11 Aralık 2012 Salı

Zehir bize Kırım'ı kaybettirmişti - Erhan Afyoncu


Osmanlı İmparatorluğu çöküş yoluna Kırım Hanı'nın zehirlenmesiyle girmiş ve 1768-1774 Savaşı'nda Kırım'ı kaybetmişti


1739'da imzalanan Belgrad Antlaşması'yla uzun süreli bir ba­rış dönemine girilmişti. 29 yıl süren barış tam bir rehavet dönemi oldu ve antlaşmanın bitmesinden kısa bir süre sonra 1768'de, Osmanlı-Rus sulhu bozuldu ve Osmanlı İm­paratorluğu'nun aleyhine ağır sonuçlar doğuracak bir savaşa yönelindi.

KIRIM HANI ZEHİRLENDİ

Ortada doğru dürüst ve uzun vadeli bir sefer hazırlığı olmadan Rusya'ya savaş ilan edilmişti. İngiltere'nin iki devletin ilişkilerini düzeltmek için yap­tığı arabuluculuk teklifi kabul edilmedi. Ruslar'ı hazırlıkları olma­dan bir baskınla mağlup etmek daha kolayken, harbe başlan­madan, altı ay öncesinden savaş ilan edilmiş ve Osmanlı ordusu hazırlıksız olarak kendi ilan ettiği bir savaşa girmişti.

Toplantılarda Ruslar'ın savaş hazırlığı yapmasını engellemek ve daha da önemlisi ani baskınlarla gözünü korkutmak için Kırım Hanı Kırım Giray'ın Kasım 1768'de Rus topraklarına girmesi kararlaştırılmıştı. Bu karar gereğince şiddetli kışa rağmen Kırım Giray, 31 Ocak 1769'da 100 bin kişilik bir süvari kuvvetiyle Rus­ya'ya üç koldan girerek, karşısına çıkan kuvvetleri mağlup etti; ardından birçok kasaba ve köyü tahrip edip yağmaladı. Ruslar saldırı karşısında dehşete düştüler ve Kı­rım Giray'dan kurtulamazlarsa savaşın aleyhlerine gelişeceğini düşündüler. Rus Çariçesi İkinci Katerina, Siropilo adlı bir Rum hekime para vererek Kırım Hanı'nı zehirletti.

SADRAZAM ÖLMEKTEN ZOR KURTULDU

Ruslar 1769 baharında Osmanlı ordusu İstanbul'dan Edirne'ye hareket ettiğinde de boş durmadılar. Türk birlikleri arasına doktor kılığında soktukları adamları vasıtasıyla içme sularına zehir kattılar. Edirne'ye kadar birçok su kuyusu ve kaynağı bu sahte doktorlar tarafından zehirlendi. Bununla yetinmeyen casuslar Türk askerlerine zehirli ilaçlar da verdiler. Casuslar Edirne halkına da tedavi bahanesiyle bu zehirli ilaçlardan verdiler. Bu sulardan içen ve zehirli ilaçları kullanan yüzlerce Osmanlı askeri hayatını kaybetti ve en az o kadarı da ağır şekilde hastalandı. Sadrazam Yağlıkçızade Mehmed Emin Paşa da sudan zehirlendi. Paşa ölmedi ancak ağır şekilde hastalandı. Uzun süre zehrin etkisinden kurtulamadı, akli dengesini kaybetti, bir deri bir kemik kaldı.

Yapılan araştırmalar sonucunda doktorlar yakalandı ve sorguya çekildiler. Sorgularda doktorların Rus casusu oldukları anlaşıldı ve hapsedildiler. Sorgudan sonra Edirne sokaklarında ve ordugâhta bu sahte doktorlardan ilaç alanların ilaçları içmemeleri, ilaç kullanıp da hasta olanların vakit kaybetmeden haber vermeleri için duyurular yapıldı. Duyurularla birlikte çok sayıda kişi hasta olduğu gerekçesiyle müracaat etti. Bunlar tedavi altına alındı. Zehirlenmiş suların zehirlerini etkisiz hale getirmek içinse ilginç bir yönteme başvuruldu. Zehirlendiği tespit edilen su kuyularına barut atılarak, zehrin etkisi giderilmeye çalışıldı. Bu yöntem işe yaradı.

Savaş taraftarı padişah

1768'de Ruslar'ın Osmanlı sınır boylarına yeni kaleler yapmaları, bağımsızlıkları kabul edilmiş aşiretlerin işlerine müdahale et­meleri ve Lehistan topraklarını istila ederek hâkimiyetleri altına almak istemeleri yüzünden iki devlet arasında savaş çıktı. Savaşın çıkmasında Osmanlı padişahı Üçüncü Mustafa'nın zafer kazanma arzusunun da rolü vardı.

Üçüncü Mustafa 1757 ile 1774 yılları arasındaki 17 yıllık hükümdarlığı müddetince ataları gibi büyük zaferler kazanmak için yanıp tutuşmuştu. Oğlunun adını Selim koyması bile, Osmanlı tarihinin en büyük padişahlarından olan Yavuz Sultan Selim gibi cihangir olma arzusunun bir yansımasıydı. Üçüncü Mustafa büyük başarılar kazanmak için müneccimlere de sık sık başvururdu.

Savaştan önceki yıllarda Sadrazam Ragıb Mehmed Paşa, Rusya ile savaşmak isteyen Sultan Üçüncü Mustafa'yı engelleyebilmişti. Ancak muktedir devlet adamının ölümünden sonra Ragıb Mehmed Paşa'nin görevini yerine getirecek, ağırlığını koyacak kimse yoktu. Bu sırada ortaya çıkan Lehistan meselesi Üçüncü Mustafa'nın istediği fırsatı ayağına getirdi. 3 Ekim 1768'de padişahın huzurunda devlet ricalinin yaptığı toplantıda Ruslar'a, Lehistan'a karışmaması yönünde ültimatom verilmesi kararlaştırıldı. Rus elçisi Obreskov ültimatomu aldıktan sonra oyalayıcı hareketlere girişince, 6 Ekim 1768'de 17 kişilik maiyetiyle birlikte tu­tuklanarak Yedikule'ye hapsedildi. Bu hadisenin ardından padişahın başkanlığında 8 Ekim 1768'de yapılan toplantıdan, 1769'un ilkbaharında Rusya'ya savaş açılması kararı çıktı. Savaş kararı İstanbul halkı arasında büyük bir sevinç uyandırdı. Herkes savaşın kesinlikle kazanılacağına inanıyordu.

Aydın bir Kırım Hanı

Kırım Hanı Kırım Giray büyük bir asker olduğu kadar aynı zamanda Batı'nın ve Doğu'nun fikri dünyasını da bilen entelektüel bir handı. Hanla görüşen Avrupalı elçiler Kırım Hanı'nın bu yönü karşısında hayrete düşerlerdi. Kırım Giray; İbn Haldun, Voltaire ve Montesquieu gibi düşünürlerin eserlerini okumuştu. Prusyalı elçi Goltz'un Haziran 1762'de Kırım Giray ile yaptığı görüşmesinde han, Tatarlar için ağızdan çıkan sözün yazılı senet olduğunu belirterek, İbn Haldun ile Montesquieu'yü karşılaştırıp büyük İslam aydınının bazı tespitlerini aktarmıştır.

Sadrazamın dirayeti

Üçüncü Mustafa'nın imparatorluğun ve düşmanlarının durumuna bakmadan bir savaşa girerek başarı kazanma isteğini, Osmanlı tarihinin büyük sadrazamlarından Koca Ragıb Mehmed Paşa engellemişti.

Dişleri dökülmüş aslan

Üçüncü Mustafa, Ragıb Paşa'nın savaşa karşı çıkması üzerine "Paşa istediğin paraysa, İstanbul'dan Edirne'ye yolun iki tarafına altın dizdireyim" deyince sadrazam, "Osmanlı İmparatorluğu uzaktan bir aslana benzer. Ancak yanına gelindiğinde dişleri ve tırnaklarının döküldüğü görülür" cevabını vermişti.

Hiç yorum yok: