11 Temmuz 2013 Perşembe

Olaylar neyi gösterdi?-Gezi Parkı öncesi ve sonrası-Şimdi ne olacak?-Eylemcilerin şartları kabul edilmeli mi?-Çapulcu değilim-Devrimci Karargâh görevde-Korkuyor musunuz?-Fitnenin adı-Melodramma-Gezinin Dantonlar'ı ve Daltonlar'ı-Gezi üzerine eleştiri notları-Gültekin Avcı


Olaylar neyi gösterdi?

Benim de hak verdiğim samimi bir protesto ve hak arayışıydı.
Ama organize bir provokasyona dönüştü.

En doğal tepkilerin ve samimi protestoların "planlı bir organizasyonla" nasıl etkileyici provokasyonlara dönüşebileceğini bir kez daha gördük.

Gezi Parkı bahsinde yaşananlar, üzerinde "derin derin"düşünülmesi ve AK Partice tahlil edilmesi gereken pek çok noktayı öne çıkardı.


1- Gezi Parkı protestosunda başlangıç samimi ve masumdu. Ta ki protestonun, derin aktörlerce kaotik bir toplum atmosferi oluşturmak için fevkalade isabetli bir enstrüman olduğu idrak edilene kadar...

2- Protestonun ikinci aşaması, tepkilerini masumane ifade edenlerin devre dışı kaldığı bir süreç olup derin aktörlerce yönetildi.
İllegal ML yapılanmaların ana prensipleri gereği en masum talepler bile siyasallaştırılarak ifade edilmeliydi.
Öyle de yapıldı.

CHP'liler protestoyu bir "halk hareketi" olarak tanımlayarak eylemcileri milli iradenin temsilcileri veya kendisi olarak tavsif ettiler.

Hele meydanların demirbaşı, nerede eylem görse sorgulamadan dalan demirbaş eylemci Sırrı Süreyya, azami istifadeyle kullanıldı.

PKK mevzubahis olunca "kontra" laflarını dillerinden düşürmeyenler, "kontra"nın ne olduğunu, emekçiler adına hangi eylemleri planladığını bilmeden her eyleme sazan gibi dalarlar.
Sonra da pişirilmek üzere kimin tavasına düştüğünü anlayabilmeleri için yıllar geçer.

Bir kısım sanatçılar da bilinçli veya bilinçsiz kaos oyununun parçası oldular.
Mehmet Ali Alabora'nın attığı tweete bakın:
"Mesele sadece Gezi Parkı değil arkadaş. Sen hâlâ anlamadın mı? Hadi gel!"
Alabora'nın utanç verici kastı açık ve net.

3- Bu provokasyonun inanılmaz bir süratle 48 ile yayılmasını kim planladı?

Dikkat edilmeli ki sosyal medya ve internet sözlükleri (itüsözlük bile) protesto teşkilatlanması için azami istifade ve ahenkle kullanıldı. Polisin tuttuğu yollar, protestocuların geçiş güzergâhları, tahkimat yapılan bölgeler ve gruplar arası fiili ve hukuki yardımlaşmanın nereye intikal ettirileceği organize ve senkronize edildi.

4- Gezi Parkı protestosundan Tahrir devşirilmeye çalışıldı bu hakikat.
Zira Tahrir iletişim ve organizasyon yöntemleri ekseriyetle kullanıldı.
Karamsar olduğumu söyleyebilirsiniz ama bence bu büyük bir provaydı.
Yaşananlar Cumhuriyet mitinglerini katiyetle aşan bir vahamettedir.

Bu provada neler denendi neler görüldü?

Protestodaki gruplar arası iletişim, tepkilere ve güvenlik güçlerine direnç, kolluğun göstereceği tepkinin boyutu ve müdahale şekilleri, hükümetin muhtemel tavırları, halkın teşkil edilen icracı kalabalıklara bakışı, protestoların hangi periyotta nerelere sirayetinin sağlanabileceği, protestoların siyaset ve toplumda ürettiği etki gücü, grupların organize olabilme iktidarı ve dış basının ve uluslararası kamuoyunun protestolara bakış açısı görülmüş ve ölçülmüş oldu.

Bundan sonraki toplumsal olaylara bu mercekten bakılmalıdır.
Özellikle dış basının başta Guardian ve CNN International olmak üzere protestolara "Türk baharı" algılı sorunlu bakış açısı siyasal iktidarın aleyhinde odaklandı.

Bu cuma SHaber'de Derin Bakış programına konuk olan Prof. Dr. Celalettin Yavuz'un bir teşhisi ilginçti:

"Halk AKP'ye tepkisini göstermek için her olayı bir fırsat olarak görüyor."
Mübalağalı olabilir ama müşterek ve organize tepkinin illegal odaklarla birlikte gösterilmesi açısından siyasal iktidarca dikkatle analiz edilmesi gereken bir perspektiftir.

5- Derin yapıların ve yönetilen/güdülen devrimci sol gruplarla birleşen kalabalıkların talip olabileceği ve sahaya yansıtabileceği hedefler bir kez daha görüldü.

Ergenekon, Balyoz, 28 Şubat ve benzeri darbe soruşturması ve davalarının canlı ruhu solduruldu.
28 Şubat soruşturmasının "ülke bu dalgalarda boğulur" denilen dalgaları sükûnete büründü.

Antidarbe ruhunun diri ve güçlü adli solukları bir bir veda ettiler.
Ama sokakların nabzını tutabilen karanlık ve derinliklerin hâlâ taptaze ve diri oldukları bir kez daha görüldü.

6- Siyasal iktidarlar oy potansiyelleri ne kadar yüksek olursa olsun, kendilerine teveccüh etmeyen sosyal ve siyasal çevrelerce "kuşatma ve dayatma" olarak kullanılabilecek ve algılanabilecek tasarruflardan kaçınmalıdır.

AK Parti %50'nin teveccüh ettiği bir siyasal kimlik olarak, diğer %50'nin kendisine olan mesafesini en azından korumalı, bu mesafenin iyice açılmasına, husumet ve nefrete dönüşmesine mahal vermemelidir.

AK Partili olmamakla, AK Parti hasmı veya karşıtı olmak farklı olgulardır.
Unutulmamalı ki hasımların çoğalması, hasımlar arası ittifakların da kolay ve güçlü bir şekilde tezahür etmesini intaç eder.

Hal böyle olunca adiyattan apolitik bir doğum günü kutlaması bile illegal ve karşıt güçlerin ittifak ettiği bir kaotik senaryoya dönüşebilir.


Gezi Parkı öncesi ve sonrası

Gezi Parkı eylemleri öncesi ve sonrası, birbirinden çok farklı zamanlar olacak.

Kitlesel infial AK Parti’ye yönelik “derin öfke”yle hercümerç oldu.

Karanlık ve derin tezgâhı görmemek için kör olmak gerek.

Bu ülkede tabanı ve zemini asla belirli bir çıtayı aşmayan devrimci sol gruplar, TKP ve İP gibi yapılar ne zamandan beri dünya kamuoyunu ve ülkeyi sallayacak eylemler yapabiliyorlar?

Eylemler ülke dışından yönlendirilmedi.



Ama dışarıdan destek verildi. 

Hiçbir dış istihbarat servisi ülke içinde etkin ve güçlü bir yapıya dayanmadan kitleleri bu şekilde sokaklara çakamaz.

Lakin derin tezgâhın toplumdaki hangi birikimler üzerine kurulduğunu görmemek de benzer bir körlüktür.

Yorumlar ve demeçler hangi istikamet ve tonda olursa olsun, Cumhurbaşkanı Gül’ün dediği gibimesaj alındı.

Mesajı alan her kişinin tavrı ve cevabı aynımahiyette olmaz. Bu da mesajın alınmadığı manasını taşımaz.

Siyasal retorik hakkı temsil etse ve%50’ye tekabül etse bile üslubun hayati bir önemde olduğu unutulmamalıdır.



Nice hak söylemler ve hakikatler batıl ve tahrik edici üslupların ağırlığı altında ezilmiş ve seslerini duyuramaz olmuşlardır.



Cumhuriyet tarihi de bunun acı örnekleriyle dolu değil mi? 

Şunları görüyorum:

1- Kitle infialini başarıyla kullanmasını ve yönetmesini bilen derin odaklar, sokakların nabzını nasıl tutabileceği, kalabalıkları nasıl hareket ettirebileceği, kalabalıkları yöneterek nasıl psikolojik kontrol sağlayabileceğiyle ilgili olarak yeni bir yöntemi denediler ve başarılı oldular.

Herkesi çapulcu görmek doğru değil

Planlanan değil halen yaşanmakta olan eylemlere bile tekmerkezden yönetici olarakmüdahale edilebildiği ve anında üretilen projeksiyonla yönlendirilebildiği olaylar silsilesi yaşandı.

Üslup hataları ve duygusal cevaplar AK Parti dışı kitleleri birbirine kolayca kenetleyip aynı safta eritebiliyor.

İnsanların mağlubiyeti her daimyüzlerine rencide edici şekilde hışımla çarpılmamalıdır.

2- Kitleleri yönlendiren derin ve karanlık odakların mevcudiyeti doğrudur.

Fakat kalabalığı teşkil eden herkesin gladyatör veya çapulcu olduğunu düşünmek yanlıştır.

En azından böyle bir düşünce tarzının birikmiş infiali tedavi edici veya rehabilite eden bir karaktere sahip olmadığını söylemeliyim.

AK Parti dışı farklı bireylerin bu kadar yoğun bir infialde bu kadar kolayca ittifak edebilmesi bilhassa AK Parti cenahında dikkatle tetkik edilmelidir.



İnfial dolu kalabalıklar kaos baronlarının kucağına itilmemelidir. 

Zira bir haftadır yaşanan olayların Gezi Parkı veya çevre kaygısıyla yaşanmadığı her türlü kuşkudan uzaktır.

Sempatizanı militan haline getirmemek de büyük bir başarıdır. 

3- Uluslararası kamuoyunun ve dış basının sandığa rağmen “sokağın sesine” daha duyarlı olması ve hükümete itidal tavsiye edilmesi, istikbale yönelik bu tür “muhtemel ve mukadder gelişmeler” karşısında Batı’nın tavrı açısından dikkatle analiz edilmelidir.

Derin yapının yeni adresi sokakların dili 

Belli ki “köşeye sıkışmışlık”, “onuru kırılmışlık” ve “adam yerine koyulmamışlık” gibi duygular, yok sayıcı bir üslupla hormonlanırsa sokaklar yeni ve alternatif adresler olarak belirlenecektir.

Derin yapının AK Parti’yi alaşağı edebilmek için belirlediği yeni adres sokakların dilidir.



Ve CHP’nin böylesine illegal ve antidemokratik bir infialde hangi saflarda yer alacağı görülmüştür. 

4- AK Parti eleştirilerin kıymetini bilmeli, hatta eleştiriler azaldığında yanılmış olmaktan daha fazla kaygı duymalıdır.



Her eleştiri fitne üretmez bazen rahmettir unutmamalı.



Dostun acı söyle(ye)mediği iklimtereddüt iklimidir.



Susana da yaramaz susulana da... 

“Herkes fikrime katılırsa yanılmış olmaktan çok korkarım” diyen Oscar Wilde haklı değil mi? 

Olgun bir adamı dost edinmek isterseniz tenkit edin diyor Sadi-i Şirazi. Haklıdır üstat.

Kendimizi yönetirken aklımızı, başkalarını yönetirken ise kalbimizi kullanmalı.

Alman Şansölyesi Bismark, “Bir kimsenin beni yüzüme karşı övmeye hakkı varsa tenkide de hakkı olması gerekir” derken daha da yükseklerden seslenmektedir.

Denetlendiğinde sevinmek, eleştirildiğinde tebessümetmek...

Büyüklük burada olsa gerek.


Şimdi ne olacak?

Gezi Parkı'nda tutuşan, yayılma ve büyüme istidadındaki ateşin istikbali AK Parti'nin değil Başbakan'ın ellerinde.

Eylemci kalabalıklar Başbakan dışındaki AK Parti yetkililerinden ve hatta Cumhurbaşkanı'ndan bile "makul sayabilecekleri" açıklamaları duydular.

Lakin hepsinin gözleri Başbakan'a çakılmış durumda.
Başbakan ise DHKP-C'yi işaret ediyor.

Eylemcilerin içinde DHKP ve TKP zaten var.
Pankartlar, flamalar zaten saklanmıyor hepsi ortada.

Ama bu illegal örgütlerin ülkenin büyük bir bölümüne yayılan kitlesel eylemleri tertip edebilme iktidarı ve tabanı yok.

Bu kadar "etkileyici" bir tabana sahip olsalardı legale geçer parti kurarlardı.
İşte Güneydoğu'da PKK yıllarca bu Gezi Parkı eylem efektinin yarısını bile oluşturabilseydi, "devrimci halk savaşı"nın başarısını anlatacaktı tüm dünyaya.

Kürtlerin yarısını bile sokağa dökemedi

Şiddet olmasa bile Kürtler'in PKK lehindeki legal tepkisi de yeterliydi bunun için.
Yapamadı, Kürtler'in yarısını bile sokaklara dökemedi.

Ama Gezi Parkı'nda başlayan eylemlerin kısa sürede dünya çapında etki göstermesi rutin görüntüleri farklı noktalarda aşıyor.

Yaşananlar Batı medyasında bir derin entrika, illegal saldırganlıklar veya darbe zemini tesisi olarak değil, "sokaklara dökülmüş hak arayan kitleler" olarak değerlendiriliyor.
Bu noktada Batı'da oluşan algıyı yönetmek çok önemli.

Bu algıyı yönetemediğimiz vaka.
Derin odaklar ve terör örgütleri bu tür farklı kimlikleri içinde barındıran kalabalıklara sonradan sızmayı denerler.

Deniyorlar da...
Daha fazla deneyecekler.
Ta ki yanlışlıkla veya kasıtla farklı kimliklerdeki kalabalıkların elektriklenmesini ve taşıdıkları yüksek gerilimle temas etmelerini sağlayana kadar.

Derin yapılar ve terör örgütleri bunları zaten hedefliyor ve sahaya yansıtıyor.
Yani kaos baronları zaten binbir desiseyi hayata geçirmeye çalışırken, umarım Başbakan'ın yaklaşımları bu riski büyütmez.

Üslubu partililerin kalbine su serpti

Tam bu satırı yazdığımda Başbakan Fas dönüşü Atatürk Havalimanı'ndaki konuşmasına başladı.
Konuşma spontane değildi.
Belli önceden hazırlanmıştı.

Başbakan büyük ölçüde önünde yazılı kâğıda bağlı kalarak konuştu.
Konuşma Cumhurbaşkanı Gül ve Bülent Arınç'ın yaklaşımlarıyla kesinlikle örtüşmüyordu.
Kullandığı üslup AK Partili kitlelerin kalbine su serpti.

Bekledikleri açık ve köşeli cevapları Başbakan'dan duydular.
Söyledikleri doğruydu Başbakan'ın.

Bu açıdan bakıldığında psikolojik açıdan oldukça tatmin edici bir konuşma olduğu söylenmeli.
Sermayeye ve faiz lobisine açıkça ve haklı bir rest çekti.

Park eylemcilerine de...
Kalpleri tatmin eden ve park eylemcilerine rest çeken bu retoriğin, sorunu teskin edici bir tesir göstermeyeceği kuvvetle muhtemel.

Başbakan park eylemleri içinde samimi olan önemli bir kitlenin talepleri içinde "karşılanabilir" olanlarına yönelik bir sinyal de vermedi.

Göstericilerin illegal eylemleri açısından işin hukuki yönünün dışına çıkmadı.
Hukuk ise, açıkça eylemcilerin aleyhine.

Zira Türkiye bir hukuk devletiyse, ne kadar haklı olursanız olun, legal tepkiler dışında yakıp yıkmanın ve saldırganlığın hesabını verirsiniz.
Umarım gösterilerin tansiyonu yükselmez.

Sokaklardaki öfkeli kalabalıkların ve buna dayalı sorunların alternatifi yine infial dolu başka kalabalıklar değildir.

Yakın geçmişte "3-5 eşkıya" anlayışı terör ve Kürt sorununu çözmedi.
"3-5 çapulcu" retoriğinde ısrar etmek de sorun çözmeyecek bilakis toplumsal riski görünür hale getirecektir.

Polarizasyonun güçlenmesi ve kitlelerin kendisinden farklı olana karşı bilenmesi demokrasinin ve siyasetin aleyhinedir.
Siyaset ve demokrasinin eli zayıflıyorsa, sokak baronları güçleniyor demektir.


Eylemcilerin şartları kabul edilmeli mi?

İllegal hevesler, haklı sebeplerle birleşmemeli.
Kaos senaryoları haklı sebepleri koluna takarak arzı endam ederse, suların durulması çoğu zaman mümkün olmaz.

Bırakın illegal odaklar, sadece kendi yıkıcı ve ütopik paradigmalarına dayansınlar.
Onları daha güçlü ve haklı kılmak için ellerine efsunlu bir kaldıraç vermenin lüzumu yok.
Bu zaviyeden baktığımda Taksim platformuyla hükümet arasında görüşmeler cereyan etmesi oldukça isabetli buluyorum.

Terör örgütüyle bile müzakere yapılabildiğine göre, illegal örgütler dışındaki samimi protestocuların talepleri ve yaklaşımları elbette ki dinlenmelidir.

Hükümetin görüşme yapması Taksim platformunun taleplerinin kabulü veya geri adım atma manasını taşımıyor.

Lakin Başbakan'ın haklı bir sorusu var:
Devlet sokaktan mı yönetilecek?
Kuşkusuz hayır.

Her sokak hareketi hükümete bir şeyler dayattığında, hükümet de boyun eğdiğinde yönetim ve siyaset felce uğrar.

Özgür iradeye dayanan sükûnetli sandıklar, kimliği meçhul sokak hareketlerine elbette ki kurban edilemez. 

Lakin dinlemek muhataba değer vermenin ilk adımıdır.
Kaldı ki DİSK eski başkanlarından CHP İstanbul Milletvekili Süleyman Çelebi, gösterilerin bitmeyeceğini ve devam edeceğini açıkladı.

Kabul edilebilir iki talep

Demek ki sürecin hassasiyeti devam ediyor.

Gelelim taleplere...
Taksim Platformu'nun ortaya koyduğu 7 talep kabul edilebilir mi?
Kabul edilebilir 2 talep görünüyor.

Biri Gezi Parkı'nın park olarak kalması talebi.
Diğeri ise "ifade özgürlüğü önündeki engellerin kaldırılması" talebi.
Hakikatte bu talep hükümetçe zaten belirlenmiş bir hedef olduğu gibi AB rotası üstünde bir kilometre taşıdır.

Kabul edilmesi mümkün olmayan talepler ise şunlar:
1- "Başta Taksim Meydanı olmak üzere meydanlar toplantı, gösteri ve eylemlere açılmalı."
Böylesine açık uçlu bir talebin demokrasi, asayiş ve güvenlik, yönetim açısından kabulünün mümkün olmadığı açıktır.

2- "Atatürk Kültür Merkezi'nin yıkılmasına ilişkin girişimler durdurulmalı."
Bu talep çevreci bir hassasiyetle açıklanamaz.
AKM'yi Howard Roark çizmedi ya...
Mimari harikası olmadığı gibi toplumsal bir yarar sağlamayan arkaik bir yapı.
Tamamen ideolojik bir hassasiyete dayanmaktadır bu talep.

3- "Biber gazı ve benzeri materyallerin kullanılması yasaklanmalı."
Toplumsal olayların masum vatandaşları da yakan kaotik dalgalar haline dönüşmesini engelleme sadedinde Avrupa ve ABD polisi de biber gazı kullanıyor.
Türkiye'ye özgü bir farklılık yok.

4- "Gözaltına alınanlar koşulsuz derhal serbest bırakılmalı."
Hukuk devletinde bunu kabul etmek mümkün değil.
Ederseniz başkalarına hukuk kurallarını uygulayamazsınız.
Suç varsa adli soruşturma da vardır. Suç yoksa ve hukuk çiğnenmediyse zaten sorun yoktur.

Bu suçları savcılar yutacak mı?

Metin Feyzioğlu, protestolar bittikten ve ortalık durulduktan sonra cadı avı başlatılacağına dair duyumlar olduğunu söylüyor.
Ve ekliyor:

"Sayın Cumhurbaşkanı böyle bir cadı avının olmayacağını, olmasına ihtimal vermediğini ifade etti."

Efendinin "cadı avı" dediği şey, göstericilerin arasına sızan ve ortalığı savaş alanına çeviren haydutların adli soruşturmaya tabi tutulması.

Hem sıkılmadan, yüzün kızarmadan bunu söyleyeceksin hem de hukukçuyum diye ahkam keseceksin.

Suç varsa, kamu malını, araçları kimlerin yakıp yıktığı, esnaf dükkanlarına ve işyerlerine kimlerin zarar verdiği, huzuru açıkça kimlerin illegal mecrada tehdit ettiği bilinirken, bu suçları savcılar yutacak mı?

CMK.160'ı senin derin hatırın için unutacaklar mı?
Cumhurbaşkanından illegal odaklar için peşinen takipsizlik kararı mı aldın da sevinçle ilan ediyorsun Feyzioğlu?

5- "Şiddetin sorumluları olan başta İstanbul, Ankara, Hatay valileri ve emniyet müdürleri olmak üzere tüm sorumlular görevden alınmalı."
Bu da sokağın kaba gücüyle devlet yönetmek ve atama yapmak demektir ki kabul edilemez.


Çapulcu değilim

Gezi Parkı eylemlerine yönelik düşüncelerim sebebiyle haksız ithamlara maruz kaldım.
Bu yaklaşımı Twitter'da da gördüm.

İddia edildiğinin aksine ben değişmedim veya haktan dönmedim.
Lakin olaylar bu defa evvelkilerden daha farklı bir doku taşıyor.
Bu defa yönetsel basiretsizlik sonucu, batıl kısmen de olsa hak materyallere yapışarak temessül etti.

Çapulcunun ve hatta samimi eylemcinin makul sebeplere tutunmasına ve bu sebeplerin üstünde infial yaymasına izin verilmemeliydi.

Eylemci kalabalıklar içinde entrika grupları, illegal odaklar ve derin senaristler yok mu, elbette ki var.

Lakin ne yapılacaksa samimi eylemcilerle operasyonel grupları ayırarak yapmak gerekir.
Posta koyulup meydan okunacaksa bu ayrım açıkça yapılarak koyulması gerekir.

Fani dünyanın mülevves ithamları karşısında 3-5 kelam etmek isterim.
Unutmayın ben operasyonel sahalardan geliyorum.Entrika odaklarına ve kaos baronlarına posta koyulması çok hoşuma gider benim.

Saldırılar duruşumu değiştirmedi

16 yılım kabadayılara ve suç baronlarına posta koymakla geçti.
Sizler kafi derecede bilmeseniz de...

Beni savcılık yıllarımdan tanıyanlar, özellikle silahlı bürokratlar çok iyi bilirler.
Hayatımda uğradığım organize saldırılar ve tehditler de duruşumu değiştirmedi, değiştiremez.

Son olarak 2007'de silahlı saldırıya uğrayıp da ölmediğimi idrak eder etmez basın açıklamasıyla meydan okuyuşum devam eder.

Özellikle 28 Şubat sürecinde siyaset ve bürokrasi askeri vesayet karşısında esas duruştayken, bölgemde suç işleyen askeri ve istihbari bürokrasiyi affetmediğimi...
PKK'nın ve Hizbullah'ın tehditlerine itibar etmediğimi...

Olması gerektiği üzere siyasal iktidarlara ve generallere eyvallah etmediğimi bilirler.
Bugün demokratlıklarına toz kondurmayan pek çok siyasinin ve kalemşorun ağzından askeri vesayet aleyhinde eleştirel bir kelime bile çık(a)mazken, kusura bakmayın da ben savcı olarak demokrasinin kılıcını salladım yıllarca.

Görev yerlerimde sözü de soruşturmayı da arkama saklamadım asla.
Zulmü yutmadım zalimi affetmedim.
Görev yaptığım yerlerde gözaltından suç işleyen adamlarını kurtarmak için generaller de MİT de peşi sıra devreye girerdi.

Sonuç almaları ne mümkün.
Başımı verir suç işleyen çakalları vermezdim.
Ergenekon ve Balyoz çizgisindeki darbeci hainlerin asla affedilmemesi gerektiği yolundaki telkinlerimi...Derin baronları siyasetle yola getirme imkanının asla olmadığını...

Akla ve teenniye yol açıyorum

28 Şubat dalgalarında bu ülkenin değil darbecilerin ve yaltakçılarının boğulacağını, bırakın savcılar sonuna kadar gitsinler dediğimi hatırlarsınız.

Şimdi "Gültekin Avcı değişmiş, çapulculara yol veriyor" diyorlar.
İllegal sol terör örgütlerine, PKK'ya ve derin aktörlere en sert satırları okuduğunuz 2-3 köşeden biri bu köşe değil mi?

Çapulcuya ve derinlere değil, akla ve teenniye yol açmaya çalışıyorum.
Bu defa eski restçi üslupla mukabele edip çözüm bulunamazsa, dönüşü olmaz buhranlara düşmeyelim diyorum.

Dünya kamuoyunda sokakları hâlâ isyankârlarla dolu bir ülke imajıyla sabitlenmeyelim diyorum.

Satrançta vezir geri karelere hamle yaptığında meydanı muarızlara terk etmiş sayılmaz. 

Belki çok daha güçlü ve etkili bir sonucun hamlesini yapmaktadır.
Ben değişmedim, karşımızdaki olayın genetiği bu defa farklı.
Yine bir tertip var doğrudur eyvallah.

Lakin kaygım şu ki bu defa toptancı bir restle infialin izalesi mümkün olmayabilir.
Mümkün olmazsa da ihtimal ki sokakların sesi siyasetin sesini bastırır.
Entrika, makul sebeplere tutunarak tebdili kıyafet ederse, fitneyi teşhis ve tefrik etmek zorlaşır.

Hakkı batıldan ayırmak kolay olmaz.
Muhatabın kimliğini teşhis etmeden nabza göre şerbet vermek mümkün değildir.
Sokakta kimin sesi daha güçlü mücadelesine tebessüm etmek, toplumsal gerginliği ve polarizasyonu güçlendirir. 

Bu minvalden bakıldığında AK Parti'nin dev mitingler kararı, kendisi açısından isabetli ve deşarj edici görünse de konjonktürel toplumsal hassasiyet açısından mahzurludur.

Bu dönemde kalabalıkların mobilizasyonunu ve infialini yükseltici, polarize birikimlerin berraklaşmasını intaç edecek planlamaların tehlike arz ettiği kanısındayım.

Dönem sokakları doldurma değil boşaltma zamanı.
Bu fikrimi serdettim diye ben de çapulcu olduysam eyvallah.

Devrimci Karargâh görevde

Taksim'de tüm terör örgütleri el ele, göz göze.

Neden ahenkle ittifak halindeler?

Devrimci sol yelpazeye egemen temel paradigma bunu gerektiriyor:

Ajitasyon ve propagandada serbestlik, eylemde birlik.

Dikkat edilirse polis ve göstericiler arasındaki müzakerelerin sonuç verme ihtimali belirdiğinde provokatörler derhal devreye girip molotofu ve taşı basıyorlar.

İstanbul Valisi'nin açıklamasına göre, beli silahlı olup provokasyonu yöneten kişi Devrimci Karargâh (DK) mensubu olmaktan tutuklanan, SDP (Sosyalist Demokrasi Partisi) mensubu Ulaş Bayraktaroğlu.

Devrimci Karargâh terör örgütünü unutmadınız değil mi?

Ergenekon unsurlarının içine bolca sızdığı bir illegal terör örgütü.

Son Tezgâh isimli gizli tanığın açıklaması:

"DK terör örgütü, Ergenekon soruşturmasıyla ilişkileri açığa çıkarak yıpranan ve taban kaybeden terör örgütlerinden kopan kitleleri etrafında toplamak için eylemlere başlamıştır. Eskimiş yüzler tasfiye edilerek adı kirlenmemiş yeni bir terör örgütüyle bu ülkede akan kanın devam etmesini istiyorlar."

Doğrudur.

Bu örgüt devrimci sol yapıları bir çatı altında toplama gayesini de gütmektedir.

Ele geçirilen bilgi ve belgeler DK'da Ergenekon soruşturmasını sabote etme gayesinin oldukça önde olduğunu göstermişti.

Selimiye Kışlası'na bomba

Gerçi yorulmalarına gerek kalmadı, Ergenekon soruşturmasının önü zaten kapandı.

DK, özellikle Ergenekon operasyonunun başlamasından sonra, 2008'de 1. Ordu Komutanlığı'na bağlı Selimiye Kışlası'na havan topu ile saldırı düzenleyen örgüt.

Yine 2008'de Sütlüce'deki AK Parti il başkanlığına kargo ile yolladıkları bombalı paket X-ray cihazından ikinci kez geçişi esnasında patladı.

Saldırıda 1 polis şehit oldu, 4'ü polis 11 kişi yaralandı.

Ve bu kadar kaybın olmadığı diğer bombalı saldırılar...

Ya DK terör örgütüyle birlikte anılan SDP?

SDP, parti-cephe geleneğinde legal bir parti olarak biliniyor.

Lakin partinin DK terör örgütüyle yakınlığı ve irtibatları da basına bolca konu oldu.

SDP, 2002 yılında çoğunluğunu ÖDP'den ayrılanların kurduğu bir parti.

1980'de Türkiye Kuzey Kürdistan Kurtuluş Örgütü (TKKKÖ) adıyla faaliyet gösterdi.

Partinin ilk başkanı BDP'den milletvekilliği yapan Akın Birdal'dı.

Son kongrede genel başkan olarak Rıdvan Turan seçildi.

SDP, "Devrimci Karargâh'la ilgimiz yok" dese de...

2009 yılında Devrimci Karargâh örgütüne yönelik Bostancı'da yapılan operasyon 6 saat sürdü ve canlı yayınlandı.

13 SDP'li tutuklanmıştı

Çatışmada DK yöneticisi Orhan Yılmazkaya Emniyet Amirimiz Semih Balaban'ı haince şehit etti.

16 yaşındaki Mazlum Şeker'i öldürdü.

Aralarında NTV muhabiri İlhan Kandaz ve 8 polis memurunun bulunduğu 10 kişiyi yaraladı.

SDP, pek çok kereler Devrimci Karargâh operasyonlarında arandı ve mensupları tutuklandı.

2010'da Devrimci Karargâh soruşturmasında 13 SDP'li tutuklanmıştı.

Tutuklananlar arasında partinin genel başkanı Rıdvan Turan da vardı.

SDP Genel Başkanı Rıdvan Turan, işte bu silahlı çatışmada ölü olarak ele geçirilen Orhan Yılmazkaya'nın anısına 3 Mayıs 2009 tarihinde düzenlenen anma törenine katıldı. 

SDP Genel Başkan Yardımcısı Ecevit Piroğlu da katil Yılmazkaya'nın anma merasimine katıldı.

En ilginç olan ise Ecevit Piroğlu'nun Gezi Parkı olaylarında belinde silah elinde telsizle provokasyonu ve polise saldırıyı yöneten Ulaş Bayraktaroğlu ile aynı evi kullanırken tutuklanmış olması. (İddianame.)

Ulaş Bayraktaroğlu SDP MYK üyesi.

Devrimci Karargâh teröristi Yılmazkaya'nın bilgisayarından ele geçen bir belgede, Devrimci Karargâh örgütünün SDP içerisinde yapılandığı ve kabul gördüğünün bildirildiği iddianamenin önemli eksenlerinden birisi.

Belgede partinin yayın organı olan Sosyalist Demokrasi gazetesinde örgüt mensuplarının yazılarının yayınlandığı ve örgütün propagandasının yapıldığı da belirtiliyor.

Savcılığa göre SDP Genel Başkanı Rıdvan Turan da Devrimci Karargâh terör örgütü amaç ve hedefleri doğrultusunda faaliyet yürütüyor ve bu örgütün üyesi.

PKK ve BDP ilişkisi gibi

Parti, Türkiye'nin ve bölgenin en önemli sorununun Kürt meselesi olduğunu savunuyor.

"SDP yalnız değildir" diyen BDP, "SDP Genel Başkanı ve yöneticileri bir an önce serbest bırakılmalı" açıklamasını yaparak herkesi SDP'yle dayanışmaya çağırdı.
Herhangi bir seçime girmeyen SDP, 11 yıl boyunca DEHAP-DTP-BDP/PKK ekseniyle birlikte hareket etti.

Bu defa Gezi Parkı olayları soruşturmasında, 70 SDP üyesinin gözaltına alındığı açıklandı.

PKK'nın BDP'nin legalitesinden faydalanması nasıl cereyan ediyorsa, SDP ve Devrimci Karargâh görünümü de buna benziyor.

27.10.2009 tarihli Show Haber'de Murat Karayılan'ın yapmış olduğu açıklama şöyle:
"O zaman sayı olarak tam bilemeyeceğim 5-6 kişilik bir gruptu. Onlara dağda nasıl yaşanır, silah eğitimi, askeri eğitim verdik. Önceden Avrupa üzerinden bize başvurdular Devrimci Karargâh örgütü olarak. Biz de onlara her türlü eğitimi verdik. Yani bir devrimci örgütü olarak yanımıza geldi ve biz onlara gerekli eğitimi verdik."

Kandil'de eğitim aldı

Devrimci Karargâh militanları da hâlâ Kandil'de silahlı ve ideolojik eğitim alıyorlar.

Orhan Yılmazkaya da Kandil'de eğitim almıştı. 

DK terör örgütüyle ilgili olarak Ankara Emniyet Müdürlüğü'ne gelen 30.08.2009 tarihli e-mail ihbarı hayati önemdeki bilgileri deşifre ediyor.

İhbarda bulunan şahsın dikkat çektiği noktalara bakar mısınız?

"Devrimci Karargâh terör örgütü içinde faaliyet gösterirken 27.04.2009 tarihli operasyon sonrası yurtdışına bazı asker şahıslar tarafından çıkarıldığını...

Türkiye'den çıkışı ve Avrupa'da yaşadıklarıyla örgütün derin yapılarca kullanıldığını anladığını...

Bostancı operasyonu sırasında "devlet görevlileri" tarafından uyarılarak bulundukları yerleri terk etmelerinin sağlandığını...

Kendilerinde bulunan silah-patlayıcı ve mühimmatın Ergenekon yapılanması tarafından verildiğini... 

Demokratik Açılım"ın konuşulduğu süreçte yeni eylemlere girileceğini ve PKK'nın Batı'da yaptığı eylemlerin Devrimci Karargâh terör örgütünce üstlenileceğini..." 

Düşünmek gerek!


Korkuyor musunuz?

Gezi Parkı eylem ve çatışmaları, bu ülkenin çok kısa bir sürede nasıl karışabileceğini, kaos baronlarının nasıl fırsat kolladığını, darbe zemini arayan operasyonel kalabalıkların nasıl dipdiri ayakta olduğunu ve iç savaş oyununun ne kadar süratle oynandığını gösteriyor.

"Bu ülkede artık darbe olmaz, Türkiye Suriye olmaz, Bosna olmaz" yaklaşımları Binbir Gece Masalları gibi geliyor bana.
Soğukkanlılık, teenni ve feraset gösterilmezse bu ülkede her şey olur.
Allah korusun bu ülke Suriye'ye de dönüştürülebilir, Bosna'ya da.

Diplomasi ve lobi çalışmaları denen şeyler, ülkenizin haklılığını ve ülkenizde cereyan eden olayları sizin ikna edici bir şekilde temas ettiğiniz ülkelere anlatmanıza, onları sizin lehinizde etkilemenize yarar.

Türkiye bu olayların dünyaya aktarılmasında yalnızlaşırsa, tüm terör örgütlerinin hepsi masum Gezi Parkı göstericisi gençler haline gelir.
"Batı çifte standartlı, zaten onlar yönetiyor olayları" diyerek çaba göstermekten sarfınazar etmek kolaycılık ve basiretsizliktir.

AB’ye talip olmaktan vazgeçtik mi?

Batı darbeleri ve faili meçhulleri de yönetti.
AB'ye talip olmaktan vazgeçtik mi?
Türkiye Gezi olaylarında Batı ülkelerindeki algı yönetimi için, BDP'nin Avrupa'da yoğun çalışmalarla PKK'yı "aktivist" eşiğine getirmesi kadar çalıştı mı?

İstanbul Valisi siyasetin en baştan beri göstermesi gereken sabır ve soğukkanlı tavrı, üst düzeyde sergiliyor.

Lakin Gezi Parkı eylemcileri, terör örgütleriyle temas ettikçe, onlarla uzlaşma imajı verdikçe masumiyetlerini kaybediyorlar.

"Demokratik hak arayışı" ve "makul/meşru tepki" konumundan uzaklaşıyorlar.
Devrimci sol terör örgütleri sokaktan milli demokratik devrim devşirmeye çalışıyorlar.
90'ların gençliğiymiş, apolitikmiş bunları fazlaca ciddiye almıyorum.

Apolitik dediğiniz kitle yanı başında terör örgütü flamalarının açılmasına ve taşınmasına izin vermemeli.
Kaldı ki apolitik bir kitle ultrapolitik böyle bir eylemi yapamayacağı/yönetemeyeceği gibi, politikaya mesaj verme/tepki koyma noktasını aşıp, sistemi sokaktan yönetmeye talip olmaz.
Düşünüyorum da...

Gezi Parkı gösterilerinde illa ki bir çatışma yaşanacaksa, bu çatışmanın öncelikle Park eylemcileriyle terör örgütü yandaşları arasında cereyan etmesini beklerdim.
Protestonun masumiyetini korumak dünyanın her yerinde protestoculara aittir.

Hakikatte eylemde ve talepte samimiyet de bunu gerektirir.
Ama çatışmalar polisle eylemciler arasında yaşandı.

Ya sanat kariyerini Gezi Parkı ötesi devrimci hayallere tahsis eden sanatçılar...
Demokratik tepkiyi terörist saldırıya dönüştürenlere neden ses çıkarmıyorsunuz?

Sanatı her daim devrimcilere türkü yakıp beyazların ihtiraslarını tatmin zanneden "sanatçı" destekçiler!

Bir kere de bu milletin kahir çoğunluktaki zencilerinin yanında yer alabilseydiniz keşke!
Gezi Parkı eyleminde masumiyetin ırzına geçen terörist çakallara neden tepki göstermiyorsunuz?
Korkuyor musunuz?

Referandum isabetli mi?

Önümüzde bir Park/ağaç meselesi değil, büyük bir politik/ideolojik sorun var.
Hal böyleyken İstanbul'da yapılacak kamuoyu yoklaması bu sorunu karşılayabilir mi?
Masum eylemcilerin isteklerini topladığı 7 maddelik bildirideki şartların hepsi Gezi Parkı'yla ilgili değil ki.
Demek ki masum göstericiler için de, illegal örgütler için de mesele Gezi Parkı eşiğini aşmış.
Ya da bana öyle görünüyor.
İstanbul'da yapılacak toplumsal nabız yoklamasını referandum veya plebisit olarak adlandırmak doğru değil.
YSK'nın tespit ettiği gibi Belediye Kanunu'na göre anket veya kamuoyu yoklamasıdır yapılacak olan.
Gezi Parkı için yapılacak kamuoyu yoklaması sonucunda çıkacak olan neticenin akıbeti neye bağlı?
Yine yargının kararına bağlı.
Danıştay Başkanı Marakullukçu haklıdır, doğruyu söylemiştir. 
Gerçekten de belirttiği gibi "Referandum yargı kararının önüne geçemez." 
Bu size ters gelebilir.
Millet özgür iradesiyle Topçu Kışlası'na veya şehir müzesine yol verirse, mahkeme kararı millet iradesinin önüne nasıl geçebilir diyebilirsiniz.
Diyebilirsiniz ama hukuk devletinin kuralı da budur.
Anayasa'da yargı yetkisinin millet adına kimler tarafından kullanılacağı belirlenmiştir.
AB ülkeleri ve ABD'de de durum böyledir.
Son sözü yargı söyler.
Demokrasi ve hukuk devletinin yerleşmiş formülüdür bu.

Fitnenin Adı 


Fitne kol geziyor.
Sürüye saldıracak kurtların dört gözle beklediği puslu havadayız.
Olaylara eylemciler ve AK Parti ayrımıyla baktığımızda;
Mesele "Gezi Parkçılar'ın makul talepleri"ni ve "Tayyip Erdoğan'ı yeme/yedirtmeme" meselesini aştı.

Eylemlerin ibresi ülkenin vesayet dolu yıllarından sonra zor bulduğu demokrasi iklimini ve hepimizin içinde bulunduğu gemiyi batırmaya doğru yöneldi. 

Halkı isyana teşvik eden CHP Gençlik Kolları tweet hesabı sahte çıktı.
Bir provokatör kadın kendini zorla Toma'nın altına atıyor ve ısrarla oradan çıkmıyor.
Aslı olmayan sahte görüntü ve haberler gırla gidiyor.

Demokrasi oyununda hile yapma ve oyunun kuralını ekarte etme gayretinin sistematik şekilde sahaya yansıdığını görüyoruz.

Sokakların karışıp kaosun ülkeyi esir alması için maskelerini indiren nice karanlıklar ve kalem müsveddeleri var.

Kabarık sayıdaki takipçilerine dayanarak "milli demokratik devrim" yapmaya çalışan "marionette" köşebentler gün yüzüne çıktı.

İpleri kaos baronlarının elinde olan kuklalardır marionette'ler.
Kaos baronlarının emrine amade olan kalemler, görevlerini sadakat ve iştiyakla ifa ediyorlar.
'Fırsatların kazası olmaz' deyip kaosu besleyen ve destekleyen yazar ve TV'ler, gezi olaylarıyla gün gibi ortaya çıktı.

Daha 28 Şubat yaltakçısı ve destekçisi kalem ve basın erbabı yargılanamamışken, benzer kaos suçları tekrar işleniyor.
Takipçilerini sokaklara (yani hukuksuz eylemlere) davet etmek, olayları hilafı hakikat şekilde ajite etmek ve kaosa davetiye çıkarmak...
Kusura bakmayın bunlar suçun daniskasıdır efendiler!

Sosyal medya faaliyeti için değil.
Kaotik yöneticilerin emellerine hizmet etmek, kalabalıkları tahrik etmek ve yanıltmak, manipülatif haber ve çağrılarla ülkeyi anarşiye sürüklemek sebebiyle.

En basitinden 2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri'ne göre kanunsuz olan bir eyleme davet etmektir ki, TCK.214 gereği insanları suç işlemeye tahrik etmek demektir.
"Planlı bir organizasyonun (suç örgütü) bilinçli neferleri olma ihtimalleri"ne hiç temas etmiyorum bile.

Savcılar bunların hesabını sorsun.
Hukuk devletiysek ve demokratik sistemsek sormalı.
Bunların gözleri teröristler dışında mazlumlar ve şehitlerimiz için, şehitlerin geride bıraktıkları boynu bükükler için asla yaşarmaz.
Gözleri yaşlıysa bilin ki biber gazındandır.

Yedikleri biber gazını da millete Aum Shinrikyo'nun Tokyo metrosunda kullandığı sarin gazıolarak pazarlarlar utanmadan.
Ne zaman bir terör örgütüne operasyon yapılsa ilk önce bu dalga boyundaki gölgeler karşı çıkıyor.
DHKP-C'ye yapılan operasyonlarda terör örgütüne adeta ağıtlar yakan, terörün kanlı yüzünü gizleyip sanat yönünü öne sürenler onlar değil miydi?

Polis katillerine beste yapanları göklere çıkarıp mağdur polis evlatlarının hakkını arayan hukukun icrasına karşı çıkanlar bunlar değil miydi?

"28 Şubat soruşturmasını dar tutalım, herkesten de hesap sormaya gerek yok, bu dalgalarda ülke boğulur" anlayışıyla "darbe ve darbecilerle barışma"nın mümkün olmadığını gördünüz mü?
Siz ne kadar affetseniz de, "canım bu kadarına da gerek yok" deyip soruşturmaların önüne barikatlar yığsanız da onların sizi asla affetmeyeceğini gördünüz mü?

Bağışladığımız, hukuku durdurduğumuz ve görmezden geldiğimiz her terör ve suç eylemi, karşımıza daha güçlü ve organize bir şekilde tekrar çıkar. 
Üstelik bu defa halk kitlelerine yapışarak.
"Bunları söylemenin zamanı mı şimdi?"
Evet, tam zamanı.

Şimdi hatırlatayım ki, bir daha müstakbel akıbetimize körlük etmeyiz belki.
Cereyan eden olaylarla ülkemizin prestijine yönelik yıkıcı gaye, büyük ölçüde gerçekleşti.
Bunda hükümetin ihmalkârlığı ve basiretsizliği yok mu? Elbette ki var.
Dış kamuoyundaki imajımız, belki de uzun yıllar tamir edilemeyecek şekilde neredeyse yerle bir oldu.

Gelinen aşamada mevcut tercihler ise oldukça sınırlıydı.
Müdahale eninde sonunda yapılacaktı.

Fakat polis müdahalesinin tahmin edilenden daha erken yapıldığı görülüyor.
Bunda AK Parti'nin Kazlıçeşme'de miting yapacak olması etkili bir faktör olabilir.
Ya biraz daha beklense ne olacaktı?

Bence değişen bir şey olmayacak, Taksim Platformu'nun direnişe devam kararı uygulanacaktı.
Zaten deklare edilen kararları da bu istikametteydi.
Sinirler bu kadar gerilmişken AK Parti mitinglerinin gerilimi daha da artırabileceği ve şerleri davet edebileceğini tekrar hatırlatmak isterim.


Gezinin Dantonlar'ı ve Daltonlar'ı

-Dağıtma yolundaki uyarınızı uygun bulmuyoruz!
Bunu Ankara'da Kennedy Caddesi'nde TOMA'nın önüne oturarak görev yapmalarına engel olduğu polislere söyleyen kim?

YARSAV Başkanı'yken "militan hakim" ihtiyacı içinde olduğunu fütursuzca söyleyen CHP Milletvekili Emine Ülker Tarhan.
Sanki 2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu yok.
Sanki meşru ve haklı bile olsa her kalabalık istediği yerde toplanıp eylem yapabilirmiş gibi.
Polisin ikazını uygun bulmamak için hukuk kurallarının bilinmediği/duyulmadığı ıssız dağlarda yaşıyor olmak gerek.

'Hanımefendi' üstelik hukukçu.
Hakimlikten geliyor.
Ama siyasetin gerektiğinde hukuku göz ardı eden, kritik zamanlarda adalete sınır koyan kronik manevrasına öyle aşina olmuş ki, bu mevzuatı yutuverdi birden.
Kendini gözleyen kitlelerin kahramanı olabilmek için hukuka çalım atması gerekiyordu.
O da bastı çalımı Ceza Hukuku'na.

Fazıl Say'ın öyle bir hoşuna gitmiş ki Emine Ülker'in polis karşısındaki tavrı.
CHP'nin başına Emine Ülker geçsin diye tutturdu Twitter'da.
Gerçekten CHP'den tutun belli başlı yayın organlarına kadar, gazetecilerden bir kısım sermaye odaklarına kadar sokağın bu defa işi kotaracağı umudu yoğunlaştı.
Hatta bu umut ve beklenti kuvvetli bir inanca dönüştü.

Ve davaya iman kuvvetindeki bu inanç, yüzlerden maskeyi cesaretle indirmek suretiyle açık bir desteğe ve bence iktidardan da öte demokrasiye meydan okumaya dönüştü.
Twitter'da eylemlere takipçilerini açıkça örgütleyerek balıklama dalan gazeteciler, gezi buhranınınDanton'u olma azmindeydiler.

Hatırlayın Fransız ihtilalinde Robespierre devrimin aklıysa, Danton vicdanıdır.
Lakin bizimkilerin Danton gibi hitabet yetenekleri yoktu.
Danton gibi eylemlerin kodlarını okuyamadılar.

Danton misyonuyla çıktıkları yolda Daltonlar'a döndüler.
Sokaklardan solun her daim uyuyan ve devrimcinin sihirli busesiyle uyanacak olan bir 'milli demokratik devrim' devşirme derdindeydiler.
Kemalist/ulusalcılar için sorun yoktu.

Denizler ve Mahirler buz gibi darbeciydi

Zira Kemalizm sağa kapalı sola ise sağa nazaran açık ve müsamahakâr olan bir sistemdi.
Türk Solu grubunun önde gelen ismi Mihri Belli'nin göremediği, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının rüyalarında gözlediği, DHKP-C'nin bir türlü gerçekleştiremediği o 'efsunlu sevgili.'

Türk Solu Dergisi'nin ekinde 32 sayfa olarak yayınlanan MDD (Milli Demokratik Devrim)modelinde iki aşamalı devrim stratejisinin özü şuydu:
Ülke öncelikle ekonomik, politik ve askeri yönden bağımsız olmalıydı. Öncelikle bunun mücadelesi verilecekti.

MDD gerçekleştikten sonra ülkede sosyalist devrim gerçekleşebilirdi.
Yani önce "askeri darbe" şeklinde "genç subaylar"ın önderliğinde milli demokratik devrim gerçekleşecekti.
Sonra da "proleter devrim" şiddete dayanmadan kesintisiz bir şekilde işçi sınıfının hakimiyetini kuracaktı.

Deniz Gezmiş'in THKO terör örgütü buna inandı.
Bugün İşçi Partisi bu prensibe inandığı gibi, İşçi Partisi'nin menbaı olan illegal TİİKP buna inanıyordu. Taktiği ise Çin devriminin yolu yani Çin'de izlenen halk savaşıydı. Mihrakı "Maoist"ti yani Pekin Tezi'ne dayanıyordu.
Mahir Çayan ve arkadaşlarının kurduğu ve bugünkü DHKP-C'nin kaynağı THKP-C terör örgütünün stratejisi de MDD idi.

Anlayacağınız bizim beyaz medyanın, "Gezi Daltonları"nın romantik sevgilileri olan terörist Denizler ve Mahirler buz gibi darbeciydi.
Gezi Parkı eylemlerinde baş gösteren Devrimci Karargâh ve DHKP-C terör örgütlerinin derin kontrollü ve askeri darbe tabanlı örgütler olduğunu da unutmamak gerekiyor.
Yine Gezi Parkı eylemlerinde varlığını enikonu hissettiren İşçi Partisi'nin hedefini söylemeye hacet var mı?

Daltonlar'ın karşısına er geç Red Kit dikilir ve onları enselerdi.
Bunların karşısına da kuşkusuz savcılar dikilecek.
Hak arama ve demokratik tepki göstermekle, milleti kaos ve anarşiye sevk etme özgürlüğü yok diyecekler.

Rabindranath Tagore'un ifadesiyle bu kaos gazetecileri, "ateşin kardeşi" oldular.
'Ateşin kardeşleri' tehlikeli ihtiraslarıyla yaşamlarını tamamladılar.
Fransız İhtilali'nin çocukları ihtirasları uğruna devrime ihanet etmişlerdi.
Bizim "Gezi Daltonları" ise demokrasiye ihanet etmek için her daim fırsat kolluyorlar.

Gezi üzerine eleştiri notları 

Gezi olayları, makul ve meşru bir tepkinin devrimci ve derin sol tarafından azami istifadeyle kullanıldığı ve kronikleştirildiği bir süreçtir.

Bitmemiştir.

Tepki, maalesef sahalarda yavaşlasa veya silinmeye yüz tutsa bile zihinlere kazınmıştır.

Fransa mahreçli 68 olaylarında De Gaulle bile itibar kaybetti. Ve bir daha da eski prestijine asla ulaşamadı.

Gezi rüzgarları pencereme şu eleştirel notları bıraktı:

1-Başbakan "3 ay evvel bunun istihbaratını aldık" demesine rağmen, AK Parti bu süreçte toplumsal nabzı iyi tutamadı.

Bu sorunsalın üstüne "çadırların ateşe verilmesi" gibi kriz yönetimindeki vahim hatalar eklenince, kriz derinleşti ve daimi efekt doğuracak kronik bir karaktere büründü.

2-AK Parti Batı'da, Batı kamuoyunda ve sosyal medyada belirleyici etki gösteremedi.

"Duranadam" hashtag'i rekor kırdı, dünya gündeminde birinci sıraya oturdu.

İlk iki döneminde sürekli dışa açılan AK Parti iktidarı, 3. döneminde içe döndü.

Beklenen seviyede Batı'yı ikna faaliyeti yürütmeyen Türkiye, Batı nazarında daha fazla Ortadoğulu bir imaja hapsoldu.

Bu bir ilk.

İlk iki dönem Batı'da mevzi kazanan AK Parti, özellikle Gezi'den sonra demokratikleşme ve iktidarın muktedir olabilmesi yolundaki belki en önemli yol arkadaşı olan AB/ABD ekseninde hayal kırıklığı yarattı.

Hatırlayın AK Parti'nin tedirginlik duyduğu her demokratikleşme hamlesinde, Batı'daki emsaller kurtarıcı ve rahatlatıcı olmuştu.

Başbakan'ı Esed'e benzeten Kılıçdaroğlu'na tepki gösteren AP Sosyalist Grup BaşkanıSwoboda, bu defa Gezi konusunda hükümete eleştirel bir tavır takındı.

Bu gelişmeler iyi analiz edilmeli, Türkiye'nin Batı'ya sırtını dönüp yalnızlaşmasına ve Ortadoğu'ya kısılıp kalmasına meydan verilmemelidir.

3-Toplumdaki polarizasyon hassasiyeti güçlendi. 

Polarizasyon siyasal bir manevra olup netice alınsa bile, demokrasi zayıflar.

Hukuk siyasallaşır.

Toplumda güven ve huzur kalmaz.

Eleştiriye duyarsız ve tepkili bir siyaset, karşıtlarının legalde hatta illegalde bile ittifak etmesine zemin hazırlar.

Saatlerin zamanı göstermesinden çok, doğru gitmesi önemlidir.

4-AK Parti penceresinden görünen "siyasal doğru"larla farklı renklerden müteşekkil toplumumuzdaki "sosyal doğru"lar her zaman örtüşmüyor.

"Sosyal doğru"larda asgari müşterek çizgiyi yakalayarak "siyasal doğru"lara bel vermek gerekiyor.
İktidar açısından "siyasal doğru" tek olabilir. Ama o siyasal doğruyla muhatap olacak olan toplumun farklı "sosyal doğru"ları var.

Türk solu ile KCK bağları yükseldi

Kondüktörün attığı haksız bir tokat sıradan bir avukatı Mahatma Gandhi yaptı.

Bir asilzadenin tahkir ve tezyifleri ise genç bir züppeyi Voltaire yaptı.

5-AK Parti'nin en çok ihtiyacı olan şey eleştiridir. 

Makul ve yapıcı tenkitlere kulak tıkamak ve husumet beslemek otoriterleşme alameti olarak algılanır. 

Bilakis tahkir ve tezyife mahal vermeden eleştireni, yıkıcı değil yapıcı/yol gösterici tenkidi baş tacı etmelidir.

Tek bir söz kalpleri yerle bir etmeye, gönlü hüzne boğmaya kâfi.

Lakin o kırık kalpleri imar ve ihya için bazen ne bir kelam ne bir ömür yeter.

6-Türk solu ve KCK arasındaki bağlar güçlendi. 

Önemli bir nokta ise Türk illegal solunun legal sol halk kitleleriyle olan mesafesinin erimesidir. Bu durum illegal sol terör örgütlerinin halk desteği ve tabanının güçlenmesi neticesini beraberinde getirebilir.

KCK-PKK gerçeğinde olduğu gibi.

İllegal Türk solu psikolojik ve toplumsal mevzi kazandı.

7-İktidarın üslup ve siyasetinden memnuniyetsizlik duyan halk kitlelerinin mobilizasyonunda Gezi bir milat oldu.

Yönetimden şikâyetçi olan kitleler sokak yolunu, hatta yakıp yıkmayı öğrendi.

Ve artık bu kitlesel dalgalar tekerrür edebileceği gibi, kritik gelişmelerle yoğunlaşabilen bir karaktere bürünebilecektir.

Gezi olaylarının bire bir Cumhuriyet mitingleriyle aynı mahiyette olduğu söylenemez.

Zira daha sofistike, entrika içinde legal/masum halk kitlelerinin de bulunduğu bir buhrandır.



Melodramma

Gezi olayları medyanın konumunu vitrine taşıdı.
Gezi'de medyaya biçilen rol başka, medyanın oynaması gereken rol ise bambaşkaydı.
Merkez medyaya karşı sekteryenlik nevrozu içinde değilim.

Lakin iletişimin küresel üstatları, medyanın provokasyona açıkça bel vermesini aforoz ediyorlar.
Doğrusu merkez medya Gezi operasında libretto'yu hıfzetmiş ki, misyonunu aşkla icra etti.
Âmâ tenor Andrea Bocelli "melodramma"yı nasıl romantizmin doruğunda seslendiriyorsa, bizimkilerin Gezi lirizmi de bu kıvamdaydı.


Bu kaotik şehvetin hazzına kendilerini bırakanlar, hâlâ kaos tetikçiliğini ve provokasyon tellallığını gazetecilik diye takdim etme gayretindeler.

Buna doğal olarak ulusalcı ve sol medya da kuvvetle payanda oldu.
Bu noktada medyanın demokrasilerdeki konum ve tutumunu, hukuk karşısındaki durumunu hiç düşünmediler.

Sadece basın özgürlüğü sloganları attılar ama bu özgürlüğün hangi kurallarla sınırlı olduğuna hiç nazar etmediler.

Mehmet Ali Alabora'nın "Mesele sadece Gezi Parkı değil arkadaş. Sen hâlâ anlamadın mı? Hadi gel..." tweetiyle aynı psikoloji ve aynı refleksle yapılan işin adı gazetecilik değildir.
Mesele gazetecilik değil arkadaş!

Anladık ki iş başka.
Medya en büyük açık istihbarat kaynağıdır.
İstihbarat oyunlarının ve entrikaların da merkezindedir.

Hem devletler ve hükümetler hem de illegal yapılar medya organlarını yedeklerine alma azmi ve kararlılığı içindedirler.

Çağımızın büyük toplumsal metamorfozları ve radikal dönüşümleri medyasız olmaz.
Medya yaptığı haber, fotoğraf ve derlediği bilgilerle soruşturma ve yargılamalarda bile etkileyici varlığını hissettirir.

Ve medya savcı gibi işin hakikatini araştırma mecburiyetinde olmayıp, 'görünür gerçeğe göre'hareket etme jokerine sahiptir.

Medya sisteminin mantığı siyaseti sömürgeleştirir.
Fakat siyasetin hâkimiyet ihtirası ve partizanlık tutkusunun güçlü yansıması ise medyayı asli konum ve misyonundan uzaklaştırır.

İşte medyanın etik yapısı burada ön plana çıkar.
Böyle bir yapı varsa...

Türkiye'de merkez medyanın demokrasi dışı kurumsal elitlerden bağımsız bir örgütlenmesi yoktur.
"Gazetecilik etiği ve demokrasi" isimli makalesinde Manuel Nunez Encabo, medyanın asıl gayesini "kamuyu ilgilendiren konulara dair muhtelif enformasyon ve kanaatleri aktarmak" şeklinde tanımlar ki fevkalade isabetlidir.

İşte medya, "bilgilendirme" rolünü yerine getirirken, kamuoyu oluşturmamalı, kamuoyunu yönlendirmemeli ve kendini kamu otoritesinin yerine koymamalıdır.

Medya, bilgilendirme kimliğinden sıyrılıp kamuoyu oluşturma rolünü üstlendiğinde kendini kamu otoritesinin veya yargının yerine koymuş olur.

Bu halde halkın özgür iradesinin yansıması olan demokrasi yerine ortaya "mediocracy" çıkıyor.
Manuel Nunez Encabo"mediocracy"nin, güçler ayrımı prensibine ve demokratik topluma zarar verdiğine isabetle işaret eder.

Ülkemizde medya kaynaklı problemlerin menşeini "mediocracy sendromu" oluşturuyor.
Rights of Man yazarı, meşhur insan hakları savunucusu Thomas Paine hakkında iftira suçundan dava açılır.

Paine'in avukatı Galler Prensi'nin Adalet Bakanı Thomas Erskine'dir.
Şöyle der mahkemeye, tüm zamanların medya organlarına ve bizlere:
"Yurttaşların dillerinin, beyinlerinin ve gözlerinin yönetilmesi kabul edilemez.
Basın özgürlüğü Tanrı tarafından ihsan olunmuş değiştirilemez doğal bir haktır.
Hür bir basına sahip olmak bireylerin hükümete karşı kullanabilecekleri bir kozdur."

"Herkes" diye vurgular Erskine; "Hükümetin hata ve kusurlarını gösterebilir. Yolsuzluklarını inceleyip yayınlayabilir. Yurttaşları icraatın feci sonuçları hakkında uyarabilir."

Erskine mahkemeye iç savaşların ana kaynağının saldırgan hükümetler olduğunu söyler.
Ve vicdanlı yurttaşlar arasında kamusal tartışmaya dayanan hükümetlerin biraz gürültülü de olsa, barışçı olduğunu ve barışı kurduğunu...

Kuşkusuz özgür basın, hükümetlerin toplumda açtığı yaraları Telephos'un mızrağı misali iyileştirebilir.

Erskine'in söyledikleri bugün de haktır.
Lakin bu sözler içinde suç işlemek, yalan ve manipülasyonla kitle kontrolü yapmak basın faaliyeti olarak belirtilmemiştir.

İyi bilirim ki hukukta da böyle.
O halde malum koronun basında ve Twitter'da yaptığı nedir?

Hiç yorum yok: