Arap baharından keyif hırsızlığı
Soğuk savaş sonrası birkaç devrim dalgası yaşandı. İlkinde Doğu bloğu ülkeler demokrasiye geçti. Daha doğrusu Batı bloğuna entegre olarak küresel sermayeye eklemlendi. İkinci dalga olarak, kapitalist sisteme geçmekle birlikte yeterince demokratlaşamayan, Rus etkisinde kalan ülkelerde panayır devrimleri yaşandı. Bir tür entegrasyon sorununun restorasyonu olarak okunabilir.
Üçüncü dalga; 'Arap baharı, Arap uyanışı' denilen Ortadoğu'daki tiranlıkların devrilişiyle sonuçlanan siyasal hareketlilik. Henüz tamamlanmamış olsa da Arap dünyasının ağırlık merkezi ülkelerde yönetimler el değiştirmiş, onlarca yılın suskunluğuna mahkum edilen insanların bir anda diktatörlüklerin devrilişine tanık olmalarıyla adeta bir özgüven patlaması yaşanmıştır.
Siyasal belirsizlik bir yana, dünya sisteminin kutsadığı 'mübarek' liderlerin devrilmesi bile Arap coğrafyasında anlaşılabilir bir sevinç oluşturdu. Tarihin bu kritik aşamasında alışılmamış bir aktör öne çıktı. Türkiye'nin Arap baharının model ülkesi olması gibi tarihsel bir özgüven duygusunu yaşatacak görüntülere tanık olundu. Türkiye'nin bu olaylarda etkisinin ne kadar gerçek, ne kadar belirleyici olduğu sorusundan bağımsız olarak rol modelliği algısı, muhafazakar, eski/yeni İslamcı aktörlerde müthiş şekilde yerleşti.
Arap baharından aynı anda İslam devrimi ve demokratik başarı çıkaran Türkiye'deki iktidar çevresine yakın okumuş yazmışların süreçten bu denli tatmin olmaları incelenmesi gereken bir ruh haline işaret ediyor. Söz konusu ruh hali, Müslüman bir halkın başındaki zalimlerin def edilmesinden öte bir sevinç durumunu işaret ediyor. İdealleştirilen, eleştirilemeyen, dokunulmazlık zırhı giydirilen bir bakış açısı, Arap baharının ne idüğünden öte bir çerçeve çiziyor.
Bu durum, Zizek'in 'keyif hırsızlığı' dediği duruma benzer hale tekabül ediyor görünüyor. Çok benzer biçimde Zizek, 'Batı'nın Doğu bloğunun demokrasiye geçişine neden bu kadar sevindiği' sorusuyla durumun ideolojik işlevine neşter atıyor. Çünkü Batı kendinde kaybettiği, pörsümeye yüz tutan demokrasisini yeniden Doğu bloğu ülkelerinde görüyor. Yani 'uzun zaman önce lezzetini unuttuğu hazineyi algılayabilir' kılmaktadır eski Sovyetlerdeki demokratik gösteri.
Arap baharının temelde hangi dinamiklerin eseri olduğu sorusu bir kenara, önündeki muhtemel tehlikelere, açmazlara, uluslararası kumpaslara dikkat çekmeye bile tahammül edemeyen bir ruh hali içinde muhafazakar aydın/politikacı tiplerin, idealize ettiği, üzerine toz kondurmak istemediği bir sürece (muhtemel başarısızlık uyarılarına bile aldırmadan) neden bu kadar sahip çıkıldığını anlamak için herhalde psikanalize başvurmak gerekecek.
Dayanışmaktan, sahip çıkmaktan daha farklı bir duygu söz konusu. Hem Türkiye'de konuşulamayanı Arap baharının 'İslamcı' liderlerine söyletmek, hem de rol modellik gösterisine dönüşen çocuksu, naif bir sevinç gösterisi... Elindeki hediyenin kusurlu çıkmasından ya da geri alınmasından korkan bir çocuk heyecanı…
Aslında Türkiye'deki muhafazakar aydın, kanaat önderi tipolojinin Arap baharında gerçekleşmesini beklediği şey ona 'uzun zaman önce lezzetini unuttuğu hazineyi' tatma imkanı vermesidir. Rol modelliğin içeriğininin ne olduğu, bunun eski İslamcı ideallerle ne kadar örtüştüğü bir kenara bırakılarak ve de sorgulanmadan, sadece bu modellik, yol göstericiliğin hazzını yaşamakla yetiniyor. Uzun zamandır lezzeti unutulan şey çok net değil: Bu, Osmanlı geçmişi (tecrübesi değil) olabilir, bunun üzerine bina edilen neo-Osmanlıcılık olabilir, Ortadoğu'nun hem Batılı hem gelişmiş ağabeyi olarak çok zamandır bastırılan ağabeylik rolü olabilir… Bu ağabeylik rolü, Türk Cumhuriyetlerinde kısa süren bir rüya olarak yarım kalmıştı.
Hangi Türkiye'nin hangi değerleriyle Arap dünyasına, İslam alemine rol-model olacağı sorusunu hiç sorgulamadan, romantik bir duygu çağıldamasıyla ortaya çıkan 'devrimci, demokratik, laik' üçlü modelinde, Türkiye'nin sevilmeye layık oluşuna kendini inandırıyor.
Arap baharının sorunlarıyla ilgilenmek, kafa yormakla İslamcı lider/teorisyenlerden Türk modeli övgüsü duymaktan haz almak arasında çok ciddi farklar var. Kendi kendini idealize etme moduna giren ve buna herkesin inanmasını isteyen ruh halinin siyaseten de, entelektüel olarak da sağlıklı bir durum olduğu söylenemez.
Arap baharından 'elem çalmak'
Arap baharının Türk entelijansiyasında bir heyecan dalgası oluşturması sadece muhafazakar kesimle sınırlı değildi. Bu kesimde ortaya çıkan 'keyif hırsızlığı' gibi, Ortadoğu'ya mesafeli duran, hatta gizli bir oryantalist bakışla yaklaşan kesimde de benzer haller tezahür etti.
Özellikle Batıcı denebilecek, sol ve liberal kesimlerde sürecin başlarında sergilenen gelişmelerle Ortadoğu üzerinden bir tür kendini ispatlama sendromu yaşandı. Ne de olsa, sosyal medya gibi son derece modern örgütlenme ve iletişim kanallarının imkanlarıyla, hiç bulaşmak istemedikleri Arap dünyasında genç, sivil, demokrat, protestocu yığınlar devrim ateşini yakmış, kitleleri peşlerinden sürüklemişlerdi. Sol jargondaki sınıf bilincine uygun olarak Tunus'ta, Mısır'da düşük gelirli yığınların ayaklanma görüntüleri, epeydir unuttukları devrimci halk hareketleri nostaljilerini tatmin etmeye yetmişti.
Devrimlerin apolitik mahiyet taşıyor olmasının bir mahzuru olamazdı; zaten keskin ideolojik devrimcilikten liberalliğe çoktan evrilmişlerdi. Batı'yla, Batı değerleriyle barışık bir Ortadoğu devrimler çağına giriyorduk. Diktatörler bir bir devriliyor, sivil-liberal gençlerin öncülüğünde bir devrim gerçekleşiyordu.
Bu sevinç Türkiye'deki sol, liberal, Batıcı entelijansiya için çok uzun sürmedi. Devrim düşü kabusa dönüşmekte gecikmeyecek, Ortadoğu'nun gerici yüzü kendini gösterecekti. Demokrasi, halkın iradesi gibi devrim şarkıları pratiğe geçtikçe bu hedeflerin aslında söylemden öte anlam içermediğini kendi kendilerine itiraf etmeseler de, o malum seçkinci reflekslerinde dışa vuracaklardı.
Buraya kadar yaşananlarda, özenle uzağında durulmaya çalışılan bir toplumun gerçeklerini yanlış okumanın doğal sonucu bir düş kırıklığı da denebilecek bir duygu hali, yanılsama, umut ve beklentilerin boşa çıkması pek anlaşılır bir haldir. Ve her toplumsal olayda her kesimden insanın düşebileceği durum olarak hoş görülebilirdi.
Ne var ki, tam da bu noktada Arap baharının apolitik görüntüsü altında kitleleri birleştiren 'Mübarek gitsin' sloganının dışında, nadir de olsa dillendirilen demokratik seçim, ifade özgürlüğü gibi hedefler şeklen de olsa gerçekleşirken korkulanlar olacaktır. Paradoksal biçimde demokratik kurallar işlemeye başladıkça bizdeki seçkinci damar kendini gösterecek, hayal kırıklığı öfke patlamasına dönüşecektir.
Arap baharına bir tür çalınmış devrim gözüyle bakanları en mutlu eden sahneler, Tunus'ta yaşanan çağdaş kadın gösterileri olsa gerek. Türkiye'deki Kemalist modernleşmeye çok benzeyen eski rejim sahipleriyle bahar devrimcilerinin buluşması tarihi ve coğrafyayı aşan bir ironi. Tunus'ta olanca şirinlik gösterisi yapan Nahda'nın yarım iktidarına bile tahammül edemeyen Türkiye'deki okumuşlar, öfkeyle 'ancient regime' kadrolarının yanına savruldu.
Mısır'da İhvan'ın acemi, tutarsız çizgisinden bir tiranlık çıkarmaya çalışan ve her adımda kötücül bir karşıtlığın öfke patlamasını yansıtan analizler, Mısır'ın geleceğinden çok hayallerinin, renkli devrim düşlerinin gerçekleşmemesiyle öenemsedi. Muhafazakarların Arap baharında 'ego-ideali' görmeleri gibi yarı-oryantalist bakış da, İslamcılarda kendi zıddını görerek kaybetmişliğin hıncının, öfkesinin muhatabını arıyor.
Bu öfke patlamasıyla, İhvan'ın mutedil bir siyaset çerçevesinde küresel sistemle uzlaşır hale getirilmiş olmasını kendi dünya tasavvurları ve Batı'yla kurdukları ilişki açısından aşama saymaları gerekirken, her halleri naif devrimciliğin hırçınlaşmış şekline dönüştü.
Söz gelimi İhvan'ın olmadığı bir Mısır'da siyasi ve sosyal denklemde ne tür savrulmalar yaşanacağını bile düşünmeden, Türkiye için söyleyemedikleriyle ilgili İhvan üzerinden tatmin yaşayan bir entelektüel öfke sağanağı yaşandı. 'Bakmayın bu İslamcılara, aslında benzer şekilde, Türkiye'de de bunları yapacaklar' diyerek o hiç terk edilmemiş korkuyu tazelemek, varoluşsal duruşları açısından besleyici olmalı! Öteki üzerinden kendini var kılan bu zehirleyici öfkenin, kısa vadede iş görse de uzun vadede bünyeyi çürütüp çökerteceğini görmek lazım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder