8 Aralık 2012 Cumartesi

Yahşi Batı'yı bir zamanlar haraca ve vergiye bağlamıştık- Murat BARDAKÇI


Cem Yılmaz'ın "Yahşi Batı"sı beni ve birçok yaşıtımı kovboy filmleriyle ve konusu Vahşi Batı'da geçen çizgi romanların olduğu çocukluk yıllarımıza götürdü. Biz, Amerika'yı önce böyle filmlerden ve romanlardan öğrendik. Ama, bu ülke ile münasebetimizin 1790'lı senelere dayandığını ve Amerika'nın o devirlerde birer Türk eyaleti olan Cezayir, Trablusgarb ve Tunus'un idarecileriyle ayrı ayrı anlaşmalar imzalayıp Osmanlı Devleti'ne yıllık verginin yanısıra "haraç" da verdiğini bize okullarda hiç öğretmediler.

CEM Yılmaz'ın "Yahşi Batı"sı, benimle beraber birçok yaşıtımı çocukluk yıllarımıza götürdü.

Pekos Bill ve Tex gibi kovboyların, Vahşi Batı'da düzeni sağlamaya çalışan Tom Mixler'in, rangerlerin ve İngiltere'ye karşı bağımsızlık mücadelesi veren Kaptan Swing benzeri ilk Amerikan milliyetçilerinin kahramanı oldukları çizgi romanların ve vurdulu-kırdılı kovboy filmlerinin revaçta bulundukları günlere...

Biz, 18. ve 19. asır Amerika'sını genellikle böyle çizgi romanlardan yahut filmlerden biliriz. Ama, Amerika ile münasebetlerimizin nasıl başladığı, daha doğrusu Birleşik Devletler'in kuruluşundan 20 sene kadar sonra Türkiye'nin Kuzey Afrika'daki bir eyaletine yıllık vergi ve haraç vermesi, üstelik bu taahhüdü yazılı bir anlaşmayla üstlenmesi hakkında pek bir şey yazılmamış ve söylenmemiştir.

İşte, Amerika Birleşik Devletleri'nin bir zamanlar vergi ve haraç mükellefimiz olmasının öyküsü:

Kuzey Afrika, 18. yüzyılın sonlarına kadar Türk hâkimiyeti altındaydı. O devirlerde "Garp Ocakları" denen Kuzey Afrika'daki topraklarımızda Tunus, Cezayir ve Trablusgarb eyaletleri teşkil edilmişti. Bâbıâli, gerçi Kuzey Afrika'nın en batısındaki Fas'ı da kendi toprağı kabul ederdi ama bu kabul sadece kâğıt üzerindeydi, Fas'ın başında "Halife" unvanını taşıyan sultanlar vardı resmî adı "Magrib" olan Fas, bizden ayrıydı ve bağımsızdı.

Osmanlı İmparatorluğu, Garp Ocakları'ndaki hâkimiyetini Anadolu'dan, özellikle de Ege tarafından sevkettiği askerler ve levendler sayesinde devam ettirirdi. Her eyalette "Dayı" unvanını taşıyan ve hükümdarın vekili olan idareciler vardı ve güç, Dayılar'ın elindeydi.

İstanbul, Garp Ocakları'nın içişleri ile ilgilenerek vakit harcamak istememiş, yerel meselelerin çözümünü bu eyaletlerde kurduğu "divan"lara bırakmıştı. Divan'a memleketin ileri gelenleri katılır, bu ileri gelenler aralarından birini reis seçerler, padişahın seçimi tasdik etmesinden sonra "Dayı" unvanını alan yönetici kendi kadrosunu kurar ve eyaletin hâkimi kabul edilirdi. Her eyalette gerçi İstanbul'dan gönderilmiş birer "vali" de vardı ama valiler padişahı temsil etmekle yetinir, Divan'ın kararlarına pek karışmaz ve mükellef konaklarında tatlı bir hayat sürerlerdi.

Yerli halk kendi halinde yaşar ama silâhlı güçler ve özellikle de denizciler, geçimlerini Akdeniz'de korsanlıkla sağlarlardı. İstanbul'un sıkı kontrolü altında olan korsanların Osmanlı İmparatorluğu ile ticaret ve Türk denizlerinde dolaşma anlaşması yapmış olan memleketlerin bayrağını taşıyan gemilere saldırması yasak, diğer gemileri yağmalaması ise serbestti.

İşte, Amerika'nın bir zamanlar bize vergi ve haraç vermesini bu korsanlar ve Cezayir'in "Dayı"sı olan Gazi Hasan Paşa sağlamıştı.

O sırada uzaktaki bir kıt'ada yepyeni bir devlet doğuyordu: 1776'ya kadar sömürgesi olduğu İngiltere'ye karşı verdiği bağımsızlık savaşını kazanan Amerika... George Washington, bu yeni devletin ilk cumhurbaşkanıydı.

Bu yeni devlet artık diğer kıt'alara açılmak, ticaret ve deniz yollarında faaliyet göstermek zorundaydı. Kongre'nin bu maksatla görevlendirdiği diplomatlar, Akdeniz'deki ilk anlaşmayı 1786 Temmuz'unda Fas ile imzaladılar ve Sultan'dan Amerikan gemilerinin Fas limanlarını kullanmaları iznini aldılar.

Osmanlı Devleti ile henüz böyle bir anlaşma yapılmamıştı ama Amerikan ticaret gemileri Akdeniz'e gelmişlerdi. Cezayirli korsanlar, 1785'ten itibaren rastladıkları Amerikan gemilerine elkoyuyor, mallarını yağmalıyor ve denizcileri esir olarak Cezayir'e götürüyorlardı.

Başkan George Washington, Kuzey Afrika'da yaşananlardan Kongre'yi haberdar etti ve 1795'te Joseph Donaldson başkanlığındaki bir Amerikan heyeti Dayı'yı ikna edip ticaret anlaşması imzalamak üzere Cezayir'e gitti.

Joseph Donaldson ile Cezayir Dayısı Hasan Paşa, 5 Eylül 1795 günü, Türkçe olarak kaleme alınmış bir "Dostluk ve Barış Anlaşması" imzaladılar. Bu anlaşma, daha önce Fas ile yapılan ve Arapça olarak kaleme alınan 1786'daki anlaşmadan sonra, Amerikan tarihinin İngilizce olmayan ikinci metni oluyordu.

Amerika, anlaşmaya göre Cezayir'de bulunan esirlerin bırakılması için Hasan Paşa'ya 642 bin 500 dolar "haraç" verecek ve her sene 12 bin Cezayir altını eden 21 bin 600 dolar tutarında vergiyi de muntazaman ödeyecekti. Anlaşma Kongre tarafından 1796'nın 7 Mart'ında onaylamış ve Amerika Birleşik Devletleri, Osmanlı İmparatorluğu'nun resmen vergi mükellefi olmuştu.

Bu anlaşmayı, 1796'nın 4 Kasım'ında Trablusgarb'ın, 1797'nin 28 Ağustos'unda da Tunus'un Dayıları ve Beyleri ile yapılan anlaşmalar takip etti. Trablusgarb ile varılan anlaşma uyarınca Amerikan tarafı Trablusgarb Beyi Yusuf Paşa ile Divan'a Amerikalı esirlerin iadesi karşılığında 40 bin İspanyol doları ödüyor, eyaletin ileri gelenlerine altın ve gümüş saatler, elmas yüzükler ve pahalı kumaşlardan yapılmış kaftanlar göndermeyi de taahhüd ediyordu.

Hepsi Türkçe olan anlaşmaların ilginç taraflarından biri, besmeleyle başlamaları idi. Metnin hemen girişinde "Bu belge dünyanın hâkimi, denizlerin ve karaların hükümdarı, kralların efendisi, sultanlar sultanı, imparatorlar imparatoru, Sultan Mustafa Han'ın oğlu Sultan Selim Han'ın dikkatli bakışları altında imzalanmıştır. Allah, O'nun hükmünü daimî kılsın" şeklindeki ifadeler vardı ve bu ifadeler, metni Türk tarafının yazdırdığını göstermekteydi.

Amerika, Garp Ocakları'na ödemeyi taahhüt ettiği vergileri 19. asrın ilk çeyreğine kadar göndermeye devam etti ve bu mükellefiyetten daha sonra güç kullanarak kurtuldu. 1801'de Trablusgarb Paşası kendi başına bir iş yaptı, Amerika'ya savaş ilân etti ve yirmi sene öncesine kadar gayet güçlenmiş olan Amerikan donanmasına ait savaş gemileri Trablusgarp'ı bombalayıp Libya'ya asker çıkardılar.

Aynı gelişmeler daha sonra Cezayir'de ve Tunus'ta da yaşandı. 1824'e gelindiğinde, Amerika, eyaletlerimize vergi ödeme yükümlülüğünden artık tamamen kurtulmuştu!

Amerika ile Osmanlı eyaletleri arasında imzalanan bu metinler, diplomasi tarihine "Barbary Treaties" yani "Barbary Anlaşmaları" diye geçti. "Barbary" kelimesinin ardında, bir görüşe göre batılıların "Barbarosa" dedikleri Barbaros Hayreddin Paşa'nın hatırası vardı ama bu isim bir başka görüşe göre de Kuzey Afrika'nın yerli halkı olan "Berberiler"den kaynaklanmaktaydı.

Biz, Amerika'yı önce bu kitaptan öğrendik

TÜRK matbaacılığının kurucusu olan İbrahim Müteferrika, 5 Nisan 1730'da "Tarih-i Hind-i Garbî el-Müsemma bi-Hadis-i Nev" isimli bir kitap yayınladı. Kitap, sadece 500 adet basılmıştı.

Daha sonraları sadece "Tarih-i Hind-i Garbî" diye anılacak olan eser, Türkiye'de basılmış dördüncü ama içerisinde resim, daha doğrusu çizim bulunan ilk kitaptı. Gravür tekniği ile yapılmış olan resimler önce ahşap kalıplara işlenmeleri ve sayfalara bu teknikle nakledilmeleri dolayısıyla çok önemliydi.

Tarih-i Hind-i Garbî'nin Müteferrika tarafından yayınlanmasından önce, Topkapı Sarayı Kütüphanesi'nde renkli çizimlerle dolu bir elyazması vardı ama yazarı ve ne zaman kaleme alındığı konusunda hiçbir bilgi yoktu. Bu çok önemli eserin sahibi hakkındaki bilinmezlik, bugün hâlâ devam ediyor.

Eserin önemi, Amerika kıt'asını konu alması ve bu konudaki ilk kitap olması idi. Kitapta, Amerika ile Batı Hind Adaları'nın sâkinleri ile yine buralarda yaşayan hayvanlar ve bitki örtüsü hakkında bilgi veriliyor ama gayet abartılı bir üslûp kullanılıyordu.

Biz, Amerika'nın ismini ilk defa, Müteferrika'nın yayınladığı ve bugün Türk kitap piyasasının en kıymetli parçası olan işte bu eser sayesinde işittik ve okuduk.

Hiç yorum yok: