Balkan Savaşı’nda askere duyulan ihtiyaç öyle bir düzeye çıkmıştı ki, çok sayıda Rum, Ermeni, Musevi ve Bulgar nefer de ordu saflarında yer tutmuştu. Bunlar ilk kez askere alındıklarından doğru dürüst silah tutmayı bile bilmiyorlardı. Buna rağmen, bir ara sınırda bile görev yapmışlardı.
Bu garibanlar arasında, şaşkınlıktan birbirini vuranlar bile vardı. Musevi bir neferin, nöbet tutarken düşman sanıp arkadaşını bir telaş vurduğu resmi raporlara geçmişti. Kimi Rum ve Museviler ise paralı askerliği seçipbedel-i nakdi ödediklerinden cephe gerisinde, kale onarımlarında, yol yapımında kullanıyorlardı; bunlar başlarına talih kuşu konmuş insanlardı.
Ordudaki gayrimüslim asker arasında hiçbir ayrım yapılmıyor, hangi din ya da mezhepten olursa olsun, herkese komutanlar büyük bir hoşgörüyle yaklaşıyordu. Gayrimüslimlere gösterilen dinsel hoşgörünün en çarpıcı örneklerinden biri, Balkan Savaşı’nın sürdüğü günlerde Paskalyanedeniyle Hıristiyan erata beş gün ev izni verilmesiydi. Oysa ki, aynı tarihte, Müslüman erata, Kurban Bayramı namazı için camiye gitme izni verilmemişti.
Özellikle Anadolu’dan gelen Ermenilere, ilk zamanlar, büyük bir güven beslenmekteydi orduda. Birliklerde onbaşı, çavuş rütbesinde birçok Ermeni Osmanlı askeri vardı. Musevilerden de çavuş rütbesiyle takım komutanlığı yapanlar çıkmıştı. Kocamustafapaşalı Mişon bunlardan biriydi örneğin. Balkan Savaşı’nda yedek subay olarak görev yapan gayrimüslimleri de unutmamak gerekir bu arada.
Gerek ihtiyatlar gerekse de gayrimüslim askerler, Balkan Savaşı’nda, hemen hiç eğitim görmeden silah altına alındığından ilk dönemde büyük bozgunlar yaşadı Osmanlı ordusu. Çok sayıda redif ve ihtiyat firar etti. Tek kurşun bile atmadan düşman saflarına geçen birçok Rum, Ermeni ve Bulgar nefer olduğu cepheden gelen raporlarda yazılıydı. İtalyanların 1912 Mayıs’ında Rodos’a çıkarmaları sırasında da adada mevzilenen birçok Hıristiyan Osmanlı askeri savaşmaktansa silahını alıp ya İtalyanlara katılmış ya da kaçmıştı.
Bu firarların belki de en önemli nedenini, askerin cepheye hiç eğitim görmeden sürülmüş olmasında aramak gerekir; büyük bir çoğunluğu hem savaşa hem de silaha yabancıydı. Firarlar Balkan Savaşı’na ara veren mütareke süresince de devam etti; yüzlerce Bulgar ve Rum düşman saflarına geçti. Bunlara daha sonra, az sayıda da olsa, Ermeniler katıldı. Devlet çözüm olarak gayrimüslim askerlerin silahlarını ellerinden alıp onları geri hizmette kullanmaya başladı. Bu arada firar edenler arasında yakalananlar mahkeme edildikten sonra kurşuna dizildi. ÖrneğinMaydoslu bir Rum ihtiyat neferi savaş sırasında birliğinden firar edip Bulgaristan’a kaçmış, sonradan yakalanmıştı. O da kurşuna dizilmekten kurtulamadı. Savaşta esir düşen çok sayıda gayrimüslim Osmanlı askeri, barış antlaşmasıyla kıtalarına geri, dönerken bir bölümü de fırsattan yararlanarak kaçıp Anadolu’ya dağıldı.
Osmanlı Birinci Dünya Savaşı’nda gayrimüslim askerleri, genelde cepheden uzak tuttu. Harbiye Nezareti, 11.8.1914’te tüm vilayetlere çektiği bir telgrafla bu askerlerin yol yapımında çalıştırılmasını emretmişti; öyle de oldu. Hepsi amele taburlarında görev yaptı; silah taşımadı. Mondros Mütarekesinin imzalanmasından sonra Osmanlı Devleti, 1919 yılından geçerli olmak üzere İtilaf devletlerinin isteğiyle, Rum ve Ermenilerin silah altına alınmaması yolunda bir karar aldı. Bu karar Fransız komiserliğinin girişimiyle Musevileri de kapsadı. Osmanlı ordusunda bulunan gayrimüslim askerler terhis edilerek süresiz izinli sayıldı. Böylece Osmanlı gayrimüslimlerinin 1835 yılında başlayan askerlik serüveni de sona erdi...
(Meraklısına Not: Cizyeden Vatandaşlığa—Ufuk Gülsoy; Cevdet Paşa Tarihi; İstiklal Harbimiz—Kazım Karabekir vb.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder