25 Mayıs 2013 Cumartesi

28 Şubat bitmedi; "bitkisel hayat"ı meşrûlaştırdı-28 Şubat bitmedi; yumuşak sekülerleşme devrimi'yle toplumu "bitirdi"-Yusuf Kaplan

28 Şubat bitmedi; "bitkisel hayat"ı meşrûlaştırdı


Türkiye, darbecilere karşı ilk defa büyük, tarihî bir operasyon yapıyor. Ancak bütün bu önemli gelişmeler, 28 Şubat'ın bitmesi olarak görülebilir mi?

Kesinlikle hayır. Darbeciliğe vurulan darbe, ne kadar önemli olursa olsun, eğer bütün bu gelişmeler, 28 Şubat'ın bitmesi olarak değerlendirilebiliyorsa, bilin ki, 28 Şubat'ın ne denli köklü, sarsıcı, yıkıcı sonuçlara yol açtığı henüz kavranamamış demektir.

Çünkü 28 Şubat, bütün askerî darbelerden daha büyük tahribat yapmıştır Türkiye'de. 27 Mayıs darbesi kısmen hâriç, hiçbir askerî darbe, Türkiye'de bütün toplum kesimlerinin zihin haritalarını bu kadar derinden sarsmamış, farklı toplum kesimlerini bu kadar karşı uçlara fırlatmamış ve Türkiye'nin zihnî haritalarını bu kadar ortasından yarmayı, yırtmayı, paramparça etmeyi başaramamıştır.


Yakın tarihimizdeki ilk büyük zihnî yarılma ve entelektüel savrulma, 27 Mayıs darbesinin oluşturduğu vasatta neşvünemâ buldu: 27 Mayıs, bu topraklarda hiçbir karşılığı olmayan ithal ve ikinci sınıf bir Marksist kültürün zuhur etmesine zemin hazırladı.

Marksist hareketin Türkiye'nin entelektüel ve kültürel hayatına yaptığı, hiç de küçümsenmeyecek olumlu katkılar var elbette: Sözgelişi, Türkiye'de entelektüel hayatta ilk defa eleştirel bir akıl oluştu. Ama Marksist bir düşünce akımı, sanat akımı oluşmadı Türkiye'de.

Fakat Marksizm'in Türkiye'ye kaybettirdikleri, kazandırdıklarından çok daha fazla oldu.

Her şeyden önce, Türkiye'nin Batılılaşma sürecinde kaldıraç rolü gördü Marksizm: Türkiye'nin medeniyet iddialarını, rüyalarını handiyse tarihe gömmekle sonuçlandı Marksizmle birlikte Türkiye'nin girdiği Batılılaşma süreci.

Peki, sonucu ne oldu "Marksistlerin" bu gönüllü Batı acentalığının?

Öncelikli olarak, Türkiye'de somut bir entelektüel tarihe, dayanağa, kaynağa sahip olmadığı için, yalnızca ithalcilik ve ihtilalcilik yapan, kendilerini besleyen Kemalist elitleri bile şaşkına çeviren tuhaf rüyalar, hayaller gören "yabancı", metamorfoz yemiş bir kuşak yetişti.

Sonuçta, bu Marksist kuşak, statükonun haşarı çocuğu veya ürünü olduğu için, büyük ölçüde ulusalcılaştı, Kemalistleşti ve laikçiliğin, Türkiye'nin sivil iradesinin önünü tıkayan statükoculuğun, zihnî sömürgecileşmenin öncükollarına dönüştü.

Bu arada, fena hâlde kapitalistleşti; özellikle de kültür sektöründe, bir yandan kapitalizmin bütün barbarlıklarını içselleştirdi; öte yandan da, hem hormonlu bir solculuk yapmaya devam etti; hem de bu ülkenin dünyaya düşüncede, sanatta, kültürde büyük armağanlar sunduğu bütün medeniyet dinamikleriyle ilişkilerini sıfırladı ve fiilen, kurumsal düzlemde iktidarda olduğu için, iktidarını yitirmemek pahasına, darbeci, statükocu ve"bir numaralı halk iradesi düşmanı" bir gulyabaniye dönüştü. Elbette bunun istisnaları var; ama yalnızca istisna bunlar.

27 Mayıs darbesi, büyük ölçüde entelektüel ve elit kesimlerde bir dönüşüm gerçekleştirmişti. Oysa 27 Şubat süreci, bu dönüşümü, bütün toplum katmanlarına derinlemesine yayan, toplumun bütün kesimlerini zihnî olarak bitkisel hayata mahkûm eden, ayartıcı, baştan çıkarıcı, kutuplaştırıcı, toplumu sadece zihnî değil, sosyo-politik olarak da tam ortadan ikiye bölen çok yönlü, sarsıcı ve savurucu bir darbe vurdu Türk toplumuna.

İşin daha ürpertici ve traji-komik boyutu ise şu: 28 Şubat süreci, sanıldığının aksine, bizzat bu sürecin aktörleri tarafından değil, 28 Şubat'ın kendilerine karşı yapıldığı sözümona İslâmî kesimler tarafından hayata geçirilmiştir...

Şunu demek istiyorum: 28 Şubat, İslâmcı entelektüellerde inanılmaz bir savrulma yaşanmasına, 28 Şubat rejiminin bizzat İslâmî kesimlerde tabanda köklü bir sekülerleşme sürecinin hızla köksalmasına yol açmakla, bu toplumun medeniyet iddialarının, tarihî derinliğinin ve ben-idrakinin yegâne temsilcisi olması beklenen İslâmî kesimlerin, İslâmî söylemleri ve iddiaları zor zamanlarda nasıl da kolaylıkla terk edebileceğini, konformistleşebileceğini gözler önüne sererek Türkiye'yi zihnî bakımdan tam bir bitkisel hayata girdirdi. Ve daha da vahimi, bu süreç, zihnî bitkisel hayatın normal bir şey olarak algılanmasına, dolayısıyla 28 Şubat süreciyle yaşanan savrulmanın hem entelektüel, hem de sosyo-politik ve ekonomik düzlemde meşrûlaşmasına yol açtı.

Darbeci zihniyetle başarıyla mücadele ediliyor olması, elbette ki, önemli bir şeydir; ama bu "başarı"nın bile "iktidar" metaforu üzerinden sürdürülüyor olmasının da açıkça gösterdiği gibi, 28 Şubat süreciyle birlikte İslâmî kesimlerin de hızla sekülerleşmeye başlamaları, bu sekülerleşme sürecinin onları zihnî bakımdan bitkisel hayata mahkûm ettiğini görememeleri, çok daha önemli, çok daha düşündürücü bir şeydir.


28 Şubat bitmedi; yumuşak sekülerleşme devrimi'yle toplumu "bitirdi"

Diğer askerî müdahalelere "darbe" diyoruz; ama 28 Şubat'a sadece "darbe" demiyoruz; "28 Şubat süreci" diyoruz aynı zamanda. Neden?

Şundan: 28 Şubat, bu topluma, askerî darbelerden çok daha fazla darbe vuran sosyal, siyasî, kültürel ve entelektüel bir dönüşüm projesidir. O yüzden derin bir süreçtir: Adına Toplumun bütün hücrelerine derinlemesine nüfûz ederek toplumu tepeden tırnağa dönüştürmeyi hedefleyen bir kendi kendini sömürgeleştirme süreci.

Bugün, "28 Şubat bitti", derken kastedilen şey, militerleşme olgusudur: Kaldı ki, bunun da henüz tam olarak bittiğini söyleyemeyiz; bu bağlamda kısmî bir normalleşme süreci yaşadığımızı söyleyebiliriz yalnızca: Bu normalleşme sürecinin nihâî noktasına götürülebilmesi, köklü kurumsal reformlarla mümkündür. Bugüne kadar girişilen bu tür girişimler, köklü fikrî temellerden ve stratejik hedeflerden yoksun olduğu için başarıyla sonuçlanamamış, geri tepmiştir.

1908'den itibaren bu ülkede "kale" içeriden fethediliyor ve ülkenin omurgasını tavandan çökertecek bir kendi kendini sömürgeleştirme süreci yaşanıyor: Türkiye, Batılılar tarafından sömürgeleştirilmeye gerek kalmadan içeriden gerçekleştirilen zihnî bir sömürgeleştirilme ameliyesine tabî tutuluyor.

Tavandan sömürgeleştirme girişimine, 28 Şubat'la birlikte, tabandan sömürgeleştirme girişimi ilâve edilmiştir. O yüzden, 28 Şubat, klasik bir askerî darbe değil, yumuşak bir sekülerleşme devrimi'dir: Türkiye'yi, bu toplumun temel iddialarını, ruhunu, toplumun en derin hücrelerine kadar nüfûz ederek bitirme çabası.

Bu nedenle, 28 Şubat'ın bittiğini söylemek, 28 Şubat projesini kavrayamamak demektir. Dolayısıyla burada asıl konuşulması gereken yakıcı sorun, 28 Şubat'ın Türkiye'yi, toplumun temel iddialarını, değerlerini, dinamiklerini, ruhunu bitirme sürecine girdirmeyi ve bu süreci halen derinlemesine hayata geçirmeye devam etmeyi nasıl başardığı meselesidir.

Bu başarının nedeni, 28 Şubat'la başlatılan yumuşak sekülerleşme devriminin, bu toplumun ruhunu yok edecek, omurgasını çökertecek, kültürel değerlerini çözecek, iddialarını nihâî olarak bitirecek bir süreci gerçeğe dönüştürmüş olmasıdır.

28 Şubat'la birlikte, İslâmî duyarlıklar, değerler, ölçüler, ölçütler bütün toplum kesimlerinde gözle görülür bir şekilde aşınmış; görünüşte, dindarlaşmada patlama yaşanmaya başlanmış ama adına dindarlaşma denen fenomenin, gerçekte, dini darlaştırma, bireysel alana hapsetme, hayattan uzaklaştırma süreci olduğu fark edilememiştir bile.

28 Şubat süreciyle birlikte maruz bırakıldığımız yumuşak sekülerleş/tir/me devrimi, toplumdaki İslâmî duyarlıkları aşındırmakla, toplumu ayakta tutan omurgayı çökertmiş, değerleri çözmüş, dinamikleri tuzla buz etmiştir. Ve Özal dönemi liberalizmini mantîkî sonuçlarına ulaştıran bu süreçte patlak veren çıkarperestlik, kariyerperestlik, egoperestlik, pop, top ve starperestlik gibi sosyo-kültürel dekadans biçimleri, Türk toplumunu, Batı toplumlarının kötü bir karikatürüne dönüştürmüştür.

Dahası, İslâmî duyarlıkların aşınmasıyla birlikte, etnik kimlikler, ulusalcılık, Kemalizm, milliyetçilik gibi altkimlikler üst kimlik olarak kemikleşmeye, farklı toplum kesimleri arasında ürpertici kutuplaşmalar köksalmaya başlamıştır.

Sonuçta, farklılıkların alabildiğine azmanlaş/tırıl/dığı, ortak paydaların ise azaltılmaya, hatta yok edilmeye çalışıldığı bir çıkmaz sokağın eşiğine fırlatılmış durumdayız.

28 Şubat'ın İslâmî kesimlerdeki sosyo-kültürel ve entelektüel sonuçları ise daha da tahripkâr olmuştur: Sözgelişi, gayr-ı meşrû cinsel ilişkilerde, başı örtülü kızlarla erkekler arasında parklarda, sokak aralarında yaşanan aşk ilişkilerinde; İslâmî kesimlerdeki boşanma oranlarında, hırsızlık, yolsuzluk, dolandırıcılık, komisyonculuk olaylarında; yoksul, kimsesiz insanların, sessiz yığınların sorunlarına duyarsızlaşma biçimlerinde ürpertici patlamalar yaşanmaya ve işin daha da vahimi, bütün bu sosyo-kültürel çözülmeler, yozlaşmalar normalmiş gibi algılanmaya, görmezden gelinmeye başlanmıştır.

En önemlisi de, 28 Şubat "devrim"i, en fazla kültürel alana darbe vurmuş, kültürel alanı bitirmiştir. Medeniyete, medeniyetler ittifakına bu kadar vurgu yapan AK Parti hükümeti, ne yazık ki, yaşanan bu çok yönlü bitişi, çözülmeyi göremediği için, kültür alanında tam bir fiyasko ve hezimet ile karşı karşıyayız...

Oysa bilim, düşünce, sanat ve hayatı da içine alacak şekilde en geniş anlamıyla kültür'de varlık gösteremeyen bir toplumun, uzun vadede, varlığını sürdürebilmesi bile zordur.

Hiç yorum yok: