7 Ağustos 2013 Çarşamba

31 Mayıs’tan 31 Mart çıkarmak-Mustafa Armağan

31 Mayıs’tan 31 Mart çıkarmak

31 Mayıs gecesi Tavşanlı’da konferanstaydım. Taksim’deki olayları gece yarısından sonra öğrenebildim.

 Olayların heyecanına kapılmış bir Tweetter’cı soruyordu: “31 Mart ile 31 Mayıs olayları arasında benzerlikler var mı? Her ikisi de Topçu Kışlası’nda başlamış, doğru mu?” Tarihteki 31 Mayıs’ları tesbih gibi çekerken tehditkâr bir başka tweet, tesbihi kopardı: “Türkiye yanıyor, sizden tık yok!” Yetmişti artık. Neler oluyordu? O Tavşanlı-Bursa yolculuğunda böylece öğrendim Gezi cehennemini.
Hayret verici olan, daha ilk saatlerde insanların aklına Gezi Parkı ile Topçu Kışlası ve 31 Mart ‘isyanı’nın gelivermesiydi. Ne de olsa zamane gençliği ve hız çağındayız, öyle değil mi? Bence değil. Bu da organizasyonun bir parçasıydı ve bilinçli olarak akıllara düşürülmüştü.
Uzatmadan cevabımı vereyim:

31 Mart isyanı Topçu Kışlası’nda başlamamıştı. İsyanın başladığı değil, tam tersine bittiği yerlerden biriydi Topçu Kışlası.
İsterseniz 15 gün süren olayları mekân itibarıyla gözden geçirelim.
-Taşkışla’daki Avcı Taburu, isyanı başlatır. Ayasofya’daki Meclis’e giderler.
-Ertesi gün isyancı askerler Taşkışla’ya geri döner ve isyan biter.
-Hareket Ordusu, Selanik’ten hareket eder. Küçükçekmece-Yeşilköy-Topkapı- Edirnekapı hattından ilerleyen birlikler Taksim Kışlası ile Taşkışla’ya dayanır (24 Nisan). Bazı askerler direnirse de, top atışlarına dayanamayarak teslim olurlar.
-Yıldız Sarayı işgal edilir, Sultan Abdülhamid tahttan indirilip Selanik’e gönderilir.
Görüleceği gibi Topçu Kışlası’nın 31 Mart isyanının ne çıkışında, ne de bastırılışında mühim bir rolü olmuştur. Ancak bastırılışıyla ilgili kanlı bir ayrıntı üzerinde mutlaka durmak gerekir.
31 Mart isyanına dair kitaplarda nedense atlanan bir kaynak vardır: “Madam Tinayre’ın Günlüğü”. Tam isyanın ortasına düşen (18 Nisan’da İstanbul’a gelmiştir) Tinayre, 31 Mart ayaklanmasının büyütülmesine şaşırır. “Gece karanlığında geldiğimizde her yer sakin… Bir tek silah sesi bile yok! Hiçbir vahşi çapulcu takımı görünmüyor.” sözleri dökülür kaleminden.
1851 tarihli Abdülmecid döneminde Galata ve Taksim çevresini Boğaz’dan gösteren bir resimde selvilerle kaplı Ayaspaşa mezarlığı (45), Topçu Kışlası (47) ve kışladaki cami görülüyor. Aslı Başbakanlık Arşivi’nde bulunan resimden detay, Yedikıta dergisinden alındı. (Şubat 2011)
31 Mart olayında pek çok insanın ölümüne sahne olan Taksim’deki Topçu Kışlası ve önünden geçen Hareket Ordusu’yla birlikte İstanbul’a gelmiş Makedonyalı milisler. Solda at üstündeki Resneli Niyazi’dir. (Ç. Gülersoy, Taksim)
Taksim’de yüzlerce ceset
Hareket Ordusu’nun İstanbul’a girdiği günün sabahı halk, top sesleriyle uyanır. Taksim Kışlası’ndaki askerler önce beyaz bayrak çekmiş, Hareket Ordusu’ndakiler buna aldanarak içeriye girince ateşe maruz kalmışlardır. Bundan sonrasını Madam Tinayre anlatsın:
“En önemlisi, en sert saldırıyla karşılaşan Taksim’in Topçu Kışlası; çok büyük, sarımtırak renkli, Pera ve Boğaziçi’ne tepeden bakan bir yapı bu. Yolu aşarken at ahırlarının Fransız Hastanesi’ne adeta bitişik olduğu İtfaiye Kışlası’na bakıyoruz… Bu ahırlarda isyancılar saklanıyordu: Çembere alındılar, duvara sıkıştırılıp dehşete düşmüş rahibelerin gözleri önünde vahşice bir öfkeyle kurşuna dizildiler ve dipçik darbeleriyle işleri bitirildi.”
Gezi Parkı’nın Harbiye tarafındaki kısmına, eski Taksim Bahçesi’ne yüzlerce ceset istif edilmiştir. Yazar, bu manzaradan pek duygulanır: “Buradan olağanüstü bir felaketin geçtiği, her şeyin üzerinde bir elemin kaldığı duyumsanıyor.”
Yeniden yapılması düşünülen Topçu Kışlası, o zamanlar bomboş olan Talimhane’den atılan obüs mermileri yüzünden delik deşiktir.
“Frankfurter Zeitung” muhabiri, Harbiye’nin de topa tutulduğunu yazar. Binada büyük tahribat meydana gelmiştir. Gaddarlık o boyutlara varmıştır ki, Şişli Etfal Hastanesi’ne dahi ateş açılmış ve üç hasta hayatını kaybetmiştir.
Son vakanüvisimiz Abdurrahman Şeref Efendi olaylarda 2 bin kişiye yakın insanın hayatını kaybettiğini söyler. Ahmet Bedevi Kuran’ın sözü ise kuşkuları artırıcı niteliktedir: “Okuyucularımı üzmemek için işgal günlerinde İstanbul sokaklarında yaşanan kanlı olayları etraflıca anlatmaktan sakınıyorum.”
Olayları ertesi yıl yazdığı kitapta ele alan Albin Kutscbach ise Hareket Ordusu’nun katliamını şöyle yansıtır (N. Alkan, “Selanik İstanbul’a Karşı”, Timaş: 2011, s. 238):
Atılan toplar Taksim Kışlası’nda ciddi tahribat yapmıştır. Ölen askerler kışlanın bahçesinde “kat kat sıra halinde” istif edilmiştir. Ertesi gün gittiğinde istif edilmiş asker cesetlerinin aynen durduğunu görür. Tek fark, üzerlerinin kısmen bezle kapatılmış olmasıdır.
Ermeni mezarlığına gömdüler
Bütün bu tanıklıklar, 24-25 Nisan 1909 günlerinde İstanbul’da büyük bir katliam yaşandığını gösteriyor. Tamam, abartılı rakamlara inanmayalım ama İttihatçıların ürkekliği yüzünden büyüyen ve iki gün içinde sönen bir isyanı bastırmak için İstanbul’u işgal etmişti anlı şanlı Hareket Ordusu; ve binlerce insanın katliyle sonuçlanan kanlı bir harekâta imza atmıştı.
Daha kötüsü, pek çok yargısız infazın yaşanmasıdır. Yabancı bir gazetede çıkan habere bakılırsa isyana katılan yüzlerce kişi yargılanmadan kurşuna dizilmiştir! Üstelik kurşuna dizilenlere yalnız İstanbul’da değil, Rumeli’de de rastlanmaktadır. Bu rakamlara Said Nursi’nin de idamla yargılandığı Divan-ı Harb-i Örfi’de asılanlar dahil değildir.
31 Mart isyanını bizzat yaşayan ve İttihatçı olmayan bir bakış açısından anlatan ilk kaynağımız, Mustafa Turan’ın sağlığında çıkan “Taşkışla’da 31 Mart” (1964) kitabıdır. Turan açıkça “31 Mart faciası Taşkışla’da başlamış ve orada söndürülmüştür” demekte ve olayların içyüzünü şöyle anlatmaktadır:
“Surp Agop Mezarlığı’na yerleştirdikleri toplarla Taşkışla’nın Harbiye yönündeki numune bölümlerinin koğuşlarına ateş edildi, bütün efradı can verdi, sağ kalanlar da süngülenerek öldürüldü. Sonra 7. Alay Komutanı İsmail Hakkı Bey, Enver Bey (Paşa) tarafından tokatlandı. İsmail Hakkı Bey bu hakarete tahammül edemeyip Enver Bey’in yüzüne tükürünce üç subayla birlikte Bulgar eşkıyası Sandanski tarafından kurşuna dizildi. Teslim olan askerler birer birer süngülenerek öldürüldü. Kışla avlusunda cesetler yığılmış bir mezbaha halinde idi. Cesetler (bugün üstünde Divan Oteli, Radyo Evi gibi binaların bulunduğu) Surp Agop Ermeni Mezarlığı’nda açılan çukurlara gömdürüldü.”
Turan faciayı tasvire devam eder:
“Öldürülen askerlerin cesetlerini çöp arabalarına bizlere doldurtup gece sabahlara kadar kütle halinde gömdürdüler. Orada 31 Mart’ın kütle halinde gömülen suçsuz kurbanları yatmaktadır. Tarihçiler, 31 Mart’ın hakiki cephesini yazmak isteyenler oralarını eşelesinler, en doğru vesikaları, dokümanları orada bulacaklardır. Bu talihsiz meçhul kurbanlar bir Müslüman mezarlığına bile gömülemediler.”
O kadar büyütülen 31 Mart “isyanı”nda öldürülenler toplasanız üç-beş kişidir. Altı üstü iki gün süren bitmiş bir isyanı bastırmak için Selanik’ten gelen Hareket Ordusu ise binlerce insanı katletmiştir. Bence en büyük “katliam”, Abdülhamid’in tahttan indirilmesidir ki, onun bedelini ne kadar pahalıya ödediğimizi biliyorsunuz.

Hâlâ o tweete cevap veremediğimi düşünenler varsa yazıyı bir kere daha okusunlar. 

Hiç yorum yok: