12 Şubat 2013 Salı

İnsanoğlunun açlık ve fakirlikle imtihanı-Seda AYŞE CAYMAZ


Açlık bugünü ve geleceği tehdit eden ciddi bir sorun. Dünya nüfusunun önemli bir kısmı bu sorunla yıllardır karşı karşıya. Ayrıca dünya nüfusunun üçte biri temiz su bulamıyor. Bizler evlerde keyif çatarken insanoğlu başka yerlerde yoklukla mücadele ediyor.

Halide Edip Adıvar’ın ünlü romanıydı “Türkün Ateşle İmtihanı”. İstiklal Harbi’nde Türkiye’nin savaşla ve düşmanla mücadelesini olağanüstü yalın bir dille anlatıyordu Halide Edip.

21. yüzyılda sadece Türklerin değil ama tüm dünyanın imtihanı açlık ve ölümle. Dünya üzerinde devam eden zulümlerin en kesifi ve hoyratı “açlık” ile imtihandır. İçinde bulunduğumuz yüzyılın en büyük sorunlarından birisi ise fakirlik. Bu iki durumun getirdiği hazin son ise ölüm. Ölüm elbet bir son değil ama toplumsal açmazların sonucu olunca feryat figan insanı kör noktasından yakalıyor.
 
Açlık bugünü ve geleceği tehdit eden ciddi bir sorun. Dünya nüfusunun önemli bir kısmı bu sorunla yıllardır karşı karşıya. Ayrıca dünya nüfusunun üçte biri temiz su bulamıyor. Bizler evlerde keyif çatarken insanoğlu başka yerlerde yoklukla mücadele ediyor.
Dünya üzerinde yeterli gıda tüketimi olanağı bulamayan insan sayısı 840 milyon. Bunun da 200 milyonu beş yaşın altındaki çocuklar. Yoksulluk sınırının altında yaşayan insan sayısı 2 milyar, güvenli su tüketim olanağı bulamayan insan sayısı 1,2 milyar, sağlık hizmetinden yararlanamayan insan sayısı 800 milyondur.
 
Bu rakamlara bakınca insanın lokmaları boğazında düğümleniyor. Herkesin oturup düşünmesi lazım, neden böyle oluyor diye. Aslında yapılacak küçük bir fedakarlıkla, açlık sorunu büyük ölçüde çözülebilecek gibi görünmektedir. BM Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), 2015 yılına kadar dünyada açlık çeken kişi sayısını yarı yarıya azaltarak bugünkü 800 milyondan 400 milyona indirmek için, 24 milyar dolara ihtiyaç olduğunu bildirmiştir. Bu rakam her yıl silahlanmaya harcanan yüzlerce milyar doların yanında ateşin ortasındaki bir su damlası kadardır.
 
Olayın sosyolojik verileri bunlar. Bir de insani kısmı var ki belki de asıl üzerinde durulması gereken nokta bu. Niçin mi? Çünkü 20. yüzyıl, insanlık tarihinin en kanlı, zulüm ve vahşet dolu dönemiydi. Bu yüzyıl dünya savaşları, soykırımlar, nükleer silahlar, terör eylemleri ve dünya tarihinde görülmemiş zalimlikleri beraberinde getirmiştir. Çeşitli ideolojiler ve totaliter yönetimler yüzünden dünya üzerindeki servet eşit olarak dağıtılmamıştır. Eğitim, sağlık, altyapı gibi yerlere harcanması gereken para silaha, topa, tüfeğe gitmiş, bu da temel ihtiyaçların karşılanmasını ötelemiştir.

Özellikle Doğu Avrupa, Çin, Kuzey Kore, Vietnam, Kamboçya, Latin Amerika ülkeleri, Küba ve Afrika’da yayılan sol anlayış bu ülkelerde yıkımın daha keskin hissedilmesine sebep olmuştur. Belki Çin ve Doğu Avrupa bu gruptan ayrılabilir ama diğerlerinde sefalet had safhadadır.

Rusya, Çin, Kamboçya’da kıtlık aylar ve yıllar boyu devam etmiştir.Sadece kendi ürettikleri ile beslenen insanların tüm besin kaynakları ellerinden alınmış ve yiyecek hiçbir şey bulamayan halk açlıkla ciddi bir imtihanın içinde girmiştir. Pek çoğu bu zorlu şartlara çok fazla dayanamayıp hayatını kaybetmiştir. Ünlü Rus yazar Maxim Gorki’nin sefaletle boğuşan Rus köylüsünü anlattığı romanları bu dramatik hayatları kurgusal boyutları da aşarak grotesk bir tarzda olağanüstü anlatır.

İnsanlar bu diyarlarda öyle zor şartlar altındadırlar ki, buldukları böcek, kedi, köpekleri yakalayıp yemek zorunda kalmışlar. Ölülerini gömecek bile takati kalmayan insanlar artık insanlıklarını tamamen kaybedip “yamyamlık” yapmaya başlamışlardır. Uzağa gitmeye gerek yok, bunlar daha yakın zamanlarda vuku bulmuştur.
 
Okuduklarınızın bir film senaryosu olduğunu söylemeyi çok arzulardım fakat bunların hepsi gerçekten oldu. İnsanları hem bedenen hem de ruhen zayıflatan açlıkla imtihan beraberinde ya ölüm getirdi ya da vahşileşen duygularını, kendilerini insan yapan elementleri kaybeden toplumlar doğurdu. Vahşileşen insanların kaybettikleri bir yana, onları istediği gibi yönlendirip zalim emellerinin esiri etti bu sistemler.
 
Yapılan tüm araştırmalar ve istatistikler, bu zulmün engellenmesi için öncelikle güzel ahlak eksikliğinin giderilmesi gerektiğini gösteriyor bize. Max Weber’in kapitalizme temiz ahlak lazım dediği aslında buydu. Ya da herhalde Thomas Moore yeni bir ütopya yazsa ahlak kavramını daha öne çıkarırdı.
 
Önce güzel ahlakın yaygınlaştırılması, insanların vicdanlarını kullanmaya teşvik edecek samimiyetin yayılması için mücadele edilmelidir. Güzel ahlakın ve inancın sınırları içerisinde hareket eden toplumlar duyarlı ve çözüm üreten bir hale gelir. Kardeşliğin ve birliğin yayılması sadece yakınlarımız için değil herkes için adaletle davranmayı teşvik eden bir halet-i ruhiye içinde olmak çok önemlidir.
 
Hollywood Açlık Oyunlarını filme çekmişti. Şayet ahlak toplumda yer etmezse Ahlak Oyunlarını da biz filme çekmek zorunda kalırız.
 

Hiç yorum yok: