13 Haziran 2013 Perşembe

Sakarya Nehrini İstanbul'a bağlamak Sultan III. Mustafa Han'ın projesiydi-Prof.Dr.Ekrem Buğra Ekinci

Sultan III. Mustafa, tabiri caizse Osmanlı tarihinin en talihsiz hükümdarlarındandır. Teknik Üniversite’nin kuruluşu gibi çok mühim hizmetler yapmışsa da; Ruslara karşı yaşanan ilk ağır mağlubiyet ve İstanbul’un tarihte gördüğü en büyük zelzelelerden biri bu padişah zamanına rast gelmişti. Bu sebeple hayırlı işleri unutulmuş; hep felâketlerle anılmıştır. 

Osmanlı tarihinin en parlak sayfası sayılan Lale Devri hükümdarı Sultan III. Ahmed’in oğludur. Ancak tahta çıkabilmek için iki amcazadesini beklemiştir. 
1757 yılında tahta çıkan padişah, babası gibi sulhsever bir hükümdardı. Ancak hâdiseler istendiği gibi gelişmedi. Ruslar, bir denge unsuru olan Polonya’yı işgal etti. Lehliler, Podolya’yı verme karşılığında padişahtan yardım istedi. Padişah tereddüt içinde iken, Rusların Osmanlı sınırını geçip Müslüman halkı kılıçtan geçirmeleri harbi kaçınılmaz kıldı. 1769 başında başlayan harb, bir sene içinde Rusların lehine döndü. Osmanlı askerinin talimsiz ve isteksizliği ile koordinasyon bozukluklarına, kumandanları kabiliyetli Rus ordusunun sabır ve metaneti eklenince, harbin kaybedilmesi kaçınılmaz oldu. Bu, Ruslara karşı ilk mağlubiyettir. Sefere bizzat çıkmak isteyen padişaha hastalığı mani oldu. 

HÜZÜN VERİCİ BORÇ SENEDİ 

Derken güçlü Rus donanması Çeşme limanına girerek Osmanlı donanmasını imha etti. Türk tarihinin bu en büyük facialarından birine, Rusların Dobruca’daki Türk kasabaları halkını kılıçtan geçirmeleri eklenince, padişah üzüntüsünden inme indirdi (felç oldu). 1774 yılının 21 Ocak günü Cuma ezanları okunurken 57 yaşında vefat etti. Talihin garip bir cilvesidir ki, yerine geçen kardeşi Sultan I. Abdülhamid de, devam eden Rus harbinde bugün Ukrayna’daki Özi kalesinin düşüp halkının kılıçtan geçirilmesi üzerine inme indirip vefat etmişti. Tarihte halkı katliâm edildiği için üzüntüsünden ölen başka devlet adamı bizce malum değildir. Bu mağlubiyet neticesinde Küçük Kaynarca Anlaşması imzalanmıştır ki, Kırım gibi ahalisi Müslümanlarla meskûn bir belde ilk defa elden çıkıyordu. Osmanlı Devleti, artık dünyanın en güçlü devleti değildir. Ama hâlâ güçlü devletler arasındadır. 

Sultan III Mustafa, uyanık fikirli; tedbirli; ilim ve fazilet sahiplerini koruyan; en mühimi çok tasarruflu bir padişah idi. Otuz seneye yakın barış içinde yaşandığı için hazine dolmuştu. Padişah bu hâli muhafazaya çalıştı. Ancak Rus harbi esnasında hazine suyunu çekince, padişah oğlu Selim‘e (istikbalin Sultan III. Selim’i) ve kızı Şah Sultan‘a doğum sebebiyle gelen ve cem’an 577 kese tutan hediyeleri anneleri Mihrişah Sultan’dan borç alıp muharebeye sarf etti. Buna mukabil bir de borç senedi verdi. Bu hazin borç senedi Topkapı Sarayı arşivindedir. 

Sultan III. Mustafa, orduyu teknik açıdan ıslaha girişti. Fransız ordusunda çalışan Macar asilzadesi Baron de Tott’u getirtti. Müslüman olup Humbaracı Ahmed Paşa adını alan Baron, hafif toplar döktürttü. Padişah, modern bir top dökümhanesi kurdu. Bu arada 1773’te Mühendishane-i Bahr-i Hümayun adıyla gemi mühendisliği mektebi kurdu ki bugünkü İstanbul Teknik Üniversitesi‘dir. Yerine geçen oğlu Sultan III. Selim buna yeni bölümler eklemiştir. 
Şehirlerde kıtlık depoları inşa ettirdi. Fabrikalar ve atölyeler kurulmasını teşvik etti. Babası zamanında başlanan, ama Patrona Halil isyanı ile akamete uğrayan sanayi inkılabını gerçekleştirmeye çalıştı. Muvaffak olsaydı, bu hususta Osmanlı Devleti İngiltere’ye fark atacaktı. Sırayla yerine geçen kardeşi, oğlu ve yeğeni bu ıslahatı devam ettirdi. 

PROJE SAVAŞA TAKILDI 

Sakarya Nehrinin Sapanca Gölü üzerinden şehre getirtilmesine girişti. Böylece hem şehre su temin edilecek; hem de kereste ve odun ihtiyacı kolayca karşılanacaktı. Kanallar kazılmaya başlandıysa da, Rus harbi kopunca teşebbüs geri kaldı. 

Padişah, astronomiye çok meraklı ve bu mevzuda zamanın âlimi sayılabilecek derecede idi. O zamanlar astronomi ile astroloji arasında pek fark gözetilmediği için, sonra gelen bazıları, Sultan III. Mustafa’ya yıldız falına meraklı bir padişah olarak tanıtarak gülünç duruma düşmüşlerdir. 

Suya verilen câmi 

1766 senesinde İstanbul’da Küçük Kıyamet de denen bir zelzele koptu. İki dakika içinde şehir yerle bir oldu. Padişah, fevkalade gayretlerle şehri yeniden imar ve ihya etti. Akabinde başlayan harbe rağmen, Davudpaşa Kasrı, Kapalıçarşı, surlar, Baruthâne, Saraçhane, Yeniçeri odaları, Tophane ve Kızkulesi’ni derhal onarttı. Bu arada temellerine kadar yıkılan Fatih Câmii‘ni yeniden yaptırdı. Laleli, Üsküdar-Ayazma, Kadıköy-İskele ve Paşabahçe Câmileri, Sultan III. Mustafa’nın çok sayıda hayır hasenatının başında gelir. Ama ne gariptir ki, teknik üniversitede olduğu gibi, bu câmiler de onun ismiyle tanınmaz. Hanımı Mihrişah Valide Sultan da hayratıyla tanınır. Zeynep Sultan Câmii de bu devre aittir. 

Rivayete göre padişah rüyasında Laleli Baba adında bir velî görmüş. Dünyada en büyük mutluluğun ne olduğunu sormuş. O da, yiyip içtiğini def edebilmektir diye cevap vermiş. Padişah bu cevabı bir veliye yakıştıramamış. Sonra ağır bir kabızlığa tutulmuş. Doktorlar çare bulamamış. Tekrar rüyasına giren velî, kendi adıyla bir câmi yaptırırsa bu hastalıktan kurtulacağını vadetmiş. Laleli Câmii’nin yapılış hikâyesi budur. Bu sebeple padişah, “İstanbul’da dört câmi yaptırdım. İkisini (Ayazma ile İskele) sele, birini yele (Laleli), birini de dedeme (Fatih) kaptırdım” derdi. 

Sultan III. Mustafa, Laleli Câmii avlusundaki türbesinde, oğlu Sultan III. Selim ile beraber yatmaktadır. İstanbul’daki dört kadem-i şeriften, yani Hazret-i Peygamber’in ayak izinden birisi buradadır. Ancak türbe kapalıdır. Burası, vaktiyle medrese, imaret ve sebiliyle bir külliye idi. 

Hiç yorum yok: