25 Şubat 2013 Pazartesi

Padişahın yolunu kesen delileri evliya yapıp büyü çözdürürlerdi-Murat Bardakçı


Bir Bektaşî dervişi, 1790'ların sonunda bir gün zamanın hükümdarı Üçüncü Selim'in yolunu kesti ve "Seninle şeriat dâvam var!" diye bağırdı. Deli olduğu anlaşılan Sabri adındaki derviş tımarhaneye kondu, defalarca kaçıp yakalandı ama halk arasında "evliya olduğu" yolunda söylenti çıktı ve tımarhane ziyaretçi akınına uğradı.


Padişahlar ulaşılmaz bir "makamda imiş gibi görünseler de zaman zaman eleştirilirler, yolları kesilir ve halk bu işi yapanları her nedense evliya mertebesine yükseltirdi.
Sultan Üçüncü Selim'in bir gün cami dönüşünde yolunu kesen meczup dervişin halk tarafından evliya kabul edilmesi, bu aşırı yüceltmenin örneklerindendi.
Câbî Tarihi'nin yazdığına göre, Mahmudpaşa Camii'nde 1790'ların sonunda kıldığı bir cuma namazı sonrasında kalabalık bir alayla Topkapı Sarayı'na dönmekte olan Üçüncü Selim'in yolu, Cağaloğlu'ndan geçtiği sırada Sabri isimli bir Bektaşî dervişi tarafından kesildi.
Çektiği esrar yüzünden kafası dumanlı olan Bektaşî, alayın önüne geçerek padişaha hitaben "Seninle şeriat dâvâm var!" dedi. Dervişin hareketine sinirlenen birkaç saray görevlisi, Sabri'yi itip-kakmaya başladı. Üçüncü Selim adamlarına müdahale edip dervişi bırakmalarını buyurdu ve Bektaşî'ye dönerek "Nedir dâvân, söyle!" diye sordu ama ilginç bir karşılık aldı: "Böyle dâvâ yol üzerinde görülmez. Allah'ın emrine razı isen, bir yer seç".
Üçüncü Selim, adamlarına "Dervişi vekilim olan sadrazama götürün" diye emretti ve Derviş Sabri, sadrazamın huzuruna çıkartıldı. Ama bu defa daha da garip bir söz etti ve sadrazama “Bu iş sadece sana söylenmez!
Valide Sultan’ın kâhyası ve diğer adamlar da burada olmalı. Hatta, Kapdan Paşa bile olmalı” diyerek işi büyüttü.
Sadrazam sinirlendi, “Bu herifin ne dediği belli değil. Alın, Kapdan Paşa’ya götürün. Paşa dervişin istediği adamları çağırıp yüzleştirsin ve dâvâsını görsün” dedi.

PADİŞAH TAŞLANDI
O günlerde Rumeli'de eşkiyalık yapan Pazvandoğlu Osman Paşa, Bektaşîler ile işbirliğine girmişti ve bu durumun da dervişten sorulması gerekiyordu. Üstelik, o tarihten birkaç sene önce Üçüncü Selim'e karşı benzer bir hareket yapılmış, padişah cuma namazı için gittiği Ayasofya'da taşlanmıştı. Bir Özbek'in attığı taş padişahın bulunduğu yerin kafesini kırmış, muhafızlar taşı atanı yakalayarak Topkapı Sarayı'nın girişinde idam etmişlerdi. Namaz dönüşü cesedi gören padişah "Acaba bu adam cesareti nereden aldı? Sordunuz mu?" dediğinde, adama birşey sorulmadığını öğrenince öfkelenmişti.
Bu eski hadise hatırlanınca derviş göz hapsine alındı. Ancak
Bektaşî Sabri'den hadisenin esrarını çözecek birşeyler öğrenmek mümkün olmadı ve derviş, Sultanahmet Tımarhanesi'ne kondu.

İZİNİ KAYBETTİRDİ
Ama, Sabri'yi tutmak mümkün olmadı ve tımarhaneden kaçtı. Görevliler "Dervişe zincir çare etmiyor. Birkaç zincir ile bağladıktan sonra odasının kapısını kilitleyip kapının halkalarına da odun sokuyoruz. Buna rağmen derviş zincirlerinden kurtuluyor. Peşinden koşuyoruz ama bu defa odasında olduğunu görüyoruz. Biz aciz kaldık" diyorlardı.
Bektaşî dervişi, birkaç gün sonra şehirde gezerken yakalandı ve tımarhaneye geri getirildi ama Sabri'yi bir anda yüzlerce kişi ziyarete başladı. Ziyaretçilerin kimi dervişin kerametine inanıp duasını almak istiyor, kimi de büyü çözdürmeye çalışıyordu. Tımarhaneciler ise gelen herkesten yüklü miktarda para almaya başlamışlardı.
Derviş Sabri, bir müddet sonra tımarhaneden yine kaçtı, bir gemiyle memleketi olan Rumeli taraflarına gitti ve izine bir daha rastlanmadı.


HATTIN ÜSTADIARI
Hafız Osman

TÜRK hat tarihinde kendine mahsus bir yazı tavrı yaratmış üstadlardandı. 1642'de İstanbul'da doğdu ve aynı yerde 56 yaşında vefat etti. Köprülüzade Mustafa Paşa'nm yanında yetişen Hafız Osman, ilk nesih ve sülüs dersini Derviş Ali'den aldı, onun çok yaşlı olması sebebiyle Suyolcuzade Mustafa Eyyubi Efendi'ye devama başladı ve altı çeşit yazıda üstad kabul edildi. Pazar günleri fakirlere, çarşambaları da zenginlere ders verir, devrin hükümdarı İkinci Mustafa'ya da derse giderdi. Eserleriyle ve özellikle de yazdığı Kur'an ve hilyelerle zamanında da çok büyük bir isim yapmış olan Hafız Osman, Kocamustafapaşa'daki Sünbüli Dergâhı'na defnedildi. Defninden sonra imamın telkin vermeye başladığı sırada cemaatin "Efendi, zahmet etme! Merhum, lâyık olduğu makama çoktan nakledilmiştir" dediği söylenir.

Hiç yorum yok: