21 Ocak 2013 Pazartesi

Kozmik dosya kayıp-Paris'teki suikastın şifresi: 3-Paris'te operasyon!-Acı ve akıl-Tarihe geçen adam-Yolun sonu-Yine Avrupa-Son operasyon-Komplo-Ergün Diler

Kozmik dosya kayıp


PKK'lı üç kadın cinayetinde şok iddia: Örgüte destek veren isim ve şirketlerin yer aldığı, para trafiğini gösteren kozmik bir dosya vardı. Fransızlar ve Belçikalılar bu bilginin peşindeydi. Sakine Cansız, Kandil'e giden paraların kaynağını yazan dosyayı öğrenmişti. Suikastten sonra sır dolu bu dosya yok oldu
Paris'in göbeğinde susturuculu silahla ile öldürülen 3 PKK'lı kadın manşetlerden inmiyor.

Herkes gördüğünü, duyduğunu yazıyor. Ancak cinayetleri işleyen kişi ya da kişiler hala sokakta! "Gizli servis işi mi?", "PKK içi hesaplaşma mı?" kesinlik kazanmadı...

Lafayette Sokağı 147 no'lu binada yaşananlar sanırım bir süre daha ortaya çıkmayacak.
Paris'teki bütün Kürtler'i adım adım izleyen Fransız istihbaratı "açıklama" için uygun zamanı bekleyecek.
Fransız istihbaratı hazırlıklarını yaparken, ben de AVRUPA'da görev yapan önemli bir dostuma ulaştım. Müthiş bir bilgi ağı vardı dostumun... Oradaki başkentlerde KUŞ uçsa haberi olurdu. Cumartesi günü kendisiyle irtibata geçtim.
Yoğundu. "Gece yarısı dönebilirim" diye cevap verince oturup sorularımı hazırladım. PKK'lı üç kadın hakkında ilginç şeyler söyledi. İşte o konuşma... 

 Merhaba... Nasılsınız?

Teşekkürler... Kendal Nezan'a dikkat çekmeniz müthiş... Değişik ve derin biri... Sizin de yazdığınız gibi Fransız istihbaratı ile iç içe... 

 Fransızlar'ın suikastlerden haberi var mı?

Olmaması mümkün değil. Bütün Kürtler kayıt altındadır. Öldürülen üç kadın yakından izleniyordu. Bilmemeleri imkansız. 

 Sakine Cansız çok önemli biri miydi?

Barış yanlısı bir isimdi. Ama nedense kimse diğer iki kadını konuşmuyor! 

 Fidan Doğan ve Leyla Söylemez tesadüfen oradaymış!

Yok öyle şey! 

 Nedir işin perde arkası?

Leyla Söylemez Brüksel'den Paris'e gitti.

Söylendiği gibi etkisiz biri değildi. Belçika istihbaratı adım adım izler ve korurdu! 
 Kimden, neyden?

Leyla Söylemez sadece KASIM ayı içinde Ortadoğu'dan iki ülkenin üst düzey istihbarat teşkilatlarıyla tam 6 kez bir araya geldi. Sakine Cansız'ın yanına gidişi de tesadüf değil. Cinayetlerin işlendiği gün saat 23:00'de toplantıları varmış.

Toplantıya örgütün önemli isimleri de gelecekmiş! 
 Leyla Söylemez büyük ihtimalle Paris'te de yalnız değildi o zaman?

Değildi. Paris'e geldiğinde Belçika istihbaratı otelini ayarladı. Ancak Lafayette 147'ye tek başına geldi. İlginç! 

 Bu isimleri bir araya getiren ne?

Sakine Cansız BARIŞ yanlısı olduğu kadar dürüst bir kişilik. Örgütte bazı yolsuzlukları tespit etmiş.

Örgütte kendisine bu konuda destek veren başkaları da mevcut. Tek değil anlayacağın... 
 Eee?

Bütün para trafiğini gösteren, PKK'ya destek veren isim ve şirketlerin yer aldığı KOZMİK bir dosya ortadan kaybolmuş! İlginçtir Fransızlar ve Belçikalılar bu dosyanın peşindeymiş! Büyük ihtimalle DOSYA suikastten sonra birilerinin eline geçti. 

 İş iyice karıştı! Kim neden PKK'nın dosyasını ele geçirmek istesin ki?

Konuyu biraz daha açıyım o zaman... 

 İyi olur!

PKK'nın Fransa'daki kasalarından NEDİM SEVEN, Kendal Nezan ve adamları tarafından ihbar edilip birkaç kez gözaltına alınıp bıraktırıldı. Nezan ve Rıza Altun ekibi kendisini sevmezdi. Seven, Öcalan'a yakın bir isimdi. Her yerde "BARIŞI" dile getirirdi.

Yükselmesi ve eğitim için Fransa'ya gönderildi. Ama sözünü ettiğin grubun hışmına uğradı... İlginç olan şuydu ki; Nedim Seven "Kırmızı Bülten"le aranırken Fransızlar kendisine destek çıkıyordu. Oturum alıp, elini kolunu sallayıp dolaşıyordu. Seven, etkisiz hale getirilince PARA TRAFİĞİ o ekibin iyice kontrolü altına girdi... 
 Anladım ama bunun olayla ne ilgisi var?

Nedim Seven Fransa'daki PARA trafiğinde önemliydi. Ama ondan daha önemli isimler vardı. 

 Kim? İsmini veremeyeceğim bir isim MİLANO'daydı!

Kandil'e giden paralar bundan geçerdi. Kilit isimdi. 

 Heyecanla dinliyorum...

Sakine Cansız da muhtemelen izinsiz olarak bu isme yanaştı. Galiba fazlasıyla bilgi sahibi oldu.

Bilmemesi gereken çok şey öğrendi. 
 Yani?

Kim bilir; belki Sakine Cansız örgütün bütün PARA TRAFİĞİNİ belgeleyen dosyayı son iki ayda sık sık gittiği Milano'dan alıp geldi! 

 Peki Sakine Cansız neden Avrupa'daki bütün Kürt örgütlerine mektup gönderip toplantı istedi? İşte benim de gelmek istediğim nokta bu! 
 Nokta mı?

Evet... Tam burada düşünelim... Sakine Cansız Öcalan'ın güvendiği bir isim. Barış istiyor. Ve ortadan kaldırılıyor... Sakine Cansız ya örgüte destek yağdıran paravan isimlerin arkasındaki DEVLETLERİ ve yardım şartlarını ele geçirdiyse!

Ve bunu bütün Kürtler'le paylaşmak istediyse! 
 Fransa zorda kalırdı!

Sadece Fransa mı! Birçok devlet adamı sokağa çıkamazdı Avrupa da! Kendi halklarına bile anlatamazlardı teröre verdikleri desteği... 

 Türk basınında "İran yaptı" iddiaları çok fazla yer alıyor. Ne dersiniz?

Humeyni nerede kaldı? Paris'te... Teşkilatını nerede oluşturdu? Paris'te... Tahran'a nereden gelip indi? Paris'ten... Eğer arkada İran varsa onun arkasında da Fransa vardır! PKK, yedi kocalı Hürmüz'dür, biz birinden söz ediyoruz! 

 Peki bölge ülkeleri süreci bozmak istemezler mi? İsterler elbet... Türkiye, Kürtler'i kucakladığında büyük devlet olur.

Tarihte bunu ne zaman yaptıysa büyümüştür! Avrupa yıllardır PKK ile Ankara'nın Kürtler'i kendine çekmesini engelliyor. Şehit cenazeleri kalkarken kimse çıkıp "BARIŞ İSTİYORUM" diyemez... İlk kez bu kadar kararlı Ankara... Sonuna kadar gidilecek.

Avrupa bunu biliyor. Bu yüzden hem kendileri hem Kürt nüfus barındıran bölgedeki aktörler rahatsız...
Korkunun ecele faydası yok! Türkiye büyüyecek... 

 Peki içeride bu süreci bozmak isteyen yok mu?

Olmaz mı? Unutma hükümet bu konuda yalnız.

Muhalefet tamamen karşısında. İş dünyasının mavi boncuk dağıttığına kanma! Birileri hala hükümetten ve ülkenin gittiği istikametten dönmesinin tek yolunun PKK olduğunu düşünüyor. 
 Son sözünüz?

Son hatırlatma diyelim... Şubat 2007'de Le Parisien gazetesi PKK tutuklamalarını haber yaparken "Muhbir olarak kullanılan bu militanlar, ayda ortalama bir kere istihbarat servisi üyeleriyle bir araya geliyorlardı" diye yazmıştı... Sanırım yeterli!

Paris'teki suikastın şifresi: 3

Birkaç gündür Paris'te gerçekleştirilen suikastlar üzerinde duruyorum. Sakine Cansız, Leyla Söylemez ve Fidan Doğan başlarına sıkılan kurşunlarla hayatını kaybetti. Olay, Paris'in göbeğindeki Kürt Enformasyon Bürosu'nda meydana geldi.

Fransız istihbaratının 24 saat gözetim altında tuttuğuLafayette 147 No'lu binaya hala kimin girip çıktığını öğrenmiş değiliz. Zaten Fransızlar'ın bunu açıklamaya da niyetleri yok.

Dün birkaç önemli dostumla uzun süre konuştuk. Neredeyse bütün günümü bu konuya ayırdım. Çünkü ne Fransız medyasında ne de Türk medyasında doyurucu bilgi ve yorum vardı. 3 PKK'lı kadına sıkılan kurşunlarTOTO'ya dönmüştü... Herkes birilerini hedef gösteriyordu. Anlayacağınız atış serbestti!
İşte bu atmosferde ulaştığım dostlarımdan çok ama çok önemli bilgiler aldım. 
Hem de Fransız ve Türk medyasında yer almayan cinsten... 
Önce Avrupa'da şehir şehir gezen önemli ve gizemli dostuma kulak verelim... 
Ulaşılması çok kolay olmayan ve asla telefonla konuşmayan dostum, PKK'nın Avrupa'da attığı adımı bilir ve izlerdi. Gidemediği yerlerde görevi arkadaşları devralırdı.
Yıllardır oralardaydı... 
Zamanının kısıtlı olduğunu bilirdim. Çok fazla soru sorma ve cevap alma şansım yoktu. Akıllıca davranıp bir soruda işi bitirmeliydim.
Dostumu karşımda görünce hazırlıksız olduğumu anladım. "Nereden başlamalıyım" diye düşünürken birden"Paris'te suikasta kurban giden 3 PKK'lı kadınla ilgili yazılmayan ne var?" diye soruverdim!
Soru hoşuma gitmişti... 
Çerçevesi genişti...
Dostum doğrudan söze girdi...
"Her şeyi şu an söyleme şansım yok.
Birkaç gündür fazlasıyla yazıyorsun zaten.
Ama eksik bıraktığın kısımları tamamlamak istiyorum. Fidan Doğan ve Leyla Söylemez, Sakine Cansız'a göre daha genç insanlar. Doğan, Fransa doğumlu. DİPLOMAT kimliği ile bilinir. Kendal Nezan kadar olmasa da Fransız istihbaratının gözdesidir. O kadar ilgi görmüştür ki Fransa devleti kendisine KIRMIZI PASAPORT bile vermiştir.
Fransızlar'la ilişkisi olan sadece bunlar değildi. Ama bu iki ismin, yani Doğan ve Söylemez'in bilinmeyen başka özellikleri vardı. Bunlar da Sakine Cansız gibi Öcalan'a yakın olup BARIŞ istiyorlardı. Doğan, PKK üyesi olupMADRİD'e en fazla gidip gelen isimdi. İspanya'daki ayrılıkçı BASK örgütü ve ETA üyeleriyle sık sık bir araya gelirdi. Zamanında militan eğitimi almış da olsa BARIŞIN nasıl geleceğini araştırıyordu. Leyla Söylemez de Brüksel-
Paris-Madrid arasında çok gidip gelirdi. Bazen birlikte hareket ettikleri olurdu. Yani cinayet günü ikisi de tesadüfen orada bulunuyor değillerdi! Biri çağırmıştı! Söylemez, Fransız ve Belçika gizli servislerinin kuşatması altındaydı.
Zaten olay aydınlanırsa onun üzerinden aydınlanır...
Tabii Fransızlar isterse... Ama Devlet Başkanı Hollande'ın emriyle bütün bilgi akışı kapatılmış durumda..."
Bütün mercekler Sakine Cansız'ın üzerindeyken dostumun farklı bilgiler vererek konuyu açması son derece güzel... 
Üç kadın, üç telefon, üç cinayet... 
Şimdi gelin ikinci dostuma kulak verelim. Bu da öyle her yerde bulacağınız kalibrede biri değil... 
Özel biridir yani...
Soruyu beğenmiş olacağım ki aynısını bu dostuma sordum... Cevabın ne olacağını bilmeden beklemeye başladım. Sanki bu soruyu bekliyormuş gibi konuşmaya başlayan dostum neler anlattı neler... 
"Geçtiğimiz günlerde seni arayacaktım ama vaktim olmadı" diye söze girince hemen böldüm... 

* Hayırdır?
Hayır, hayır... Çok önemli bir konuya değindin ama hayati önem taşıyan bir ayrıntıyı atladın... 

* Meraktan çatlayacağım... Nedir o?
Erdoğan 2011'in Ağustos ayında Somali'ye giderek Afrika'nın doğu kapısını tuttu! O hamleden sonra doğudan gelen kimse içeri giremezdi... Sen bunu yazdın... Geçtiğimiz günlerde bu kez BATI kapısı olarak bilinen üç ülkeyi ziyaret etti. GABON, NİJER ve SENEGAL... 

* Bunları da yazdım!
Evet, bunları yazdın... Ama önemli bir noktayı atladın... 

* Neymiş?
Başbakan Erdoğan, Afrika'nın BATI kapısı olan 3 ülkeyi gezerken Paris'in göbeğinde 3 PKK'lı kadın ortadan kaldırıldı. 

* Bunu biliyoruz!
Bilmediğin noktaya geleceğim. Konu kadınlarla ilgili... 

* Çatladım inan!
Bu 3 kadının sırrını biliyor musun? Hiç kafa yordun mu? 

* Bilsem yazardım. Tanırsın beni...
Bu kadınların tek sırrı "3"tü... 

* ÜÇ mü?
Evet! Erdoğan, dolayısıyla Yeni Türkiye, sınırlarına sığmayacağını dünyaya ilan etti. Kürt meselesinin çözümü ve Öcalan'ın oynadığı rol bu nedenle çok önemli. Ankara Kürtler'i kucakladıktan sonra Ortadoğu'yu kendine çekecek.
İşte bu büyük rahatsızlık kaynağı... Sokaktaki insanın DOST ÜLKE olarak bildiği bütün devletler bu kucaklaşmanın önüne geçmek için çırpınıyor... 

* Anladım, anladım ama "3"le ne ilgisi var?
Bu dost görünümlü ülkeler SOMALİ ziyaretinden sonra uykuya yattı. Daha doğrusu ikinci hamlenin gelmesi için beklemeye koyuldular. Merakla bekledikleri İKİNCİ hamle de gelince düğmeye bastılar... 

* Nasıl yani?
Erdoğan, Türk devletinin ayak seslerini Gabon, Nijer ve Senegal'e götürünce bazı devletlerin ÖZEL OFİSLERİNDEsandalyeler havada uçuştu. Kırılmadık cam kalmadı. Öfkeden tabii... En fazla kendini kaybeden PARİS oldu... Ve bunu hemen göstermeye girişti! 

* Neyle?
Erdoğan "Bundan böyle Afrika'da biz de varız" derken mesaj Paris'ten geldi... Fransız istihbaratı 3 PKK'lı kadını vurarak gözdağı verdi. Hem Ankara'ya, hem Öcalan'a... 

* Kadınlar peki?
Kadınların sırrı "Üç"tü... Eğer Erdoğan son gezisinde ÜÇ ÜLKEYİ DEĞİLDE 5 ÜLKEYİ ZİYARET ETSEYDİ barış için çalışan 5 PKK'lı ÖLECEKTİ! 

* Ne diyorsun!
Evet! Anlayacağın Avrupa-Türkiye savaşı başladı. Zaten vardı da şimdi su üstüne çıktı. Onlar hem Kürtler üzerinden hem Afrika'daki halklar üzerinden gelecekler. Zaten MALİ karıştı. MALİ'yi SOMALİ gibi yapmak için start verdiler bile... Afrika'nın kalbi olan ülkeyi Türkler'e, yani bize, bırakmak istemiyorlar... Dertleri DIŞ MÜDAHALE ile ülkenin bölünmesi. Eğer bu gerçekleşirse ALTIN, URANYUM , GAZ ve PETROL Fransızlar'a kalacak...
Bu nedenle bütün güçleriyle MALİ'yi karıştırmaya devam ediyorlar... Yıllarca unuttuğumuz bu Müslüman halkı hatırlamamız birilerini çok ürküttü... 

* Ankara ne yapacak peki?
Mali'de de Paris'in göbeğinde de MÜSLÜMAN çok...
Fransızlar düşünsün... Korkuları büyük! 

* Ne olacak peki? Öcalan terörü bitirip bölünmeyi önleyecek. Bunu görmek lazım. Kürt kapısı onların elinden alındıktan sonra mücadele AFRİKA'da olacak. Bilek güreşinin sonucu Avrupa'da hissedilecek... Sancı çekmedenBÜYÜK DEVLET olunmaz... Biz 30 yıldır acı çekiyoruz ama onlar hazırlıksız... Küllerimizden doğuyoruz... Bunu biliyorlar. 

* Peki şu PKK'ya hangi ülkeler destek veriyor?
Bir açıkla da insanlar öğrensin!
Google'a girip bakılsın... Avrupa'da hangi ülkede Kürt nüfusu varsa bilinsin ki hepsi PKK'nın arkasında...
Verilen desteği anlatmanın en kolay yolu bu!


Paris'te operasyon!

Fransa'daki suikastla ilgili olarak önceki akşam bir dostumun yanına gittim. Uzun zamandır ortalarda yoktu. Geleceğimi bildiği için yemek hazırlatmış. Alev alev yanan şöminenin önünde beni beklerken içeriye girdim. Önünde dağ gibi notlar duruyordu. Belli ki bir şeyler paylaşacaktı. Oralı olmadım. Karnım açtı. Hiçbir şeyi duyacak halde değildim. Masada duran somonlara sırtımı dönemezdim. Öyle de yaptım...

Kahveler geldiğinde iş ciddiye binmişti... Artık soruları sormanın zamanıydı... Saatlerce dinleyecek gücü kendimde buluyordum.

Karşımdaki de istihbarat dünyasının en önemli isimlerinden biriydi. Her zaman aranıp da bulunacak biri değildi...
Hem Türkiye'yi hem bölgeyi hem Avrupa'yı konuştuk.
Bakalım sevecek misiniz? 

Paris'teki suikast için ne düşünüyorsunuz? 
Öldürülen 3 PKK'lı kadından Sakine Cansız önemliydi. Diğerlerinin de görevleri vardı ama Sakine bir başkaydı... 

Nasıl bir başka? 
Öcalan'a yakındı. Onun gücünü arkasına alırdı.
Cansız'ı önemli kılan özelliği diğer örgüt üyelerinde yoktu. 

Hangi özelliği?
Avrupa'da ve bölgede SÖZÜ SENETTİ! İnanılmaz ilişkilerin tam ortasındaydı. Pasif falan da değildi. Her yerde kolu olan insanlardandı. 

Mesela? 
Şimdi söyleyemem. Sakın bana kızma! Zübeyir Aydar her şeyi bilir ama o da Avrupa sorumlusu olduğu halde korkuyor. Hiçbir şey olmamış gibi davranıyor. Cansız, değişik bir profildi... 

Başka?
Mesela şimdi Silivri'de tutuklu olan Yalçın Küçük, çok iyi tanırdı. Birlikte ellerini devletin içine kadar uzatırlardı. Eski Ankara'da irtibatta oldukları görevliler vardı. Mesela Dışişleri'nde çok etkiliydiler. İsim veremem ama bazı müsteşarlar bunları çok iyi tanırdı.
Acaba o müsteşarlar, Yalçın Küçük'e görev verdi mi?
Merak ettiğim için soruyorum. Böyle bir ilişki var mıydı? Sakine ile Küçük yan yana gelince ne oluyordu? Eski Ankara bunlara cevap verir sanırım. 

Siz verin! 
Şimdilik bu kadar yeter! Ama gerekirse işi büyütürüz! Kimin kiminle oturup kalktığını anlatırız... 

Peki Paris'te ne oldu? 
Üç kadın bilerek Kürt bürosuna davet edildi. Bu suikasta sanıldığı gibi o gün düşünülüp karar verilmedi. Başta Londra olmak üzere birçok önemli Avrupa ülkesinin KATKI verdiği bir operasyondu!
Sonuçları hesap edilerek yapıldı. 

Sonuç ne? Ortada bizim göremediğimiz bir şey mi var?
Olacak yakında... Paris suikastının arkasında yatan sebep MİT ve Hakan Fidan'dı... 

Nasıl yani?
Evet! Hedef yine MİT'ti! Yakında bunu göreceğiz. Adamların koalisyonla kurdukları oyun ortaya çıkacak... Biraz bekle... 

Ne oyunu?
Bu suikast kesinlikle Türkiye'ye yıkılmalı! Motivasyonları bu! Bunu da daha önce devşirdikleri, büyük ihtimalleKÜRT olan biri ya da birilerine yaptırdılar. Yakında bunu açıklarlar... 

Yakında mı?
Elbette! Belki tam cenazeler Türkiye'de toprağa verilirken... Bilemeyiz. Ama PKK'nın içinde Ankara'ya güvenmeyen bir kesim var.
Onları provokasyona itmek için cinayetlerin Türkiye'nin, yani MİT'in, üstüne kalması gerekiyor.
Zaten sıcağı sıcağına Fransa İçişleri Bakanı Manuel Valls'ın "MİT asla burada operasyon yapmaz" demesinin nedeni buydu! 

Nasıl olacak bu? Anlamadım!
KCK operasyonları yapılırken, örgütün içine sızmış olan MİT'çiler deşifre edildi mi? Evet! Adamların içeride destekçileri var. Yine öyle olacak.. 

Vallahi anlamadım!
Daha önce devşirdikleri bazı adamları MİT'in içine sokarlar. Önemli olan bu isimlerin etkili olmaları değil "bir yerde" kullanılmış olmalarıdır! Şimdi büyük ihtimalle KATİLİN, 'Bir Türk yetkili' olduğu öne sürülen bir isimle fotoğrafı çıkacak. Bu montaj da olabilir. Önemli olan fotoğrafın doğruluğu değil, PKK içindeki o kesimi harekete geçirme gücüdür! 

Cidden olabilir mi böyle bir senaryo? Barış sürecinde Ankara neden böyle bir şey yapsın ki?
Yapmaz. Ama örgütün en azından bir bölümünün Öcalan'ın elinden alınması gerekli. Bunu da böyle yaparlar. Avrupa'dan beslenen bazı kişiler de bunu örgüt içinde dile dolayıp inandırıcı hale getirirler...
Sanırım büyük ihtimalle böyle bir operasyon için hazırlık var. Bunun bilgisini aldık. Bakalım ne olacak! 

Yine de böyle bir oyun tutmaz diye düşünüyorum... 
Şunu unutma! İçeride muhalefet de dahil birçok yapı barış istemiyor. Askerin bir kanadı ve iş dünyasının sayılı aileleri de bunun içinde... Baksana Sayın Kılıçdaroğlu Çin'e gitti! 

Ne var bunda?
Türkiye, Amerika'nın çıktığı Ortadoğu ve Afrika'yı Çin ile Avrupa'ya kapatmak için uğraşıyor. Amacı buralarda en etkili söz sahibi olabilmek. Ama CHP lideri Türkiye'yi ÜS olarak kullanmak isteyen yapıyla iç içe... 
Büyük Türkiye'nin karşısında anlayacağın... 
Bahçeli de bilmeden, istemeden aynı yöne dümen kırıyor. Büyük fotoğrafı göremiyorlar.
Büyümen için sınırların dışına çıkmalısın. Büyük devletler böyle yapıyor. Ama biz yapmaya kalkınca "ülke bölünüyor" çığlıkları... İnandırıcı değil... Bu "o parti, bu parti" meselesi değil ki! 

İkna edilmeleri gerekmez mi peki? 
Öyle isimler var ki bağlı oldukları yer onların ikna olmasına izin vermez! 

Kim bunlar?
Boş ver şimdi... Ama patronları Londra... 

Peki ya dediğiniz gibi bir fotomontaj olmazsa?
Büyük ihtimal yapacaklar.
Olmazsa bir başka plan devrede demektir. 

Karakola PKK saldırısı gibi mi?
Bu saatten sonra onu yapmazlar. Çünkü Öcalan çıkıp "Bu PKK değil" der.
Bu nedenle AKIL DOLU bir eylem yapmak zorundalar.
Türk ve Kürt'ü bölen bir eylem... Bireysel operasyonlar olabilir. Bakalım... 

Engelleme şansınız yok mu? 
Şu unutulmamalı. Bu çok sancılı bir süreç. Başaracağız ama canımız yanacak. Zor olacak ama yapacağız.
Sokaktaki insan "devletin içinde, basının içinde, sermayenin içinde, hatta sanat dünyasının içinde" Avrupa'ya ne kadar çok adam çalıştığını bilmez. İçerideki YABANCI ELİ kesip atmak kolay değildir. Bu, ülkeyi bir sonrakiYÜZYILA TAŞIMA mücadelesi aynı zamanda... 
Bölgede olmazsak biteriz... 
Operasyona açık hale geliriz. PKK'ya destek verenler bunu istiyor. Bizler bunun için çırpınıyoruz... 
Ya bizim dediğimiz olacak ya bizim dediğimiz olacak. Burası bizim ülkemiz...

Acı ve akıl

Devlet, İmralı ile görüşmeye başladığını açıkladığı andan itibaren bazı çevreler haklı olarak, "Teröristle pazarlık olmaz" diye sesini yükseltmeye başladı. Genel eğilim "Silahlar sussun, barış gelsin" şeklinde olsa da azımsanmayacak bir kesim yapılan görüşmelere onay vermiyor.

Sessiz protestolarını sürdürüyor...

Geriye bakıldığında 30 yıldır kanayan yara ve travma var. Solup giden hayatlar, analarına kavuşamayan bedenler, ayaklarındaki botları aylarca çıkarmadan dağlarda gezen yiğitler, bayrağı dalgalandırmak için kanını döken şehitler var...

Kimse bunu inkar edemez.

Ama bir de karşında silahla yok edemediğin, akılla susturamadığın bir hareket var!
İşte biz bunu 30 yıl çözemedik...
Çözemezdik de zaten!
Neden mi?

Biraz geri gidelim... 1971 darbesine...

Ancak şunu unutmayalım;

"Darbeler ülkeyi yönetenlere karşı yapılmaz. Bizzat yönetenler tarafından yapılır!"

Anarşi, terör, yasadışı örgüt gibi oluşumlar, hep ÜLKEYİ YÖNETENLER tarafından hayata geçirilir.
Bizlerden saklanan en büyük gerçek bu!
Ne filmlerimizde, ne romanlarımızda, ne de tiyatrolarımızda bu gerçeğe kimse girdi. Giremez...
Hiçbir senaryo yazarı bunu bilmez! Bilse de eline kalem alamaz! Alsa da oynatamaz!
Etkili makamlarda oturan birçok kalem erbabı da ÜLKEYİ YÖNETEN sınıfın atadığı insanlardır...
Bunların görevi gerçeği gizlemek, illüzyonu hakikat sanmamız için kalem oynatmaktır... 60 yıldır böyle olduğu için"acı gerçeklerle" karşılaşmaya hazır değiliz.
Kafa konforumuz bozulmasın diye de MUHAKEME kabiliyetimizi çoktan devre dışı bırakmışız!

Neyse, konudan kopmayalım...

1971'de ne olmuştu? 9 Martçılar adıyla bilinen SOL CUNTA, "Bağımsız Türkiye" diyerek darbeye soyundu. Bu cunta her ne kadar SOL da olsa, arkasında Londra'nın büyük desteği vardı. Madanoğlu Paşa'nın da zaten İngilizler'le ilişkisi daha sonra ortaya çıkmıştı!
İngilizler kendilerince haklıydı. Düne kadar ellerinde oynattıkları bir ülkenin, Amerikan egemenliğine girmesine razı değildiler. Bu nedenle hem orduda, hem sivil kanatta birlikte çalıştıkları adamları harekete geçirdiler. Bu hareketin karşısında da 12 Martçılar vardı! Bunlar da Amerika'dan desteği bulan kesimdi. Amaçları Türkiye'yi, İngiltere'ye geri vermemekti!
Cumhuriyet boyunca gördüğümüz (gördüğümüz dediğime bakmayın hiç göremediğimiz) mücadele tekrar ediliyordu!
Londra ve Washington, Türkiye'yi yönetmek için kıyasıya savaşıyordu. Sonunda iki güç arasında barış ilan edildi.
Darbeyi ortaya çıkaranlar giderken, darbecilerin YOLU AÇILDI. Türkiye'yi korumaya çalışan MİT hedefe kondu. Fuat Doğu görevden alındı.
Lizbon'a gönderildi. İki güç PASTAYI paylaşmaya başlamıştı!
Bunun sonucu olarak MİT, Londra'ya düştü! Bu nedenle doğrudan Londra'ya bağlı müsteşarlar gördük!
Adı MİLLİ İSTİHBARAT TEŞKİLATI olduğu halde...
Bu paylaşım olmadan önce bir RUS istihbarat yetkilisi, cuntanın beyinlerinden olan Doğan Avcıoğlu'nun ofisine giderek, "Bahçelievler'deki toplantılarınız dinleniyor!" diyordu! Yani işin içinde olmayan Ruslar, SOL CUNTAYIuyarıyordu! Bağımsızlık ve SOL yönetim isteyen CUNTA, nedense Rusya ile yani komünist Moskova ile değil, sermayenin beşiği Londra ile çalışıyordu! Ve bunu o yıllarda darbenin içinde olanların bile çoğu bilmiyordu! Aktörler kendilerine biçilen rolü oynuyordu! Türkiye'nin dış borcunun en az olduğu, yani BAĞIMSIZ TÜRKİYE'nin"hayatta" olduğu bir dönemde SOL darbe doğrusu ilginçti! Galiba sol, sadece tabelaydı. Amaç, ülkeyi Londra'ya bağlamaktı!
1980'de, 28 Şubat'ta, 27 Nisan'da hep benzerlerini gördük! Sahne önündekiler Türk, ancak arkadan komut veren yabancılardı!
Çünkü perde arkasındaki gücü elinde tutanlar, TÜRK değildi! Biz bunları görmezdik. Bilmezdik. Tanımazdık.
Ama vardılar! Kendi ŞATOLARINDA toplanıp 75 milyonu avuçlarının içlerine alıp yönetirlerdi! Kaderimizi onlar çizerdi!
Solcu, sağcı, gerici, ilerici, muhafazakar, ülkücü yani kim ne olmak istiyorsa önü açılırdı! Perde arkasından her türlü destek verilirdi! Ordu da onların etkisinde olduğu için "vatanı kurtarmakla" meşgul olurdu! Askerler, devleti korumanın yolunun sokaktaki "gericiyi, ilericiyi" kontrol edip, fişlemekten geçtiğini düşünürdü! Ordu kendi vatandaşının peşindeydi anlayacağınız! Dünyada bir eşi yoktu ama böyleydi! Bunun neden böyle olduğunu hiç sorgulamadık! Merkez basının attığı "Şeriat geliyor" manşetleri hepimizi korkutuyordu. Basının da ÜLKEYİ YÖNETENLERE AİT olduğunu unutuyorduk!

Sarmalı göremiyorduk... Çünkü ülkeye kan ağlatan DERİN DEVLET yabancıydı! Türk değildi! Oysa derin devlet; ülkesini seven akil adamların bir araya geldiği gizli bir yapıydı! Ama o bizde yoktu. Olmasına izin verilmedi.

Olsaydı, Cumhurbaşkanı Özal ölmezdi! Kürt sorununu kendi yöntemleriyle çözmeye kalkan Eşref Bitlis hayatta olurdu! Uğur Mumcu yaşamaya ve yazmaya devam ederdi! Ama onların kurduğu bütün oyunların içinde olduk millet olarak.

Ayrıştık, kavga ettik, küçük gördük, küstük, küfür ettik, kan akıttık ama hiç birbirimizi anlamayı denemedik! 

Şimdi Ankara, Özal'dan sonra ilk kez kendi sorununu kendi çözmeye kalktı. Sınırlarımızın hemen dışında kümelenen KÜRT nüfus, Ankara'nın büyümesinin önündeki tek engel. Ya Kürtler'i kendi kaderlerine bırakıp içe gömüleceğiz ya da büyük düşünüp Kürtler'i kucaklayıp BÜYÜK olacağız...
Düne kadar bizi bölmek için aparat olarak sahneye sunulan KÜRTLER yine karşımızda...
Önümüzde iki seçenek var. İlki, "Bu topraklarda herkese yetecek kadar oksijen var" deyip kollarımızı sınırların dışına uzatacağız. İkincisi, Ankara'ya çekilip "bizim için çizilen kadere" razı olacağız...
Maalesef bir yanımızda büyük acılar, bir yanımızda büyük hayaller var!

Hayat tercihtir!

Ankara ise tercihini yaptı...
Şehitlerimizi yüreğimize gömüp BARONLARDAN akılla intikam alınacak... Kandil'e dikemediğimiz bayrağı bölgede her yere dikeceğiz...
Acı ve akıl yan yana gelmeyen iki düşmandır...
Kissenger, kendisine sorulan "ABD neden güçlüdür?" sorusuna şöyle cevap veriyordu:

"Biz aramızdaki hainleri öldürürüz. Diğer ülkelerdeki vatan hainlerini birer kahramana dönüştürüp, o ülkede önemli biri haline getiririz." İşte böyle...

Türkiye'nin hiç olmadığı kadar akılla adım atmaya ihtiyacı var. Masada sonuç almalıyız. Bir tek kurşun atmadan, Mehmetçiğin bir damla kanını vermeden büyümeliyiz... Çünkü bizden beklenmeyen bu!

Ya elele verip hepsini şaşırtacağız ya da ayrışıp kendimize güldüreceğiz...

Herkesi şaşırtacak güç bu millette fazlasıyla var... Yeter ki uyanık olalım! Aklımızı kullanalım ve sorgulayalım...

Unutmayalım, karşımızda PKK değil onun patronları var!

Tarihe geçen adam
Bugün değişiklik yapıp kısa kısa gidelim... 

Çünkü yazmaya değer çok şey var...

Hadi bakalım... Paris'te öldürülen Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Söylemez isimli 3 PKK'lı kadının cenaze töreni için binlerce Kürt, Diyarbakır'da toplandı.
Kalabalığa, matemin rengi SİYAH ile barışın rengiBEYAZ hakimdi... 
O kalabalık içinde başında beresi, boynunda kaşkolu olan bir KÜRT elindeki pankart ile dikkat çekiyordu... 
Belki geride bıraktığımız 30 yılı anlatan en güzel söz parmaklarının arasında duruyordu: SAVAŞIN KAZANANI, BARIŞIN KAYBEDENİ OLMAZ...
Belki barış geldikten yıllar sonra bile Diyarbakır'daki bu adam hatırlanacak. Kim bilir! 
* Diyarbakır dün tarihi bir gün yaşarken İstanbul'da da Beyaz Türkler'in kulübü olarak bilinen TÜSİAD yeni başkanını seçti.
TÜSİAD, dün yazdığım gibi Türk devletindeki her kurumun İngiltere ve Amerika tarafından paylaşıldığı 12 Mart 1971 darbesinden hemen sonra kuruldu! Avrupa ve Amerika ülkeyi parsellerken, MİT gibi SERMAYE de Avrupa'nın tarafına düşüyordu.
Zaten Türkiye'deki markalara ve distribütörlere baktığınızda Avrupa'nın ezici üstünlüğünü görüyordunuz."Patronlar Kulübü" olarak bilinen TÜSİAD kurulduktan sonra siyasette çok etkili oldu. 15 Mayıs 1979'da gazetelerde başlattığı ilan kampanyası ile Ecevit, hükümetinin düşmesine neden oldu! 
Bu tarihten sonra kurulan her hükümet patronların onayını almak zorunda kaldı! 
Askerlerle de iç içe olan bu yapı dün İstanbul'un dışındaki bir isme, BAŞKANLIK koltuğunu verdi... 
Belki BEYAZ bir sayfa açmak için SÜTÜN patronu Muharrem Yılmaz'a destek oldular! Hayırlısı! 
* Bir Beşiktaşlı olarak Galatasaray Başkanı Ünal Aysal'ın Fatih Terim'le ilgili sözlerini duyunca çok üzüldüm. Aysal'ın, kendini ispat etmiş bir hoca için "Çok başarılı bir eleman" demesi resmen talihsizlik. "Eleman"sözcüğü Terim'den değil ama Aysal'dan çok şey götürür...
Fatih Hoca kameraları karşısına alıp "Ben burada eleman değil tarih yazan bir efsaneyim" diyerek istifa etse ne olur? Ünal Başkan acaba bunu düşündü mü? Bir de Galatasaray sizin şahsi şirketiniz değil ki! Yani profesyonellik bir yere kadar...
Bir noktadan sonra SAYGI...
Milyonlarca dolarlık bir takımı emanet ettiğiniz birine "eleman" derseniz, ne o eleman takımı, ne de siz o elemanı yönetebilirsiniz! 
* Önceki akşam gazeteyi gönderirken Mevlüt Yüksel aldığı bir son dakika haberiyle odaya daldı. "Mehmet Ali Birand ölmüş" dedi! Bir an sessizlik oldu. İkimiz birbirimize bakıp kaldık.
Öyle anlar vardır ki "o sözü" duymak istemezsiniz. "Olmamalı" dersiniz...
Ben de öyle yaptım. Açıklanıncaya kadar haberi görmezden geldim. Çünkü ölümü ona yakıştıramadım. Dün akşam saat 18.45'e kadar, yani resmi açıklama yapılıncaya kadar bu haber doğru olmasın diye dua ettik. Ama Mevlüt, haberi Birand'ın doktorundan almıştı.
Gecikmeli de olsa maalesef haklı çıktı. Türk basını çok değerli bir ADAMI kaybetti. 
Birand, merak etmekti, peşinden kovalamaktı, istekli olmaktı, anlayışlı olmaktı, heyecan duymaktı... 
Onu en son gördüğüm Jennifer Lopez konserindeki haliyle hatırlayacağım...
Ellerini cebine atmış dans ederken çok mutluydu... 
Çalışmayı miras bırakarak gitti...
Allah rahmet eylesin... 
* Dün bizim gazetede vardı. MİT, Darbe Komisyonu'na gönderdiği ihbar mektubunda Özel Kuvvetler'e ait olduğu ileri sürülen 26 maddelik eylem planını açıklıyordu... Aklın almayacağı eylem planında "Boğaz ve Fatih Sultan Mehmet Köprüsü'ne bomba koymak""Türkan Saylan ve Bülent Arınç gibi isimlere suikast düzenlemek","Emine Erdoğan ve Hayrünnisa Gül hakkında küçük düşürücü yayınlar yaptırmak""Türk-Kürt, Alevi-
Sünni, laik-antilaik kavgası çıkarmak ve bölünmeyi körüklemek" gibi inanılması güç adımlar yer alıyordu! "Ne kadar doğru, ne kadar yanlış" diye düşünürken, aklıma geçtiğimiz gün Osman Öcalan'ın anlattığı bir hikaye geldi: "Silahlı çözüme inanmıyordum. Bunu da her yerde dile getiriyordum. Ama her defasında savaş isteyen ekibin hedefi oluyordum. Daha fazla onlarla kalamayacağımı anladım. Hakkımda idam kararı verildi. Çok zorluk yaşadım. 
Bu ülkeye barışın gelmesini herkesten çok ben istiyorum. 
Ama hem Avrupa'da, hem Kandil'de, hem de devlette çözüm istemeyen bir grup var!
Bunları da yenmeden memlekete huzur ve barış gelmez. Özellikle devletin içine yerleşmiş olan yapı yani askere sirayet etmiş gücün engellenmesi gerekir. Söylesem kimse inanmaz.
Ben barış isteyip dağdan kaçarken, Türk savaş uçaklarından Kandil'e "Bu adam haindir" yazılı kağıtlar yağdırılıyordu. Arkadaşlarım bunları gösterdiğinde inanamamıştım..." 
"Ne olacak, PKK'lı değil mi canım" deyip inanmayabilirsiniz. Karar sizin! Ama Özel Kuvvetler'in yaptığı planı görünce insan sormadan edemiyor: Kim bu planı yapanlar? Kime hizmet ediyorlar? Amaçları ne? Galiba şuÖZEL Kuvvetleri DEVLETLEŞTİRMEDEN bize rahat yok! 
* Yeni Türkiye'yi patronlar gördü, asker gördü, sanatçılar gördü, sporcular gördü, yabancılar gördü, bölge devletleri gördü ama sanırım Çin'de olduğu için sadece Sayın Kemal Kılıçdaroğlu göremedi...
Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı olmasını engellemek için getirildi. Bilse de bilmese de görevi BDP ile birlikte KÜRToylarını alarak Çankaya'yı Erdoğan'a kapatmaktı. Ama İmralı süreci Kemal Bey'in çalışmadığı bir yerdi!
Hazırlıksız yakalandı. Ne yapacağını bilemedi.
Türkiye yeniden kurulurken, CHP'nin olan biteni görememesi çok acı... Bu ülke yıllarca dışlanan ve küçük görülen muhafazakar insanları kucakladı.
Sıra Kürtler'e geldi. Bu kavuşma da gerçekleşecek. Kimse ırkı ve inancı nedeniyle dışlanmayacak. Herkes eşit ve asli vatandaş olacak. Ankara büyük bir oyunda başrol oynarken, Çin gibi önemli bir oyun kurucuya konuk olan Kemal Bey ne düşünüyor çok merak ediyorum...

* * *
Bir de güzel söz... 
Üç kişiye acı: Cahiller arasındaki alime, Zenginken fakir düşene, Hatırlı iken itibarını kaybedene.


Yolun sonu




İmralı, Öcalan, barış, cenaze, suikast, Paris, açılım, beyaz kaşkol, BDP, televizyon, silah bırakma gibi onlarca kelimeyi kullanıyoruz artık... 



Belli ki MAKAS değişti. Ülke farklı yönde yol alıyor. Sorunlarından, enerjisini alan UR'lardan temizleniyor... 



Son nokta ne zaman konulacak bilmiyorum... Ama gelin isterseniz ilk noktanın konulduğu andan bugüne bir seyahate çıkalım... 

Bunu yapmazsak ne Kürt sorununu, ne PKK'yı, ne Ankara'nın rotasını, ne de bölgedeki dengeleri anlayamayız...

Başlayalım...

11 Eylül saldırıları hatırlanacağı gibi World Trade Center, yani Dünya Ticaret Merkezi'ne yapıldı. Yani paranın kalbine... 

Artık kuşku kalmadı ki, saldırıyı yapanlar El-Kaide ve Arap terörist değildi! Amerikan derin devletinin bir operasyonuydu. Amaç, Amerika'da en çok kazanan ve ülkenin yönünü belirleyen KÜRESEL SERMAYEYE, yani Yahudi para babalarına "DUR" demekti! Bunun birçok nedeni vardı. Ancak en önemlisi para akışının Yahudi işadamları üzerinden olmasıydı. Amerika, Avrupa ve Ortadoğu'dan mal alıyor, karşılığında onlara hisse senedi ya da bono veriyordu! Yıllarca Çin ve Japonya'ya da böyle yapmıştı. Ürettikleri her mal ABD'ye gidiyor, onlar da kazandıklarını New York'taki hisselere yatırıyordu... 

Bu nedenle Amerika'nın CARİ AÇIĞI akıl almaz boyutlara çıkıyor, ama para YAHUDİ işadamlarının kontrolüne giriyordu...

Bu duruma ilk baş kaldıran Amerika'nın ULUSAL sermayesi oldu. Uçak, silah, kimya, bilgisayar gibi sanayileri yaşatan grup, "Bu adamlar paranın peşinde koşan insanlar. Burada sıkıntı olduğunda paralarını alıp giderler. Biz de bu dev cari açıkla batarız" dedi. Haklılardı... 

Milliyet tanımayan bu insanlar, Amerika'nın en çok kazanan kesimiydi. Ülke borçlanırken onlar kazanıyordu! 11 Eylül saldırılarının ardından mesajı aldılar... 

Perde arkasında bir araya gelip LONDRA'ya yerleştiler... 

O saldırılarla birlikte patronlarla devletler arasında çatışma resmen başladı.

Aslında ilk kurşunu Putin atmıştı. Yahudi baronlar, Yeltsin döneminde ne kadar değerli maden varsa hepsini Rus Yahudiler'e üç kuruşa aldırdı. Bu talan Putin'e kadar sürdü. Sonra karşı operasyon başladı. Kimi Mikhail Khodorkovsky gibi içeri atıldı, kimi de Aleksandr Lebedev, Boris Berezovski gibi yurt dışına kaçtı...

Kaçanların en ünlüsü ise Roman Abromovich'ti... Bu operasyon ve Yahudi patronların Londra'ya gelişi, dengenin Amerika ile Rusya arasında kurulduğunu gösteriyordu. Yahudi patronlar da Avrupa'yı destekleyip, Çin'i yanlarına çekti...

Boş duracak değillerdi ya!

Şimdi dünya haritasını önünüze alın...

Bir yanda Amerika, bir yanda Çin, ortada Avrupa ve Rusya... Denge, ister Amerika-Rusya, ister AvrupaÇin arasında kurulsun. Hiç fark etmez. İki oyunda da taraflar tek bir ülkeye ihtiyaç duyuyor!

O da TÜRKİYE... 

Çünkü Türkiye enerji koridorlarının hemen yanında.

Hem kaynağa, hem geçişlere komşu! Fabrikaların çarkları dönecekse, insanlar ısınacaksa, otomobiller çalışacaksa yani hayat devam edecekse ENERJİ şarttı! İki dengede de oyuncular, Ankara olmadan buralarda söz söyleyemezdi. Özellikle Amerika coğrafi olarak çok uzaktı. Buralara gelmesi ve dediğini yaptırması mümkün değildi. Attığı her adımda Türk askerine ihtiyaç duyacaktı. Keza diğer aktörler için de bu gerekliydi!

Tarih eşsiz bir fırsatı getirip Türkiye'nin önüne bırakmıştı! Ankara, TARAFINI seçip yoluna devam edecekti. Hem Londra hem de Washington'ın Ankara'da yıllarca bıraktığı izler, hiç iyi değildi. Ama şimdi AKIL zamanıydı. Erdoğan, Putin ve Obama el sıkıştı. Haliyle diğer kanat bunu görünce harekete geçti. AK Parti'yi kapatma davası, Balyoz ve Ergenekon operasyonları ile MİT krizinin arkasında yatan asıl sebep buydu. Ankara, içerideki Avrupa ve Neo-Con kanadını DALGALARLA temizlerken, onlar da kapatma davasıyla ve MİT soruşturmasıyla "size rahat yok" mesajı veriyordu!..

Kılıçlar çekilmişti bir kere... 

Ankara kendi önemini anlamıştı. Gereğini yapacaktı. Önündeki engelleri biliyordu. Acil olarak Kürt sorununun bitmesi gerekiyordu. PKK dağdan inmeliydi. Bölgeyi avucuna alacak Türkiye, önündeki terör ile vakit kaybedemezdi.

Kaldı ki istikamet Kuzey Irak'taki PETROL ve GAZ kaynaklarıydı! İçerideki Kürtler'i sarmadan, dışarıdaki Kürtler'i yönetemezdin. Bu nedenle İmralı devreye sokuldu. Peş peşe gelişmeler yaşanırken, diğer kanat Paris'te 3 PKK'lıkadını vurarak cevap verdi. Mücadele sürüyordu. Ama PKK'lı kadınların cenazesinde önemli bir ayrıntı gözlerden kaçmıyordu. Bayan Mitterrand'ın manevi kızı LEYLA ZANA törene katılan Kürt milletvekilleri tarafından dışlandı! Birileri BDP'ye "Artık gözünüzü açın. Gerçeği görün. Tarafınızı seçin" demişti sanki... 

Paris'te sürece sıkılan kurşunlar aksine KÜRTLER'i bölmüştü. Avrupa destekli olan Kürtler ayrılacaktı. Nitekim cenazede start verilmişti!

Türkiye'de bunlar yaşanırken, iki oyun kurucu arasında mücadele çok sert devam ediyordu. Yahudi patronlar, Hristiyanlığı küçük düşürmek için harekete geçmişti. Biliyorsunuz her ekonomik mücadele önce DİN kisvesi altında yapılır... 

Halkları ikna etmek için şarttı! Dan Brown isimli yazarın kaleme aldığı "Da Vinci'nin Şifresi" kitabıyla Hz. İsa'nın evlendiği, çocuk sahibi olduğu, soyunun devam ettiği ve gizli şifrelerin ele geçirildiği ileri sürülüyordu. Hristiyanlar'ın inancını sarsacak iddialardı bunlar! Kolay kabul edilebilecek şeyler değildi! Bunun üzerine karşı hamle Mel Gibson'dan geldi. "Hz. İsa'nın Çilesi" isimli filmle cevap verildi.

Film "Hz. İsa'yı öldürenler Yahudiler'dir" diyordu...

Savaş Ortadoğu'da olacaktı ya, edebiyat ve sanat alanındaki mücadele de aynı bölgeyi temel alıyordu...

Anlayacağınız bütün yollar Ortadoğu'ya çıkıyordu! Ayrı bir yazı konusu ama içerideki LAİK-ANTİLAİK çatışması da dışarıdaki bu savaşın ürünüydü!

Tabii her zaman ki gibi biz bunu bilmiyor ve görmüyorduk! 

Şablonlarla yaşadığımız için gerçeği bilemiyorduk.

12 Eylül ve 28 Şubat darbelerini yapan Amerika'ydı.

Fakat ismini "Morrison Süleyman'a" çıkardığımız Demirel'in 12 Eylül'de nasıl indirildiğini düşünmüyorduk!

CIA şefi Paul Henze, Başkan Carter'ı arayıp "Bizim çocuklar başardı" diyordu! Gelen de giden de Amerika'nın destek verdiği isimlerse ortada bir terslik var demekti! Oysa yoktu! Demirel, Amerika'nın içindeki küresel sermayeye direndiği için gitti. Ülkenin yabancı sermaye açılması gerekiyordu. Darbe bu nedenle yapıldı.

İşin ilginci Demirel'den nefret edip "Bağımsız Türkiye" diyerek Demirel'e öfke kusan SOLCULAR darbe ile birlikte toz oldu! SOLCULAR komünist MOSKOVA yerine Avrupa'ya kaçıyordu! Tekrar etmekte fayda var:

SOL'un kaynağı Londra'ydı!

Yıllarca bizi kavram karmaşası ile yöneten ve içe kapatan iki güç, yani Londra-Washington sonunda kapımıza geldi! İki tarafın da başka çaresi yok! Bu mahallede bizim sözümüz geçiyordu.

Ankara'daki AKIL, İmralı süreci ile küçücük, önemsiz bir adadan BÜYÜK TÜRKİYE çıkaracak... 

Eğer siyasi gözlüklerimizi çıkarırsak bunu çok net görürüz!

Tarih bir daha böyle şans verir mi bilinmez!

Ya bu golü atacağız ya da içeride dağılacağız...

Ama her işaret, maçı alacağımız yönünde...

Kürtler de, iş dünyası da bunu gördü!

Az şey mi!


Yine Avrupa






Paris Lafayette 147 no'lu binada işlenen cinayetlerin üzerindeki esrar perdesi yavaş yavaş aralanmaya başladı. 3 PKK'lı kadını başlarından vuran kişinin Sakine Cansız'ın şoförü olduğu iddia edildi. Fransız polisi çalışmalarını sürdürüyor. Yakında bu ismin kimden emir aldığı ve neden bu cinayetleri işlediği soruları da cevap bulur! İlk izlenimler örgüt içi hesaplaşma yönünde... 





Fransızlar'ın paylaştığı bilgiler bunu işaret ediyor. Zaten biz de bunun iç hesaplaşma olduğunu günler önce yazmıştık.





Olayın arkasında Rıza Altun ve ekibi var! Yani tetiğin çekilmesinin nedeni PARA... 


Altun, 2004 yılında örgütten ayrılıp mücadelesini farklı bir yöntemle sürdürmek için harekete geçti. Etrafında sözünü dinleyecek çok insan vardı. Ancak ekibi bir arada tutabilmek için gerekli olan tek şey PARAYDI! Perde arkasında kalıp Altun'a destek olan Avrupalı güçlerin onayı ile çok ciddi miktarda para toplandı. Ancak Altun, bu parayı büyük ihtimalle Fransa'da emin ellere teslim etti!


İşte Sakine Cansız bu paranın varlığını ve izini buldu. 


Cansız bu hamlesiyle, PKK'nın Avrupa kanadında istenmeyen isim haline geldi. İnfaz kararı bu nedenle verildi. Çekilen tetik, PKK'nın ikiye bölünmesine yol açtı! Zaten İKİ parça olan PKK'nın, İKİ yüzünü ortaya çıkardı.Bundan sonra KARELER daha da netleşecek!


Peki, PKK iki parça da Türkiye'de boy gösteren, yaşayan ve yaşamayan oluşumlar tek parça mı?


Bu sorunun cevabını defalarca verdim. 


Türkiye'de Cumhuriyet tarihi boyunca İngiltere ve Amerika merkezli güçlerin mücadelesi yaşandı. Londra o kadar akıllı ve birikimliydi ki, Neo-Conlar aracılığıyla çoğu zaman Amerika'yı bile bloke etti! Bunun çok örneği var! Oysa hayat bize bu iki gücün gölgelerini çok daha önceleri gösterdi. Ama her konuda yapılan SIĞ tartışmalar yüzünden hiç büyük fotoğrafı göremedik!


Bu iki güç, Türkiye'yi karıştıracak bir organizasyonu hayata geçirdiği zaman onun karşıtı olan bir yapıyı da hemen inşa ediyordu! Karşılıklı mücadele YAPAY da olsa ülkeye kan kaybettiren gücün çoğalıp büyümesine neden oluyordu! Örnek PKK!


Bu illüzyonu da yazan ve gösteren olmuyordu! Kimse dillendirmeye yanaşmıyordu! Bu nedenle yasadışı oluşumlar konusunda dünyanın en bereketli ülkesiydik!


Zaten DARBELERİ bile haber alamayan ya da veremeyen bir İSTİHBARAT yapımız vardı. Hiç unutmam Süleyman Demirel "Darbeleri Ankara'dan değil Angola'dan duyardık" demişti!


Acınacak bir halimiz vardı. Çünkü ülkenin her kurumu, bu iki güç tarafından işgal edilmişti.


Ama hep söylediğim gibi Londra ve Avrupa merkezli güçler bir adım öndeydi. Sonuçta Amerika coğrafi olarak bir dezavantaj içindeydi... Ancak Amerika'nın uzak olması, olaylardan uzak kaldığını göstermiyordu. Onlar da Avrupa merkezli her oluşumun içine kesinlikle adamlarını soktu! 


Devlet, solcu, sağcı, şeriatçı, ülkücü, gayrimüslüm avına çıkarken onlar Türkiye'yi yönetmek için çarpışıyordu. Biz de bunu bilmeden birbirimizin boğazına sarılıyorduk!


Şimdi de DHKP-C operasyonu başladı! İddialar havada uçuşuyor... 


Avrupa'da 9 ülkede Türkiye'de ise 50 ilde yapılanmayı tamamlayan yeni DHKP-C, şantajla veya rüşvetle devletten aldığı kozmik bilgileri KOZMİK kasalarda saklamış! Ve illegal yollardan ele geçirdiği devlet sırrı tanımına giren belgeleri, AVRUPA'ya yollamış!


Yine Avrupa!


Bakın; Hablemitoğlu'nun vurulmasını saymazsak, en kapsamlı son cinayet ÖZDEMİR SABANCI'nın öldürülmesiydi!


Bunu aydınlatamadık! Ama tetiği çekenin kim olduğunu bilemesek de olaydan sonra fail olarak tanıtılan üç isim Fehriye Erdal, İsmail Akkol ve Mustafa Duyar, ortadan kayboldu! Daha sonra bir de baktık ki üç şüpheliAVRUPA'da!


Garip değil mi! Ne zaman Türkiye'yi karıştıracak bir oluşum belirse, temeli ve uzantısı AVRUPA'da oluyordu!


Nedense ülkeyi karıştırmak için elini taşın altına sokan sözde ülkücüler, solcular, İslamcılar, komünistler, Maocular, muhafazakarlar hep aynı yolu takip ediyordu! 


SOL için sokağa dökülen de, SAĞ için silaha sarılan da AVRUPA'ya gidiyordu! 


Mesela KÜBA'ya ya da Rusya'ya giden bir SOLCU görülmediği gibi Orta Asya'ya kaçan bir ülkücü de görülmüyordu! Bizi Avrupa'ya almamak için direnen ülkeler, nedense içeriyi karıştırmak için ellerinden geleni yapıyordu!


Neyse konudan kopmayalım!


Yeni DHKP-C hakkındaki iddialar ilginç ve düşündürücü. Doğru mu değil mi bilmiyoruz... 


Ama bildiğimiz bir eski DHKP-C var!


Anlatalım...


Bedri Yağan... 1978'de kurulan Devrimci Sol örgütünün kurucuları arasında yer aldı. 25 Ekim 1989 tarihinde Dursun Karataş ile birlikte İstanbul Bayrampaşa Cezaevi'nden kaçtı. Gıyabında ölüm cezası verildi.


Daha sonra ömür boyu hapse çevrildi. 1992'de örgüt içinde Dursun Karataş ile arasında bir iktidar kavgası başladı. Örgüt üyeleri bile bu kavganın sebebini bilmiyordu. Ama vardı! Bu kavga kanlı çatışmalara ve örgütün bölünmesine yol açtı. 


Bedri Yağan, örgütü ele geçirmek için Eylül 1992'de Karataş'ın evini bastı! 


Ama birileri Karataş'a bunu haber vermişti! Bu hamleden sonra örgüt ikiye bölündü!


Ancak kavga sürüyordu! Aradan bir yıl geçmişti.


İstanbul polisi Kartal'daki Deniz Apartmanı 13 numarayı bastı. Hanefi Avcı'nın yönettiği operasyonda, Bedri Yağan ile birlikte Menekşe Meral, Gürcan Özgür ve ev sahipleri Asiye ve Rıfat Kasap öldürüldü. Yağan'ı polise Dursun Karataş'ın ihbar ettiği ortaya çıktı. Operasyonda yer alan Ayhan Çarkın, çok sonra "İstesek hiçbiri ölmezdi" dedi. İşin ilginci, iki ismi de hapisten kaçıran güç farklıydı.


Hatta bir başka güç de SİNAN KUKUL'u örgütün başına getirmek istiyordu. Ama onunda ömrü vefa etmedi!


Gelelim az önce sözünü ettiğimiz konuya...


Muhtemelen bu örgütte yer alan bütün isimler, Türkiye'de SOL bir rüzgar estireceklerini düşünüyordu!Arkalarındaki Avrupa'lı güçlerin oyununu görmüyordu. Onlardan beklenen sadece ülkeyi germekti!


Bilmeden bunu yapıyorlardı! Polis de asker de bilmeden işin içindeydi!


Polisin bir kanadı Dursun Karataş'ı desteklerken, askerin bir kolu da Bedri Yağan'a sahip çıkıyordu! Yağan'ın da üstüne basarak söylüyorum Amerika'ya yakın olduğundan haberi yoktu! Çünkü araya girip emir getirip götürenlerin kime bağlı olduğunu anlamazsınız böyle durumlarda...


SOL jargonla karşınıza gelen kişinin İNGİLİZ LORDU ya da CIA yetkilisi olduğunu nereden bileceksiniz!


İşte Türkiye artık kendi oyununu kendi kurduğu ve içeriye hakim olduğu için çok operasyon görüyoruz! Faili meçhullerin azalması, sokaklarda güvenin sağlanması, rahatça okula, işe, alış-veriş merkezlerine gidilmesinin sebebi bu!


Artık hayatımızın ÖZNESİ olmaya başladık!


Evin içini temizleyip, kurulan yeni dünya düzenine ortak olmaya başladık!


Washington ve Obama bunu gördü. Kabul etti. Ortaklığa "varız" dedi...


Londra ve oradan emir alan Avrupa ise sonuna kadar gitmeye kararlı...


Ama Ankara da kararlı...


Yıllarca KAPIDA beklettikleri Ankara'nın bu kadar akıllı olacağını hiç düşünmediler!


Şimdi bin pişmanlar...


Ee son pişmanlık fayda etmez


Son operasyon

Ümraniye'de ele geçirilen bombalardan sonra başlayan Ergenekon operasyonları, Balyoz dalgaları, PKK ile masada barış arama çabaları ve şimdi de DHKP-C örgütüne yönelik tutuklamalar... 
Gizli kasalar, kozmik belgeler, ajanlık suçlamaları, bilgilerin Avrupa'daki bazı ülkelerle paylaşılması gibi onlarca iddia havada uçuşuyor...
Ergenekon ve Balyoz'da olduğu gibi bu operasyonların da peşine düştük. 
"Neler oluyor?" sorusunun cevabı, burada da çok önemliydi.
Devlet ne yapıyordu?Anlamadığımız noktalar nelerdi?
Neden avukatlar bile tutuklanıyordu?Zihnimde onlarca soru vardı. Ama hepsinin cevabını tek başıma bulmam hiç kolay değildi...
Doğru insana doğru soruyu sormalıydım... 
İki gündür "Kim olabilir?" diye düşünürken, devletin kozmik bilgilerini elinde tutan dostuma ulaştım. Uzun zamandır ortada yoktu... Konuşmazdı... Sır küpüydü...
Dostluğumuza güvenip ikna ettim. Çok önemli sorulara çok önemli ama kısa cevaplar verdi...
İtiraf etmeliyim; Açtığı pencereden DHKP-C'yi eksiksiz anladım. Yazmamak kaydıyla örgütün çok ünlüPAŞALAR ve SİYASİLERLE temas halinde olduğunu gördüm. Öyle bir ilişki ağı ki, bilseniz siz de şaşırırdınız.
Merak ettiğinizi biliyorum...
O zaman başlayalım... 
DHKP-C nasıl bir örgüt?Bedri Yağan ortadan kaldırılınca, Dursun Karataş örgütün tek hakimi oldu. Karataş'ın örgütle ve örgütün arkasındaki güçlerle ilişkisi çok eski ve derindir! Çok değişik bir isimdi... Belki bu nedenle kendisine Dursun Dayı denirdi! 
Değişik derken!Örgüt her zaman devletin ilgi alanında oldu. Ama hep uzaktan... 
Uzaktan mı?Evet! Çünkü örgüt, muazzam bir istihbarat gücüne sahipti. MİT korkardı! Mesafeli davranırdı! 
MİT neden korksun ki? Örgütün, merkezi BRÜKSEL olan bir istihbarat ağı vardı. Bu merkezden Türkiye'de ne olup bittiği onlara aktarılırdı. Gazetelerde yazmadı ama örgüt içine sızan çok sayıda MİT elemanı infaz edildi. Hayatını kaybeden istihbaratçıların cesetleri daha çok inşaatlarda bulunurdu! Karataş'a ve örgüte çok güçlü bilgi akışı vardı. İçlerine sızan bir istihbaratçı en fazla 1 yıl yaşayabilirdi. Deşifre olmayanı ben görmedim! 
Nasıl bir örgüt bu böyle! İstihbarat Başkanlığı olan bir yapı! 
Bu kadar karmaşık olduğunu düşünmemiştim!Sözünü ettiğim bu istihbarat merkezinde çalışman için yurt içi ve yurt dışı görevleri başarıyla tamamlaman gerekir!
* Yurt dışından kastınız? Ortadoğu değil tabii! Yurt dışı görevleri hep AVRUPA içidir!
Peki nasıl oluyor bu atamalar?Örgüt önce sizi hapse düşürür! Örneğin bir hırsızlık suçundan hapse girersiniz. Orada örgütü tanır, gelişirsiniz! Devamlı ders verilir çünkü! Hapis, okuldur! 
Sonra?Olgun bir üye olunca dışarıda görev çıkar! Dediğim gibi bu Rusya ya da İran değildir! Hep Avrupa içindeki ülkelerdir! Örgüte giriş vardır, çıkış yoktur! 
Şaşırdım açıkçası!En güçlü oldukları yer Türkiye'dir. Öyle güçleri vardı ki bir telefonla en önemli isimleri serbest bıraktırırlar... Mesela Reşat Altay bu örgütü çok iyi bilen bir isimdir!
Başka bağlantıları var mı?Mehmet Ağar'a karşı özel bir ilgileri vardır! Bunun ne olduğunu bilmem. Sayın Ağar da asla konuşmayacağı için nedenini öğrenemeyiz. 
Ağar'dan ne istediler ki?Çok uzun zaman önce Ağar, galiba Erzurum'da görev yaparken DHKP-C Elazığ Grubu kendisini tek yakaladı. Tam vuracaklarken vazgeçtiler... O olay Ağar'ı parlattı. Bu girişimi, bir nakliyat şirketinin sahibi var, o çok iyi bilir! Unutma sakın, devlette herkes bu insanlarla iyi geçinmek için azami gayret gösterir...
Siyasiler dahil.. 
Hangi siyasiler?İsim vermek doğru olmaz. Ama ANAP'lı bir vekil vardı. Alaattin Çakıcı'nın hemşehrisiydi. O bunlarla çok iyi görüşürdü! Bir de CHP'li vekil vardı. Çok ayrıntılı bilgilere sahipti. Daha başka insanlar da vardı! Atatürkçü Düşünce Derneği'nden, Ordu'ya kadar, diğer sol örgütlerden, işadamlarına kadar herkes iyi geçinirdi. Devletin kurumları uzak dururdu! PKK Diyarbakır'da, bunlar METRİS'te doğdu! MHP'lilerle de İslami örgütlerle de çok iyi geçinirlerdi! 
Peki askerlerle nasıl ilişkileri vardı? İşte bu konu çok derin... İsim vermek istemiyorum.
Ama sandığından çok daha karışık ve gizemli bir konu... Bunu atlayalım... 
Son soru... Tutuklamaların arkasından bir şey çıkar mı?Bilemem... Ben geçmişi konuşmayı tercih ederim.
Anlattıklarımın eksiği var, fazlası yok. Tutuklamalar hakkında söz söylemek benim işim değil. Yargı kararını beklemek en doğru davranış olur. Avukatlar suçsuz olabilir. Bilmiyorum. Ama Avrupa'nın bizle uğraşmaya devam edeceğini çok iyi biliyorum... Şimdilik benden bu kadar!
İşte kozmik dostum, DHKP-C ile ilgili olarak bunları paylaştı. Samimi olarak itiraf etmem gerekirse örgüt, sandığımdan çok daha karışık bir yapıya sahipmiş...
Bu kadar istihbarat aldığını ve her adımı bilerek attığını bilemezdim... 
Örgütün BEYNİ ve yönetimi de oldukça ilginç! Eskiye ait olduğu için yer vermedim. Ancak dostum örgütün lideri hiçKADIN olmadı demeyi de ihmal etmedi... Sanırım geçtiğimiz aylarda "yerli basın" bir KADINDAN söz etmiş!
Dostumu tanıdığım için anlattıklarına inanmakta en küçük bir şüphe duymadım. Bu kısa görüşme bile TÜRKİYEüzerinde ne kadar kirli oyun oynandığının göstergesi...
Haa unutmadan dostum yanımdan ayrılırken, çok önemli bir konuya temas etti: 
2000'de Ergenekon'da fikir ayrılığı çıkmasa bu operasyonları yapmakta çok zorlanırdık!Heyecanlandım!
Kolundan tutup "Fikir ayrılığı yaşayanlar Amerika ve Avrupa mı?" diye sordum...
Güldü!
"Bu konu uzun... 
Rahat bir yerde konuşmamız lazım" cevabını verdi... 
Şimdiden bir sonraki randevuyu beklemeye başladım...Bilgi PAHALI ve ÖZEL...
Köşe başında satılmıyor ki gidip alalım...
Haksız mıyım?
NOT: Dostum gittikten sonra Amerika ve Avrupa'nın Türkiye üzerinde ne dolaplar çevirdiğini düşündüm.
"Kirli işleri ne zaman öğreniriz?" diye kendi kendime sordum...
Sanırım biraz daha bekleyecektik!


Komplo

Lafayette 147 No'lu binada üç PKK'lı kadının öldürülmesinden sonra PARİS hayatımızın gelip orta yerine oturdu. Zanlı Ömer Güney'in 5 yaşından beri Fransa'da yaşamış olması, güvenlik görevlisi olarak çalışması, Kürtler'e tercümanlık yapması, sık sık unutkanlık yaşaması, her şeyden önemlisi Kürt olmaması cinayetin nereye gittiği konusunda FİKİRsahibi olmamızı engelledi!
Ben, en çok zanlı Güney'in, özellikle Sakine Cansız'a karşı ilgi duyduğu ve hasta olduğu iddialarına takıldım...
Eğer Fransızlar bunu bilerek yayıyorlarsa, ortadaDOSYAYI kapatma eğilimi var demekti.
Akıl hastası ve silahlara düşkün bir genç, ilgi duyduğuetkili bir kadınüç cinayet ile barut izi bulunan bir torba! Türk filmi gibi yani...
Tetiği Güney'in çektiğini kabul etsek de arkadaki gücün ortaya çıkmasını engelleyen, çok da zekice olmayan birSENARYO! Buna kim inanır bilemem!
Ama şu soruların cevap beklediği kesin! 
 Öcalan'a yakın kadrolarda temizlik mi yapılıyor? 
 Sakine Cansız, hangi paranın peşindeydi? 
 Öcalan'a yakınlığı bilinen Cansız, para trafiğinde büyük bir karadelik mi buldu? 
 Cinayetten sonra önemli bir dosya el değiştirdi mi? 
 Öldürülen üç PKK'lı kadın, sürece nasıl katkı verecekti? 
 Fransa, süreci baltalamak için işi MİT'e yıkmaya çalışacak mı?
Soruları daha da çoğaltmak mümkün.
PARİS'te olup bitenleri takip ederken, FRANSA tarafından yıllardır beslenen DHKP-C örgütüne operasyon yapıldı. Devletin gizli bilgilerini özel şifrelerle yabancı ülkelere iletmekten, suikast listesinde yer alan önemli isimleri kaldıkları otele kadar takip etmek gibi birçok önemli iddia havada uçuştu! Tutuklananlar avukat olunca, işin hassasiyeti ve volümü daha yüksek oldu. Çünkü avukat savunma hakkı demekti!
Neyse... 
İşte Paris ve Paris kaynaklı olayların peşinden sürüklenirken, önceki gece Galatasaray Üniversitesi'nin kullandığı tarihi saray KÜL OLDU...
Gelin burada hep birlikte KOMPLOCU bir bakış açısıyla ilerleyelim... 
Elektrik kaçağından çıktığı söylenen YANGINI uluslararası sorunun bir parçası haline dönüştürelim... 
Dedim ya komplocu bakalım... Saçmalayalım!
En başa dönelim ve başlayalım...
Galatasaray Lisesi'nin devamı olan ve Fransızca eğitim yapan bir üniversite kurulması fikri, 1970'li yıllarda ortaya çıktı. 1979 yılında Galatasaray Kulübü eski Başkanı ve işadamı Selahattin Beyazıt, Bülent Ecevit ve Süleyman Demirel'le görüşerek ilk somut adımı attı.
Bildiğiniz gibi Beyazıt bir dönem Türkiye'nin en güçlü ismiydi.
Avrupa'da krallarla, cumhurbaşkanlarıyla, başbakanlarla istediği zaman görüşebilen ender şahsiyetti!
Beyazıt, üniversitenin önce RİVA'daki kulüp arazisine kurulmasını önerdi. Bu tartışmalar sürüp giderken, Galatasaray Eğitim Vakfı Başkanı İNAN KIRAÇ, "Galatasaray Üniversitesi'nin kurulması için çalışmalara başladık" diyerek ilk adımı resmen attı!
Bu aşamadan sonra devlette ne kadar GALATASARAY MEZUNU isim varsa harekete geçti. Birbirlerine olan BAĞçok işe yaradı. Eski mezunlardan Büyükelçi Coşkun Kırca, konuyu dönemin Cumhurbaşkanı Özal'a söyledi. 
Türkiye'yi dışa açan Özal, teklife çok sıcak baktı. Bunun üzerine Özal'ın 5 Haziran 1991'de Fransa Cumhurbaşkanı Mitterrand ile Paris'te yaptığı görüşmede konu masaya geldi! Bu tarihten bir yıl sonra Mitterrand İstanbul'a geldi. Beyoğlu'ndaki LİSEYE giderek Özal'la birlikte Galatasaray Üniversitesi'nin kurulması için gereken imzaları attı!
Galatasaray, Türkiye'de eğitim dili Fransızca olan tek üniversite olmasının yanında, uluslararası bir antlaşmayla kurulan ilk yükseköğretim kurumu oluyordu!
Üniversite, RİVA'daki arazi yerine ORTAKÖY'e geldi! Boğaz'ın kıyısına!
Tarihler 1993'ü gösterirken, üniversite kendine yakışanı yapıp Fransa'daki pek çok kurum ile işbirliği protokolleri imzaladı. Fransa'ya eklemlendi yani!
Üniversite hem kurulmuş hem de entegre eğitimöğretim kurumu olma özelliğini korumayı başarmıştı!
Rektör sadece üniversiteden değil aynı zamanda Galatasaray Lisesi ve ilkokulundan da sorumluydu!
Ayrıcalık bu kadar da değildi! Üniversitenin Türkiye'deki diğer tüm üniversitelerden farklı ve kendine özgü bir öğrenci kabul sistemi vardı. Fransızca eğitim yapan liselere geçiş üstünlüğü veriyordu. Bunun temeli de Fransa ile yapılan ikili anlaşmaya dayanıyordu!
Bu ne demekti?
Galatasaray Üniversitesi, her yıl 480 öğrenci kabul eder. Bu öğrencilerinin yüzde 50'si Türkiye'de Fransızca eğitim yapan 18 liseden alınır. Bu kontenjanın yarısı, yani toplam öğrenci sayısının yüzde 25'i, Galatasaray Lisesi'nden kabul edilir!
Diğer parçayı da Saint Joseph, Saint Benoit Fransız, Notre Dame de Sion, Sainte-Pulcherie gibi liseler tamamlar!
Üniversite sınavıyla okulu kazanan öğrencilerin önüne Fransızca engeli çıkmaktadır. NOKTA!
Yukarıda KOMPLOCU düşünelim dediğim yere geldik!
Elektrik kaçağından çıktığı söylenen yangın hakkında spekülasyon yapacağımız koordinattayız!
Yukarıda 3 PKK'lı kadının Paris'teki infazından, zanlının kimliğinden ve cevap bekleyen sorulardan söz ettik. AncakBELÇİKA'nın yolladığı ve DHKP-C operasyonlarını başlatan CD'yi anlatmayı unuttuk! 
Fransa'nın etkili olduğu Brüksel'den Türkiye'ye bilgi akışı yıllar sonra da olsa bir ilkti! Ezber bozan bir hamleydi! Yani birilerinin mırıldandığı gibi, "Fransa CD'nin kodlarının çözüleceğini öngöremedi" tezi doğru muydu?
Bilmiyorum...
Ama 3 PKK'lı kadının ölümünden sonra Kürtler, oklarını Fransa'ya çevirdi. Yıllarca kendilerine kol kanat geren Fransız istihbaratının izni olmadan bu cinayetlerin işlenemeyeceğini Paris sokaklarında haykırdı! 
İşte can alıcı yerdeyiz!
Diyorum ki; Fransa'nın 30 yıl koynunda beslediği PKK bu yangınla, "Sen bizim kadınlarımızı yaktın! Biz de senin TC'deki en önemli arka bahçeni ateşe veririz" demiş olmasın...
Elleriyle besledikleri canavar, kendilerini tehdit ediyor olmasın!
Hadi canım, bunların hepsi safsata...


Hiç yorum yok: