30 Mart 2013 Cumartesi

Myriam François: İslam Avrupa’ya yabancı bir din değil / PINAR DEMİR


23 Temmuz 2012
Avrupa’da iyi eğitimli, üst-orta sınıfa mensup, içinde yetiştiği toplumla bağlarını koparmamış genç Müslümanların sayısında kayda değer bir artış var. Myriam François-Cerrah bu profilin dikkat çekici temsilcilerinden biri. Cerrah’ın söyledikleri ise ezberleri bozacak cinsten...
Avrupa’da İslam ve Müslümanlara dair tartışmaların seçim kampanyalarını etkilediği bir süreci geride bıraktık. Bu sırada ‘Avrupa ve İslam’ kelimelerinin çoğunlukla artan yabancı düşmanlığı ve İslamofobya ekseninde yan yana getirildiğine tanık olduk. Her ne kadar Endülüs’ten bu yana Avrupa’nın yerel bir unsuru olsa da, İslam’ın sadece göçmenler ve azınlıklarla ilişkilendirilerek değerlendirilmesi yaygın bir alışkanlık hâline geldi. Oysa Fransa’daki seçim kampanyalarının da işaret ettiği üzere İslam harici bir faktör olmaktan çıkıp Avrupa’da gündem belirleyen ve ‘Avrupalı’ kimliğinin oluşumuna katkıda bulunan önemli bir referans olmaya doğru ilerliyor. İslam sadece göçmenlerin, yabancıların temsil ettiği bir fenomen değil, Avrupalı Müslümanlar sayesinde içeriye ait, yerli bir bileşen artık. Bu tespitin izlerini, sayıları her geçen gün artan Avrupalı yerli Müslüman’ın varlığında da görebiliyoruz. Özellikle Batı Avrupa’da iyi eğitimli, üst-orta sınıfa mensup, içinde yetistigi toplumla bağlarını koparmamış genç Müslümanların sayısında kayda değer bir artış gözleniyor. Myriam François-Cerrah bu profilin dikkat çekici temsilcilerinden biri.

Fransız baba ve İrlandalı annenin kızı olarak 1983 yılında İngiltere’de dünyaya gelen François-Cerrah’ın genç yaşına rağmen çok renkli ve etkileyici bir öyküsü var. Soyadındaki ‘Cerrah’ı İngiltere’de yaşayan Türk asıllı eşinden alan Myriam, entelektüel bir ailede büyümüş. Anlattıklarına göre, yatırım bankacısı olan babası tarih ve felsefeye çok düşkün biridir. Annesi ise Marksist - feminist literatüre aşina bir öğretmen. Myriam, evdeki tartışmaların entelektüel gelişiminde büyük katkısı olduğunu, özellikle annesinin fikirlerinden çok etkilenerek yetiştiğini söylüyor. Gençlik döneminde tam bir Jean-Paul Sartre hayranı olan Myriam, onun hayatı ve fikirlerine hâlâ saygı duyduğunu belirtiyor.
Çocuk yaşta oyunculuğa başlayan Myriam François , Hollywood tecrübesi sonrasında eğitim hayatına devam eder. Cambridge Üniversitesi Sosyal ve Siyasal bilimler bölümünden mezun olduğunda 21 yaşındadır. Kültürel anlamda Katolik olarak yetiştirildiğini söyleyen Myriam, o dönemde şüpheci bir Hıristiyan olduğunu ve organize dinlere karşı güvensizlik duyduğunu anlatıyor. İslam’la ilgilenmesi Müslüman bir arkadaşıyla yaşadığı tartışma ertesinde başlamış. Arkadaşına fikirlerinin yanlışlığını gösterebilmek için Kur’an okumaya girişen Myriam, sonrasında daha açık bir zihinle onu anlamaya çalıştığını ifade ediyor. Fatiha süresinin başında, ilahi hitabın tüm insanlığa yönelmiş olması onu şaşkına çevirmiş.
Kur’an’ın dilini hem tanıdık hem de farklı bulduğunu, bazı taraflarıyla ona eski kutsal metinleri hatırlattığını ama bazen onlardan çok farklılaştığını söylüyor. Kur’an’ı okudukça Hıristiyanlık hakkındaki şüphelerinin netleştiğini fark eden Myriam, insanın kendi fiillerinin sorumluluğunu tek başına taşıyan varlık olarak tanımlandığını görünce aniden kendisini bir yetişkin gibi hissetmeye başladığını söylüyor. Myriam François, rölativizmin hüküm sürdüğü bir dünyada Kur’an’ın objektif ahlaki ilkeler ve referans çerçevesi sunmasının önemine işaret ederken onun mesajından nasıl etkilendiğini şu sözlerle ifade ediyor: “Felsefi konulara her zaman derin ilgisi olan biri olarak Kur’an’ın insanlığın bütün felsefi mirasının zirvesi olduğunu hissettim. Adeta Kant’ı, Hume’u, Sartre’ı ve Aristoteles’i birleştirmişti. Varoluşun derin sorularına bir şekilde adres gösteriyor ve onlardan en hayati olana ‘neden buradayız?’ sorusuna cevap veriyordu.”
Myriam François-Cerrah’ın Kur’an’ı anlama çabası ona hayatında yeni bir sayfa açar. Cambridge Üniversitesi’nden mezun olduğu yıl Müslüman olmaya karar verir. Pek çok arkadaşı onun bu kararıyla başka bir faza geçtiğini düşünür ve fazla hırpalanmadan dönmesini ümit eder. Myriam, arkadaşlarının bu seçimin aynı zamanda bu dünyaya ait, profan bir seçim olduğunu anlayamadıklarını söylüyor. Çünkü müslüman olmak bu dünyadan el etek çekmeyi gerektirmiyor. Bazı arkadaşları ise kararını anlayışla karşılar ve onu desteklemek için ellerinden geleni yapar. Çocukluk arkadaşlarının bir kısmı ile hâlen çok yakın olduğunu ve onlar sayesinde ilahî mesajın evrenselliğini gördüğünü söyleyen Myriam için, Müslüman olsun olmasın her insanın yaptığı iyi amellerde ilahî değerlerin ışıltısı var.
Hz. Muhammed’in (sas) kişiliğinde kendinden önce gelen Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. İbrahim gibi çok büyük vazifeyle görevlendirilmiş birini gördüğünü söyleyen Myriam, onun hakkında sahih bilgiye ulaşma konusunda sıkıntılar yaşamış. Başka tarihî şahsiyetlerin hayatı söz konusu olduğunda Batılı araştırmacıların uyguladığı ‘tarihî relativizm’ yönteminin Hz. Muhammed (sas) söz konusu olduğunda bilinçli şekilde, onun şahsiyetini küçümsemek adına ihmal edildiğini fark ediyor. O yüzden onun hayatı ve kişiliğini oryantalist iftiralardan arınmış şekilde hakiki olarak anlamak için çok çaba sarf etmiş.
Myriam François-Cerrah Müslüman olduktan sonra MEND adında Filistinli bir STK için çalışmak üzere bölgeye gitmiş ve ‘şiddet içermeyen sorun çözme teknikleri’ konusunda eğitimlere katılmış. 2005 yılında ise Ortadoğu politikaları konusunda yüksek lisans tezi için Amerika’ya Georgetown Üniversitesi’ne giriyor. Amerika’dayken dış ilişkiler konusunda pek çok makaleye imza attığı gibi Bassam Haddad’ın ‘Araplar ve Terörizm’ adlı belgeselinin yapımına katkıda bulunmuş. İngiltere’de yayımlanan ve genel yayın yönetmenliğini İngiliz muhtedi Sarah Joseph’in yaptığı İslami hayat tarzı dergisi ‘Emel’in eski editörlerinden biri olan Myriam, hâlen dergiye katkıda bulunan isimler arasında. Exeter Üniversitesi’nin Avrupa Müslüman Araştırmaları Merkezi tarafından hazırlanan ‘İslamofobya ve İslam karşıtı nefret suçları’ başlıklı çalışmasına bir bölüm yazan Cerrah, şu sıralar Oxford Üniversitesi’nde doktora çalışmalarına devam ediyor.
Myriam François, kendi duruşunun, içinden çıktığı topluma ve kültürüne karşı bir reaksiyon ya da muhalefet olduğu kanısında değil. Bilakis bunu şimdiye dek biriktirdiklerinin takdire şayan olduğunun bir tür sağlaması gibi algılıyor. İlk zamanlar kendisini İngiltere’deki İslam toplumuyla özdeşleştirmekte zorlanmış. Pek çok caminin kendisine cazip gelmediğini ve bazı kurallar ve teşrifatın kafa karıştırıcı ve sıkıntı verici olduğunu itiraf ediyor. Bazı şeyleri çok garipsemiş, bazı tavırları ise çok karmaşık bulmuş. Dış görüntüye, haricî olana öze ait olandan fazla önem veriliyor oluşu onun için hâlen hayal kırıklığı olmayı sürdürüyor. Myriam, kendinden emin ve kendini iyi ifade edilebilen ve günümüz tartışmalarına katkıda bulunabilecek bir ‘İngiliz Müslüman Kimliği’ne çok ihtiyaç olduğu görüşünde: “İslam yabancı bir din değil, biz Müslüman olarak kendimizle irtibatımızın kesildiğini, kendi kimliğimizin izlerini kaybettiğini düşünmemeliyiz. İslam bize ait doğruların ve iyinin onaylanması, kötülerin ise düzeltilmesi anlamına geliyor.”
İslamofobya ile ilgili çalışmalara katılan Myriam, bu olgunun Avrupa’da yükselişte olmasını ekonomik sorunlara bağlıyor. Kriz dönemlerinde hem yabancı düşmanlığı hem de ayrımcılık vakalarının arttığına dikkat çeken Cerrah, araştırmaların son dönemde pek çok Avrupa ülkesinde İslam karşıtı tavırlarla birlikte anti-semitizm’in de yükselişte olduğunu gösterdiğinin altını çiziyor. İslamofobya’nın yabancı düşmanlığının bir parçası olduğunu düşünen Cerrah, Edward Said’e atıfta bulunarak, oryantalist müktesebatın, Batı’daki mevcut İslam algısını hâlen etkilemeye devam ettiğini ifade ediyor.
Avrupa’da artan İslami görünürlüğün tetiklediği tartışmaların ülkeden ülkeye değiştiğini söyleyen Myriam, Fransa’da bunun büyük problem hâline gelmesini şöyle açıklıyor: “Fransa’da bütün vatandaşların Cumhuriyet yapısı içinde eriyeceğine dair mit, bunun büyük bir problem olarak algılanmasına sebep oluyor. Vatandaşlık nosyonu, eşitliğe işaret etmek üzere bütün farklılıkların silinmesi üzerine inşa ediliyor. Oysa gerçeklik böyle değil, bütün vatandaşlar farklı. Bu farklılıklar ortadan kaldırılamaz. Eşitsizlikler devam ettiği gibi vatandaşların topluma katılımı noktasında entegrasyon problemi ortaya çıkar.”
Bütün Avrupa ülkelerinde Müslümanların işsizlik, ayrımcılık, ırkçılık, düşük eğitim düzeyi gibi ortak problemleri olduğunu hatırlatıyor. Bunun yanında ülkeden ülkeye değişen problemler var. Mesela İngiltere’de başörtülü kadınları hemen her sektörde görebilirsiniz fakat Fransa’da bu durum nadirdir. Avrupa’da aşırı sağın yükselişi pek çok azınlık için ortak problem.
 Avrupa’daki anlatı, Hıristiyanlık ve Museviliğin modern Avrupa kimliğinin gelişiminde etkili olduğu yönünde. Myriam bu konuda hemfikir. Fakat “Hıristiyanlığın yahut Museviliğin paylaşıp da İslam’ın paylaşmadığı ne tür değerler vardır?” sorusunu sorarak ilave ediyor: “Onlar da bizim tarihimiz ve değerlerimiz cümlesindendir.”
Müslümanların, Avrupa kimliğini oluşturan değerler konusundaki tartışmada taraflardan biri olması gerektiğine inanıyor: “Bunun ötesinde ortak kültürümüzün iyi taraflarını muhafaza etme noktasında, toplumumuzun gelişimi için, hastalıklarımıza çözüm bulmak için Müslümanlar da katkı sunmalı.Daha iyi bir Avrupa, hatta daha iyi bir dünya için diğerleri arasında onların da sesine kulak verilmeli.”
Myriam Cerrah ‘İngiliz Müslüman kimliği’ne ısrarla vurgu yapıyor. Bunun tam olarak ne anlama geldiğini sorduğumuzda verdiği cevap şu: “Bir İngiliz olmak İngiliz tarihini, kültürünü bilmektir. İslam 7. yüzyıl Hicazi Arap kültürünü İngiliz kültürü ile değiştirmeyi gerektirmez. İslam’ın değerleriyle kendi farklı kültürlerimizi geliştirmek, arıtmak ve zenginleştirmek durumundayız. Müslüman olmak ‘yabancı’ olmak demek değildir. Bana göre İslam temas ettiği her kültürü en kâmil şekilde zenginleştiren ahlak ve değerler bütünüdür.”
Myriam François, soyadındaki ‘Cerrah’ı İngiltere’de yaşayan Türk asıllı eşinden almış. Türkiye’yi ve Türkleri çok sevdiğini belirtiyor. Her yıl eşinin memleketinin bulunduğu Karadeniz’e geldiklerini, özellikle Kaçgar dağlarında rafting ve trekking yapmaktan hoşlandığını anlatıyor. Türkiye siyasetiyle ilgili gözlemlerini ise şöyle ifade ediyor: “Türkiye hakkında biraz çalışmıştım. Bazı Avrupa ülkelerinde olduğu gibi yolsuzluk önemli bir problem. Bunun yanında ordunun rolü ve son yarım yüzyılda politik alana yaptığı müdahaleler Türkiye’nin seçtiği demokratikleşme yolunda bir tehdit olmaya devam ediyor. Fakat Avrupa ekonomisi derin bir durgunluk yaşarken Türkiye’nin patlama yapıyor oluşu da dikkat çekici ve bu konuda Türkiye’den öğrenecek çok şeyimiz var.”
Sinema, idealleri yaymak için iyi bir imkân
Londra’nın Fransız muhitinde doğup büyüyen Myriam François-Cerrah’ın henüz 12 yaşındayken popüler bir Hollywood filminde rol alması onun hayat hikâyesinin  en ilginç ayrıntılarından biri. Myriam (o zamanki adıyla Emilie François) çocuk yaşlarında oyunculuğa merak salar. Lokal bir tiyatro grubunda derslere devam ederken kendisine bir oyunun birkaç bölümünde rol alması teklif edilir. Bu şekilde başlayan oyunculuk macerası Hollywood filmlerine kadar uzanır. 1995 yılında Emma Thompson ve Kate Winslet’in başrol oynadığı gişe filmi ‘Sense and Sensibility’de çocuk oyuncu olarak kamera önüne geçer. 1997’de çekilen ‘Paws’ ve 2000’deki ‘New Years Day’ filmlerinde ise başrol oyuncularından biridir. Myriam François-Cerrah oyunculuğa ve o dönemki iş arkadaşlarına hâlâ büyük bir muhabbet ve saygı beslediğini söylüyor. Ona göre sinema, ideallerin yayılması için çok elverişli bir imkân sunuyor. Bu yüzden film sektörüyle ilgisini kesmeye niyetli değil. Kamera arkasında da olsa bu sektörde bir şeyler yapmaya devam etmek istiyor. Film endüstrisinde daha çok Müslüman’ı görmek umudunda olduğunu da özellikle vurguluyor.

Hiç yorum yok: