10 Nisan 2013 Çarşamba

Almanya, yangın, o korkunç şüphe..Oldu mu bu şimdi -İbrahim Karagül


Almanya, yangın, o korkunç şüphe

Yine Almanya, yine yangın, yine facia, yine ölümler ve yine o korkunç şüphe!

Bu sefer Stuttgart yakınlarında bulunan Backnang'da bir apartman…

Gece çıkan yangında anne Nazlı Özkan (40), Hatice Oruç (17), Yılmaz Soykan (14), Abdülkadir Soykan (8), İzzet Soykan (7), Yasin Soykan (6), Ahmet Soykan (3) ile 6 aylık Murat Soykan hayatını kaybetti.

Solingen'den Ludwigshafen'a yanarak ölme, yakarak öldürme geçmişi var Almanya'nın. Yangın, belki de 'yakmak' Almanya'nın üzerine bir 'etiket' gibi yapışıyor sanki.


Genelde Türklerin oturduğu apartmanlarda tuhaf yangınlar çıkar, çocuklar ölür, cenazeler Türkiye'ye getirilir, iki ülke teskin edici açıklamalar yapar, medya ve sivil toplum kuruluşları yangınları gerçek anlamda sorgulamaz, Alman polisinin araştırmaları hep sonuçsuz kalır ve Alman savcılığı dosyaları bir bir kapatır.

Bugüne kadar hep böyle oldu. Yüzlerce ev kundaklandı ya da yandı. Bizi şaşırtan, yüreğimizi ferahlatan, kafamızdaki soru işaretlerini gideren hiçbir sonuç görmedik. Yüzlerce evin kundaklanma görüntüsünü binlerce sokak kamerasından hiç biri kaydetmemişti!

İstanbul'da bir olay olur, güvenlik birimleri sokak kameralarından birkaç gün geriye doğru inceler ve o görüntüler kesinlikle bulunur. Ama Almanya'da böyle bir imkan hiç olmadı. Sanki bütün kameralar kördü ya da yangınları çekmiyordu.

Biraz geriye gidelim. Almanya'daki yangın ya da 'yakma' arşivlerini karıştıralım.

2 Şubat 2008: Ludwigshafen'da, Solingen faciasını geride bırakan bir trajedi yaşandı. Beşi çocuk dokuz kişinin can verdiği olayla ilgili elli uzman dört hafta çalıştı. Ulaşabildikleri tek bir sonuç vardı o da yangının kundaklama olduğu. Yangın, bodrumdaki merdivenlerin ikinci basamağında çıkmış, orada her hangi bir elektrik tesisatı yokmuş, müdahale sonucu çıktığı kesinmiş.. Hepsi bu kadar.

Daha sonra Alman makamları 'kundaklama' ihtimalini bile devredışı bıraktı. Ludwigshafen'daki saldırıyı çözemedikleri gibi, ondan sonra seri şekilde devam eden saldırıların hiç birisi hakkında kamuoyunu ve bizleri rahatlatacak bir ilerleme sağlayamadı.

2 Şubattan sonra kundaklama olayları daha da arttı. Hatta Almanya sınırlarını aşıp Avusturya'ya uzandı. Viyana'da, Türklerin oturduğu binanın ilk katı, içeri giren kimliği belirsiz kişiler tarafından ateşe verildi. Binada oturan 11 aileden dokuzunun Türk olması yeterince dikkat çekiciydi.

4 Şubatta, Türklerin oturduğu binada çıkan yangında 16 kişi yaralandı. Aynı gece bir başka yerdeki yangında ise beş kişi yaralandı. Baden-Württemberg'de bir Türk ailenin evinde yangın çıktı. Ölen, yaralanan olmadı. 16 Şubatta, Kuzey Ren Vestfalye'nin Gelsenkirchen kentinde çıkan yangında yedi Türk vatandaşı yaralandı. Pforzheim kentinde altı katlı bina kundaklandı. Yirmi dört gün içerisinde Türklerin oturduğu on yedi ayrı bölgede yangınlar çıktı. Saldırıları devam etti. 2008 yılında neredeyse yüze yakın kundaklama olayı yaşandı.

O zamanlar, bu saldırılar için kendimce 'Alman Ergenekonu' ifadesini kullandım. Bana göre sıradan yangınlar değildi. Tuhaf gelebilir ama Neonazi saldırıları da değildi.

Bir derin devlet yapılanması, sistemik bir odak, Alman iç ve dış politikası ekseninde örtülü operasyonlar yapıyor, bu operasyonları da aşırı sağ çetelerle kamufle ediyordu. Kanaatlerim öyleydi. Hala da öyle.

Alman Federal Savcılığı'nın bu kadar olay hakkında yürüttüğü 'derin' soruşturmalarda bir görgü tanığı, bir kamera görüntüsü bulamaması kanaatimi daha da güçlendirdi. Nihayetinde savcı da, bir basın toplantısı düzenleyip; 'kanıt bulunamamıştır' dedi ve dosyalar kapatıldı.

Türkiye'de böyle olsaydı, bu cinayetlerin üstü örtülseydi, kamu vicdanı yara alsaydı Avrupa Birliği ülkeleri nasıl ayağa kalkardı? Ne olacağını söylemeye gerek var mı? Hepimiz bu örnekleri defalarca yaşadık.

Peki bu ülkenin medyası, sivil örgütleri, kanaat önderleri, gazetecileri, Almanya olunca neden bu konuları sorgulamaz?

İsterseniz o tarafı siz düşünün.

Backnang'daki olayın niteliği hakkında henüz bir kanaat oluşmadı. Sıradan bir kaza da olabilir, kundaklama da. Ama önceki örnekler hala bu kadar taze iken insanın aklına her türlü şey geliyor.

Buradan Almanya'ya bir çağrı yapmak istiyorum:

Yangınlar şüpheli, sıradan olaylar değil.

Bugüne kadar yaptığınız soruşturmalar da sonuçları da ikna edici değil.

Sanki bir şeylerin üstü örtülüyormuş görüntüsü Türkiye'de hemen herkesin zihnini meşgul ediyor.

Bari bu facianın sebebini tam olarak tespit edip ortaya koyun.

Geçmişteki bütün yangınlar için yeni ve kapsamlı bir soruşturma başlatın.

Alman Savcılığı'nın hepimizi rahatsız eden kayıtsızlığına bir son verin.

Yangınlar gerçekten de Almanya için bir 'etiket' haline geliyor. Hiçbir ülkede bu kadar ölüm sadece 'yangın'dan olmaz. Öyleyse bu işin üstesinden gelin. Sorumluları bulup yargılayın.

Dönerci cinayetleri, cinayetlerdeki Alman istihbaratı bağlantıları sıradan olaylar değil.

Eskiden ırkçı saldırılar sokaklarla ilgiliydi. Şimdi devlet yetkililerinin söz ve eylemleri sokakları bu yönde tahrik ediyor. Buna son verin.

Almanya ve 'yakmak' kelimelerinin yan yana gelmesi bizi rahatsız ediyor. Sizi etmiyor mu?

Ediyorsa bu sorunu çözün. Artık 'Almanya'da feci yangın', bu kadar 'çocuk öldü' haberleri duymak istemiyoruz.


Oldu mu bu şimdi?

Almanya'da gerçekten tuhaf şeyler oluyor. Özellikle Türkiye'yi, Türkleri, Almanya'da yaşayan gurbetçileri ilgilendiren konularda adalet, siyaset, ekonomi başka bir hal alıyor.

En küçük, en sıradan gelişmelerde bile 'devlet müdahalesi' anında harekete geçiyor. Siyasi teamüller de, hukukun temel prensipleri de kolayca çiğneniyor, bu anormallikler kimsenin umurunda olmuyor.

Devlet bunu yaparken Alman medyası ya da bağımsız kuruluşları hiç ses çıkarmıyor, tam tersine bir nevi ulusal dayanışma ya da cephe görüntüsü veriyor.

Uzunca bir süredir, Almanya'daki bu garipliklere dikkat çeken yazılar yazıyorum. Yabancıları ilgilendiren her gelişmede devlet müdahalesinin anlamını sorguluyorum. Kundaklanan, yakılan evleri veya Türkiye'ye dönen cenazeleri, bunlarla bağlantılı tartışmaları izlerken bu müdahalenin nasıl acımasızca yapıldığını, Almanya'nın müthiş bir savunma refleksine girdiğini, bütün bunlara karşı bir tür örtülü operasyon yürüttüğünü savunuyorum.

Türkiye'de Ergenekon operasyonları başladığı anda Almanya'da ev kundaklamaları başladı. Hemen her şehirde, Viyana'ya kadar uzanan Almanca konuşulan hatta onlarca ev kundaklandı. Hiçbir kanıt bulunamadı, hiçbir hukuki süreçten sonuç alınamadı. Bunların hiçbiri bize göre sıradan olaylar değildi. Hepsinde Alman derin devletinin karartma operasyonları vardı. Sanıldığı gibi bunların hepsi Neonazi saldırıları değildi. Olsa bile her aşırı sağcı örgütün devlet içinde sağlam bağlantıları vardı.

Bu yüzden öteden beri 'Alman Ergenekonu' tanımlaması yapıyorum. Saldırılar ve karartma operasyonları sıradan olaylar değil. Alman devletinin ya da sisteminin içinde bir iktidar odağı hem bu saldırıları organize ediyor hem de karartma operasyonlarını yürütüyor.

Yeni bir örnekle karşı karşıyayız. Sekizi Türk, on kişinin ölümüyle ilgili Neonazi davasında aynı tavrı görüyoruz. Münih Yüksek Mahkemesi'nde görülecek davayı izleyecek medya kuruluşları arasına Türk medyasının alınmamasına karar verilmiş. Güya kura çekilmiş, elli kişilik listeye Türkiye kökenli hiçbir yayın organı girememiş.

Gerçekten bir tiyatro oynanıyor.

Acaba Türkiye'de böyle bir dava görülürken, Almanların mağdur olduğu bir suça ilişkin yargılama esnasında, Alman çevrelerinin bu davaları takip etmesi engellense nasıl bir durum çıkar ortaya? Kıyameti koparırlar. Bırakın Almanya'yı, Avrupa Birliği'nin bütün kurumlarını harekete geçirirler, Türkiye'ye heyet üstüne heyet gönderirler, Türk medyasındaki yandaşlarına talimat verirler. Hem Avrupa medyası hem de Türk medyası üzerinden linç kampanyaları başlatırlar.

Şimdi gelelim bu yargılamaya…

Daha önce bu saldırılarla ilgili birçok detay çıktı ortaya ve buradan aktardık. O zaman saldırı ve dava sürecini tekrar hatırlatalım da 'Alman Ergenekonu' ya da derin devletinin suç haritası bir kez daha bizi hayretler içinde bıraksın.

Sekizi Türk, on yabancı esnafı öldüren Neo-Nazi terör örgütünün üç üyesinden biri itirafçı olup cinayetleri anlatmıştı. Ne çıktı ortaya? Organizasyonun bir derin devlet yapılanması olduğu, dönerci cinayetlerini neo-naziler üzerinden Alman istihbaratının yaptığı… Cinayetleri işleyenler de ajanmış! Alman istihbaratının muhbirleriymiş.

Almanya'nın bu örgütlerin istihbarat bağlantıları ile ilgili soruşturma açtığı zamanlarda, 'Bu soruşturmanın sonucu da, yakılan evlerle ilgili soruşturmanın sonucu gibi mi olacak? Şimdiden not edeyim, hiçbir şey çıkmayacak. Alman hükümeti bir süre sonra dosyayı kapatacak, olayları unutturacak. Türkiye'de kimse de bu olayların üzerine gidemeyecek, soruşturmanın takipçisi olamayacak' diye yazmıştım.

Şimdi yargılama başlıyor ve daha başlamadan Türkiye'den hiçbir yayın organının duruşmayı izlemesine izin verilmedi.

Açıkça söyleyelim: Bu duruşmalarda adalet tesis edilmez. Duruşmalarda Almanya'nın gizli günahları kamufle edilir, suç dosyaları kapatılır, belki sembolik cezalar verilir ve olayın üstü örtülür.

Daha önce de öyle olmadı mı?

2 Şubat 2008'de Ludwigshafen'da bir evin kundaklanması sonucu beşi çocuk dokuz kişi hayatını kaybetti. Ardından Almanya'nın hemen bütün bölgelerinde hatta Avusturya'da yüzün üzerinde kundaklama olayı oldu. Saldırılara ilişkin hiçbir kanıt bulunamadı! Kameralarla donatılan şehirlerde bir kare görüntü ya da bir görgü tanığı tespit edilemedi. En sonunda Alman Federal Savcılığı soruşturmayı tamamladı. Ne mi oldu? Savcı 'Kanıt bulunamamıştır' dedi ve dosya kapatıldı.

Çünkü Alman adaleti böyle işliyordu.

Daha ne diyelim…

Hiç yorum yok: