13 Mart 2013 Çarşamba

Irak Kürtlerinin acılı tarihi-Abbasi başkenti Bağdat-Irak'ı özgürleştirme savaşı-Sadece oyuncular değişti-Avni Özgürel





Irak Kürtlerinin acılı tarihi

Kürtler, yaşadıkları topraklar Osmanlı sınırlarında kaldığı asırlarda etnik kökenleri ve kimlikleri konusunda problemle karşılaşmadı.

Kürtler, yaşadıkları topraklar Osmanlı sınırlarında kaldığı asırlarda etnik kökenleri ve kimlikleri konusunda problemle karşılaşmadı. Dolayısıyla imparatorluk çatısı altındaki öteki halklar gibi bir siyasi taleple İstanbul'un karşısına geçmediler. Ancak 19. yüzyılda tablo tersine dönmeye başladı.

1880'de Osmanlı-Rus savaşı sırasında Doğu Anadolu'da oluşan otorite boşluğu Hakkâri'de yaklaşık 200 köye sahip şeyh Ubeydullah'ı ayaklandırmaya
yetti. Bağımsız bir Kürt devleti kurma düşüncesiyle ayaklandı Ubeydullah. Gerçi bir ulusal Kürt bilinci yaratma kaygısı yoktu, esas olarak kendi aşiretine dayalı bir devlet ortaya çıkarma gayretindeydi ve isyanı bastırıldı, ama onun çıkışı Osmanlı'ya kafa tutulamayacağı inancını kırdı.
Bu tarihten sonra Kürt aydınlar gelecek projeleri üzerinde örtülü-açık tartışmaya başladı. Bir grubu Türklerden ayrı istikbal tasavvuruna karşıydı. Bu grup Milli Mücadele sırasında Ankara'yla birlikte hareket etti. Bir diğer grup bağımsız devlet kurulmasından ya da Osmanlı devleti bünyesinde özerk yönetime sahip olunmasından yanaydı. Üçüncü bir grup olarak kendi krallıklarını kurmak isteyen büyük aşiretlerin liderleri vardı.
Batı'nın planları
Kürtler kendi gelecekleri konusunda anlaşamazken Batı'da Osmanlı'nın toprakları üzerinde hesaplar yapılıyordu. İngiltere ve Rusya paylaşım pazarlığının öncüsüydü. Rusya Balkanlar'da ve Kuzeydoğu Anadolu'da toprak kazanımları elde etmişti ama daha güneye inme arzusunu taşıyordu. 
İngiltere için ise gerek Kafkasya'nın gerekse Irak'ın kontrolü, Hindistan'daki hâkimiyetin devamı bakımından hayati derecede önemliydi. Almanya, Berlin-Bağdat demiryolunun inşasını finanse edeceğini açıklayarak devreye girdi, Fransa bölgedeki Ermeni, Süryani azınlığın haklarının koruyucusu olma iddiasıyla ortaya atıldı. 
1915-1917 arasında Osmanlı topraklarının İngiltere, Fransa, Rusya, İtalya ve Yunanistan arasında paylaşılmasını öngören bir dizi anlaşma imzalandı. Bunlara göre Kürtlerin yoğun olduğu topraklar İngiltere, Fransa ve Rusya'nın kontrolüne geçecekti. 1917'de Rus devrimi bu hesapları altüst etti. Lenin sadece Rusya'yı savaştan çekmekle kalmadı, Osmanlı 
İmparatorluğu'nun parçalanmasını öngören gizli anlaşmaların tamamını açıkladı.
Binbaşı William Noel
Anlaşmalara göre Kürtlerin çoğunlukla yaşadıkları Irak, Fransız hâkimiyetine bırakılacaktı. Ama savaşın bittiğini belgeleyen Mondros Mütarekesi imzalanınca, Londra gerek petrolün gelecekte kazanacağı önemi Fransa'dan daha önce kavradığından gerekse Körfez'e hâkimiyeti Hindistan yolunun güvenliği bakımından şart gördüğünden bölgeye asker çıkardı ve Paris'in protestolarına rağmen Irak coğrafyasında geniş bir kontrol sağladı.
İngilizlerin savaştan önce belirlenmiş Arap politikası vardı. Ancak Kürtler konusunda hiç kafa yormamışlardı. Bu noktada sahneye çıkan bir binbaşı, William Charles Noel (Kürdistan'ın Lawrence'ı olarak anılıyor) romantik duygularla kendisini Kürdistan'ın bağımsızlığına adamış portre olarak Londra'yı etkilemeye çalıştı. Ancak girişimleri onun şahsi inisiyatifi olmanın bir adım ötesine geçip İngiliz devlet politikasına dönüşmedi. 
Sadece Churchill savundu
Londra Araplara verdiği sözü tutmakta zorlanırken Kürtleri sahneye çıkarma fikrine kulak tıkadı. Osmanlı'nın eski Stockholm Büyükelçisi Şerif Paşa ve Bedirhan aşiretinin reisi Kamil Bedirhan da Londra'dan destek bulamadı. İngiltere, Kürt aşiret reislerinin Paris Konferansı'na katılma isteklerini reddetti. 
İngiliz siyasetçilerden sadece Churchill bağımsız bir Kürt devletinin gelişen Türk Kurtuluş Savaşı'nın gidişatına bakıldığında, kurulacak yeni devletle İngiliz manda idaresindeki Irak arasında tampon oluşturması bakımından yararlı olacağını savunuyordu. Ama Londra'nın reddetmesi binbaşı Noel'i projesini emrivakiyle gerçekleştirmekten alıkoymadı. 
Onun yüreklendirdiği Şeyh Mahmud Berzenci, aşiretlere dayalı bir Kürdistan konfederasyonu kurduğunu ve kendisinin Kürdistan Valisi olduğunu açıkladı. Bu gelişme Londra'nın Araplara verilmiş sözler bakımından hoşuna gitmedi. Ayrıca, Türk Kurtuluş Savaşı'nın Musul'u içine alan 'Misak-ı Milli'yi hedefleyerek geliştiğini gördükten sonra gerçekçilikten de uzak göründü. Şeyh Mahmut tutuklanıp Hindistan'da sürgüne gönderildi. 
İngilizler Faysal'ı Suriye'de kurulacak krallığın başına getirme girişimleri Fransa tarafından engellenince kardeşi Abdullah'ı Ürdün tahtına çıkardılar, Faysal'ı Irak kralı yaptılar. Nasıl kotarıldığını kimsenin anlayamadığı bir komedi referandum sonucu, 'halk tarafından seçilmiş kral' diye sunuldu Faysal. Ankara, Musul çevresinde bazı Kürt aşiretlerinin desteğiyle askeri varlık göstermeye başlayınca Londra çaresiz Şeyh Mahmut'u Hindistan'dan getirtip Türklere karşı çıkarmaya çalıştı.
Şeyh Mahmut'un 'krallık' ilanı
Ama Mahmut bu kez kandırılmamaya kararlıydı. Vali sıfatıyla yetinmedi kendisini 'Kürdistan Kralı' ilan etti. 1923'te İngiltere hava bombardımanıyla onu Süleymaniye'de çökertinceye kadar bölgeye hâkim oldu. 
Şeyh bölgeyi kontrol ettiği süre içinde Ankara'nın desteğini yanına almıştı ve Mustafa Kemal'e gelecekte TBMM'de Süleymaniye milletvekili olarak bulunmak arzusunda olduğu mesajlarını iletiyordu. Aynı dönemde 
aşiretine dayanarak İran'da, Tebriz'de bağımsızlık ilan eden İsmail Ağa (Simko) da İran kuvvetlerine yenilip Türkiye'ye sığındı ve aşiretiyle birlikte Kuzey Irak'a geçip Süleymaniye'de Şeyh Mahmut'un yanına yerleşti.
Fransa geride kalıyor
Fransızlar bölgede Kürtlere dayalı bir siyaset geliştirmenin önemli olduğunu kavradığında iş işten geçmiş, İngilizler Arap yönetimlerini büyük ölçüde kurmuşlardı. 
Londra, Irak konusunda kendisini kandırılmış hisseden Fransa'ya, Suriye ve Anadolu'da Kilikya bölgesini bırakınca, Parisli siyasetçiler başarı kazandıklarını sanmışlardı. Yanıldıklarını ve bölgede stratejik toprağın Irak olduğunu anlayınca Yunanlılara karşı ardı ardına başarı kazanan Mustafa Kemal'i güçlendirmenin çıkarlarına olacağını düşünerek Ankara'yla anlaştılar ve Anadolu'yu boşaltırken önemli miktarda silah ve cephane bıraktılar. 
Şerif Paşa hâlâ Batı'da bağımsız Kürdistan kurulmasının önemini anlatmaya çalışıyor ve çok küçük bir toprak karşılığında Anadolu'dan Ermenistan'a pay isteyen Nubar Paşa'yla anlaşma imzalıyordu. Bu çıkışı dolayısıyla Şerif Paşa bütün Kürt aşiretleri tarafından lanetlendi adeta. Paris, Londra, İstanbul protesto telgrafları yağmuruna tutuldu. Kürt aşiretlerini Mustafa Kemal'in yanında saf tutmaya itti Şerif Paşa'nın tutumu. Nitekim daha sonra Mustafa Kemal'i uğraştıran 23 isyandan sadece dördü Kürtlerin yoğun olarak yaşadıkları bölgede çıktı ve bunlardan da yalnız üçüne Kürt aşiretleri katıldılar. 
1920'de Cemil Çito'nun, aynı sene içinde Milli aşiretinin isyanları sıkıntılandırdı, ama bunlar 1921'de Koçgiri aşiretinin reisi Alişan Bey'in ayaklanması kadar zorlamadı Ankara'yı. Kürt toplulukları içinde mezhep çatışmalarını da ortaya çıkardı isyan. 
Koçgiri ayaklanmasının destek bulamaması ve bastırılmasında hareketin Alevi başkaldırısı olarak sunulması da etkili oldu.


Abbasi başkenti Bağdat

Geçtiğimiz pazar Haşimi sülalesinin tarihine ilişkin notları aktarmıştım. Ancak bu, İslam tarihinin en büyük trajedisinin başlangıcıydı sadece. Hz. 
Ali'nin 661'de Hariciler eliyle şehid edilmesi ve oğlu Hasan'ın halifelikten feragat etmesi Haşimi-Emevi rekabetini daha da arttırdı.
Hz. Ali'ye düşmanlığını hutbelerin ona lanet cümlesiyle son bulmasını zorunlu hale getirecek seviyeye tırmandıran Muaviye'nin hilafeti boyunca içten içe kaynadı İslam toplumu. 680'de Hz. Hüseyin'in Kerbela'da katledilmesi iç savaşın fitilini ateşledi...
Kanlı kabile çekişmeleri
Muaviye'nin ölümünden sonra yerine geçen oğlu Yezid ve onun ölümünün ardından aile büyüğü sıfatıyla yerine geçen Mervan bin Hakem'in dönemleri de halifelerin İslam öncesi yıllarda kaldığı sanılan kabile çekişmelerinin tekrardan ortaya çıkmasını kışkırttıkları kanlı yarışla hatırlanıyor. 
Nitekim miladi takvime göre 705'te hilafet görevini üstlenen 1. Velid, Kays kabilesinin desteğiyle iktidarını korurken kardeşleri onu tahttan indirmek için Yemenlilerle anlaşıp ardı ardına darbe yaptılar.
Bu tablonun Abbasi ailesini güçlendirmediği söylenemez. Bu nedenle Kufe şehri Hz. Ali'nin torunlarından Ebu Haşim'in çevresinde kümelenen muhalefetin merkezi oldu. Gizli bir örgüt kurup başlangıçta sadece sözlü propagandayla taraftar sayısını artırmaya çalışıyordu Abbasiler. 
749'da savaşla son buldu bu süreç. Peygamber ailesinin veziri sıfatıyla Ebu Seleme el-Hallal gizlendiği yerden çıkarak Kufe'de idareyi ele aldığını ilan etti. Ardından Kufe Camii'nde Ebu Abbas'a biat edildi.
Abbasi iktidarı da biriken öfke dolayısıyla kanlı başladı. Irak'ta Emevi taraftarı kim ele geçtiyse katledildi. Başlangıçta dindarane bir görüntü sergiledi halifeler. Hutbeye Paygamberin hırkasıyla çıktılar, dünyevi meselelerle fazla meşgul görünmeme çabası gösterdiler. Ama antik Medain şehrinin yakınlarında Medinetüsselam yani Bağdat'ın kurulmasıyla tablo değişti.
Bir köyün adıydı
Eski bir köyün adıydı Bağdat. Halife Mansur kendi çizdiği plana uygun inşa ettirdi kenti. O zamanın önemli yerleşim merkezlerinden farkı daire şeklinde tasarlanmış olmasıydı. Dört yöne bakan dört kapısı vardı Bağdat'ı çevreleyen surların. Her kapının yanına bir askeri kışla konulmuştu ve hepsini merkeze bağlayan yol kentin meydanına açılıyordu. Meydanda büyük bir cami ile onun etrafına kümelenmiş yedi 'divan' yani devlet dairesi vardı. Bunlar ordu, hazine, diğer devletlerle ilişkiler, erzak, levazım, meşihat adalet yani şer'i işler ve hanedanın tasdik yetkisini kullanan birimlerdi.
Dillere destan Abbasi saraylarına gelince onlardan bugüne fazla bir şey kalmadı. Saraylar Bağdat ve Irak'ın diğer şehirlerine yayılmış haldeydiler. Hepsi görkemli birer kale şeklinde inşa edilmişti. 
Erotik tablolar ve menekşe rengi
Esas özellikleri döşeme ve iç süslemelerinde görülebilirdi. İslam'da yasaklanmış olmasına rağmen resimlerle kaplıydı tavan ve duvarlar. Üstelik bunlar sıradan çalışmalar değil eski Sasani saraylarında var olan tarzda Hint tarzı yapılmış erotik tablolardı...
Bilinen o ki halifeler menekşe rengini Abbasi hanedanının rengi olarak benimsemişlerdi. Siyah da bu renkle uyumu dolayısıyla seçilmişti. İçki ve afyonun resmen yasak ama fiilen serbest olduğu bir ortamda yaşadı ayrıcalıklılardan oluşan kast. Abbasoğulları hanedanı, vezirler ve komutanlardan oluşuyordu bu kast. Esirler ve cariyeler arasında geçen sefahat hayatı Büveyhoğullarının sahneye çıkmasıyla sarsıldı önce. 
Halife 10. yüzyılda Büveyhilerin kuklası olup çıkmıştı. Onların istedikleri kişilerin hilafet makamına oturduğu, istemediklerinin indiği bir durum gelişti. Abbasiler bu baskıdan Selçuklu Türklerinin sayesinde kurtuldular. Büveyhoğulları saf dışı edildi ama bu kez Türk egemenliği oluştu sarayda. Ancak yine de 750'den 1517'ye kadar ayakta kalan Abbasoğulları, Osmanlı'dan sonra en uzun süre saltanat süren hanedan olarak geçti tarihe. 1517'de Yavuz Sultan Selim'in Mısır'ı zaptedip son halife Mütevekkil'i İstanbul'a getirmesiyle noktalandı Abbasiler devri.



Çerçeve
Irak'ın hâkimleri
Son Osmanlı Meclis-i Mebusanı'nın kabul ettiği ve daha Büyük Millet Meclisi'nin onayladığı Misak-ı Milli kararı uyarınca Irak'ın Musul bölgesinin dahil olduğu 'imparatorluğun Türklerle meskûn bölgeleri' Türkiye'nin elinde kalacaktı.
Kurtuluş Savaşı'nın kazanılması da bu hedefe varılması için uygun zemin yaratmıştı. Nitekim İngiltere'nin mandaterliğinde ortaya çıkan Irak Devleti kurulurken Musul yeni devletin sınırları dışında tutuldu. Osmanlı İmparatorluğu'nun, Ortadoğu'daki topraklarını kaybetmesinin başlıca suçlusu olarak gösterilen ve adı ihanet kelimesiyle birlikte anılan Mekke Şerifi'ne, Londra, Büyük Arap İmparatorluğu'nun tahtını vaat etmişti. 
Ama paylaşım savaşının ortakları aralarında ihtilafa düşünce muhayyel imparatorluk parçalandı. Hüseyin'in büyük oğlu Faysal'ın payına Irak, küçük oğlu Abdullah'ın payına Ürdün düştü. 
1926'da Türkiye'nin Musul üzerindeki haklarının yok sayılmasıyla Ankara-Bağdat'ın ilişkileri gerildi, ancak daha sonra 1937'de Türkiye, İran, Irak ve Afganistan'ın kurduğu Sadabat Paktı çatısı altında ilişkiler kısmen normalleşti. Bu süre içinde Irak üç defa kral değiştirdi:
1. Faysal'ın yerine Gazi ve onun yerine de 2. Faysal geçti. 1958 yılında general Abdülkerim Kasım darbe yaparak saltanat idaresine son verdi.
Kasım'dan Saddam'a
Kasım iktidarı ele geçirdikten sonra yaptığı ilk açıklamada Türkmenlerin 
Irak'ı meydana getiren üç unsurdan biri olduğunu kabul etmişti. Darbeci bir başka darbeyle saf dışı kaldı. 
1963 yılında gerçekleşen yeni ihtilalin lideri Abdüsselam Arif'ti. O da ilk iş olarak Türkmenlere karşı saldırı ve katliam hareketine giriştikleri tespit edilen Kürtleri idam ettirdi. Ama üç yıl sürdü Abdüsselam'ın hükmü. 1966'da Abdurrahman Arif ele geçirdi iktidarı. 
1968'de ise ajanslar Bağdat'ın yeni hakiminin Muhammed Bakr olduğunu ihtilal liderinin yaptığı ilk açıklamalarla birlikte geçtiler. On yıl sonra 1979'da sıra Saddam Hüseyin'e gelmişti. Gençlik yılları Baas Partisi'nin içinde geçen ve Muhammed Bakr'ın iktidar yıllarında yıldızı parlayan Saddam Hüseyin Irak yönetiminde en uzun süre kalan lider oldu.


Irak'ı özgürleştirme savaşı

Birkaç haftadır Irak'ın islam tarihinde oynadığı önemli role dikkat çekmeye
çalışıyorum. Şimdi savaş alanı olan ve kana bulanan kentlerin neredeyse tamamı Türk tarihinin de köşe taşları. Unutmamak lazım ki, Anadolu'ya Malazgirt sonrasında, yani 1071'i takip eden yıllarda girdiğimizde çeyrek asırdır Irak'taydık...
Yıl 1055
Halkı zalim bir dikta idaresinden kurtarmak için halifenin daveti üzerine harekete geçen Selçuklu ordusu 1055 yılı Aralık ayında doğu sınırından Irak'a girdi, iki haftada Bağdat'a ulaştı ve 110 yıllık Büveyhoğulları hanedanına son verdi...
Bağdat'a, Dicle Nehri'nin iki yakasına kurulan ziyafet çadırları ve sokaklara dökülen halkın sevgi gösterileri arasında halifenin nehir gezisi için yaptırdığı tekneyle gelen Selçuklu hükümdarını, Halife El-Kaim Biemrillah, sarayın kapısında karşıladı, eliyle 'yedi iklimin hükümdarı' manasına gelen yedi hil'at (= kaftan) ve taç giydirip kılıç kuşandırdı... Tarihler bu karşılama merasimini en ince ayrıntılarına kadar yazıyorlar: Halife Biemrillah'ın üzerinde peygamberin hırkasının bulunduğu, Tuğrul Bey'in giydiği hil'at ve sarık üzerine takılan kıymetli taşların ağırlığından yerinden kalkamaz hale geldiği, uzun yıllardan sonra sarayın önüne peygamberin sancağının asıldığı v.s...
Büveyhiler kimdi?
Mecusi, yani ateş tapımı inancındayken 10. yüzyılda Müslüman olup Şii mezhebine bağlanan Büveyhoğulları, Abbasi halifeliği dahil hemen bütün 
İslam hükümdarlarının ordularında görev alan bir kabile.
Zamanla safında çarpıştıkları devletlerin yönetim kademelerinde görev alan Büveyhiler, siyaset sahnesine 945 yılında Bağdat'ta çıktılar. İç karışıklıkları bastıramayan Abbasi halifesi Müstekfi Billah, askeri güç olarak Büveyhileri şehre davet etti ve liderlerine emirlik dahil çeşitli unvanlar verdi. 
Büveyhiler Bağdat'ta öyle bir terör havası estirdiler ki gerçekten kısa sürede karışıklık yatıştı, herkes gölgesinden korkar oldu. Halifenin kendilerine, 'işiniz bitti' demesinden korkan Büveyhiler, bir gece ani bir kararla onu tutuklayıp gözlerine mil çektiler (gözün kızgın şişle kör edilmesi) ve Billah'ın yerine kendi seçtikleri Mutilillah'ı getirdiler. Büveyhiler Şii'ydi, Abbasi hilafetiyse Sünni mezhebini temsil ediyordu. 
Gazneli Mahmut'un darbesi
Ne var ki Büveyhoğulları 'üzüm yemek' derdinde olduklarından, bu 
'ayrıntı'ya hiç mi hiç önem vermediler. 
Hatta kukla bir halifeyi makamda tutmakla kendilerine yaranmak isteyen bir kısım Sünni'nin desteğini aldıkları için mutluydular. Ancak rahat günleri fazla uzun sürmedi Büveyhilerin. Liderleri Bahaüddevle'nin ölümünden sonra oğulları arasında çıkan taht kavgasıyla Irak bir kere daha 
'istikrarsızlaştı...' Büveyhilere ilk darbeyi hayatının son günlerinde Gazneli Mahmut vurdu, 1029'da kabilenin Cibal kolunu dağıttı. Sonra Selçuklu'yla karşı karşıya geldi Büveyhiler. Çağrı Bey'in oğlu Kavurd da onları Kirman bölgesinden çıkarttı. 
Gizlice haberci yollandı
Büveyhiler Bağdat'a sıkışmıştı artık. Dönemin halifesi Biemrillah, gizlice haberciler yollayarak Selçuklu hükümdarı Tuğrul Bey'i davet etti. 120 bin kişilik ordusuyla Bağdat'a yürüyen Tuğrul Bey'in karşısına Büveyhiler çıkmaya cesaret edemediler. 
Halkın nefretini kazandıkları için saklanmalarına da imkân yoktu. O yüzden şehri terk edip güneye çekildiler. Tuğrul Bey Bağdat'ta kaldığı süre içinde Abbasi hanedanıyla Selçuklu sarayı arasında akrabalık bağı kurmak için planladığı, kardeşi Çağrı Bey'in kızı Hatice Arslan Hatun ile halifenin nikâhına katıldı. (Bu evlilik başlangıçta halifenin tek oğlu Zahiretü'd-Din'le Hatice Arslan Hatun arasında olacak diye düşünülmüş hazırlık da ona göre yapılmıştı ama halife Biemrillah gelin adayını gördükten sonra onunla kendisi nikâhlanma arzusunu bildirince itiraz edilmemişti.) Çocuğu olmayan Tuğrul Bey, Selçuklu sarayının en güzel kızı olduğu bilinen yeğenini halifeye eş seçti.
Hemen pes edilmedi
Yenilgiyi ve Bağdat'tan kovulmayı içlerine sindiremeyen Büveyhiler hemen pes etmediler. Gittikleri yerde ayaklanma çıkattılar. O zaman kadar fazla önemsemedikleri Şia'ya mensubiyetlerini öne sürerek taraftar topluyorlardı... Çıkardıkları isyanları bastırmak için Tuğrul Bey'in Bağdat'tan ayrılmasını fırsat bilen bir Büveyhi kolu şehri baskınla ele geçirip halifeyi hapsetmeyi başardı. Bu yüzden üç hafta boyunca Bağdat'ta cuma namazı kılınmadığı biliniyor...
Mısır'daki Şii Fatımi Halifesi, El-Mustansır Billah adına hutbe okunmasını sağladı. 
Halife, karısı Hatice Arslan Hatun ve halifenin Ermeni asıllı annesi Bedrü'd Düça dahil Abbasi sarayı haremindeki bütün kadınlar darbecilere esir düştüler. 
Tuğrul Bey geriye dönüp Bağdat'ın kontrolünü yeniden eline geçirdiğinde halife ve yeğenini buldurmak için şehrin altını üstüne getirtti. Sonunda isyancıların liderini kendi yayının kirişiyle boğdurma emrini verdiğinde Hatice Arslan Hatun'un ve halifenin Tikrit'te (Saddam Hüseyin'in memleketinde Hatice Arslan Hatun'un ve halifenin tutuklu muhafaza edildiği kale hâlâ ayakta) rehine olarak tutulduğunu öğrendi. 
Tuğrul Bey'in halifeyi ve yeğenini tantanayla Bağdat'a geri getirip tahta çıkattığını söylemeye gerek yok. 
Ardından Tuğrul Bey de halifenin tek kızı Seyyide Fatımatü'l Betül'le evlendi.



Minyatürlere yansıyan
Çerçeve
Halife El-Kaim Biemrillah'la Hatice Arslan Hatun'un evlilikleri günümüz TV dizilerine taş çıkartacak olaylar içinde geçti. Halife 'kurtarıcı' olarak görmekle birlikte Selçuklu hükümdarına bu denli bağlı olmayı içine sindiremiyordu. Tuğrul Bey'in daha önceki eşlerinden çocuğu olmadığını bildiği için kızının evliliğini tahtı için bir tehlike olarak görmediği, derlenen özel saray notlarından biliniyor. Büyük bir istekle evlenmiş göründüğü Hatice Arslan Hatun'a nikâhlarının kıyıldığı günden başlayarak, 'elini sürmemiş olması'nın sebebinin genç kızın hamile kalıp varis doğurma ihtimali olduğu da aynı notlarda mevcut... Halife'nin bu konuda oğluna güvenemediği için genç kızı kendisine nikâhladığını düşünmekte beis yok...
İlgisizlikten şikâyet 
Hatice Arslan Hatun'un amcası Tuğrul Bey'e sürekli mektup yazarak bu ilgisizlikten yakındığı anlaşılıyor. Amcasının onu zaman zaman Rey şehrine yanına çağırarak yatıştırdığı ve eşinin uzakta bulunduğu günlerde halifenin meraklanmamış olmasına bakarak yeğenine hak verdiği de belli. Tarihçiler Hatice Arslan Hatun'un Rey'de bulunduğu bir sırada Tuğrul Bey'in ölmesi üzerine Alparslan'ın tahta çıkmasında önemli rol oynadığında hemfikirler. Alparslan'ın da Hatice Arslan Hatun'a büyük itibar gösterdiği Halife'ye sormadan onu Selçuklu başkenti İsfahan'a getirtmesinden belli.
Halife'nin bundan sonra eşini Bağdat'a getirmek için elçiler gönderdiği ve hayli nazlandıktan sonra onun daveti kabul etmesi üzerine Bağdat'ta onuruna günlerce şenlik düzenlettirdiği kayıtlarda var. Hatice Hatun'un kocasından şikâyetlerinin bu noktadan sonra kesildiği mektuplarından anlaşılıyor. 
Ama tam kendisini mutlu hissettiği dönemde Alparslan'ın suikasta kurban gittiği haberinin gelmesiyle hayatının karardığı da açık. Kuzeninin matemini sağlığına zarar verecek dereceye tırmandırarak tutan genç kadına son bir darbe eşi Halife'nin hacamat yaptırdıktan sonra yaranın iltihaplanması neticesi ölmesiyle vurulmuş oldu. 
Ertesi yıl Hatice Arslan Hatun, amcası Tuğrul Bey'in yanında tanıdığı Selçuklu devletinin önde gelen yöneticilerinden biri olan Feramuz Kakuye ed-Deylemi'yle evlendi. 50 yaşında ölene kadar 14 yıl boyunca hakkında Selçuklu sarayına tek bir not dahi gelmedi.


Bağdat'ta tarih tehdit altında
Çerçeve
Irak'taki savaşta, ülkede bulunan 500'den fazla Selçuklu ve Osmanlı eseri de risk altında. Abbasi İmparatorluğu'nun merkezi olan Irak'ın başkenti Bağdat, sodece Ortadoğu'nun değil, Doğu kültürünün en önemli tarihsel kentlerinden biri. Tarihi Bağdat, bugünkü Bağdat'ın dışında. 
Daire biçiminde inşa edilen kent, Halife Harun Reşit döneminde, Binbir Gece Masalları'nda anlatıldığı gibi refahın dorukta olduğu zenginlik merkezi niteliğini kazanmış.
Ülkedeki Selçuklu ve Osmanlı eserleriyse, başkentin yanı sıra Musul'dan Basra Körfezi'ne kadar geniş bir alanda yayılmış durumda. Bağdat'taki Türk eserleriyle ilgili doktora tezi hazırlayan 100. Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Abdülselam Uluçam, bu eserlerin sayısını 510 olarak veriyor.
Halen Bağdat'ta, Irak Savunma Bakanlığı olarak kullanılan Kanuni döneminden kalma Osmanlı Sarayı ve Kışlası bu eserlerden biri. Diğer bazı son derece önemli eserler şunlar: Selçuklu'dan kalma Mustantiriye ve Mercan medreseleri. Mimar Sinan'ın yaptığı Geylani Türbe ve Külliyesi ile İmam-ı Azam Ebu Hanife'nin Türbe ve Külliyesi. Yine Osmanlı eserlerinden Muradiye ve Asafiye camileri de tehdit altındaki önemli tarihi mimari zenginlikler arasında.


Sadece oyuncular değişti

Yakın tarihe meraklı olanlar için Irak savaşının ünlenen kent isimlerinin aşina gelmesinde şaşılacak bir yan yok.


Yakın tarihe meraklı olanlar için Irak savaşının ünlenen kent isimlerinin aşina gelmesinde şaşılacak bir yan yok. Şimdiki Amerika'nın yerinde 1900'lü yılların başında süper güç olarak İngiltere vardı; Arapları özgürlüğe kavuşturma iddiasının bayraktarlığını üstlenmişti; savaştığı da Osmanlı'ydı. İstanbul, Enver Paşa'nın sürpriz kararıyla savaşa girer girmez Hindistan'ın Bombay şehrindeki İngiliz birlikleri körfeze hareket emri aldılar. Üç hafta sonra karaya çıkıp Fav Yarımadası'nı işgal ettiler. Ne olduğunu anlayamayan Osmanlı kuvvetleri zar zor toparlanıp ancak Ümmü Kasr'da çıkabildi kraliyet birliklerinin karşısına.




Esas olarak asayişi teminle görevli, yerel halktan toplanmış askerlerden oluşuyordu Osmanlı kıtaları. Deneyimsiz, isteksizdi. 




Basra'ya kadar çekildi Türk ordusu. Orada da tutunamadı, Nasıriye yolunu kesen Kuna'da set oluşturmaya koyuldu. Sebep Basra halkını temsilen bir heyetin İngiliz komutanlığına başvurup kentin işgaline yardımcı olacaklarını bildirmeleriydi. 




Osmanlı kuvvetlerine komuta eden Cavit Paşa İstanbul'a telgraf üstüne telgraf çekerek bölgeye Türk askeri gönderilmesini istiyordu. Sonunda İstanbul'dan iki piyade, iki makineli tüfek bölüğüyle Halep civarındaki 12. Kolordu'nun bir fırkasına hareket emri verdirmeyi başardı. Ama onlar gelene kadar İngilizler Kuna'yı vurdular. Bine yakın esir bırakarak şehri terk etti Cavit Paşa.




Teşkilatı Mahsusa




Bu gerileyiş Enver Paşa'yı öyle öfkelendirdi ki Cavit Paşa'yı görevden aldı, yerine İçişleri Bakanlığı'nda aşiretlerle alakalı şubede görev yapan binbaşı Süleyman Askeri Bey'i görevlendirdi. İngilizlerin hakkından aşiretlerden oluşacak mücahit birliklerin vereceği gerilla savaşıyla gelinebileceğine inanmıştı Süleyman Askeri. Yarbaylığa terfii ve Irak havalisi kumandanlığına tayin emri gelmekte gecikmedi. Basra'yı geri almayı kafasına koymuştu. Şehrin yakınlarındaki Zübeyr mevkiinde gerçekleşen çarpışmalar sırasında ayağından yaralandı ama kumandayı bırakmadı. 




İstanbul onu Basra'yı bırakıp Bağdat'a gitmeye ve orada direniş örgütlemeye
ikna edemedi. İyileşir iyileşmez emrindeki çetelerin başına geçip onları yine Basra'daki İngiliz birliğine baskın yapmakla görevlendirdi. 




Ancak farkına varamadığı, İngilizlerin bu engeli aşamadıkları için kuzeye çıkamadıklarını görüp Mısır'dan yeni birlikler getirdikleriydi. Süleyman Askeri emrindeki kuvvetin Suaybe ormanında sıkıştırılıp büyük kayıp vermesi üzerine intihar etti.




Sürpriz saldırı




Londra rahat nefes almış, Bağdat'a kadar hiçbir dirençle karşılaşmayacağından emin olmuştu. O rahatlıkla 1915 Kasımı'nda Bağdat'a doğru yürüyüşe geçti. Bağdat'ın kazası Kut'ul Ammare'yi ele geçirdi ve hiç duraksamadan Selmanpak'a kadar ilerledi.




Ancak burada mevzilenen Osmanlı kuvvetleri sürpriz bir saldırıyla General Townshend komutasındaki İngilizlere ağır kayıplar verdirdi. Beklemediği yenilgi karşısında Townshend Kut'ul Ammare'ye geri çekilme emri verdi ve destek kıtaları gönderilmesini istedi. İngilizlerin Çanakkale'den çekilmesiyle rahatlayan İstanbul da Bağdat'ın tehlikede olduğunu görüp Mareşal Von der Goltz komutasında takviye edilmiş kolordu büyüklüğündeki 6. Ordu'yu Irak'a göndermişti. 




Ali İhsan Sabis




Irak cephesinin önemli komutanlarından Ali İhsan Bey de Bağdat'taydı. 1916 Martı'nın ilk haftasında İngilizler ileri harekâta başladılar. Ama bir süre sonra kum fırtınasına yakalandılar. Öylesine ileri çıkmışlardı ki toparlanıp Kut'ul Ammare'ye çekilemediler de. 




Sabis mevkiinde savaş içindeki en ağır yenilgilerini aldılar. (Ali İhsan Bey'in soyadı olarak Sabis'i alması buradaki çarpışmalara komuta etmesinden...) Zar zor Kut'ul Ammare'ye dönen İngiliz birlikleri aç susuz yardım beklemeye başladılar. Uçakla erzak temini çabası sonuç vermedi. Havadan atılan koliler Osmanlı askerlerinin eline geçti. 




Dicle üzerinden gönderilmek istenen 5 bin askerin iki aylık gereksinimini karşılayacak miktarda gıdanın akıbeti de aynı oldu. 25 Nisan 1916 günü General Townshend Osmanlı karargâhına kendi emir subayını yollayarak teslim olmak istediğini bildirdi.




"Aksi halde 13 bin 500 kişi açlık ve susuzluktan ölecek" dedi. General Townshend dahil tutsakların bir kısmı İstanbul'a gönderildi, gerisi 'esir kampı'na konuldu.




Enver Paşa'nın hatası




Sonrası her zamanki 'İstanbul aculluğu...' 
Enver Paşa'nın Rusya Türklerini 'özgürlüğe kavuşturma' hevesi depreşti. 
"Nasıl olsa İngilizleri yenip esir aldık. Irak cephesinde bu kadar asker tutmaya ne gerek var" düşüncesiyle birliklere Kuzey İran'a hareket emri verdi. Esir kampının güvenliğini sağlayacak kadar asker kalmıştı geride. Sonuç malum.. Ertesi yıl Basra'da toplanıp kum fırtınasının sona ermesini bekleyen İngiliz birlikleri hiçbir direnişle karşılaşmadan Bağdat hududuna kadar ilerlediler... Ve 11 Mart 1917 yılında da Bağdat düştü.




Ancak olanlar burada bitmedi. Ardından bir dizi trajedi daha yaşandı. Ve mütareke yılları. Türk birliklerinin önce Musul'a sonra Süleymaniye ve Revanduz'a çekilmesi. İngilizlerin Zaho ve Telafer'e kadar ilerlemeleri. 
Aynı anda İngiliz himayesinde bir 'Kürt Hâkimliği'nin (Otonom idare manasında) kurulduğu açıklandı ve ilk karar bölgede Türkçe konuşulmasının yasaklanması oldu.




Çerçeve




Gerdeksiz Abbasi düğünü
Geçen hafta Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey'le Abbasi Hilafeti arasındaki ilişki ve iki hanedan arasındaki ilk evlilik konusunda aktardıklarımın ilgi çektiği gelen mesajlardan belli. Bir kısım okuyucular, "Eee, sonra ne oldu?" diyor. Haklılar. Hikâye orada bitmedi tabii. Tuğrul Bey, halifenin biricik kızı Seyyide Fatıma el-Betül'le evlendi evlenmesine ama gerdeğe giremedi. Bağdat'ta bulundukları ilk bir ay zarfında gelinin Türk hükümdarına iyi davranmadığı, sunduğu kıymetli hediyelerin de yüzüne bakmadığı biliniyor. 




'Veliaht doğurma' korkusu




Tuğrul Bey bunu, onun anne ve babasından ayrılıp İsfahan'a gitmek zorunda kalmasına bağlıyordu ama gerçek sebep hamile kalıp yarı Türk yarı Arap asıllı bir prens doğurma korkusuydu. Tuğrul Bey'e hayır diyemediği için Selçuklu Sultanı'nın kardeşi Çağrı Bey'in kızıyla evlenen ama onunla zifafa girmeyen Halife'nin, kızını Abbasi tahtında hak iddia etmesinden korktuğu bir çocuk doğurmaması gerektiği konusunda uyardığına süphe yok.




Nikâhlandıktan bir hafta sonra şiddetli burun kanamaları geçirmeye başlayan Tuğrul Bey'in altı ay sonra hastalığı daha da şiddetlendi ve Selçuklu hükümdarı 1063 yılı eylülünde Rey'de öldü. 




Halifenin kızının bakire olarak Bağdat'a dönmesi dışında bir şeyi dert etmediğine şüphe yok. Tuğrul Bey'in tahtına oturan Alp Arslan, 'üvey annesinin' Abbasi sarayına dönmesine izin verdi. Böylece kendisini 'Nesl-i pak-i Peygamberiye' olarak tanımlayan ve kızlarını hiç Arap olmayanlarla evlendirmeyen hilafet makamının ferahladığı kesin. Birkaç sene sonra Alp Arslan'ın Malazgirt'te Bizans ordusunu yenmesi üzerine Bağdat'ta siyaset rüzgârının ters esmeye başladığı da gerçek. 




Halife el-Kaim Biemrillah, Alp Arslan'ın kızı Fülane Hatun'la oğlu Uddetü'd Din'in evlenmelerini sağlamak için önce elçiler sonra resmen dünürler gönderdi. Alp Arslan'ın ısrarlar karşısında teklifi kabul etmesiyle de iki tarafın vekilleri aracılığıyla Nişabur'da nikâh kıyıldı. Ama bu evliliğin de kâğıt üzerinde kaldığı biliniyor. 
Hiç bir araya gelemediler




Gelin ve damat hiç bir araya gelmedi. Zira tam Selçuklu Sarayı'nda gelini yolculama hazırlıkları yapılırken Alp Arslan'ın bir suikast sonucu ölmesiyle Bağdat yeniden "Bekleyelim görelim" havasına büründü.
Tuğrul Bey'in gerçek hedefinin hilafetin Türklere geçmesini sağlamak olduğu düşünülür ve ısrarlı evlilik girişimlerinin bu amaca yönelik olduğu kabul edilirse hedefe en çok yaklaşanın Selçuklu devletinin Alp Arslan'dan sonraki hükümdarı Melikşah olduğunu söylemek mümkün. 




Fülane Hatun'la nikâhlandığında veliaht olan ama evliliği fiilen gerçekleşmeyen Uddetü'd Din, babasının ölümünü takiben el-Muktedi Billah adıyla tahta geçince bu kez Melikşah'ın kızı Mah Melek Hatun'la evlendi. En önemlisi bu evlilikten Cafer adında bir erkek çocuğu dünyaya geldi. 




Halife bu evliliği vezirlerinin, "Temiz Nübüvvet evinize bu kaba Türkmen kızını katmayın" uyarılarına rağmen yapmıştı. Melikşah'ın Bağdat'a gelerek katıldığı düğünün binbir gece masallarındaki tasvirleri kıskandıracak görkemde olduğunu yazıyor tarihler. Halife, Sultan'ın kızını evlendirmek için ileri sürdüğü şartlara uyarak haremini dağıtmış, sarayda hizmetli olarak Selçuklu başkentinden getirilen Türkmenlerden başka kadın kalmamıştı.




Cafer'in veliaht ilan edilmesi için Melikşah'ın yaptığı siyasi baskının Halife'yi bunalttığı kuşkusuz. El Muktedi, bu amaçla gönderilmiş mektupları tartışarak geçirdiği bir günün sonunda saraydaki Türkmenlerin ülkeyi terk etmelerini emretti. 




Karısı Mah Melek de oğlu Cafer'i yanına alıp gidince ne yapacağını şaşırdı. Mah Melek yolda öldü. Melikşah, torununa İsfahan'da saray yaptırıp onu 'Emir-u'l Müminin' yani halife ilan etti; ardından da ordusunu toplayıp Bağdat üzerine yürüdü...




Torunu ve halife ilan ettiği Cafer'le birlikte şehre girdiğinde, "El -Muktedi'nin dini ve idari yetkisi kalmadı, Bağdat'ı terk etsin" diyerek habercilerini gönderdi. Öfkeli hükümdar sarayın, "Taşınmak için bir ay zaman verin" ricası üzerine, "Bir hafta yeter" dedi. Entrikalarıyla ünlü Abbasi Sarayı bu zamanı Sultan'ın yakın çevresinde kullanacağı adam aramakla geçirdi ve sonunda buldu. Melikşah kendi oda hizmetçisi tarafından zehirlenip Bağdat'ta öldü.

Hiç yorum yok: