaze alayının ölümün üçüncü gününde hareket ettiği ve üç yıl boyunca her gün kurban kesildiği bilinmektedir. (Barthold, 1947: 530).

2c. Cengiz Han’ın Hakimiyet Hakkı ve Kozmolojik Unsurlarla İlişkisi

Türk telakkisinde kozmolojik unsurlar özellikle güneş, ay ve yıldızlarla temsil edilen öğeler hem kozmik hem de dini ögelerdir. Oğuz Kağan destanı da dahil olmak üzere Türk tarihi boyunca bu unsurlara vurgu yapılmaktadır. Bir kısım araştrmacı Türk kültüründe güneş ve ayın oynadığı rolü Maniheizmle ilşkilendirmişse de kaynaklar bu anlayışın Maniheizmden asırlar önce mevcut olduğunu göstermektedir. Çin kaynakları, Hunlarda şan-yü‟nün sabahları otağından çıkarak güneşin doğuşuna, geceleri de aya saygısını sunduğunu naklederler. (Han Shu, 2004: 8-9). Göktürkler için de ay muayyen bir mana ifade etmiştir. Thomsen‟e bakılırsa Kül-Tigin düşmana karşı hücum ederken ay şeklinde başında bir zineti taşımaktaydı. (Caferoğlu, 1931: 115). Bunun yanında Gök-Türkler, doğan güneşi üç veya dokuz defa selamlarlardı. Günün başka zamanlarında ise, sadece doğuya selam vermek, yine güneşi selamlamak anlamına geliyordu. (Ögel, 1971, c.I: 124). Aynı inancın devamını Cengiz Han‟ın hayatında da görmekteyiz. Moğolların Gizli Tarihinde: Merkitlerin elinden tutsaklıktan kurtulan Cengiz, Burhan Dağ‟ında saklanmış, düşmanları gidince dağdan inerek kemerini boynuna ve şapkasını koluna asarak güneşe karşı dönerek ve eliyle göğsüne vurarak, güneşe karşı dokuz defa diz çöküp tövbe, istiğfar etmiştir. ( MGT, 1995: 40-41).

Gök-Türkler, Uygurlar, Hakani Türkleri döneminde ve daha sonra da hem güneş ve ay, hem kün – ay hükümdarlık simgesi olmuştu. (Esin, 2001: 148). Moğolların Gizli Tarihinde Güneş ve Ay‟ın hükümdarlık hakkı konusunda oynadıkları mühim rolle alakalı olarak Ģu şekilde bir bilgiye rastlamaktayız: “Cengiz‟in cedlerinden Alan-ho-a adlı bir kadının Dobun Mergan‟dan iki çocuğu olmuş ve kocası ölmüştür. Kocası olmadığı halde iki erkek çocuk daha dünyaya getirmiştir. Bu çocukları diğer iki oğluna şöyle açıklamıştır:

“Fakat her gece sarışın bir adam, evin (çadırın) bacasından (damdaki açıklıktan) sızan ışık vasıtasıyla girerek karnımı okşuyor ve onun nuru vücuduma geçiyordu. Çıkarken de Güneş (veya) Ay‟ın nurları üzerinden sarı bir köpek gibi sürünerek çıkıyordu. Bu (hadise) üzerine fikir yürütülürse, onların Tanrı oğlu oldukları ortaya çıkar. (Kardeşlerinizi) kara başlı (adi) insanlarla mukayese ederek nasıl öyle konuşabiliyorsunuz ? Onlar bütün insanların Han‟ı oldukları zaman, adi halk hakikati anlayacaktır.” (MGT, 1995: 8).

Osmanlılarda da ay ve hakimiyet arasında bağlantı mevcuttur. Rivayete göre Osman Gazi, şeyh Edebali‟nin zaviyesinde misafir iken Kur‟anı çok ta‟zim eder. Yatınca geceleyin rüyasında şeyhin kucağından çıkan bir ay kendi koynuna girer. Bunun üzerine Osman Gazi‟nin göbeğinden çok muazzam bir ağaç yükselir ve dalları dünyayı sarar. (Turan, 2002: 847). Bu durum Osman Gaziye dünya hakimiyetinin kozmik unsurlarla müjdelenmesidir. Aynı inanış Cengiz Han döneminde de mevcuttur. Moğolların Gizli tarihinde Temuçin (Cengiz) dokuz yaşında iken babası, Cengizin akrabaları olan Torgut kabilesine mensup Olhunoutlar‟dan oğluna kız istemeye gitmiş yolda Unggriratlar”dan dei-seçen”e rastlamış Dei-seçen ona şöyle demiştir:

“Kaynım Yesugai ! Ben bu gece bir rüya gördüm. Beyaz bir asil doğan, Güneşle Ay‟ı pençeleriyle yakalayarak uçup geldi ve ellerimin üzerine kondu. Kaynım Yesugai bu rüya herhalde senin oğlunla geleceğini göstermek istemiştir.”(MGT, 1995: 19-20).

2d. Cengiz Han’ın Töre’si

Türkler Kağanlarını dünyaya nizam ve intizam verme duygularıyla seçerken Eski Moğollarda ise hanlar, savaş zamanlarında, akınlar, yağmalar ve türlü eşkıyalıklar yapmak için seçilirlerdi. Bu sebeple Türkler, Moğollara “Cete”, yani çete ve eşkıya diyorlardı. Tabii olarak böyle amaçlar için seçilen Moğol hanlarının hükümdarlık ve devlet gibi hukuk anlayışlarına dayanan kuruluşlarla bir ilgileri olamazdı. (Ögel, 1971, c.II: 80). O halde Cengiz Han devleti nasıl bu kadar başarılı olabilmişti? Çünkü Cengiz‟in zamanında, resmi kanun Türk töresinden ibaretti. Cengiz hükümetinin törecisi‟de (Vezir?) Dokuz Oğuzlardan “Ye-lu Taşi” adli bir tigin idi. (Gökalp, 1976: 27). Nitekim Moğolların gizli tarihinde kullanılan ve Türkçe ile aynı anlamlarda kullanılan pekçok kelime dikkati çekmektedir. Bu konudaki kanaatini dile getiren Albay, bu kelimelerin Türkçe olduğunu ifade eder. Ayrıca bu kelimelerin devlet kavramıyla bağlantılı kelimeler olması ayrıca dikkat çekicidir. Gizli tarihte geçen, yarlık (Hükümdar buyruğu), cacır (Türkçe çadır), Töre (Türkçe töre), ulus (Türkçe ulus), tanma, tanma cı (Büyük memur) “Türkçe tanmacı”, tumen (bin), Türkçe tümen”, tuh ( bayrak), “Türkçe tug”, jasah (yasa), Türkçe “yasa”, elci Türkçe elçi” anlamlarına gelir. (Albay, XI. TTKongresi: 535-537). Türkler devlet yönetimi, hakimiyet hakkı, dünya düzeni gibi kavramları tarihin erken dönemlerinde oluşturmuş törelerinin içine yerleştirmişlerdi. Bu yüzden bir Türk devleti yıkıldığında yerine kurulan devlet öncekinin devamı niteliğinde oluyordu. Aynı durumun Cengiz Han devleti içinde geçerli olduğunu düşünüyoruz. Bu yüzden araştırmacılar sadece Cengiz Han yasalarının değil aynı zamanda, Timur tüzüklerinin, hatta islam devrindeki Hakaniyye, Selçuki, Osmanlı, Akkoyunlu, Ramazanoğulları, iran‟daki Afşar ve Kaçar devletlerinin ilhanlık kanunnamelerinin umumiyetle Göktürk ve Oğuz töresinden alındığını belirtirler. (Gökalp, 1976: 28)

Bazı araştırmacılar Cengiz Han‟ın da Türkçe bildiğini kuvvetle iddia ederler. Cüveyni, Cengiz Han‟ın Türkçe bilmediğini nakletsede anlattığı hikaye Türkçenin o dönem önem ve kıymetini göstermesi bakımından önemlidir.

“Bir gece Arapça konuşan bir münkir, Kaan‟ın huzuruna gelip: “Dün gece Cengiz hanı rüyamda gördüm. Bana “Oğluma söyle hepsi de kötü kişiler olan Müslümanları öldürtsün dedi.”

demesi üzerine Kaan, biraz düşündükten sonra “Cengiz Han, seninle tercüman aracılığıyla mı, yoksa tercümansız mı konuştu ? diye sordu “tercümansız” cevabını alınca Sen Türkçe veya Moğolca biliyor musun ?” diye sordu. Adam “hayır “cevabını verdi. Bunun üzerine Kaan “Cengiz Han‟ın Moğolcadan başka dil bilmediğini kesin olarak biliyorum. Bundan senin yalan söylediğin anlaşılıyor” dedikten sonra emir verdi, adamı öldürdüler. (Cüveyni, 1999: 212).

2e. Cengiz Han’ın Ötüken’i Devlet Merkezi Seçme Nedenleri

Türk devlet geleneğinde ve anlayışında “ötüken”in çok önemli bir yeri vardır. Hunların, Gök-Türklerin ve Uygurların burada yerleşmeleri bir tesadüf değildir. Gabain‟in ifadesiyle Ötüken dağlarında Türk devletcilik ruhu yerleşmişti, bu yüzden devlet buradan yönetilmeliydi.(Gabain, 2009: 72) Orhun abideleri Ötüken‟in bu siyasi önemine vurgu yapmıştır. “Ötüken yerinde oturup kervan, kafile gönderirsen hiçbir sıkıntın yoktur. Ötüken ormanında oturursan ebediyen il tutarak oturacaksın” (Ergin, 2006: 5) denmektedir. Yine Bilge Kağan Ötüken‟i dünyanın merkezine koyarak diğer toplumları taraf, köşe ve yanlarda tarif ederek, Ötüken‟in anlam ve önemine işaret etmektedir; “Doğuda gün doğusuna, güneyde gün ortasına, batıda gün batısına, kuzeyde gece ortasına kadar, onun içindeki millet hep bana tabi‟dir. Bunca yere kadar yürüttüm. Ötüken ormanından daha iyisi hiç yokmuş. il tutacak yer ötüken ormanı imiş.”(Ergin, 2006: 3-4)

Gerçektende eski Türk geleneğine göre ve Orhun yazıtlarında defalarca belirtildiği üzere, Ötüken mıntıkasını elde tutan Türk kağanı, bütün Türk uruğlarının başı sayılırdı. “ Ötüken ormanı memleketi idare edecek mahaldi.” Uygurların baskısı altında Göktürk uruğları “Ötüken yışı” bırakıp gitmek zorunda kaldılar. Bu suretle yeni kurulan “Uygur Türk Kağanlığı” esas itibarıyla yine Gök Türk Kağanlığının devamından başka bir şey değildi. Değişen şey ancak sülale ve hakim duruma geçen yeni uruğlardı. (Kurat, 1952: 52) Ötükenin, Türk kültüründe ve zihninde yer ettiği jeopolitik değer, dini anlam ve kozmik değeri nedeniyle her Türk uruğu Ötükeni ele geçirmek ve dünyayı buradan yönetmek istemiştir. Bizce yine aynı sebepten Cengiz Han‟ın kurduğu Moğol imparatorluğu da, biraz geliştikten sonra, başkentlerini buraya taşımışlardı. (Ögel, 2003: 2). Cengiz Han‟ın kendi devletini Gök-Türklere benzetmeye çalışmasının en kuvvetli delillerinden biri sadece başkentlerini ötükene taşımakla kalmaması, bunun yanında kendi halkını da Köke Mongol olarak adlandırmasıdır. Yine bunu Kök Türk (Gök-Türk) bozkır geleneğinden aldığı düşünülmektedir. (Gabain, 1968: 111).

Türk toplulukları için, Ötüken‟in anlam ve önemi sadece stratejik anlamından ileri gelmemektedi. Türk yurtları, hususiyle yüksek dağları pınarları, suları, ata mezarları ve hatıraları ile de öylece mukaddes ruhların makamı olup bunlar da yurdun koruyucusu idi. (Turan, 2006: 108). Orhun kitabelerinde vatanın korunmasında yer-su ruhlarının rolü Tonyukuk yazıtında pek açık ifade edilmiştir. Gök Türk vatanına saldıran düşmanlar, Tanrı Umay ve yer-su ruhlarının yardımıyla gafil avlanarak basılmışlardır. (inan, 2006: 48). Belki bu sebeple Ötüken kelimesinin etimolojisini genellikle dua, talep, istek anlamlarını karşılayan öt köküne bağlamak daha çok kabul görmüştür. (Bayat, 2007, c.II: 45). Ötüken‟in ifade ettiği bu dini değer Moğolların gizli tarihinde de nakledilir; Cengiz Han, Merkit zaferinden sonra; “Gök ve Yerin yardımıyla kuvvetim arttı, Güçlü Tanrıdan nam aldım, Anamız Etugen‟in yardımıyla buraya geldik” demiştir. (MGT, 1995: 51).

2f. Cengiz Han’ın Çadırla Simgeselleşen Devleti ve Cihan Hakimiyeti

Moğolların Gizli tarihinde geçen, cacır (Türkçe çadır), Türkçe‟den geçmiş görünmektedir. (Albay, XI. TTKongresi: 536). Çadır ve gökyüzü arasında kozmolojik bağ kuran Türkler, Kağan otağı ve gökyüzü arasında da bu bağı kurmuşlar nitekim Kağan çadırı bütün bir kainatı dolayısıyla cihan devletini temsiliyet noktasına gelmiştir. Hun döneminde Çinli elçilerin Kağan otağına girerken belirli kurallara uymak zorunda oldukları bilinmektedir. Benzer biçimde Hakan otağı (kuru, çavaç) Gök-Türklerde devlet timsali olduğu için, Çinlilere 634‟de esir düşen Gök-Türk Kağanı Hsie-li, kendisine verilen saraya girmeyi reddederek, otağını kurdurmuştu. (Esin, 1985: 9). Türklerde Çadırın ve Kağan‟ın ifade ettiği bu kozmik değer, Uygurlar vasıtasıyla Moğollara da geçmişti. Moğolların Gizli Tarihinde: Merkitlilere karşı Camuha‟dan yardım isteyen Temuçin‟e (Cengize) Camuha: “Çadır bacasından girerek, Çadır direğini devirelim, Onun kutsal çadır direğini parçalayarak, Bütün ulusunu yerle yeksan edelim” (MGT, 1995: 45-46) diyerek çadır ve devlet arasındaki bağa işaret etmiştir.

Türk telakkisinde çadır ve devlet arasındaki bağlantıya uygun olarak Moğolların Gizli Tarihinde, Cengiz‟in imparatorluğunun müjdelenmesiyle, çadırı arasındaki ilişkiye dikkat çekilmektedir. Horçi uzun Temuçine:

“Camuha‟yı terk etmemiş olurduk fakat ilahi bir işaret bana (rüyamda) şunları gösterdi. Beyaz bir inek gelerek Camuha‟nın etrafında dolaştı ve onun çadır arabasını süzdü, sonra da Camuhayı süzdü. Derken, boynuzsuz (başka) bir beyaz öküz sırtına yüklenmiş büyük bir çadır direğini çekerek geldi. O, büyük araba izinden, Temuçin‟in peşinden gömürdeyerek geliyor ve gökle yer, Temuçin‟i ulusun hükümdarı ilan ettiler. şimdi (Temuçin) ulusu idaresine alsın diyordu. Bu hayırlı alametler bana istikbali haber verdi” demiştir. (MGT, 1995: 56).

2g. Askeri Alanda Etkileşim

Etkileşim ve fayda sadece kültürel ve siyasi alanla da sınırlı kalmamış maddi kaynaklarda kullanılmıştır. Cengiz-Han çağında Moğollara seyahat eden Çinli elçiler, Moğolların çelik işlemesini bilmediklerini yazarlar. Moğol generalleri ve orduları kendi kılıçlarını Uygurlara ısmarlarlardı. (Ögel, 1971, c. I: 130). Cengiz Han‟ın ordusunda pekçok Türk askerinin varlığı kabul edilen bir tarihi durumdur. Bunun yanısıra Türklerin askeri sistemi pekçok unsur gibi Moğollar tarafından bire bir taklit edilmiştir. Kaynaklardan öğrendiğimize binaen Moğol ordularının teşkilatlanması büyük Hun Hakanı Mete‟nin kurduğu sistem üzerinde çalışmaktaydı. Cüveyni‟nin naklettiğine göre: Moğollarda ordu düzenleme sistemi şöyleydi:

“insanları onar onar bölerler, her on kişiden biri diğer dokuzunun emiri olur. On emir arasından birini yüz kişinin emiri (emir-i sad) yaparlar, geri kalanını onun emrine verirler. Aynı şekilde insanları bin ve on binlik gruplara koyarlar. Bu şekilde bir emiri on bin kişinin başına getirirler. Ona emir-i tümen derler. Bir işi önce emir-i tümene havale ederler. O bin kişinin emirine havale eder. Sırasıyla on kişinin emirine kadar varır.” (Cüveyni, 1999: 90).

Sonuç

Dünya tarihinin en büyük fatihlerinden biri Cengiz Handır. 12. Yüzyılın sonlarında başlattığı ve 13.yüzyılın başlarında büyük başarılar elde ettiği mücadelesi, bugüne kadar ulaşılan en geniş bitişik sınırlı imparatorluğun doğmasıyla sonuçlanmıştı. Cengiz Han‟ın kurduğu imparatorluk, Çin, Ġran, Anadolu, Orta Doğu ve Avrupa‟ya kadar genişlemişti. Bu büyük Fatih‟in hayatı ve idealleri şüphesiz ilgi çekicidir ve merak konusu olmuştur. Bu konu hakkında en önemli kaynak 1240 yılında yazıldığı bilinen “Moğolların Gizli Tarihi” adlı eserdir. Bu eseri okuyan her Türk tarihçisi o dönem Moğol kültürü ve Cengiz Han devleti ile Türk kültür tarihinin önemli öğeleri olan Hun, Gök-Türk ve Uygur devletleri arasındaki kültürel benzerliği kolaylıkla fark edecektir.

Tarihin erken dönemlerinden itibaren benzer coğrafyalarda yaşamı Türk ve Moğol toplulukları arasında esasında belirgin farklılıklar mevcuttu. Daha erken bir tarihte göçebe çobanlığa geçen Türklerin, ekonomileri, aile yapıları ve içtimai özellikleri ile Moğolların özellikleri birbirine benzememekteydi. Sahip oldukları nitelikler sayesinde Türkler daha Hun çağında güçlü devletler kurabilmişlerdi. Moğollar‟da özellikle Büyük Hun Kağan‟ı Mete döneminden itibaren bu güçlü Türk devletlerinin hakimiyet sahası altında yaşamışlardır. Göktürk ve Uygur devletleri içerisindeki tabiyetleri de dikkat çekicidir. Türk kültürünü tanıma ve ondan istifade edebilme fırsatını ve yeteneğini gösteren Moğollarda, Cengiz Han dönemine gelindiğinde kültürel alandaki benzerlikler son derece dikkat çekicidir. Cengiz‟in Mogol devletinde gördüğümüz dini hayata dair unsurlar; eylem ve faaliyetlerinde Türkçe Tengri, Mogolca Tegri‟den yardım beklemesi, kainatın ve dünyanın güç unsurları olan Güneş ve Ay‟a duyduğu saygı, dini hayat içerisinde şamanist unsurların varlığı bu alandaki benzerliklerin bir kısmıdır. Devlet anlayışında; cihan hakimiyeti fikrinin ortaya çıkması, Türkçenin, Moğol devletinde muteber bir dil olması, töre, yasa, gibi esasen Türkçe kökenli kavramların ve anlayışların uygulanması da dikkat çekicidir. Yine Cengiz Han‟ın kendi soyunu tıpkı Çin kaynaklarının bize bildirdiği Gök-Türk devlet kurucuları gibi kurt soyuna dayandırması da üzerinde durulması gereken bir benzerliktir. Cengiz Han‟ın kurduğu devletin belli bir süre sonra başkent olarak Türklerin kutlu vatanı Ötüken‟i seçmesi ve yine Cengiz Han‟ın tıpkı Oğuz Kağan gibi doğumundan itibaren ilahi bir görevle ve nitelikle donatılması, Türk kültürünün, Cengiz Han‟da ve onun kurduğu devlette çok güçlü biçimde etkili olduğunu ispatlamaktadır. Hun Hakanı Mete‟nin “tüm yay geren toplumları birleştirdim şimdi onlar Hun oldular” şeklinde ifade ettiği millet ve devlet olma anlayışı, Cengiz Han‟ın dilinde “Çadırlarda yaşayan tüm halkları birleştirdim” şeklinde hayat bulmuştur. Orhun Abidelerinde Bilge Kağan‟ın Türk milletine vasiyet ettiği “Ötüken” den ayrılmayınız ve burada yaşayınız şeklindeki çağrısına uyanlardan biri de Cengiz Han olmuştur.

dipnotlar
* Dr. Sağlık Bakanlığı, El-mek: ibrahimonay06@hotmail.com

KAYNAKÇA
ALBAY, M. Necati, “Moğolların Anonim “Gizli Tarih”inde Bulunan Türk Adları Ve Bunların Önemleri”, XI. Türk Tarih Kongresi, 535- 537.
AHMETBEYOĞLU, Ali, Avrupa Hun İmparatorluğu, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2001.
ATALAY, Bülent, “Türk Devlet Geleneğine Göre Devlet Adamlarında Bulunması Gereken Asgari Hususiyetler” Türkler, Cilt 2, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, (2002) : 859-867.
BARTHOLD, W. “Türklerde ve Moğollarda Defin Merasimi Meselesine Dair”, çev. Abdülkadir İnan, Belleten, Sayı 43, (1947) : 515-539.
BARTHOLD, V.V., Asya‟nın Keşfi, İstanbul: Yöneliş Yayınları, 2000.
BANG.W,.G.R.Rahmeti. Oğuz Kağan Destanı, İstanbul: İÜEF. Türk Dili seimeri, 1936
BAYAT, Fuzuli, Oğuz Destan Dünyası, İstanbul: Ötüken Yayınları, 2006.
BAYAT, Fuzuli, Türk Mitolojisik Sistemi 1-2, İstanbul: Ötüken Yayınları, 2007.
BULUÇ, Sadettin, “ġamanlık”, İslam Ansiklopedisi, C. XI, 1968.
CAFEROĞLU, Ahmet, “Tukyu Ve Uygurlarda Han Unvanları”,Türk Hukuk ve İktisat Tarih Mecmuası, Cilt 1, (1931) : 105-119.
CAFEROĞLU, Ahmet, “Cihan Edebiyatında Türk Kobuzu”, Ülkü Dergisi, S.45, (1936) : 203-215
CAHUN, Leon, Asya Tarihine Giriş, çev: Sabit inan Kaya, istanbul: Seç Yayınları, 2006.
CÜVEYNi, Alaaddin Ata Melik, Tarih-i Cihan Güşa, çev: Mürsel Öztürk, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1999.
EBERHERD, Wolfram, “Toba‟ların Hayvancılığı”. Belleten, Cilt IX. 1945.
ELşADE, Mircea, ġamanizm, Çev: ismet Birkan, istanbul: imge Yayınları, 1999.
ELşADE, Mircea, Dinsel inançlar Ve Düşünceler Tarihi, Çev. Ali Berktay, istanbul: Kabalcı Yayınları, 2003.
ERGiN, Muharrem, Orhun Abideleri, istanbul: Boğaziçi Yayınları, 37.Baskı, 2006.
ESiN, Emel, Türk Kültür Tarihi, “iç Asyada ki Erken Safhalar”, Ankara: AKDT. Yüksek Kurumu Yayınları, 1985.
ESiN, Emel, Türk Kozmolojisine Giriş, istanbul: Kabalcı Yayınları, 2001.
GABAIN, A.Von, “Renklerin Sembolik Anlamları „A.Ü.DTCF, Türkoloji Dergisi, 1968.
GABAIN, A.Von, Türkoloji Makaleleri, Der. Yusuf Gedikli, lstanbul: 2009.
GOLDEN, Peter B., Türk Halkları Tarihine Giriş, Çev. Osman Karatay, Ankara: Karam Yayınları, 2002.
GÖKALP, Ziya, Türk Medeniyet Tarihi, (Haz. lsmail Aka - Kazım Yaşar Kopraman), istanbul: Güneş Yayınları, 1976.
GÖKYAY, Orhan ġaik, Dedem Korkutun Kitabı, istanbul: Başbakanlık Kültür Müsteşarlığı Yayınları, 1973.
ĠBN FAZLAN, Seyahatname, çev: Ramazan şeşen, istanbul: Bedir Yayınları, 1995.
iNAN, Abdülkadir, Makaleler ve incelemeler 1, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 3. Baskı, 1998.
iNAN, Abdülkadir, Makaleler ve İncelemeler 2, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2. Baskı, 1998.
iNAN, Abdülkadir, Tarihte ve Bugün şamanizm, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 6. Baskı, 2006.
KAFESOĞLU, ibrahim, “Eski Türk Dini” Ülkü Dergisi, Sayı 3, (1972) : 1-34.
KAŞGARLI Mahmud, Divanü Lugat-it-Türk, Cilt I, II, III, IV. Çev: Besim Atalay, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, 2006.
KURAT, Akdes Nimet, “Göktürk Kağanlığı”, DTCF.Cilt X.Sayı1-2., (1952) : 13-53.
MOĞOLLARIN GiZLi TARiHi, Yazarı Bilinmiyor, çev: Ahmet Temir, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 3.Baskı 1995.
ÖGEL, Bahaeddin, Türk Kültürünün Gelişme Çağları 1, 2, istanbul: MEB Yayınları, 1971.
ÖGEL, Bahaeddin, Türk Mitolojisi 1, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 4.Baskı, 2003.
ÖGEL, Bahaeddin, Türk Mitolojisi 2, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 3.Baskı, 2006.
PAN KU, Han Shu, “Han Hanedanliği Tarihi“, (Haz. Aye Onat-Sema Orsoy-Konuralp Ercilasun), Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2004.
RASONYI, Laszlo, Tarihte Türklük, Ankara: TKAE Yayınları, 1971.
ROUX, Jean Paul, Altay Türklerinde Ölüm, Çev. Aykut Kazancıgil, istanbul: Kabalcı Yayınları, 1999.
ROUX, Jean Paul, Türklerin Ve Moğolların Eski Dini, Çev. Aykut Kazancıgil, istanbul: Kabalcı Yayınları, 2001.
RUGOFT, Milton, Marco Polo Doğu ve Batı Kaynaklarında Çin Seyahati, Çev. Hande Loddo, istanbul: Kaknüs Yayınları, 2003.
TANYU, Hikmet, islamlıktan Önce Türklerde Tek Tanrı inancı, Ankara: AÜ. ilahiyat Fakültesi Yayınları, 1980.
TURAN, Osman, “Çingiz Adı Hakkında”, Belleten Cilt.5, 1941.
TURAN, Osman, “Türkler Ve islamiyet”, DTCF. Der. C. 4, (1946) : 457-485.
TURAN, Osman, “Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi” Türkler, Cilt.2, Yeni Türkiye Yayınları, (2002): 845-855
TURAN, Osman, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi, istanbul: Ötüken Yayınları, 15. Baskı, 2006.

Hiç yorum yok: