25 Aralık 2012 Salı

Yeni Osmanlılık', aslında Teşkilat-ı Mahsusa'nın projesiydi-Avni Özgürel


Türkiye’de ama daha ziyade yurtdışında yayımlanan kimi yorumlarda Ankara’nın izlediği yeni siyasetin ‘Osmanlı’yı ihya’ amacı taşıdığı ifade ediliyor... Ahmet Davutoğlu’nun Dışişleri Bakanlığı’na gelmesini takiben bu istikamette değerlendirmeler çoğalmaya başladı. ABD’nin Irak’ta ve Afganistan’da adı konmamış yenilgilerinin ardından Türkiye’yi devreye sokma niyetinin açığa çıkışı, Filistin’de özellikle Gazze’de yaşanan insanlık trajedisine Tayyip Erdoğan’ın gösterdiği sert tepkiyle İslam dünyasında Erdoğan’ın şahsında Türkiye’ye duyulan sempatinin artması bu yorumlara giderek daha bir inandırıcılık kazandırmaya başladı. 

Tabii buna Ahmet Davutoğlu’nun siyasi kimliği dışında entelektüel olarak İslam coğrafyasının dinamiklerine hâkimiyetini; yanı sıra Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Orta Asya Türk cumhuriyetlerini başlangıçta hayli gevşek olsa da tarihsel derinlik temelinde siyasi bir çatı altında örgütleme yolunda sarf ettiği çaba ve kat ettiği mesafeyi de eklemek gerek.

Söz konusu tablonun Osmanlı’yı ihya arzusu olarak değerlendirilmesinin akli bir yanı olmadığını herkes biliyor. Ancak, gerek Ortadoğu’da gerekse Kafkaslarda ve Balkanlarda hissiyat olarak Osmanlılık duygusunun canlanması söz konusu olduğunda böyle ifade etmese de bu fikrin Ankara’yı heyecanlandırmadığı da söylenemez.

Kurucusu bilinmiyor

Teşkilat-ı Mahsusa örgüt olarak 1913 senesinde sahneye çıktı. Yani 1. Dünya Savaşı öncesinde. Dolayısıyla imparatorluğun harpte uğradığı yenilgiler üzerine direniş örgütlemek, istihbarat toplamak amacıyla kurulmuş bir teşkilat olduğu söylenemez. Mücadele sürecinde direniş de örgütledi; istihbarat da topladı ama esas kuruluş gayesi imparatorluğun fiilen hâkimiyetini kaybettiği topraklarda kontrollu çözülmesini sağlamak,   İngiliz Milletler Topluluğu’na benzer  biraz daha güçlendirilmişi- bir siyasi çatı oluşturmaktı. 

Teşkilatı Mahsusa’nın düşünce planında İttihat Terakki’nin parti programında yer alan Panislamizm’den, Ziya Gökalp’in Türkçülük idealinden etkilenildiği su götürmezse de kimi yorumcular bu istikamette faaliyet gösterecek gizli bir örgüt teşkili fikrinin hakiki sahibinin 2. Abdülhamid olduğu kanısında. Abdülhamid’in İslam coğrafyasını yakından tanıyan İngiliz İstihbaratı’yla da münasebeti bulunan Macar tarihçi Armin Vanbery’le yaptığı görüşmeler, Macaristan’da toplanan ilk Turan Kongresi’ne gözlemci göndermesi ve orada seçilen idare heyetini İstanbul’da kabulünde yaptığı cesaretlendirici konuşma bu tür bir tahlile delil olmasa da ilham vermiyor değil. İttihat Terakki’nin İslamcı ve Türkçü bir politika belirlemesi, Talat Paşa’nın 1910 yılında Selanik’te yapılan gizli bir toplantıda Müslümanlarla gayri müslimlerin eşit olmadığını söylemesi ve Balkan Harbi sonunda gayrı müslimlerin Osmanlı’dan ayrılmasıyla başladı. 

İttihatçılar 2. Abdülhamid’i tahttan indirdikten sonra onun İslamcı- Türkçü hayallerini benimsediler. Abdülhamid döneminde İttihad-ı İslam hareketi, fikri ve şahsi gayretlerin ötesine geçebilmiş değildi. Oysa bir hareketin ‘Pan’ niteliğini kazanabilmesi için bir örgüt ve onun siyasi hedefinin olması gerekiyordu. Abdülhamid’in dünyanın dört bir yanına gönderdiği misyonerlerin Osmanlı Devleti çatısı altında bir teşkilatları yoktu. Bunlar padişaha bağlı görev yapan gönüllü kimselerdi. İttihatçılar ise, emperyalistlere karşı ciddi bir mücadele verebilmek, bütün İslam dünyasını harekete geçirmenin ancak kurulacak ciddi bir örgütlenmeyle mümkün olduğunu kavramışlardı. Ve İttihat Terakki kurmaylarına göre bu örgüt, gizli bir örgüt olmalıydı.

Enver Paşa’nın rolü

Teşkilat-ı Mahusa kurucusu kim, sorusunun bilinen klasik cevabı elbette Enver Paşa!.. Enver Paşa bu projenin devlet katında kabul görmesini sağlayan teşkilatı yetkilendiren ve finans kaynaklarını temin eden kişiydi şüphesiz. Eşref Sencer Kuşçubaşı ya da Süleyman Askeri Bey de varlıkları bilinen kişiler. Ancak Teşkilatı Mahsusa’nın gerçek liderinin kimliği hiçbir zaman tam olarak açıklığa kavuşmadı, hep gizli kaldı. Bir iddiaya göre Atatürk’ün emriyle koruma altına alınan bu kişinin aile ismi değiştirildi ve İstanbul dışına muhtemelen  Sakarya/ Sapanca çevresine nakledildi. Sonraki yıllarda ailenin erkek çocuklarının bir kısmı MİT bünyesinde görevlendirilirken diğer bir kısmı teşkilatın koruması altında farklı alanlarda çalıştılar. 

Araştırmalar Teşkilat-ı Mahsusa’nın Afganistan’dan Kuzey Afrika’ya uzanan geniş coğrafyada 50’ye yakın bağımsız devlet yapılanması planladığını gösteriyor. Örgütün lider kadrosunda görev almış kişilerden biri olan ve Teşkilat-ı Mahsusa konusunda şimdiye kadar yapılmış tek akademik çalışmanın sahibi Princeton Üniversitesi öğretim üyelerinden Dr. Philip Stoddard’la görüşmesinde örgütün amacını şöyle ifade ediyor:

‘Gaye, bir taraftan bütün İslamları bir bayrak altında toplamak, bu suretle Panislamizme, vasıl olmaktı. Diğer taraftan da Türkleri siyasi bir birlik içinde bulundurmak, bu bakımdan da Pantürkizmi hakikat sahasına sokmaktı...’

Böylesi bir yapılanma Hindistan’da Hint Müslümanları’nı ayaklandırmaktan başlayarak batıya doğru İngiltere’yi Afganistan’da, Fransa’yı, Suriye’de ve Lübnan’da, İtalya’yı Trablus- Garb’ta köşeye sıkıştırmayı hedeflemişti.

30 bin kişilik kadro

Teşkilat-ı Mahsusa bir dönem Osmanlı hakimiyetinde olan toprakların İstanbul’la siyasi bağını sürdürmenin imkânsız denecek derecede zor olduğunun farkındaydı. Örneğin Kuzey Afrika’da Trablusgarb, Mısır, Çad, Habeşistan ve Sudan’da yeni devletler kurulması kaçınılmazdı. Örgüt bu devletlerin Batı’nın sömürgeci güçlerinin yönlendirmesinden kurtulup gerçek manada bağımsız devletler olması için çalışacaktı. Nitekim öyle de oldu. Son dönemde her meslekten sayıca 30 bini bulan kadrosuyla imparatorluğun en iri yapılarından biri olmuştu Teşkilat-ı Mahsusa. 

Örgüt Şeyh Ahmed El Sunusi’yi Trablusgarp’tan bir denizaltıyla İstanbul’a kaçırmayı başarmış, Enver Paşa’nın yönetiminde Türkistan Seferi’ni planlamış, Afganistan’da hedeflenen siyasi yapının kurulması için Kabil’e Cemal Paşa’yı göndermişti. Bunlar örgütün hareket kabiliyetini göstermesi bakımından önemliydi. Anadolu-İran-Hindistan çizgisinde mezhep ayrılıklarına karşı politika oluşturmak üzere özel bir çalışma başlatan Teşkilat-ı Mahsusa, bir taraftan Rusça dahil beş yabancı dil bilen entelektüel birikimiyle İttihatçılar arasında temayüz etmiş olan Baha Said Bey’in sorumluluğunda sosyolojik araştırmalar yaptırırken diğer taraftan Hindistan’a Sünni imamlar gönderilmek suretiyle, Kara Vasıf’ın başkanlığında İslam İhtilal Komitesi oluşturulmuştu. Aynı şekilde Hicaz şeyhlerinin çocuklarının özel olarak eğitilmesi maksadıyla Galatasaray Lisesi’ne getirilmesini sağlayan örgüt yanı sıra Mısır’dan bir grup din adamının Muğla’da bir çiftlikte misafir edilmesini organize etmişti.

Terakki’nin bir yandan Teşkilat-ı Mahsusa gibi faaliyet alanı alabildiğine geniş bir istihbarat örgütü kurarken, öte yandan İslam dünyasında İttihat-ı İslam fikrinin oluşması için eğitim ve yayın faaliyetlerine yöneldiği de biliniyor. M. Ali Eren’in makalesinde yer verdiği bilgiye göre Doç. Dr. Zekeriya Kurşun’un arşivde bulunan belgelerde İttihatçılar’ın, Teşkilat-ı Mahsusa’ya paralel bir sivil örgüt kurduğu bilgisi mevcut. Cemiyeti Hayriye-i İslamiye adıyla oluşturulan bu sivil toplum örgütünün Medine’de bir İslam Üniversitesi kurduğu ifade ediliyor.  Son olarak kaydedilmesi gereken bir husus da şu: Ankara’da Genelkurmay’ın Askeri Tarih ve Stratejik Etüd Başkanlığı Arşivi’nde Teşkilat-ı Mahsusa faaliyetine ilişkin onbinlerce belge var ve incelemeye açılacağı günü bekliyor.

Hiç yorum yok: