9 Mart 2013 Cumartesi

KONUŞMA VE YAZI DİLİ-Mehmet KAPLAN


Bizim romantizmimiz tohumlarını, bir taraftan dağları dile geti­ren aşk destanlarıyla Anadolu’nun halk edebiyatında, diğer taraftan ilâhî ruhu yeryüzüne vahiy aydınlığı halinde indiren Selçuk mimari­sinde bulacaktır. Zehirli otlar elbette yolunacak, sapıklıklar ve ya­bancılıklar bertaraf edilecektir. Bizim millî dilimiz vardır. Yunus’ta nasılsa Ömer Seyfettin gibi bir dâhî de öylece gözüktü. Yabancı ve uydurma kelimelerden temizlenmiş, halkın konuştuğu dil bizim millî dilimizdir. Âlemşümul olan musiki tekniğini kullanarak, Almanın Alman musikisi, İtalya’nın İtalyan musikisi yaptığı gibi bir Türk mu­sikisinin ilk seslerini çıkarmaya çalışalım. Halk musikimizin esas un­surlarını verecek bu melodide, Anadolunun yanık feryadiyle, Yunus’un iniltileri yer alacaktır. Resim sanatında ne bir millî duyuşu­muz ne de millî muhayyilemiz var. Sanatkârlarımız modellerini garbtan alıyorlar. Sanatkâra ilham veren sahneler, Anadolu’nun boz­kır ve kurak toprağı ile Türk’ün tarihi olacaktır. Türk’ün alnındaki dehayı inkâr ettiren bir asırlık taklit hastalığı mutlaka mektepten kovulacak, Fransız’ın veya Almanın nihayet Amerikalının zihniyet ve seciyesine zaman zaman bizi uşak yapan bilgisiz bayağılık iflâs et­tiğini anlıyacak ve maarif millî olacaktır. Bu toprağın v« bu toprağın insanıma ıstırabını ve sefaletini görerek ona  devam olmak isteyen bir grup gençliğin yapacağı bu inkılap yıkıcı değil yapıcı olacaktır. Kindar ve garazkâr olmadan sevgi ve merhametle, ikbal, şan, şöhret İçin çalışanlardan ve bu memleketin sefaletini sömürenlerden nefret ederek, ruhun zaferi için çalışacaklardır.

Konuşma, dili ile yazı dili arasında her medeni memlekette fark vardır. Bu fark, aşağı yukarı cahil insanla okuryazar insan arasındaki farka tekabül eder ve kültür derecesine göre azalır veya çoğalır.
Yazı dili, hem ses, hem kelime hazinesi, hem de sentaks bakımından “İşlenilmiş”tir. Yazı kelimelerin ses ve mantarını bir takım işaretlerle tesbit ettiği için bunların üzerinde rahatça düşünmek ve işlemek mümkündür. Günlük hayatta pratik maksatla kullanılan konuşma dili buna müsait değildir.
Yazı durur, konuşma akar. Su üzerine kim nakış yapabilir?
Yazı dili kağıt üzerinde devam eden gelenekle nesiller boyunca geliştirilir ve zenginleştirilir. Kültürlü bir insan okuduğu kitaplardan binlerce kelime ve tabir edinir. Cahil bir insan konuşma çevresindeki dilin dışına çıkamaz. Yazılı gelenekleri olmayan iptidai kavimleri “şifahi kültürleri” İle İngiliz, Fransız, Alman veya Türk milletinin “yazılı kültürleri” arasında sonsuz denecek kadar fark vardır.
“Şifahi kültürler” in de kendilerine has bir zenginlik ve değerleri olduğu İnkar olunmaz. Fakat “yazılı kültürler”muhteva, şekil, dil ve üslûp bakımından, “şifahi kültürler“den kat kat üstündür, iptidaî kavimlerin medeniyetçe geri kalmalarının başlıca sebeplerinden biri “yazılı kültür”e sahip olmayışlarıdır. Zira onlarda nesillerin hayat tecrübeleri nesilden nesle çoğalmaz. Bir insanın hafızasında saklayabilecekleri mahduttur. Kâğıt, her şeyi yüzyılarca muhafaza eder. Medenî milletlerin kütüphaneleri milyonlarca insanın hafızasından çok daha zengindir.
Medeniyetler, kitaplar ve kütüphaneler sayesinde devam eder ve gelişir. Şifahi kültürde kalan, okuma yazma bilmeyen veya okuma yazma bildiği halde okumayan insan bir nevi vahşi ve iptidaidir. Bunu onun kelimeleri telaffuzundan, kelime kadrosundan, cümle şekillerinden kolayca anlayabilirsiniz.
Konuşan her İnsan, sırf konuşma mekanizması dolayısıyla, az çok basitleşir ve iptidaîleşir. Düşünce yazı yaşarken veya okurken disipline girer, nüans kazanır ve şekil alır. Bundan dolayı Alain, konuşmayı, fikrin mühim bir rol oynamadığı bir nevi merasim veya başıboş ve tehlikeli bir oyun telâkki eder. En muntazam konuşmada bile fizyolojik ve psikolojik âmillerin, içinde bulunulan dış şartların kaprislerini görmek mümkündür. Yazmak düşünce ve duyguya çeki – düzen vermek demektir. İlim adamları ile sanatkârlar bir kelimeyi yazarken bir sürü tereddütler geçirirler, ayıklarlar, seçerler, tashih ederler. Konuşurken kendimizi böyle sıkıntılara sokmayız. Konuşma çok defa bir “boşalma”dır. Hiddetli adamda bunun ne kadar iptidaî bir fonetik, lügat ve gramerle tezahür ettiğini görmek mümkündür.
Yazı dilini küçümseyenler onun kültür ve medeniyetle olan bağlantısını fark etmeyenlerdir. Doğruluk, zenginlik ve gerçeğe uygunluk bakımından yazı dili, konuşma dilinden çok üstündür. Konuşurken dahi onu örnek almak lâzımdır. Hayatta herkesin kendisine has bir telâffuzu vardır. Bütün milletlerde şifahi dilin söylenişi sosyal tabakalara ve coğrafî dilin söylenişi, coğrafî mantıklara göre değişir. Lehçeler, şiveler, ağızlar bunun tabiî neticeleridir.
FAKAT MEDENÎ MİLLETLERDE “STANDARD” BİR TEK TELÂFFUZ VE İMLÂ ŞEKLİ VARDIR. BİR MİLLETİN MEDENÎ SEVİYESİNİ VATANDAŞLAR ARASINDA “STANDARD” TELÂFFUZ VE İMLÂNIN HÂKİMİYETİ İLE ÖLÇMEK MÜMKÜNDÜR. Çünkü “Standard” okul, kitap, yol ve sosyal münasebetin kesafeti İle çok yafandan alâkalıdır. Bütün memlekete yaygın bir kültür kuramamış milletlerde “Standard” yoktur. Orada kültür ve sosyal hayat gibi dil de alacalıdır.
Medeni milletlerin dil bakımından başka bir özelliği “zengin” ve “müşterek” bir lûgata sahip olmalarıdır. Bu da kitaplar, yazılı kültür geleneği ile olur. Her kelime, bir varlığa, bir düşünceye, bir duyguya ve bunların nüanslarına tekabül eder. Kelime zenginliği idrak, duygu, düşünce ve kültür zenginliği demektir. Hiç yanılmadan iddia edebilirsiniz:
BİR İNSAN NE KADAR ÇOK KELİME BİLİYORSA, FİKİR ÂLEMİ O KADAR ZENGİN DEMEKTİR.
Bugün bunu testlerle tespit ediyorlar. Bizdeki denemeler de bunu açıkça ortaya koyuyor. Türkiye’de yetişen nesiller, kelime dünyası bakımından, maalesef çok fakirdir. Bunun sebebi, hiç şüphesiz takip edilen yanlış ve kötü kültür siyasetidir. Türk çocukları millî kültür kaynaklarına götürülecek yerde, tam tersine onlardan uzaklaştırılıyor. Kitap okumayan, şifahide kalan çocuk, çevresinin çok dar ve bozuk dil dünyasından dışarı çıkamıyor.
(Medeniyet, 30.9.1961)

Kaynak:
TÜRK DİLİ İÇİN- IV- Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları: 29 Seri: IV — Sayı A8

Hiç yorum yok: