15 Şubat 2013 Cuma

Cumhuriyet devrinde bir medrese talebesi


Hayatını dini hizmetlere adayan A.Kemal Saran'ın anıları Omuzumda Hemençe adıyla yayınlandı.

Kitapta yakın tarihin pek çok bilinmeyenine ışık tutuluyor.

"Ebedî âleme doğru giden hayat çizgisi üzerinde, bir anda gelip geçen ve bir rüya gibi yaşanıp tamamlanan ilk dönemi, diğer insanlardan çok farklı idrak ettiğimi ve yaşadığımı söyleyemem. Bu durumda, benim gibilere düşen, hiç değilse dünyada hoş bir seda ve geleceğe uzanan belirgin bir iz bırakmak; geride kalanlara geçmiş zamandan hoş bir esinti hissettirmek değil mi?"(sf. 500)

Son yıllarda giderek artan anı ve biyografi çalışmalarına bir yenisi daha eklendi. 2010 yılında geçirdiği bir trafik kazası sonucunda 78 yaşında hayatanı kaybeden Ali Kemal Saran'ın anıları Omuzumda Hemençe adıyla Timaş Yayınları arasından çıktı. Bütün bir yaşamını dini hizmetlere adayan Saran'ın en büyük özelliği Cumhuriyet'in ilk döneminde bir medrese talebesi olarak çalışmalarına başlamasıydı.

Trabzon'un ücra orman köylerinden birinde yetiştikten sonra Türkiye'nin ve dünyanın birçok yerinde vaizlik/müftülük görevinde bulunan Saran, Of-Çaykara Vadisi örneğiyle kitabında pek az bilinen bir döneme ışık tutuyor. 

Anadolu medreselerindeki eğitim süreci ile bütün siyasi ve sosyal imkânsızlıklara rağmen geçmişle gelecek arasında sağlam bir köprü vazifesi gören hocalarını anlatan Saran, ayrıca tek parti döneminin akabinde çok partili sisteme geçişle birlikte 1960 İhtilali'nin yaşandığı çalkantılı siyasi hayatın halk üzerindeki sosyo-ekonomik etkilerini hemençesinde biriktirdiği birbirinden güzel hatıralarıyla günümüze taşıyor. Zaman zaman güldüren zaman zaman hüzünlendiren bu anılardan bazılarını sizler için derledik.

Kayıtlara girmeyen felaket

O dönemler, büyük bir kabus halinde çevreyi saran tifo hastalığının yaygınlığı ve seyri hakkında neredeyse hiç bir resmi kayıt yok. Ancak, en az savaşlar kadar; belki kadın, çocuk ve yaşlıları da pençesine aldığı göz önünde bulundurulduğunda savaşlardan daha da ölümcül olduğu muhakkak. Ancak derin bir acı ve ıstırap doğuran o dönem; hastalıktan ölenler için anlatılan hikâyeler, savaşa gidip hakkında haber alınamayanlar ya da şehit olanlar için yakılan ağıt ve türküler ve diğer sözlü kültür örnekleriyle hala hatıralarda yaşıyor.(sf.16)

'Patates kafalılar'

Komşu köylüler arasında karşılıklı iğneleme ve şakalaşmalar da olurdu. Mesela, biz Hopşeralılara, köyün dere yatağına yakın yerlerinde soğan, biber gibi sebzeler yetiştirdiğimiz için "biber kafalı"; Şurlulara, köy sakinlerinden odunculuk yapan çok sayıda aile olduğu için "odun kafalı," Holalılara patatese çok düşkün oldukları için "patates kafalı" diye takılınırdı.(sf.72)

Önce ezan sonra üç şarjör mermi

Bebek dünyaya geldikten hemen sonra, tereyağında kavrularak yapılan kavurefto havic hazırlanır ve loğusa kadına yedirilirdi. Bu yemek genellikle ve adet olduğu üzere, anneye 7 gün eve gidip gelen ve çocuğunu teknede yıkayan ebe tarafından yapılıp yedirilirdi. Çocuk doğduktan sonra üç gün içinde sağ kulağına ezan ve sol kulağına kamet okunurdu. Çocuk sağ olarak doğduğunda çevreye duyurulmak için, hemen doğumu müteakip, evin erkeği tarafından iki üç şarjör tabanca mermisi atılırdı.(sf. 94)

Dini eğitimin merkezi: Of

Köyümüzün camii yaklaşık yüz yıl önce yapılmıştır. Cami çevresinde talebeler için 8 küçük oda, bir büyük dershane ve bir oturma odasıyla alt katta çocukların okutulduğu bir sıbyan dershanesi vardır. Camimizin minberi, mihrabı ve kürsüsü işlemeli ahşaptan yapılmıştır. (Ö) Örgün dini eğitimin neredeyse tamamen ortadan kalktığı ya da asgari seviyeye indiği 1950'li yıllara kadar olan dönemde; Of çevresinde faaliyet gösteren köyümüzdeki gibi cami ve medreseler, yetiştirdikleri hafız ve hocalarla ülkenin din adamı ihtiyacını önemli ölçüde karşılamışlardır.(sf.113-114)

Atatürk'le şapka tartışması

Torunu Ahmet Ferşad'ın naklettiğine göre ve ayrıca pek çok yazılı kaynakta yer aldığı üzere, Hacı Ferşad Efendi'nin Cumhuriyetin ilanından sonra Mustafa Kemal Paşa ile muhtelif karşılaşmaları olmuştur. İlkinde Of ulemasının reisi sıfatıyla, dini konularda onunla tartışmış; ikincisinde ise, şapka giymenin caiz olmadığına dair fetvasından dolayı Trabzon'a celp edilmiş ve Atatürk'e şapka giyenlerin kafir olacağına dair düşünce ve görüşlerini çekinmeden söylemiştir. Son dönemlerinde yürüyemeyecek hale gelmesine rağmen irşad faaliyetlerinden geri kalmamıştır. Hatta müritlerinden Hacı Hasan Efendi hocamızın kayınpederi Müderris Hacı Dursun Efendi, onu sırtında taşıma pahasına çevredeki köylerde yapılan icazet merasimlerine götürmüştür.(sf. 130)

Camide hiç kaval çalınır mı?

Holayisa (Baltacılı) köyünde, Bayramlı mahallesinin, Hınıs Hoca lakaplı geçici sıbyan hocası, aynı zamanda boş zamanlarında kaval çalan bir kişiymiş. Camide çocuklara Kur'an öğretirken, ani bir baskına uğramışlar. Tabii nöbetçi çocuklar baskına gelenleri birdenbire karşılarında görünce anında içeriye haber vermişler, ama çok geç olmuş. Hoca belki gelenleri atlatabilirim diye yarı telaş, yarı el çabukluğuyla iç cebinden kavalını çıkararak hemen orada çalmaya başlamış. Durumu izleyen talebeler de cami içinde kaval sesine ayak uydurarak hoplayıp zıplamaya, horon oynamaya başlamışlar. Hışımla içeriye daldıklarında buradaki garipliği gören jandarmalar da; "Bu ne hal; camide hiç kaval çalınır mı?" diyerek hocayı dipçikle iyi bir dövmüşler. Hoca dayaktan sonra kendine geldiğinde, "Bu ne iştir? Kur'an okutursun suç; kaval çalarsın suç!" diye serzenişte bulunmuş ve bu da halk arasında acı bir mizah olarak anlatılmaya başlanmış.(sf.160)

Elini öptürmedi

Bediüzzaman Hazretleri bizi görünce araçtan indi. Avukatı Bekir Berk ve meşhur talebesi Hüsrev Altınbaşak da yanında idi. Selamlaştıktan sonra elini öpmek istedik. Buna müsaade etmedi. Ellerini omuzlarımıza atarak bizimle samimi bir şekilde konuştu. Arkadaşlarım beni müftü olarak takdim edince, nereli olduğumu sordu. Çaykaralı olduğumu söyleyince; "Çaykaralılardan ve Oflulardan Allah razı olsun; onlar Kur'an'a çok büyük hizmetlerde bulundular" diyerek benim nezdimde Oflu ve Çaykaralılara iltifatlarda bulundu.(sf.213)

Arkadaşlarıma Charlie Chaplin'i anlattım

Sinemaya da ilk defa İstanbul'da gitme fırsatını buldum. İzlediğim üç filmi hayal meyal da olsa hâlâ hatırlıyorum. Bunlardan birisi, komedi türünden Charlie Chaplin'in Diktatör adlı filmi idi. Filmde Hitler'in hayatı alaycı bir biçimde anlatılıyordu. Öbürü, Lorel ile Hardy; diğeri de Debreli Hasan'ın hayatını konu alan bir Yugoslav filmi idi. Siyah beyaz ve sesli olarak oynatılan bu filmler beni çok etkilemişti. Memlekete döndükten sonra, köyden çıkmayanlara göre hayli erken seyretme şansına sahip olduğum bu filmleri hiç sinema görmemiş arkadaşlarıma anlattım.(sf. 214)

Yeni iktidarla gelen memnuniyet

Demokrat Parti'nin iktidara geldikten sonra en çok takdirle karşılanan uygulamaları arasında, Arapça ezanın serbest bırakılması ve Kur'ân kurslarının açılmaya başlanması yer alır. Tabii ki temel gıda maddelerindeki yoksulluğu ortadan kaldırmak için Amerikan buğdayının bolca ithal edilerek ofis aracılığıyla dağıtılması da halkı fazlasıyla memnun eden uygulamalar arasındaydı. Bundan başka o tarihlerde nüfusun çoğunluğunun giydiği, hatta birçoğunun da bulamadığı çarıkların yerine, ülkenin pek çok bölgesinde, bu arada Of-Çaykara Boğazı'nda kara lastiklerin imal edilerek giyilmesi de önemli bir yenilik sayılmaktaydı.(sf. 215)

Fes mi demokrat beresi mi?

Demokrat Parti iktidarında, eskiden amansız bir biçimde uygulanan fes, çarşaf giyme ve sarık sarma yasağı, büyük ölçüde gevşetilmiş olmakla birlikte, jandarma komutanının keyfine göre bazen nükseder, bundan dolayı tutuklananlar ve para cezasına çarptırılanlar da olurdu. Demokrat Parti döneminin ilk 5 yılında, jandarma devriyeleri CHP iktidarında olduğu gibi köylere giden yol ağızlarında ve çarşı içlerinde dolaşır; fes ve sarık giyenleri toplayıp karakola götürürdü. Hatta bazı zamanlar esasen serbest olduğu söylenerek herkes tarafından giyilen ve adına "Demokrat Beresi" denilen kasketin de bu yasaklamalardan nasibini aldığı olurdu. (sf.285)

KÜNYE
Yazarı: Ali Kemal Saran
Türü: Anı
Sayfa: 512
Baskı: 2013
Yayınevi: Timaş Yayınları

Hiç yorum yok: