19 Ocak 2013 Cumartesi

Tanımadığımız Meşhurlar-Tanımadığımız meşhurlardan bir-iki özet-Yavuz Bülent Bakiler


Tanımadığımız Meşhurlar

Birkaç günden beri, elimden bir türlü bırakamadığım bir kitap var. İsmi: Tanımadığımız Meşhurlar. 

Evde, vapurda, tramvayda, hastanelerin bekleme salonlarında...savrula savrula okuduğum bir kitap.

Tanımadığımız Meşhurlar, bizim değerli gazetecilerimizden Hikmet Feridun Es’in, mükemmel bir çalışması. Hikmet Feridun, 1944 yılında, Akşam gazetesinde yazarken, bazı meşhur yazarlarımızı, devlet, siyaset ve ilim adamlarımızı özel hayatlarıyla da araştırıp yazmak ihtiyacını duymuş. Böylece: Hüseyin Rahmi Gürpınar, Şemseddin Sami, Muallim Naci, Tevfik Fikret, Besim Ömer Paşa, Ubeydullah Efendi, Midhat Paşa, Recaizade Ekrem, Sami Paşazade Sezai, Nigâr Hanım, Teodor Kasap, Kemal Paşazade, Osman Hamdi Bey, Hacı Arif Bey, Süleyman Numan, Talât Paşa, Mizancı ve Tarihçi Murat Bey, Resneli Niyazi, Leyla Hanım, Marko Paşa, Ahmet Vefik Paşa, Aktör Şadi gibi meşhurlarımızı, hiç bilmediğimiz özellikleriyle de ortaya koymuş. 

Hikmet Feridun Es, bu dikkat çekici çalışmayı 1944 yılında yapmış ve araştırmaları, bir kitap haline gelmeden Akşam gazetesinin sayfaları arasında unutulmaya yüz tutmuş. 

1944 yılında doğanlar, bugün 65 yaşındadırlar. Düşünüyorum ve kendi kendime diyorum ki; Tanımadığımız Meşhurlar, Akşam gazetesinde tefrika edildiği zaman, ilkokul, ortaokul sıralarında olanlar, Hikmet Feridun’un yazdıklarını okuyamamış, okuyanlar da anlayamamışlardır. Bazı meşhurlarımızın bilinmeyen özellikleri lise ve üniversite öğrencilerimizin dikkatlerini çekmiş olmalıdır. Yani 1944 yılında 15-20 yaşlarında olanların pek çoğu da, bugün hayatta değillerdir. Dolayısiyle Tanımadığımız Meşhurlar isimli defineyi bularak ortaya çıkaran, Selçuk Karakılıç oldu. Selçuk Karakılıç, gencecik bir edebiyat öğretmeni. Ama öyle sıradan bir edebiyat öğretmeni değil. Okuyan, araştıran, düşünen, yazan bir öğretmen. Lütfen söyler misiniz bana, bizim kaç edebiyat öğretmenimiz kütüphane-kütüphane dolaşarak 60-70 yıl öncemizin, 100 yıl öncemizin edebiyatçılarını, eserleri ve çeşitli özellikleriyle inceliyor? 

Selçuk Karakılıç’ı, bize define değerinde bir eseri bularak kazandırdığı için onu tebrik ederim. Onun bu yeni çalışmasını, bize derli-toplu olarak, (587 sayfa halinde) sunan Ötüken Yayınevini de alkışlıyorum. Okuyucularımıza da, Ötüken Yayınevi’nin Tanımadığımız Meşhurlar kitabını hararetle tavsiye ederim. Hem edebiyat öğretmenlerimizin, hem de devlet ve siyaset adamlarımızın ‘Tanımadığımız Meşhurlar‘ı okumalarında büyük faydaları olacaktır. Okuyun göreceksiniz. Yarınki yazımda da bu konuyu tekrar ele alacağım ve bazı meşhurlarımızın sizi de şaşırtacak özelliklerini özetleyeceğim. 

Tanımadığımız meşhurlardan bir-iki özet


Dünkü yazımda, yeni edebiyat öğretmenlerimizden Selçuk Karakılıç’ın, ortaya çıkardığı bir hazineden bahsetmiştim: Büyük boy 587 sayfalık bir kitap nasıl özetlenebilir? İlim, sanat, siyaset dünyamızdan 22 meşhurumuzu lâyıkıyla özetlemeye çalışsam, en az 25 hafta yazmam gerekecek. Eskilerin ifadesiyle: “Azımızın çok kabul edilmesini dilerim”: 

Meşhur roman yazarlarımızdan Hüseyin Rahmi’yi yeğeni Muzaffer Hanım anlatıyor: “Vefatından sonra, her şeyini olduğu gibi, eldivenlerini de saklamak üzere kaldırdım. Bohça o kadar doluydu ki zor bağlanıyordu. Bir gün bile eldivensiz sokağa çıkmazdı. Sokakta, tramvay demirinden, iskele parmaklığına kadar, hiçbir yeri katiyyen tutmazdı. Hayatta en korktuğu ve dikkat ettiği şey, mikroptu. Pek mecbur olunca pijama giyer, sair zamanlarda entariyle dolaşırdı. Kendi odasının kapısını bile, eliyle tutmaz, entarisinin eteğiyle çevirir, kapıyı öyle açardı. Sokağa kat’iyyen kolonyasız çıkmazdı.” 

Kedi beslemeye de çok meraklıymış. Ölmeden iki dakika önce, son cümlesi şu olmuş: “Kedilerimi iyi doyurunuz.” 

Şemseddin Sami Bey, meşhur dil alimlerimizden biri. Evinde yirmi bin ciltlik bir kütüphanesi varmış. Eski Yunanca, Latince, Fransızca, Farsça, Rumca dillerini bilirmiş. odasında, ancak bir kişinin oturabileceği büyükçe bir yer minderi üzerinde oturarak çalışırmış. Odasına girenler, etrafı öbek öbek kitap yığınlarıyla çevrili olduğu için, onun ancak başını görebilirlermiş. Gaz lambasının ışığından da, gazyağının kokusundan da nefret edermiş. Bu bakımdan evine sandık sandık mum gelir, üstâd, bütün eserlerini mum ışığında yazarmış. Birgün kızıyla Galata köprüsünden geçerken, bir Arap dilencinin Arapça ilahiler okuduğunu duymuş. Lapa lapa kar yağıyormuş. Şemseddin Sami Bey, “Harikulade bir Arapça!” diyerek tam bir saat o dilencinin başından ayrılamamış. 16 sene çalışarak hazırladığı Kamûsûl-a’lam’dan sadece üçyüz lira kazanmış. Ölümünden sonra 20 bin ciltlik kütüphanesi, seksen liraya satılmış. 

Tevfik Fikret: “İyi bir şair olmasına rağmen nesir yazamıyormuş. Yazdığı makale sayısı çok sınırlıymış. Küfürden nefret ediyormuş. Oğlu Haluk, sokaktaki küfürbazları duymasın diye, oturduğu yalıyı terk ederek Âşiyan tepesine çekilmiş. Sofrasında her gün taze ve ayrı çiçekler bulunmasını istermiş. Ve testiler dolusu su içermiş. Arkadaşlarıyla sokakta, tenha kırlarda dolaşırken bile sol tarafında kat’iyyen bir kimse yürütmezmiş. Orada eşim var dermiş. 

Sohbetlerinde bile “şey” kelimesini kullanmadan konuşurmuş. Tanımadığımız Meşhurlar, anlatılacak gibi değil. En iyisi onu siz doya doya okumalısınız.

Hiç yorum yok: