6 Şubat 2013 Çarşamba

Biz Türk Değildik, Sonradan Olduk-Arnavut + Gürcü = Türk-Serdar Kaya

Biz Türk Değildik, Sonradan Olduk
Milliyetçilik, 1800′lü yıllardan itibaren imparatorlukları ortadan kaldırarak yeni devletler kurdu. Yıkılan çok etnisiteli imparatorlukların halkları, bu süreçte tek bir milli kimliğe asimile edildiler. Örneğin, Fransız İhtilali gerçekleştiğinde, halkın yarısı bile Fransızca bilmiyordu. Ancak zaman içinde bütün “Fransızlar” Fransız kimliğine asimile oldular ve “dil birliği” sağlandı.


Benzeri bir süreç başka ülkelerde de yaşandı. Örneğin, İtalyan yarımadasında yer alan çok sayıdaki şehir-devlet, 1800′lü yıllara yayılan bir birleşme süreci sonucunda tek bir siyasi yapıya entegre oldu. Milliyetçi lider Massimo d’Azeglio’nun “İtalya’yı ortaya çıkardık, şimdi de İtalyanları ortaya çıkarmamız lazım” şeklindeki sözü, millete göre devlet değil, devlete göre milletinşa etmeye yönelik milliyetçi gayretlerin birinci elden bir özeti gibidir.
“Türkiye’yi Kurduk, Şimdi de Türkleri Varetmemiz Lazım!”
Milliyetçi düşünce, (bir parça gecikmeyle) 1800′lü yılların sonlarından itibaren Osmanlı aydınları arasında da yaygınlaşmaya başladı. Ancak Cumhuriyet’in kurulduğu dönemde dahi, halkın çok geniş bir kesimi kendisini Türk değil, müslüman olarak görüyordu. O dönemde “Türk” kelimesi ile, kırsal kesimde yaşayan ve ekseriyetle okuma yazma bilmeyen kimseler kast ediliyordu. Bir başka deyişle, milli bir mana ifade eden Türklük, o yıllarda daha yeni yeni deneyimlenen ve yaygınlaştırılmaya çalışılan bir kimlik durumdaydı.

Şevket Süreyya Aydemir, bu durumu izah ederken, o dönemde halk ile aydınlar arasında müşterek hiçbir şey bulunmadığını belirtir ve konu hakkında bir fikir vermesi amacıyla I. Dünya Savaşı yıllarına dair bir hatırasını nakleder. Şöyle ki, Aydemir, Kafkas cephesindeki Osmanlı askerlerine “Biz Türk değil miyiz?” diye sorduğunda, “Estağfurullah!..” yanıtını almıştır. Aydemir’in, “Türklüğü kabul etmiyorlardı. Halbuki biz Türktük. Bu ordu Türk ordusu idi. Türklük için savaşıyorduk” şeklindeki sözleri, bu durumdan duyduğu üzüntüyü ifade eder. Aydemir, Türklüğün halk içinde karşılığı olan bir kimlik olmadığını, dolayısıyla da ordunun Türk ordusu olamayacağını elbette bilmiyor değildir. Ama dünyanın girdiği bu yeni yolda Osmanlı’nın kurtuluşunun Türk kimliği altında yeniden yapılanmaktan geçtiğine inanmaktadır. “Asırlarca süren maceralardan sonra son sığınağımız ancak bu Türklük olabilirdi” şeklindeki müteakip sözleri, bu arayışın bir ifadesi olarak okunabilir.
Yakup Kadri’nin Yaban adlı romanında geçen bir diyalog da, Milli Mücadele yıllarında Türk kimliğinin halk arasında bir karşılığı olmamasına ve bu ifadeden Anadolu’daki kimi köylülerin anlaşılıyor olmasına bir diğer örnektir:
- İnsan Türk olur da, nasıl Kemal Paşa’dan yana olmaz?
Biz Türk değiliz ki, beyim.
- Ya nesiniz?
Biz İslamız, elhamdülillah… O senin dediklerin Haymana’da yaşarlar.

Orta Asya Efsanesi
Milliyetçi ideolojiler, ülkenin tarihini bir “kurucu efsane“den başlatarak yeniden kurgular. Yani (tamamen hayal ürünü değilse bile) gerçeklikle ilişkisi pek kuvvetli olmayan bir vaka ortaya konur ve o vakadan başlatılan tarih, bugüne dek yeniden kurgulanır. Bu kurgusal tarih anlatısının amacı, hanedanların ve Tanrı’nın belirleyiciliğini ortadan kaldırmak ve vatandaşların zihinlerinde ortak bir aidiyet bilinci inşa ederek (literatürdeki ifadesiyle) “hayali komüniteler” oluşturmaktır. Milliyetçilik bu amacını başarmış ve neticede modernitenin yalancı dini olmuştur.

Vatandaşlarını hiçbir zaman yaşanmamış olan bir kurgusal tarihe inandırmak, ulus-devletler için istisnadan ziyade kural durumundadır. Türkiye özelinde bunun karşılığı, Türklük ve Orta Asya’dan göç efsanesidir.
Sonsöz
Türkiye Cumhuriyeti’nin “Türkleri Varetme” çabası, ancak kısmen başarılı olabildi. Osmanlı içindeki bütün müslüman etnik gruplar (Kürtler haricinde), neredeyse tamamen Türklüğe asimile oldular. Yani bugün Türk olmamakta direttikleri için Kürtlere kızanlar, aslında birkaç onyıl önce eski kimliklerini unutarak Türk olan Osmanlı müslümanlarıdır. İçlerinden bazılarının artık yeni bir kıblesi, yeni bir peygamberi ve yeni bir kutsal kitabı vardır. Çoğu ise, Medine’deki Kıbleteyn Mescidi gibi iki kıbleli olmuştur.

Daha Fazlası İçin:
İlk baskısı 2010 yılında yayınlanan Endoktrinasyon ve Türkiye’de Toplum Mühendisliği adlı kitabımın 10 ve 11. bölümlerinde, yukarıdaki süreci çok daha tafsilatlı bir şekilde ve farklı örnekler ışığında ele almıştım. Bu yazıyı ilginç bulanlar için, kitabın ilgili bölümlerini (ücretsiz olarak indirilebilecek şekilde) şu adreseyükledim.

Arnavut + Gürcü = Türk


Bütün ulusal kimlikler, gerçeklerden ziyade kurgulara dayanır. Türk kimliği ise, ziyadesiyle öyledir. Zira, gerçeklere baktığımızda, (1) Orta Asya tarihinde Türk kelimesinin etnik değil, jenerik bir mana ifade ettiği, (2) Oğuzlar’ın Orta Asya’dan Malazgirt’e gelene kadar zaten melezleşmiş oldukları, (3) Malazgirt’e gelenlerin o gün itibariyle Anadolu nüfusunun (takriben) sadece %10′unu oluşturdukları, (4) toplumların lisanlarının değişimine tarihte sıklıkla rastlandığı ve dolayısıyla, bir toplumun lisanından hareketle etnik aidiyeti hakkında bir hüküm verilemeyeceği gibi bir dizi gerçekle karşılaşıyoruz. (Bu konulardaki detaylar için bkz.: 26 Şubat 2012 tarihinde Taraf‘ta yayınlanan “Biz Türk Değildik, Sonradan Olduk” başlıklı yazım.)
Türklüğün genel kabule dayanan (ya da hayal edilen) bir kimlik olduğuna işaret eden gerçekler bunlarla da sınırlı değil. Bugün Türkiye olarak bildiğimiz toplumun, ana hatlarıyla, 1913 ila 1918yılları arasında (yani Cumhuriyet’ten de önce) İttihadçılar tarafından şekillendirildiğini söylemek mümkün. Şöyle ki, 1913′te bir darbeyle işbaşına gelen İttihadçılar, imparatorluğun kaybedilmiş topraklarından Anadolu’ya doğru akan büyük göç dalgalarını da yönetmek durumunda oldular. Gelen göçmenler müslümandı, ancak farklı etnik kimlikler taşıyorlardı. Sayıları toplamda iki milyonu bulan ve önemli bir kısmı Türkçe dahi bilmeyen bu grupların Türklüğe asimile edilmeleri, İttihadçılara göre, Anadolu’nun bir Türk yurdu haline getirilebilmesi için şarttı. Bu nedenle, İttihadçılar, müslüman göçmenlerin iskan politikalarını, onları Türkleştirecek şekilde yürüttüler.
İttihadçıların hedefinde, ArnavutlarBoşnaklarÇingeneler,ÇerkeslerGürcüler ve Lazlar gibi (eski ve yeni) göçmenlerin yanı sıra, Araplar ve Kürtler gibi yerli halklar da vardı. Türkleştirme adına uygulanan temel yöntem, bu etnik grupların herbirini küçük kafilelere bölerek Anadolu’nun farklı yerlerine dağıtmak ve bu şekilde çoğunluğun içinde eriyerek Türklüğe asimile olmalarını temin etmekti.
İttihadçılar, bu planın işleyebilmesi için, sivillerin kendi ikamet yerlerini seçme ve seyahat etme gibi temel özgürlüklerini askıya aldılar. Örneğin, iskan yerlerini terk edenler, yakalanıp aynı yerlere geri götürüldüler. Hükümet, Anadolu’nun her yerine sürekli şifreli telgraflar çekerek sevkleri yakından kontrol etti. Örneğin, İskan-ı Aşair ve Muhacirin Müdüriyeti tarafından 26 Nisan 1914 tarihinde çekilen bir şifreli telgraf, “Ankara’da iskan olunmak üzere 23 hanede 92 nüfus Arnavut” ve Konya’da iskan olunmak üzere “27 hanede 108 nüfus Boşnak muhacir” gönderildiğini bildiriyor ve ilgili kimselerin “bir tarafa savuşmalarına meydan verilmeyerek” iskan mahallerine sevk edilmelerini talep ediyordu.
Takip, sevkin ardından da sürdü. Hükümet, yerel yetkililere, bulundukları bölgelerdeki etnik grupların Türkçe bilip bilmediklerinin, biliyorlarsa etraflarındaki Türk köylülerle etkileşmeye başlayıp başlamadıklarının ve hatta etnik kıyafetlerini giymeye devam edip etmediklerinin dahi düzenli olarak takibini yaparak asimilasyon sürecini uzaktan gözlemledi. Ayrıca, her bölgeden düzenli olarak gelen raporlarla, Anadolu’nun farklı bölgelerindeki yeni etnik dağılım tetkik edildi ve müteakip sevk kararları bu bilgiler doğrultusunda alındı.
1918 yılına dek, Anadolu halkının yarıdan fazlasının yeri değişti. Göçmenler, ekseriyetle, (aynı yıllarda tehcir edilen) Rum ve Ermenilerin evlerine yerleştirildiler. (Bakanlar Kurulu, 20 Mayıs 1915 tarihinde bu yönde bir karar almıştı.) Bu süreçte, Türkçe olmayan köy isimleri de değiştirildi ve 1071′den beri Türk yurdu olan Anadolu konsepti yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı. Zira, İttihadçıların sistemli çalışmalarından da anlaşılabileceği gibi, asıl değiştirilen, insanların yerleri değil,kimlikleriydi. Benzeri İttihadçı politikaları Cumhuriyet de sürdürdü ve Anadolu halkı, böyle böyle Türk oldu. Bir Arnavut ile bir Gürcü evlendi; çocukları Türk doğdu.
Kitap Notu:
Konu hakkındaki detaylara, Fuat Dündar‘ın 2001 yılında İletişim Yayınları tarafından yayınlanan İttihat ve Terakki’nin Müslümanları İskan Politikası (1913-1918) adlı kitabından ulaşılabilir.

Hiç yorum yok: