16 Ocak 2013 Çarşamba

İngiliz Başbakanı'na çakma tuğralı hediye-Çakma tuğra, otlak fermanından makaslanmış-Los Angeles'ta açılan dava-Doğu Anadolu'nun iskân belgeleri Arşiv'de imha edildi-Maalesef doğruymuş, Iğdır’ın geçmişini imha etmişler!-Murat Bardakçı


İngiliz Başbakanı'na çakma tuğralı hediye

İngiltere Başbakanı David Cameron Türkiye'ye geldi, hakkımızda birbirinden güzel sözler etti, basın toplantılarında ardarda espriler yaptı, hattâ Türkçe cümleler bile kurdu.
Başbakan Tayyip Erdoğan, bu ziyaret sırasında İngiliz meslekdaşına şık bir hediye verdi: Osmanlı Hükümdarı Üçüncü Murad'ın 1593 Kasım'ında İngiltere Kraliçesi Birinci Elizabeth'e gönderdiği mektubun kopyasını...
Üçüncü Murad, mektubunda İngiltere'nin daha önce imzalanmış olan barış şartlarına uyduğu müddetçe Osmanlı topraklarında faaliyet gösteren İngiliz tüccarları himaye edeceğini, İspanya'daki Müslüman esirlerin kurtarılması konusunda İngiltere'nin gösterdiği çabadan gayet memnun olduğunu ve İngilizler'in İspanyollar ile sürdürdükleri mücadeleye destek için bir donanma göndermeyi düşündüğünü yazıyordu.
Mektup aslında bundan 417 sene önce gönderilmişti ve büyük ihtimalle İngiliz arşivlerinde hâlâ muhafaza ediliyordu. Bizim yaptığımız, belgenin Osmanlı arşivlerindeki kopyasından bir başka kopya çıkartıp şık bir çerçeve içerisinde İngiliz Başbakanı'na hediye etmek, yani Londra'ya tam 417 sene arayla aynı mektubu tekrar göndermekti.

AYIPTIR AYIP!
Başbakan Tayyip Erdoğan'ın Üçüncü Murad'a ait mektubun çerçevelenmiş bir kopyasını İngiliz meslekdaşı David Cameron'a verdiği sırada çekilmiş fotoğraflara bakarken belgenin üst tarafı dikkatimi çekti. Fofoğrafı büyütüp daha da dikkatle baktım ve hayrete düştüm...
Aklıevvelin biri, mektubun üzerine aslında olmaması gereken birşeyi ilâve etmişti: Üçüncü Murad'ın tuğrasını... Üstelik tuğraya bir de tezhip yaptırılmış ve belgeye konan çakma tuğra, daha bir çakma hâle getirilmişti...
Belgenin üzerinde tuğranın niçin olmaması gerektiğini izah edeyim...
Osmanlı İmparatorluğu'nda önemli kararlar, başında veziriâzamın bulunduğu ve "Di-vân-ı Hümâyun", yani zamanın hükümeti tarafından alınır ve bütün bu kararlar ile önemli yazışmalar "Mühimme" denen defterlere kaydedilirdi.
Devlet Arşivleri'nde, bugün üç ayrı tasnifte 300'den fazla Mühimme Defteri bulunuyor...
Mühimme Defterleri'ne geçirilen kararlar daha sonra "ferman", "berat" yahut isimleri konularına göre değişen çeşitli belgelere çok daha şık bir şekilde yazılır, belgenin üzerine padişahın tuğrası çekilir ve bütün bunlardan sonra, gereğinin yapılması için ilgililere gönderilirdi.
Daha açık şekilde ifade edeyim: Padişahın tuğrası sadece gönderilen fermanın, beratın, bazen de mektubun üzerinde olur ama Mühimme Defteri'ne kaydedilen asıl metnin üzerinde hiçbir zaman tuğra bulunmazdı. Defterlere tuğranın çekilmesine gerek de yoktu, zira bu kayıtlar sadece arşivleme maksadıyla tutulurdu.
Ama, Başbakanlık'a bağlı olan Osmanlı Arşivleri'ndeki bazı aklıevveller aradan bu kadar asır geçmiş olmasına rağmen, bu hafta yeni bir kural icad ettiler... Üçüncü Murad'ın 417 sene önce gönderdiği mektubun kopyasının üzerine çakma bir tuğra kondurdular ve bu tuhaf belgeyi Türkiye Cumhuriyeti'nin Başbakanı'nın elinden İngiliz Baş-bakanı'na hediye ettirdiler...
Bu işi yapanlar Mühimme Defteri'ndeki düz bir yazı ile kaleme alınmış kaydın üzerine tuğra çektirerek, üstelik çektirmekle de kalmayıp o tuğraya tezhip yaptırarak belgeye kendilerine göre daha şık ve "emperyal" bir hava vermeye çalıştılar ve âmirlerinden "Afferin size! Bravo! Ne kadar güzel, şık ve rengârenk bir belge bulmuşsunuz! Maaşallah!" diye takdir görmek istediler diyelim...

UZMANLAR GÜLECEK
Peki ama Mühimme Defteri'nin herhangi bir sayfası ile padişah mektubu arasındaki farkı ilk bakışta anlayacak bilgiye sahip uzmanların sadece Türkiye'de değil, İngiltere'de de bulunduğu hiç mi akıllarına gelmedi? Üstelik, İngiliz Başbakanı'na "Üçüncü Murad'ın Kraliçe Birinci Elizabeth'e mektubu" diye verilen cicili bicili ama altı kaval üstü şişhane bu belge karikatürünü görecek olan Londra'daki uzmanların kahkahalarla gülecekleri?
İşte, kanunu hâlâ çıkartılamamış olan, bazı yöneticilerinin devlet büyüklerine yaranma yarışına girerek böyle işler ettikleri ve senelerden buyana başına konuya hâkim bir kişinin hâlâ getirilemediği Osmanlı Arşivleri'nin son durumu: Çakma tuğralı belge imâl etmek!


Çakma tuğra, otlak fermanından makaslanmış

Cuma günü, Osmanlı Arşiv-leri'nin sebep olduğu rezaleti yazmıştım, okuyama-mış olanlar için kısaca tekrar edeyim:
Başbakan Tayyip Erdoğan, hafta içerisinde Türkiye'ye gelen İngiltere Başbakanı David Cameron'a şık bir hediye vermişti: Sultan Üçüncü Murad'ın 1593 senesinde İngiltere Kraliçesi Birinci Elizabeth'e gönderdiği mektubun çerçevelenmiş bir kopyasını... Ama mektubun metni orijinal görüntü değildi, 16. asrın Bakanlar Kurulu olan "Dîvân" kararlarının yazıldığı "Mühimme Defterlerindeki müsveddeden bir kopya çıkartılmıştı, üstelik belgenin üzerinde görünen tuğra da biryerden alınıp monte edilmişti. Zira, Mühimme Defterleri'ndeki kararlarda tuğra olmazdı!
Cuma gününden buyana "Ben bu çakma tuğrayı daha önce görmüştüm" diye düşündüm, iki gün boyunca dünya kadar kitabı elden geçirdim ve buldum: Devlet Arşivleri'nin başındakiler, tuğrayı daha önce yayınladıkları bir başka belgeden makaslayıp bundan 417 sene önce Kraliçe Elizabeth'e gönderilen ve aslı zaten İngiliz arşivlerinde olan mektubun müsveddesinin üzerine yerleştirmiş ve uydurdukları bu belgeyi Başbakan Erdoğan vasıtasıyla İngiliz Başbakanı'na hediye ettirmişlerdi.

ÇAYIRDAN AL, KRALİÇEYE VER
Tuğra, Üçüncü Murad zamanında, İ575 Aralık'ında hazırlanmış bir "temliknâme" den makaslanmıştı. Devlet Arşivleri'nde muhafaza edilen 230 santimlik temliknâmede Kanunî Sultan Süleyman'ın oğlu İkinci Selim'in hükümdarlığı zamanında Rumeli Beylerbeyi Ahmed Paşa'ya verilen Ankara, Bolu, Teke, Hüdavendigâr sancakları ile Seferhisar ve Dodurga'daki köyler, çayırlar ve mezralar yazılıydı. Temliknâmenin fotoğrafı da, Arşiv'in bundan birkaç sene önce yayınladığı "Osmanlı Fermanları" isimli kitapta yeralıyordu.
İşte, bu temliknâmenin üzerindeki tezhipli tuğra bilgisayarla makaslanıp "çakma" hale getirilmiş, yani Rumeli Beylerbeyi Ahmed Paşa'nın otlakları için çekilmiş tuğra İngiliz Başbakanı'na takdim edilmişti! Burada fotoğraflarını yayınladığım temliknâme ile çakma tuğralı müsvedde mektubu mukayese ettiğinizde, Devlet Arşivleri'nde uygulanan bilgisayarla kes-yapıştır usulünün sizleri de hayrete düşüreceğine eminim...
Hadiseyi arşivdeki yabancı araştırmacıların basiretsizliği, cahilliği yahut birşeyler yapıyormuş gibi görünüp takdir görme çabası şeklinde yorumlayabilirsiniz ama böyle bir cür'etin neticesi bir hayli ağırdır. Arşivlerimizin saygınlığının yerle bir olması, belgelerimizin güvenilirliğinin ayaklar altına alınması ve çok daha önemlisi, Ermeni iddiaları konusunda senelerden buyana "Arşivlerimiz açıktır, bilima-damları gelsinler, araştırsınlar" diyen Türkiye'nin bundan böyle ciddiye alınmaması neticesini doğurabilir. Zira yabancı araştırmacılar "İngiliz Baş-bakanı'na bile uydurma belge hediye etmekten çekinmeyen Türk Arşivleri'nin bize göstereceği belgelerin acaba ne kadarı gerçektir?" diye düşünebilirler ve artık kimseleri ikna edemezsiniz.

EMVÂL-İ METRUKE KAYITLARI
Şimdi, arşivin senelerden buyana fedâkârca çalışan uzmanlarını çakma tuğra imalinde kullanmaya başlamış olan o arşivin yöneticilerine bir hatırlatma yapayım:
Senelerden buyana nüfus defterlerini ve 1915 tehcirinde vilâyetlerden İstanbul'a gönderilmiş olan sevk kayıtlarını bir türlü açamadınız, zira meşguldünüz, sadece İngiltere'ye değil, Endonezya'ya bile çakma belge göndermekle uğraşıyordunuz, amennâ! Ama, Mark Geragos adındaki belâ avukatın geçen hafta Los Angeles'ta Osmanlı döneminde el konmuş Ermeni malları için açtığı dâvâyı lutfedip ciddiye alın ve küçük çocukların pencereye, bardağa yahut duvara çıkartma yapıştırması gibi önünüze gelen her belgeye çakma tuğra monte etmek komikliğine bir müddet ara verip şimdiye kadar bahsi edilmeyen "emvâl-i metruke" yani "terkedilmiş mallar" kayıtlarının üzerine ciddî şekilde eğilin.
Zira, Los Angeles'ta açılan dâvâ Ermeni tarafının önceki teşebbüslerine pek benzemiyor; Allah göstermesin, kaybettiğimiz anda tazminat kararları çığ gibi gelir ve çakma tuğralarınız o zaman pek bir işe yaramaz!


Los Angeles'ta açılan dava

Gazetelerde okumuşsunuzdur: Mark Geragos adındaki bir avukat, Osmanlı vatandaşı olan bazı Ermeniler'in vârislerinden aldığı vekâletlerle Los Angeles'ta bir dava açtı ve 1915 tehcirinde elkonan Ermeni malları ile ilgili olarak Türkiye'nin tazminat ödemesini istedi.
Gazetelerimizde sadece bir gün haber olarak yeralan dava, yayının hemen ertesi günü unutuldu ve gelecekte tehlike halini alması muhtemel bu teşebbüsün üzerinde pek durulmadı.
Los Angeles'taki davanın neyin nesi olduğunu ve maksadını kısaca anlatayım:
Osmanlı hükümeti, Ermeni patırtısının büyümesi üzerine 1915 Mayıs'ında meşhur "Tehcir Kanunu"nu çıkarttı ve Anadolu'nun bazı bölgelerinde yaşayan Ermeniler başka yerlere sevkedildiler.
Tehcir edilenlerin durumun düzelmesine ve o sırada devam etmekte olan Dünya Savaşı'nın sona ermesine kadar gönderildikleri yerlerde kalmaları ve herşey sakinleştikten sonra yeniden eski yerlerine dönmeleri öngörülmüştü.

"EMVÂL-İ METRUKE"
Gidenler geride çok sayıda gayrımenkul bırakmışlardı ve bu gayrımenkullerin muhafaza altına alınıp sahiplerine sonradan iadelerini sağlamak maksadıyla bazı düzenlemeler yapılması gerekiyordu. Bunun için yönetmelikler çıkartıldı, İstanbul'dan taşraya çok sayıda talimat gönderildi ve neticede, Ermeniler'in bıraktıkları mallara dönüşlerine kadar elkondu. Bu iş gayet titiz şekilde yapıldı, vilâyetlerde malları gösteren son derece ayrıntılı listeler hazırlandı ve listeler İstanbul'a yollandı.
Ermeniler'in bıraktıkları mallara "emvâl-i metruke" deniyordu...
Tehcir sırasında çok acı hadiselerin yaşandığını ve gönderilen 920 küsur bin kişiden bazılarının çeşitli sebeplerden dolayı yollarda yahut gittikleri yerlerde can verdiklerini artık hepimiz biliyoruz...
Aradan üç sene geçti ve Osmanlı İmparatorluğu'nun savaşta mağlûp olup 1918 Ekim'inde Mondoros Mütarekesi'ni imzalamasından sonra, tehcire tabi tutulmuş Ermeniler'in bir kısmı Türkiye'ye döndüler ve mallarını talep ettiler. Taleplerin hemen tamamı yerine getirildi ve herşey yeniden defterlere kaydedildi. Memleketlerine dönemeyen tehcir mağdurlarının mallarının iadesi ise, tabii ki sözkonusu olmadı.
Los Angeles'ta açılan davada Türkiye'nin işte bu "emvâl-i metruke" için tazminat ödemesi isteniyor, üstelik bazı hayalî taleplerde de bulunuluyor, meselâ "hazinelere" ve "sanat eserlerine" de elkonduğu iddia ediliyor.

ASIL HEDEF: 2015
Şimdi üzerinde pek durmadığımız ve sadece günlük bir haber olarak geçiştirdiğimiz bu dava yakında Türkiye'nin başını çok ağrıtacaktır, zira arşivlerimizde bugüne kadar emvâl-i metruke listeleri konusunda ciddî bir çalışma maalesef yapılmamıştır. Daha açık söyleyeyim: Elkonmuş olan Ermeni gayrımenkullerinin ayrıntılı dökümleri araştırmacılara açılmamış olmasına rağmen mevcuttur ama iade edilen malları gösteren belgeler 95 seneden buyana hâlâ toparlanamamıştır.
Üstelik, Ermeni meselesi hakkında şimdiye kadar muhatap olduğumuz suçlamalar, önümüzdeki beş sene içerisinde önümüze çıkartılacak olan taleplerin yanında bir hiç gibi kalacaktır. Pek farkında değiliz ama, diaspora asıl atağını tehcirin yüzüncü yıldönümü olan 2015 senesinde yapma hazırlığında-dır, Los Angeles'taki dava o zamana kadar dallanıp budaklanacak ve sadece bu kadarla kalınmayacak, çok daha başka girişimlerde bulunulacaktır.
Türkiye'nin bu konularda kullanabileceği en önemli cevap mekanizması olan Devlet Arşivleri'nin mâlum çakma tuğra merakından vazgeçip toparlanamaması hâlinde başımıza gelecekleri düşünmek bile istemiyorum.


Doğu Anadolu'nun iskân belgeleri Arşiv'de imha edildi

Önceki hafta Türkiye'yi ziyaret eden İngiltere Başbakanı David Cameron'a çakma tuğralı bir belge hediye edilmesi skandalinin kahramanı Devlet Arşivleri'n-de bu defa bambaşka bir rezalet ortaya çıktı ve Doğu Anadolu'dan saklanması için Arşiv'e gönderilen bazı iskân belgelerinin yanlışlıkla imha edildiği anlaşıldı.

İnanılması bile zor gibi görünen skandal, 2009'un sonlarında meydana geldi.

3473 sayılı kanun ve ilgili yönetmelik "arşiv malzemesi" hükmünde olan, kamu kurum ve kuruluşlarında biriken ve "devlet millet hayatını, kişi hak ve menfaatlerini koruyan" belgelerin önemlilerinin devlet arşivlerine gönderilmesini öngörüyordu.

Devlet Arşivleri, bu kanun uyarınca bazı bakanlıklardan ellerinde bulunan arşivlik evrakın kendilerine devredilmesini istedi. Talepte bulunulan resmî müesseseler arasında Bayındırlık ve İskân Bakanlığı'na bağlı Âfet İşleri Genel Müdürlüğü de vardı ve genel müdürlük, sahip olduğu evrakın başına neler geleceğini tahmin edemeden, binlerce belgeyi gayet iyi niyetli bir şekilde Devlet Arşivleri'ne gönderdi.

Ama ortada bir mesele, daha doğrusu bir düzensizlik vardı: Dünyanın en önemli belge hazinelerinden olan devlet arşivimiz mükemmel şekilde çalışıyor ve hattâ imâl edilen çakma tuğralı belgelerle İngiliz başbakanı bile kandırılıyordu ya... İşte bu mükemmel sistem bakanlıklardaki evrakın Arşiv'e nakli işinde de tıkır tıkır işliyor ve bakanlıklardaki belgeler bazen listelenerek ama bazen listelemeye bile gerek duyulmadan çuvallara doldurulup arşive yollanıyordu.
Taşıma işi de, kamyoncu kooperatiflerine yahut kargo şirketlerine havale edilmişti...

İSTİKAMET, İMHA ÜNİTESİ!

Bayındırlık ve İskân Bakanlığı'nın Doğu Anadolu'daki birimlerinden yüklenen onbinlerce iskân belgesini taşıyan bu kamyonlardan biri, geçen senenin sonlarında yolunu kaybetti... Ankara'ya doğru yola çıkan kamyon, devlet arşivlerinin depoları yerine Ergazi semtindeki imha ve balyalama ünitesine gitti ve yükünü boşalttı.

Devlet Çakma Tuğra Arşivleri Genel Müdürlüğü'nün yetkilileri işin farkına vardıklarında artık çok geç olmuş, onbinlerce belge bir güzel imha edilip SEKA'ya gönderilmek üzere balya haline getirilmişti.

Hata, daha doğrusu bu tarih cinayeti farkedildiğinde yetkililer hayli telâşa düştüler ama imha edilen belgeleri kurtarıp kullanılabilir hâle getirme çalışmalarından önce, rezaletin duyulmasını önleme çabasına giriştiler. Gerekli sansürlerden ve "Ağzını açanı kovarız haaa!" gibi âcil tedbirlerden sonra kâğıt kıyma makinelerinden geçirilmiş iskân evrakının kurtarılmasına uğraşıldı. Bu iş için hemen bir grup kuruldu ve tasnifle görevli onlarca arşiv memuruna, şerit haline getirilmiş milyonlarca parçayı delinin pösteki sayması misâli, birleştirmeleri talimatı verildi.

Ve netice: İmha edilen Doğu bölgesi ile ilgili iskân evrakının sadece yüzde onu kurtarılabildi, geri kalanı da devlet arşivlerimizin dünyada bir ilk olan "kıyılmış kâğıt seksiyonuna" kaldırıldı.
Mâlum iskân evrakı üzerinde çalışmak isteyen araştırmacılara, aylardan buyana verilen cevap ise, tahmin edeceğiniz gibi: "Belgeler tasnif aşamasındadır!" deniyor.

SADECE ÜÇ SORUM VAR:

Artık hiçbir şey söylemiyor ve şimdilik şu üç soru ile yetiniyorum:

Bir: Doğu Anadolu'dan yollanan iskân evrakı hakikaten "yanlışlıkla" mı imha edildi?

İki: Kâğıt kıyma makinelerinden geçirilen bu belgeler hangi bölgeye ve Cumhuriyet'in hangi yıllarına aitti?

Üç: Şerit haline getirilen evrak arasında Dersim ile ilgili iskân belgeleri de var mıydı?


Maalesef doğruymuş, Iğdır’ın geçmişini imha etmişler!


CUMA günü yazdım: İngiltere Başbakanı David Cameron‘a Türkiye’yi ziyareti sırasında çakma tuğralı uydurma bir belge hediye edilmesi rezaletinin kahramanı olan Devlet Arşivleri’nde bir tarih cinayeti işlenmiş, Doğu Anadolu’dan gönderilen Cumhuriyet dönemine ait bir kamyon dolusu iskân evrakı,“yanlışlıkla” imha edilmişti.
Devlet Arşivleri Genel Müdürü Doç. Dr. Yusuf Sarınay bir açıklama gönderdi, imhayı doğruladı ve yokedilen belgelerin “Iğdır’a ait iskân evrakı olduğunu” söyledi.
Aslında “açıklama” falan değil, tam bir “itirafname” olan Sarınay‘ın yolladığı metnin bir paragrafını aşağıda aynen yayınlıyorum:
“...Iğdır Bayındırlık ve İskân Müdürlüğü tarafından kargo şirketi aracılığıyla Genel Müdürlüğümüz ‘İvedik Cad. No: 59 Yenimahalle’ adresine teslim edilmek üzere 15 koli içinde gönderilen belgeler, teslim edilmesi gereken adres yerine farklı bir adreste bulunan Ergazi Atık Kağıt Ünitesi’ne teslim edilmiştir. Herhangi bir resmi yazı veya tutanağı bulunmayan evrak, kargo görevlisinin ‘Kargo şirketine ait imhalık evrak’ beyanı üzerine paralama ünitesine sevkedilmiştir. Iğdır Bayındırlık ve İskân Müdürlüğü yetkilisinin aynı gün teslim işlemini yerine getirmek üzere Genel Müdürlüğümüze gelmesini müteakip durum fark edilerek evrakın paralama işlemi durdurulmuş ve olayla ilgili gerekli resmi işlem yapılmıştır”...
Yusuf Bey daha sonra “komisyon kurduklarını, belgelerin kurtarılabileceğinin anlaşıldığını ve çalışmaların başladığını” yazıyor ve “Merak etmeyin, Dersim evrakını değil, Iğdır’ın iskân belgelerini imha ettik” diye müjde veriyordu!

BECERİKSİZLİĞİN BÖYLESİ!
Resmî üslûpla kaleme alınmış olan bu açıklamada aslında neler dendiğini size daha anlaşılır şekilde izah edeyim:
Yusuf Bey “Biz, koskoca vilâyetlerin arşivini resmî yazı olmadan ve tutanak tutmadan kapı kapı dolaştıracak derecede sorumsuz bir kurumuz. Bu defa da böyle sorumsuz davrandık ama kabahat bizde değil, belgelerin yüklendiği kamyonun şoföründe... Şoför, arşiv yerine imha merkezimize gidince arkadaşlar evrakı bir güzel paralamışlar. Biz o sırada çakma tuğralar hazırlamanın verdiği yorgunlukla uyuyakalmıştık ama Iğdır’dan gelenler güzel uykumuzu böldüler ve olup bitenlerden onlar yüzünden haberdar olduk. Uyandırmasa idiler aslında daha neler neler imha edecektik, ah bir bilseniz! Zaten paralama ünitemiz de pek bir işe yaramıyormuş, belgeleri kurtarılamayacak şekilde yokedememişler! Hem sonra bu kadar yaygaraya da ne gerek var canım, imha edilen belgeler Dersim’e yahut diğer Doğu Anadolu vilâyetlerine değil, alt tarafı Iğdır’a ait!” diyordu.
Bunca yıllık gazeteciyim, şimdiye kadar böylesine bir acz ve beceriksizlik beyanına rastlamadım!

GÖREV, IĞDIRLILAR’IN
Türkiye’nin geçmişinin tapusu, üstelik vatandaşın mazisine ait kimlik, namus ve haysiyet kaynağı olan belgelerin kamyonculara teslim edilmesi gibisinden beceriksizleri yahut “caktır”, “cuktur”, “cağız”, “cuğuz” misali gevelemeleri bir yana bırakalım. Devlet arşivlerindeki “paralama ünitesi”nde nelerin imha edildiği muammasını da şimdilik hiç sormayalım...
Ama ortada artık haddi aşmış bir sorumsuzluk ve hattâ “suç” vardır, üstelik arşivlerdeki rezaletler bir iktidar-muhalefet meselesi değildir, artık memleketin tamamını ilgilendiren bir dert hâlini almıştır.
Bu derdin devâsını bulmak ise başta rahmetli dedelerine, ninelerine ve hattâ cedlerine ait kayıtların pervasızca yokedildiği Iğdır’ın milletvekillerine, sonra Meclis’e ve teftiş kurullarına düşmektedir.
Ben, öncelikle Iğdır’ın milletvekillerinin eskiden vârolan ama şimdilerde pek telâffuz edilmeyen“hamiyyet” kavramını hatırlayarak cedlerine yapılan bu saygısızlığın hesabını soracakları ümidindeyim.


Hiç yorum yok: