12 Şubat 2013 Salı

Cengiz Dağcı’yı okudunuz mu?Yine Cengiz Dağcı üzerine-Yavuz Bülent Bakiler


Cengiz Dağcı’yı okudunuz mu?

Türk dünyasının Cengiz isimli iki meşhur roman yazarı var: Birisi Kırım Türklerinden Cengiz Dağcı. Ötekisi Kırgız Türklerinden Cengiz Aytmatov. Ben, Cengiz Dağcı’yı ilk defa 1956 yılında, Korkunç Yıllar isimli romanıyla tanıdım. Korkunç Yıllar’ı gözyaşlarıyla okudum. Sonra onun Yurdunu Kaybeden Adam, O Topraklar Bizimdi, Onlar da İnsandı, Badem Dalına Asılı Bebekler isimli romanlarını anlatılmaz bir hüzünle, ama aynı zamanda çok büyük bir dikkatle okudum. Dizlerime vura vura, Kırım topraklarına savrula savrula okudum.

Tarihin kaydettiği ender zalimlerden biri olan Stalin, 1944 yılının 18 Mayısında yüzbinlerce Kırım Türkünü, bir gece yarısı evlerinden alarak hayvan vagonlarına doldurdu ve onları 20 günlük çok zor bir yolculuktan sonra, Türkistan topraklarına sürdü. Kırım’da 8.730 köy yok edildi. 2.500 cami yıkıldı, 680 okul kapatıldı ve yüzbinlerce Kırım Türkü, açlıkla, sefaletle, zulümle, ölümle iç içe yaşadı. Cengiz Dağcı da, İkinci Dünya Harbinden sonra bir süre Almanlara esir düştü. Sonra Londra’da yaşadı. Yazdıkları, katiyyen bir hayal mahsulü değildi.
Cengiz Dağcı, yukarıda isimlerini sıraladığım beş roman yazmakla kalmadı. Daha sonra: Dönüş, Ölüm ve Korku Günleri, Genç Timuçin, Üşüyen Sokak, Anneme Mektuplar, Benim Gibi Biri, Yansılar (4 cilt) Yoldaşlar, Ben ve İçimdeki Ben, Biz Beraber Geçtik Bu Yolu, Halûk’un Defterinden ve Londra Mektupları, Bay Markus Burton’un Köpeği, Hatıralarda Cengiz Dağcı, Bay John Marple’nin Son Yolculuğu, Regina, Oy Markus Oy, Rüyalarda Ana ve Küçük Alimcan isimli roman ve hikâye kitaplarıyla da edebiyatımıza ayrı bir renk kattı.
Cengiz Dağcı 30 yaşında yurdundan ayrıldı. Ömrünün kalan 61 yılı, doğduğu topraklara hasretle geçti, Kırım’a dönülmesine izin verilmedi.
Çileli ömrünün 50 yılı Londra’da geçti. Karısı Regina Polonyalıydı. Gerçi 25 roman ve hikâye kitabı üzerinde imzası vardı ama bunlardan aldığı telif ücretleri yüz bin lirayı bulmadı. Geçimini, eşi Regina’yla birlikte, Londra’da açtıkları küçük bir aşçı dükkanının geliriyle sağlıyordu.
Cengiz Dağcı, 22 Eylül 2011 tarihinde vefat etti. Dışişleri Bakanımız Ahmet Davutoğlu, Cengiz Aytmatov’un memleketi olan Kırgızistan’da, durumdan haberdar oldu. Cengiz Dağcı’yı Londra’da toprağa vereceklerdi. Konuyu çok büyük bir dikkatle, hassasiyetle ele aldı ve büyük yazarımızın Kırım’da toprağa verilmesini sağladı. Cengiz Dağcı, sağlığında giremediği vatan toprağına vefat ettikten sonra katıldı. Cenaze namazı 2 Ekimde, Bahçesaray’ın Kebir Camii’nde kılındı. Törene Türkiye’den Dışişleri ve Kültür Bakanlarımız, Meclis Başkan Yardımcılarımız, milletvekillerimiz, fikir ve sanat dünyamızdan bazı kişilerimiz katıldılar. Dışişleri Bakanlığımızın davet ettiği yazarlarımız arasında ben de vardım. Romanlarını büyük hayranlıklarla okuduğum Cengiz Dağcı’nın tabutu altında yürüyeceğimi ve mezarına toprak atacağımı hiç düşünmemiştim. Mekânı cennet olsun. Onu mutlaka siz de okuyun. Seveceksiniz.

Yine Cengiz Dağcı üzerine

Meşhur Fransız yazarlarından Balzac’ın millet tarifini, bu sütunda belki de kırk defa yazdım. Balzac diyor ki: “Millet, edebiyatı olan topluluktur!”
Necip Fazıl Kısakürek’in de benzer bir tarifi var: “Bir milletin edebiyatı yoksa, o millet de yok demektir!”
Ankara’da yapılan bir İLESAM toplantısında, Kırgızistan’ın dünyaca meşhur roman yazarı Cengiz Aytmatov sözlerine şöyle başlamıştı: “Kırgızistan’da şöyle bir sözümüz var, biz deriz ki: Bana edebiyatını söyle, sana nasıl bir millete mensup olduğunu söyleyeyim!”
Tarifleri, tesbitleri uzatmak istemiyorum. Demek istiyorum ki kişilerin ve milletlerin hayatında edebiyat çok önemli. Çünkü, edebiyatın temel malzemesi dildir. Dil olmazsa millet olmaz. Tarih boyunca, siyasî istiklâllerini kaybeden milletler çok olmuştur. Siyasî istiklâllerini kaybeden milletler, dillerini kaybetmedikleri takdirde, zamanla yeniden derlenip toparlanmışlar, bağımsızlıklarına yeniden kavuşmuşlardır. Ama dillerini kaybeden milletlerin, yeniden tarih sahnesine çıktıklarına dair, bir tek örnek yoktur.
Edebiyat ve dil, insanlar için de çok önemli. İlim dünyasının tesbitine göre; “Her insanın beyninde bir dehâ merkezi vardır. Bu dehâ merkezinin zenginleştirilmesiyle insanlar lider seviyesine yükselmektedirler. Bu deha merkezinin zenginleştirilmesi, kelime çokluğuyla mümkündür. Yani bir insanın hafızasında ne kadar çok kelime varsa, o insan aklını, o kadar doğru kullanabilmektedir. Kelime sayısı çok az olan insanların akıllarını yeteri kadar kullanamadıkları görülmektedir.” Bunlar çok doğru tesbitler.
Ekim ayının ilk haftasında, edebiyatımızın büyük isimlerinden olan Cengiz Dağcı’yı, Kırım’da doğduğu köyde toprağa verdik. Dışişleri Bakanımız Sayın Ahmet Davutoğlu’nun gayretiyle Cengiz Dağcı için Kırım’da, çok büyük bir cenaze merasimi yapıldı. Bildiğim kadarıyla, Cumhuriyet tarihimizde böyle mükemmel bir cenaze merasimi, (edebiyatçılarımız arasında) ilk defa Cengiz Dağcı için düzenlendi. Türkiye’den Kırım’a yollanan ikiyüz kişilik heyet içinde; dört bakanımız iki Meclis başkan yardımcımız, milletvekillerimiz, yazarlarımız, radyocularımız, televizyoncularımız, dergi yöneticilerimiz... vardı.
Böylesine büyük bir toplulukla, hem de Kırım’da Cengiz Dağcı’yı sonsuzluğa uğurlamak elbette çok güzel. Ama Cengiz Dağcı’yı eserleriyle okumak ve onun kaleminden Kırım Türklerinin başlarına getirilen büyük, çok büyük felaketleri öğrenmek de şart.
Cengiz Dağcı’nın toprağı daha kurumadan bir TV programında aydın geçinen bir kişi, PKK ihanetini âdeta savunarak diyordu ki: “Sanki Türkiye’nin etrafı, düşman kuvvetleriyle çevriliymiş gibi bütçemizden ordumuz için büyük harcamalar yapıyoruz!”
İddia ediyorum: Böyle düşünenler ve konuşanlar, akıllarını tamtakır bırakanlardır. Hiçbir şey bilmeyenler ve okumayanlardır.
Onlara, Cengiz Dağcı’yı okumalarını tavsiye ederim. Komşularımızdan hiçbiriyle aramızda samimi bir dostluk yoktur. Bizim daha güçlü, daha vurucu, daha caydırıcı bir orduya şiddetle ihtiyacımız vardır. Kırım’ın durumuna düşmek istemiyorsak, buna mecburuz...

Hiç yorum yok: