2 Kasım 2012 Cuma

TACEDDİN OĞULLARI- MEVLÛD OĞUZ


TACEDDİN OĞULLARI-MEVLÛD OĞUZ
Ortazaman Tarihi Dr. Öğrencisi


Anadolu Selçuklu devletinin yıkılmasından sonraki bu kıtanın tarihî
seyrini iyice anlayabilmek, Osmanlı fütuhatının neden çarçabuk gelişemediğini
izah edebilmek için beylikler devrinin her bakımdan ele
alınıp tam manasiyle malzemenin müsaadesi nisbetinde araştırılması
gerekmektedir.

Üzerinde oturduğumuz bu memleket tarihinin teferruatına varıncaya
kadar tetkikten geçirilmesi, bu kıta üzerinde meydana gelen en küçük
bir hadisenin dahi küçümsenmemesi icabetmektedir, Anadolu'nun birlikten
mahrum olduğu bu devirde, türlü vesilelerle 1071 Malazgirt
muharebesinden evvel ve sonra burayı yurt edinen, kelimenin tam
manasiyle Türkleştiren muhtelif Türk boy beylerinin idaresinde müstakil
olarak tarih sahnesine çıktıklarını görmekteyiz. Bunları böyle bir
cüretkârane harekete sevkeden âmillerin neler olduğu üzerinde durmadan
siyasî faaliyetlerinin bağımsız birer devlet olabilmek çarelerini
aradığını söyleyebiliriz. Bu gayelerini tahakkuk ettirmek için muhtelif
zamanlarda, muhtelif vesilelerle yabancı devletlerle aynı soydan ve aynı
dinden olan ırkdaşlarına karşı ittifak etmekten çekinmiyorlardı.
Şimdiye kadar beylikler hakkında birçok kıymetli yazılar yazılmıştır.

Fakat bu yazılarda nazarı dikkatimizi çeken bir nokta varsa o da malûm
olanlar üzerinde durulmuş olduğu ve birçok müstakil beylerin o
devir tarihindeki rollerinden bahsedilmediğidir. Beylik olarak kabul ettiğimiz
devlet ve devletçikler yanında bir vilâyet ve buna tabi köylerde
icrayı faaliyet eden ve henüz bu güne kadar ilim âlemine lâyıkı veçhile
tanıtılmamış olan bu beylerin ve bilhassa hanedan kuranların o devir
tarihindeki rolünü tebarüz ettirmek, Anadolu tarihi ve nihayet Osmanlı
tarihinin ilk devirlerinin aydınlatılmasına yardım eder.

Moğol istilâsından sonra mevcut devlet nüfuzunun zayıflaması üzerine
Anadolu'da bulunan ve bu istilâ Asya'dan garba doğru gelişirken
önceki yurtlarını terkederek yakın şarka ve bilhassa Anadolu'ya gelen
Türk aşiretleri arasında bir hareketin başladığını, 1335 te İlhanlı hâkimiyetinin
yıkılmasından sonra bu hareketin kuvvetlendiğini ve müstakilleştiğini
görmekteyiz. Önceleri aralarında muhafaza ettikleri aşiret teşkilâtlarını
bundan böyle varisi oldukları Selçuklu teşkilâtının ve nisbeten
İlhanlı teşkilâtının tesiri altında kalarak teşkilâtlandıklarını ve devletleşmek
gibi muazzam bir işe teşebbüs ettiklerini, nihayet muvaffak
olduklarını görüyoruz.

Şimdi bunları bir tarafa bırakarak bazı meselelere dokunduktan
sonra tetkik edeceğiz mevzua geçeceğiz. Anadolu'da Selçuklular tarafından
uçlara yerleştirilen T ü r k a ş i r e t l e r i , reisleri idaresinde hıristiyanlarla
daimi bir mücadele halinde idiler. Bu mücadelenin iki cephe halinde
olduğu bilinmektedir. Bunlardan birisi garpte Bizanslılara karşı, diğeri
kuzey Anadolu'da Pontus'a karşıdır. Birinci cepheyi tetkik etmek için
ve aynı zamanda Osmanlılar bu cephede rol oynadıklarından şimdiye
kadar mevcut malûmata nazaran üzerinde durulmuştur. İkinci cephe hakkında
bu güne kadar tetkik edilmiş olarak karşımıza çıkan bir eserle
maalesef karşılaşamıyoruz. Halbuki bu cephe hakkında elimizde az da
olsa kıymetli malzeme mevcuttur. İster Rumlarla ve ister Gürcülerle
olsun Kitab-ı Dede Korkutun birçok hikâyeleri kuzeydoğu Anadolu'da
çarpışan ve din uğrunda kan akıtan gazilerin masal olmuş tarihlerini
ihtiva etmektedir. Bu kitaptaki tarihî vakaları mümkün olduğu nîsbette
zaman ve mekân göstererek işlemek edebiyatçılardan ziyade tarihçileri
alâkadar etmektedir. Çünkü bu kitaptaki hikâyeler Türk âdet ve ananesini,
nihayet islâmiyete girmiş bulunan şamanizm dininin birçok unsurlarını
ihtiva etmektedir. Diğer taraftan bu ikinci cephe hakkında
Trabzon sarayında bizzat yaşamış, günü gününe vakaları tesbit eden
Vakayiname müelliflerinin bıraktıkları eserler bize açıkça gösteriyor ki
bu cephe boyuna yerleşmiş olan Türkmenler Pontus Rumlariyle daimî
bir mücadele halindedirler. Bu mücadelenin mahiyeti malûm olduğundan
bunlar üzerinde durmadan mücadeleyi yapan Türkmenlerin vaziyetini
ve aynı zamanda .diğer beyliklerle olan münasebetlerini yakından
incelemek için bu bölgede beylik kuran Türkmen beylerini teker teker
ele alıp tetkik etmek yerinde olur.

Mezuniyet tezimi yaparken XIV. asır Anadolu'sunun en ehemmiyetli
bir kaynağı olan Bezm-ü Rezm üzerinde oldukça durmuştum. Bu
kitapta Anadolu'nun o zamanki durumu hakkında siyasî ve içtimaî o
kadar meseleler vardır ki bunları yakın bir zamanda ele alıp işlemeye
başlayacağımızı şimdiden haber verebiliriz. Tezimin mevzuu olan Kadı
Burhaneddin ile durmadan çarpışan ve diğer taraftan Pontus aleyhine
arazilerini genişletmek emelini güden bu beyler içinde T a c e d d i n
o ğ u l l a r ı diyebileceğimiz beylikten başlıyacağız. Bu sülaleye beylik
demek yerinde olacaktır. Fakat nedense tarih literatüründe bunlara ait
ne bir tetkike ve ne de bir esere tesadüf edebiliyoruz. Belki de bu teşebbüse
meselenin zorluğundan dolayı girişmekten çekinilmiştir. Son zamanlarda
Samsun Halkevi tarafından Canik Beyleri adı altında bir eser
yayınlanmış ise de, burada Taceddin ve oğulları hakkında irtibatsız malûmat
verilmekten başka bir iş yapılmamıştır. Umumî ve kısa bir malûmat
almak isteyenlere bir müracaat kitabı mahiyetindedir. Mevzuumuza girmeden
önce bu beyliğin ve umumiyetle Anadolu'nun bu bölgesinin
İlhanlılar'ın son zamanlarındaki idaresine bir nazar atmak faydalı olur.
1243 ten sonra llhanlılar'ın Anadolu üzerindeki idare tarzları
başlangıçtan sona doğru birtakın değişmelere maruz kalmıştır. İlhanlılar
tarafından gönderilen son Anadolu valisi, menşei Uygur Türklerinden
olan Ertana Bey idi1. Ertana'nın, Ilhanlılar'ın tarih sahnesinden çekilmeleri
üzerine müstakil bir beylik kurmaya temayül ettiğini ve nihayet
buna muvaffak olduğunu halefleri zamanında beyliğin inkıraza doğru
sürüklendiğini ve sonra Kadı Burhaneddin'in kadılıktan siyasî hayata
atılarak ismi geçen bu beyliği kendine maletliğini mezuniyet tezimizde
tetkik etmiştik. Görmüştük ki: Ertana beyliği ta Samsun'a kadar uzanmakta,
Amasya, Erzincan, Sivas, Kayseri, Niksar ve Ankara'yı bile
içine alan oldukça büyük bir beylik idi. Kadı Burhaneddin idareyi ele
alına vilâyetlerde bulunan nüfuzlu beyler bağımsız olarak faaliyete
geçtiler.

Taceddin oğullarının müstakil bir harekete başlaması Ertana'nın
hâkimiyete başlamasından epeyce evveldir. Bunun böyle olması nazarı
dikkatimizi çekmektedir. Çünkü bu devirde Anadolu'da İlhanlı hâkimiyeti
yıkılmamıştı. Fakat Anadolu tam manasiyle bir hercümerç içinde
idi. Başlangıçta Taceddin'in babası Ertana'ya muhalif durumda idi. Taceddin'in
büyük babalarına ait malûmatımız o kadar uzaklara çıkamıyor;
Bezm-ü Rezm'de ve bununla muasır Anadolu sahasında yazılan tarih kitaplarında
hiçbir kayda tesadüf edemiyoruz. Bu böyle olmakla beraber
Mısır kaynaklarından bilhassa Beylikler devrine ait verdiği malûmat çok
kıymetli olan Şahabeddin El-Ömeri'nin Mesalik-ül-Ebsar adlı eserinde
şu malûmata tesadüf etmekteyiz: Bu eserde Doğancık Bey olarak geçen
Taceddin, Doğancık Bey'in, Taceddin'in babası olduğunu ileride bir
mezar kitabesine dayanarak isbata çalışacağız. Doğancık Bey'in idaresi
altında bulundurduğu arazinin kuzey batı hududunun Kastamonu emiri
Süleyman Şah'ın hududuna kadar uzandığına ve Anadolu'da nüfuzlu,
şöhretli aynı zamanda hatırı sayılır ümeradan olduğu da ilâve edildiğine
göre2, yabana atılamaz bir bey olduğu söylenebilir. Doğancık Bey'in
Süleyman Şah'la muasır olarak gösterilmesi 1309 tarilerinde Doğancık
Bey'in hayatta olup müstakil bir araziye sahip olduğuna bir delil teşkil
etmektedir. Diğer taraftan dört ciltlik bir Amasya tarihi yazmış olan
Hüseyin Hüsameddin Bey'in eserinde neşrettiği mezar kitabelerini ziketmeden
önce bu eserin kontrol imkanını vermeyişi okuyanları haklı
olarak şüpheye sevkettiğini söyliyebiliriz. Hüseyin Hüsamettin Bey,
Emir Doğancık'ın şeceresini 655 (1257) tarihli vakfiyesine nazaran hakkında
hiçbir malûmata sahip olamadığımız ve Selçuklularla akrabalığının
olup olmadığını bilmediğimiz Kemahlı Ebubekir adında bir kimseye
kadar çıkmaktadır3.


Hüseyin Hüsamettin Bey Niksar kadısı iken Niksar'ın Danişmend
Gazi türbesine giden yolun üzerinde yekdiğerine muarız yan yana bulunan
iki türbeyi tetkik edip cephesi şimale nazır olan türbenin içini
tethir edip topraklarını kazdırdıktan sonra, bir mezar kitabesinin çok
karışık manzarasiyle karşılaşmıştır. Bu kitabe toprağın altında uzun bir
müddet kalmış olduğundan yazılı olduğu bile belirsiz bir hale gelmiştir.
Nihayet kiremit parçaları sürülerek yazılı bir kitabe olduğu meydana
çıkmıştır4. Bu kitabenin birçok yerlerinin silinmiş olması bizi müşkülâta
sevketmektedir. Fakat ne de olsa okunan yerleri bize kitabenin
sahibi hakkında oldukça malûmat vermektedir. Kitabe her ne kadar
Amasya tarihinde neşredilmiş ise de kolaylıkla incelemek için aşağıya
olduğu gibi dercediyorum.



raftarlarını firara mecbur etti. Bu malumattan anlaşıldığına nazaran Doğanşah
yahut Doğancık Bey Anadolu'da İlhanlı hâkimiyeti yıkılırken oldukça
bir nüfuz sahibi idi. Şeyh Hasan tarafını tutması başlangıçtan
itibaren Ertana Bey'e muhalif bir cephe aldığını açıkça göstermektedir.
Bu muhaliflik yalnız Ertana Bey zamanına münhasır kalmayıp, Doğancık'ın
torunları zamanında hattâ Ertana Beyliğinin mirasına konan Burhaneddin
zamanında bile aralarında düşmanlık hisleri devam edip gitmiştir.

Doğancık Bey Gazi Çelebi'yi6 geldiği Simre çiftliğine gönderdi,
kendisi de Amasya'da kaldı. Bu harekete Ertana Bey'in bir zaman ses
çıkarmadığını görmekteyiz. Ertana Bey Doğanşah'tan ve bunun hâmisi
olan Şeyh Hasan Bey'den korkacak bir vaziyette değildi. Fakat hükmü
altında bulundurduğu vilâyetlerdeki beyler bu zamanda Ertana Bey'e
karşı muhasım bir vaziyette idiler. Şayet Ertana Bey Doğancık ile muharebe
edecek olsaydı fırsattan istifade ederek yukarıda ismi geçen
beyler daha ziyade isyan hareketlerine başlıyacaklardı. Bunun için Ertana
Bey bir zaman sesini çıkarmadı. Ertana Bey Şeyh Hasan'ın nüfuzunu
kırmak için büyük bir devletin himayesini kabul etmesi icabediyordu.
Bunun için de Malatya ve Divriği'ye kadar nüfuzları altına aldıkları
araziyi daha da genişletmek emelini güden Mısır hükümdarı Melik
Nasır, Ertana'nın bu vaziyetinden istifade ederek onun himaye teklifini
kabul etti. Böylece muhalifi bulunan Şeyh Hasan'ı bir dereceye kadar
hareketsiz vaziyete düşürdü. Şayet Ertana Bey Melik Nasır namına
para bastırırsa beyler nazarında hükmü azalacaktı. Bundan dolayı da Doğanşah'ın
serbest hareketine ses çıkarmadı. Fakat Melik Nasır Mısır'da
vefat ettikten sonra Mısır emirleri isyan edince Ertana Bey fırsattan
istifade ederek istiklâlini ilân edip Samsun emîri Tuli Bey'i daha
evvel Amasya'yı işgal etmiş olan Doğanşah üzerine gönderdi ve şehri
işgal etmesini emretti. Tuli Bey toplıyabildiği kuvvetlerle Amasya'ya
hareket edip, Amasyada Doğanşah aleyhinde olan nüfuzlu kimselerle
birleşip Doğanşah'ı Amasya'dan Niksar'a kaçırdılar. Amasya'nın Tuli
Bey tarafından alındığı tarih 1341 olarak gösterilmektedir. Amasya ve
ona tâbi olan köyler Ertana'nın idaresini tanıdı. Doğanşah da bu vakadan
(beş altı sene sonra) Niksar'da vefat etti. Yukarıda mezar
kitabesini kaydettiğimiz ve ölüm tarihi hakkında kitabeye nazaran hüküm
çıkardığımız bu zattır. Yerine oğlu Taceddin.in geçtiğini söyleyebiliriz.
Her ne kadar Taceddin'in tahta geçiş tarihi hakkında bir malûmata
rastlanamıyorsa da babasının ölüm tarihi olan (747 veya 749) dan
hemen sonra geçtiği hükmüne varabiliriz. Taceddin başlangıçta Amasya'da
müstakil bir emir olan Hacı Şad Geldiyi metbu olarak tanımaktadır
7. Bu sıralarda Ertana beyliğinin başında bulunan Ali Bey Kadı
Burhaneddin'in elinde oyuncak bir vaziyette bulunmakta idi. Burhaneddin
hem bu ayyaş hükümdardan kurtulmak ve hem de etraftaki beyleri
temizlemek için Ali Bey'i ister muvaffak olsun ister olmasın sefere
teşvik ediyordu. Ertana'nın hâkim olduğu vilâyetlerde beyler, kendi
başlarına hareket ediyor, ve Ertana oğullarının elinde yalnız Sivas ve
Kayseri kalmış oluyordu. Meselâ Amasya'daki Hacı Şad Geldi, Tokad'-
daki Şeyh Nacip bu kabildendir. Bunlar imkân nisbetinde komşu bulundukları
vilâyet beylerine de tahakkümden geri durmuyorlardı. Bunun
için Niksar hâkimi Taceddin'in de Hacı Şad Geldi'nin nüfuzu altında
olduğunu görüyoruz. Ertana beyliğini yıkıpta Kadı Burhaneddin kendi
ismiyle anılan beyliğini kurunca yine bu beylerle mücadele etmek mecburiyetinde
kaldı. Bu beyler arasında ilk önce Hacı Şad Geldi taraftarı
olmuş olan Taceddin bilâhare Ertana beyliğine asker ve vergi vermek
mecburiyetinde kalmıştı. Taceddin'in vermeğe mecbur olduğu vergi ve
askeri bir müddet sonra vermeyince Ali Bey ve Burhaneddin tarafından
Taceddin üzerine sefer açılmış oldu. Ordusunu mükemmel bir şekilde
hazırlıyan Ali Bey Burhaneddin ile beraber Niksar tarafına hareket etti.
Taceddin'e karşı açılan bu seferde Samagar aşiretinin de bir rol
oynadığını görmekteyiz8. Samagar aşiretinin dahil olduğu bu seferde
Ali Bey ve Burhaneddin Niksar taraflarını yağma ettiler. Bezm ü-Rezm
müellifinin kaydettiğine göre yusun ve yasa yani nizam ve kaide yerine
geldikten sonra tekrar Sivas'a dönmüşlerdir9. Ertana beyliğinin ve
nihayet Kadı Burhaneddin'in amansız rakibi olan Hacı Şad Geldi, 
Burhaneddin'in bir pususuna düşürülüp öldürüldükten sonra yerine geçen
oğlu Emîr Ahmet hem genç hem de cengâver bir şahıs idi. Hacı Şad
Geldi'nin ölümünden sonra 1382 de Kadı Burhaneddin'in istiklâl ilân
ettiğini görmekteyiz' Kadı Burhaneddin'in istiklâl ilân etmesi üzerine
Ertana Beyliğine düşman ve düşman olmıyan bütün bu bölge beyleri
Burhaneddin'e karşı ittifak etmek ve yeni kurulan bu beyliği ortadan
kaldırmak için birçok teşebbüslere giriştiler. Şeydi Hüsam10, ve Taceddin
Burhaneddin'in muhalifleriyle birleşerek Akşehir'i yağma ettiler.
Taceddin'in halazadesi Koyulu hisar beyi idi. Selçuk ümerasından Kılıçarslan'ın
amcazadesi Seraceddin, ismi geçen bu kaleye hücum etti.

Taceddin'in halazadesi esir edildi. Bu vaziyet karşısında Koyulu hisar
kalesinin Seraceddin'e geçtiğini ve bundan dolayı Taceddin'in halazadesinin
kardeşi Mehmet elçilikle Burhaneddin'e gelip kardeşini affettirdiğini
görüyoruz11. Taceddin, evvelce söylediğimiz Şeydi Hüsam'ın
entrikaları dolayısiyle Amasya emiri Emîr Ahmet'le ittifak halinde
idi. Burhaneddin'in etraf beyleri tenkil etmek için asker göndermek
ve aşiret beylerini kendi lehinde tutmak hareketinde bulunduğundan
vaziyetinin daha çok tehlikeye düşeceğini anlıyan Taceddin, Burhaneddin'e
elçi göndererek bundan böyle dost olmak çarelerini aramak teşebbüsüne
girişti. Fakat Burhaneddin buna yanaşmadı. Bunun üzerine
Taceddin Emîr Ahmet'le anlaşmak fikrine saptı. Bunun için de,
daha evvel Burhaneddin'in Canik'te yaptırmış olduğu bir kaleyi elçi
göndererek yıktırılmasını istemişti. Böylece Emîr Ahmet'in hoşuna gidecekti.
Burhaneddin bu teklife ve bilhassa bu maksada kızmış olacak
ki "Cevabım kılıçtır,, dedi ve çok vakit geçirmeden Taceddin'in üzerine
yürüdü12. Taceddin Emîr Ahmet,le birleşmişti. Burhaneddin'in beş bin
kişilik ordusuna mukabil Taceddin ve müttefiklerinin ordu mevcudu yedi
bin kişi idi. Harp, buna rağmen Taceddin için iyi bir netice vermedi.
Burhaneddin karşısında dağılan Taceddin askerleri ikinci bir hücumda
bulunamadılar. Sulh istemek zorunda kalan Taceddin, arzu hürmet ve
tâbiiyet için Burhaneddin'e geldi ve af diledi. Taceddin, Burhaneddin'in
itimadını kazanmak için " gideyim çocuklarımı da getireyim „
diye izin istemişti. Müsaadeyi alan Taceddin Sunisaya varınca orada
bulunan Emîr Ahmet'le Burhaneddin aleyhine tekrar birleşti. Yapılan
bir müsademede Taceddin'in kardeşi Alparslan ağır bir surette elinden
yaralanmıştı. Taceddin Burhaneddin ile başa çıkamıyacağını ve
topraklarını Burhaneddin aleyhine genişletemiyeceği anlayınca siyasetini
değiştirmek zorunda kaldı13. Bundan sonra Taceddin Süleyman Bey
arazisine sık sık hücum etmeğe başladı. Taceddin'in bu hareketlerinin
sebepleri üzerinde duracak olursak şu manzara ile karşılaşırız. Zaten
ileride Hacı Emir oğulları diyebileceğimiz, Ordu taraflarındaki beyliğin
durumunu tetkik ederken bu meseleleri teferruatiyle zikredeceğiz. Şimdi
ise Taceddin'in hücum sebebini araştırma maksadiyle Hacı Emir ve
oğlu Süleyman hakkında bir iki kelime ile iktifa edeceğiz. Taceddin
Süleyman Bey arazisine taarruz etmiş, bundan dolayı Süleyman Bey
Burhaneddin'den yardım istemişti. Bir gün Hacı Emir fena halde hastalanmıştı.
Hacı Emir'in oğlu Süleyman Bey babasının hastalığı yüzünden
memleketin idaresini kendi eline almak istemişti. Babası ve memleketin
ileri gelenleri babasının hastalıktan kalkıncaya kadar Süleyman
Bey'in memleket idaresine bakmasına taraftardılar. Süleyman Bey idareyi
eline aldı, fakat az bir müddet sonra Hacı Emir iyileştiğinden oğlunun
idareyi kendisine terketmesini emretti. Fakat ahalinin bir kısmı
Süleyman Bey'e taraftar olduğu için idareleri altında bulundurdukları
Türkmenler iki kısma ayrıldı. Bir kısmı Hacı Emir'i, diğer bir kısmı ise
Süleyman Bey'i reis olarak tanıdılar. Baba oğul arasında meydana gelen
bu nizadan dolayı Taceddin fırsattan istifade ederek bazı köyler
ele geçirilmek gayesiyle yağmalara başladı14. Taceddin her zaman bunların
vaziyetini tarassut etmekte idi. Hacı Emir ve oğlu Süleyman ise
daima Trabzon Rumlarıyla mücadele halinde oldukları için Taceddin'le
fazla derecede alâkadar olamıyorlardı. Fakat meselenin ciddî bir safhaya
girdiğini anlayan Süleyman Bey, Taceddin'e karşı daima uyanık harekette
bulunmak için Taceddin'in en küçük hareketleriyle yakından alâkadar
oluyordu. Diğer taraftan Taceddin askerlerini topladıktan sonra
anî bir surette Ordu ve Ünye taraflarına iki defa hücum ederek yağmalarla
bulundu. Fakat bir zafer elde edemedi. Süleyman Bey bu hadiseyi
bertaraf etmek için Taceddin'in düşmanı olan Kadı Burhaneddin
ile birleşmek ve bu sayede Taceddin'i ortadan kaldırmak emelinde idi.
Bunun için de Burhaneddin'e bir elçi gönderdi. Taceddin'i böyle bir
emelinden vaz geçirmek ve eski sükûneti yeniden tesis etmek için
ve aynı zamanda Süleyman Bey ve Taceddin'in arasını bulmak için Kadı
Burhaneddin Şehriyar Âli isminde âlim bir kimseyi Taceddin'e gönderdi.
"Ortada hiç bir sebep yok iken siz neden Hacı Emir vilâyetine taarruz
edip ve birkaç defa asker gönderip ahlâka uygun olmayan yağmalarda
bulundunuz.,, demiş ve aynı zamanda bir takım ağır sözler de söylemişti.

Elçi ramazan ayı sonunda Sivas'a geldi. Aradan bir müddet
geçtikten sonra Burhaneddin Sivas'ta bir yaylada bulunduğu sırada
Emir Sait'in gönderdiği bir kimse gelerek Taceddin'in ordu toplayarak
Süleyman Bey üzerine gittiğini ve büyük bir meydan muharebesi zuhur
ettiğini, Süleyman Bey Taceddin'i dar bir geçide sıkıştırıp ordusunun
çoğunu kılıçtan geçirdiğini ve 500 kişi ile Taceddin'in esir edilerek bir
yerde öldürüldüğünü haber verdi15. Daha evvel Burhaneddin'in yanına
gelmiş olan Şehriyar Ali bizzat harp hakkındaki müşahadelerini anlattı.


Şehriyar Ali, cevabında şunları söyledi: "İlk önce hücum etmiyeceğine
söz vermişken sonradan beni bir arkadaşla yalnız bıraktı ve ordusunun
başına geçerek hareket etti. Hareketinden önce ona şu şartın mevcut
olduğunu söylemiştim; Burhaneddin'in dostu ile dost, düşmanı ile düşman
olacağını ve bu şartı daha evvel kabul ettiğini hatırlattım. Burhaneddin
Süleyman Bey'in dostudur, fakat sen onunla harbe gidiyorsun
ve aynı zamanda Burhaneddin ile aranızda mevcut olan sulhu bozuyorsun.
Ve böylece ölümü hak ediyorsun „ dediğini Burhaneddin'e söylemiştir.

Burhaneddin bu meselenin ne dereceye kadar doğru olduğunu
tahkik için maiyetinde bulunan Emir Said'i Niksar'a gönderdi. Burhaneddin
de fırsattan istifade etmeği bir ganimet sayıp, ordularını toplıyarak
Niksar istikametinde yola çıktı. Şehir hudutları içine girince
Niksar'ın ileri gelenleri Burhaneddin'e gelerek şehrin anahtarlarını teslim
etmek istediler. Burhaneddin bunu memnuniyetle kabul edip, şehir
ahalisi Burhaneddin'e daima tabî kalacakları, hiçbir muhalif harekette
bulunmıyacaklarını yemin ile belirttiler16. Burhaneddin ilk iş olarak
Niksar'da bulunan Danişmend Melik Gazi'nin türbesini ziyaret etti. İkinci
gün şehrin fethiyle meşgul oldu. Şimdi bu mesele karşısında aklımıza
gelen bir noktayı belirtelim: Taceddin'i ortadan kaldıran Süleyman
Bey olduğu halde Niksar'ın Burhaneddin tarafından işgalidir. Bu keyfiyetten
anladığımıza göre Süleyman Bey Burhaneddin'e tabî bir durumdadır.
Bu sırada Süleyman Bey'in akrabasından ismi bizce meçhul
olan bir kimse gelerek Taceddin'den nasıl kurtulmuş olduklarını ve cereyan
eden vaziyeti lâyıkiyle aydınlattı. Nihayet Burhaneddin Taceddin'in
idaresinde bulundurduğu İskefsir kalesini de almak için hareket
etti. Burhaneddinin daha evvel böyle bir harekette bulunacağını haber
alan halk şehri terketmişlerdi. Şehrin ileri gelenleri Burhaneddin'e gelip
kaleyi teslim ettiler. Burhaneddin iskefsir kalesine girerek geceyi
orada geçirdi17. Ertesi gün kaleyi Süleyman Bey'e ikta olarak verdi ve
oradan Niksar'a hareket etti. Böylece yukarıda izahına çalıştığımız yani
Süleyman Bey'in Burhaneddin'e tâbiliği keyfiyeti daha ziyade kuvvetlenmiş
oluyor. Fakat bu mesele karşısında kati bir hüküm vermekten
bizi alıkoyan bir mesele karşısında kalıyoruz. Şöyle ki:

Taceddin öldürüldükten sonra yerine Mahmut Çelebi ve Alparslan
isminde iki oğlu geçmiş ve memleketlerinin birliğini yeniden temin etmek
için Burhaneddin'e Mahmut Çelebi bir elçi göndererek bundan önce
yaptıklarının bağışlanmasını, ve kendilerini para, aynı zamanda asker
göndereceğini yalnız memleketinde müstakil olarak kalmasını arzetmişti.
Burhanednin Taceddin zamanında Mahmut Çelebi'nin vaziyetini gözönüne
getirerek Niksar ve ona tâbi olan yerleri tekrar Mahmut Çelebi'ye
verdi. Süleyman Bey de Mahmut Çelebi'nin kendisine dokunmadığı
ve taarruzda bulunmadıkça serbestçe yaşıyacağını temin etti. Herbirisi
 varis oldukları arazi ile iktifa edeceklerine yemin ettiler. Böylece
İskefsir'in Süleyman Bey'e ikta olarak verilmesi diğer taraftan Niksar
ve dolaylarının Mahmut Çelebi'ye asker ve para mukabilinde iadesi,
ikisinin de Burhaneddin'in nüfuzu altına girdiğini açıkça gösteriyor.
Şimdi bunları bir tarafa bırakarak bulabildiğimiz malûmata göre
Trabzon Rumlarıyle, meşgul olduğumuz Taceddin oğullan arasındaki
münasebetlere geçelim.

Taceddin'den evvel bir münasebetin olup olmadığını şimdilik bilemiyoruz.
Zaten Taceddin babası Doğancık Beyin Amasya'dan ayrılıp
Niksar'da hâkimiyet tesis ettikten birkaç sene sonra ölmesi, bize böyle
bir münasebetin tesis edilemediğini gösterdiği gibi Trabzon vekayinamelerinde
de Doğancık Bey'in ismine bile tesadüf edemiyoruz. Esas
olarak münasebetin Taceddin zamanında başlandığını söyliyebiliriz.
Trabzon imparatorları hudutları boyunca gittikçe kuvvetleşen ve kesafet
peyda eden Türkler karşısında mevcudiyetlerini muhafaza edebilmek
için daima dostane münasebetler tesis etmek siyasetini güdüyorlardı.
Bu siyasetlerini gerçekleştirmek için de izdivacı ön pilâna almışlardır.

Diyebiliriz ki bu bölgede bulunan Türk beylerinin hemem hepsine
Trabzon sarayına mensup ve bizzat imparatorlar kızlarını vermek suretile
bu plânı gerçekleştirmek yolunu tutmuşlardır. Diğer taraftan ikinci
bir siyaset olarak da Trabzon hududu boylarına yerleşmiş ve daima
Trabzon'u akın ve yağmalariyle tehdid eden Türkmen beylerine karşı
imparatorluktan uzakta bulunan Türk emîr ve beyleriyle uzlaşıp onları
arkadan vurmak gibi kurnazca hareketlere giriştikleri de görülüyordu18.
Alexsios saltanatının ikinci yılında bu fikre istinaden hemşiresi Anna
Comnena'yı Akkoyunlu aşireti reisi Kutlu Bey'e zevce olarak verdi.
Altı sene sonra ikinci hemşiresi Teodora'yı, imparatorluğa birçok hücumlarda
bulunan Khalibya'nın hâkimi Hacı Emir'e verdi19. Bunlardan
başka Trabzon saray kroniklerinde Deschiatines veya Dschinatines, aynı
zamanda Bizans kaynaklarında Zatines diye anılan Türkmen emiri
Taceddin'e Alexsios III. kızı Eudokia'yı zevce olarak verdi20. Bizzat
Trabzon imparatoru Alexsios III. kızı Eudokia'yı bütün gelinlik eşyalariyle
birlikde Kerasont isimli bir yere bırakıyor. Aradan kısa bir müddet
 geçtikten sonra imparator Oeneon'a21 gelerek bizzat Taceddin'le
mülâki oluyor. Taceddin, imparatordan kızını alarak 8 ikinci teşrin 1381
de tekrar Limnia'ya yani kendi memleketine geldi22. Bütün bunlar bize
gösteriyor ki, bu sıralarda Taceddin Trabzon'a karşı tehdidkâr bir vaziyet
almıştı. İmparator bu vaziyetten kurtulmak için Alexsios III. kızını
Taceddin'e kendi eliyle teslim edecek kadar ileri gitmişti. Ne olursa
olsun bir imparatorun bir Türk beyine böyle muamelede bulunması yabana
atılacak hareketlerden değildir. Yine bu bize gösteriyor ki, Taceddin
bu devirde nüfuz ve şöhret sahibi bir kimse idi. Fakat işin
enteresan tarafı Trabzon imparatorunun böyle sıhriyet peyda etmek
vasıtasiyle kendine karşı yönetilmiş olan Türk hücumlarını kökünden
halledemediğidir. Kızını Taceddin'e verdikten sonra onun yeniden
Trabzon kalesini tahkime başlaması Türk hücumlarının devamını gösterdiği
gibi, diğer taraftan bizzat kızını veyahut kız kardeşini verdiği
Türk emirleri yani bizzat damatları hücumlarını pervasızca icra ediyorlardı.

Trabzon imparatorunun kurnazca bir siyaseti, müşterek bir Türk
emirleri ittifakının yapılmasının önüne geçmesi, onun siyasetinde bir
dereceye kadar muvaffak olduğunu göstermektedir. Trabzon imparatoru
Alexsios III. sıhriyetten çok evvel Taceddin'in nüfuzu altında bulunan
Limnia'ya bir donanma ile 1369 ocak ayı sonunda hareket ettiği
ve dört ay sonra geri döndüğü kaydediliyorsa da23, sebebinin ne olduğu,
bir muharebenin yapılıp yapılmadığı ve neticenin neye vardığını
saray kroniklerinde tesadüf edemiyoruz. İmparator kızını Taceddin'le evlendirdikten
sonra Türk emiri ile iyi münasebetler tesis etmiş olduğundan
karadan ve denizden Tzapnid (Lazlar) üzerine hareket etmiştir. Anlaşıldığına
göre imparatoru bu seferden daha evvel alıkoyan Türk hücumlarının
sık sık tekerrür etmesidir.

Taceddin'in öldürülmesine ait Trabzon sarayı kroniklerinde verilen
malûmata bakacak olursak, Anadolu'da aynı zamanda yazılan Bezm
ü-Rezm'deki malûmat ile bazı yerlerde ayrılıklar görmekteyiz. Kroniklerde
şu malûmat ile karşılaşıyoruz: 1387 II. teşrininde imparatorun damadı
ve aynı zamanda Limnia emiri Taceddin (Tatziatin), imparatorun
diğer damadı Hacı emir (Chatzymiri)'in oğlu Süleyman Bey üzerine
12000 kişi ile yürüdüğü, Chalybie'ye bizzat girdiği ve Taceddin'in
ilk çarpışmada mağlup olduğu, bütün ihtimamlara rağmen yanında bulunan
altı kişi ile beraber öldürüldüğü, askerlerin aç ve sefil, yarı çıplak
bir halde kaçtıkları ve bol miktarda hayvan silâh ve malzeme bıraktıkları
kaydediliyor24. Böyle olmasına rağmen muharebenin sebebi
hakkında hiçbir malûmat verilmiyorsa da daha önce yukarıda kaydettiğimiz
üzere, Bezm ü-Rezm'de geniş bir şekilde tesadüf ediyoruz.
Saray vekayinamesinde Taceddin'in altı kişi ile beraber öldürüldüğü
söylendiği halde Bezm ü-Rezm'de25 500 kişi ile birlikte öldürüldüğü
kaydediliyor.

Yukarıda temas ettiğimiz gibi Taceddin imparator Alexsios'un kızı
Eudokia ile 1381 den beri evli idi. Fakat Süleyman Bey tarafından katledilmesinden
sonra Eudokia babasının sarayına gitmeğe mecbur oldu.

Bu vakadan sonra Trabzon sarayına İstanbul imparatoru Yohannes
Paleologus'un elçisi gelerek genç ve dul kadını imparatorun oğluna
zevce olmak üzere istedi. Fakat Eudokia çok güzel idi. İmparator oğlu
ile evlendirmeyip ihtiyar olmasına rağmen kendisi zevce olarak aldı26.

Taceddin'in ölümünden sonra yerine geçen evlatları hakkında saray
kroniğinde malûmata tesadüf edemiyoruz. Çünkü saray kroniği 1387 de
hitam buluyor. Birdenbire Tımûr istilâsından bahis geçmektedir. Bu münasebetle
1403 senesinde buralardan geçen Clavijo'nun hatıra kitabına
müracaat etmek lâzimgeliyorsa da, bu kitapta Taceddin'in oğullarına
ait malûmata tesadüf edemiyoruz. Clavijo yalnız şunu kaydediyor:
"Alexsios III.'ün hükümet yılının 41 inci ömrünün 52. yılında öldüğü
zaman İstanbul'dan Tiflis'e kadar tekmil emir ve kırallarla damat olmuştu,,
denilmektedir. Taceddin'in oğulları ile Trabzon imparatorlarının
sıhriyet peyda edip etmediğini şimdilik bilemiyoruz.

Taceddin ile Trabzon imparatoru arasındaki münasebeti böylece
belirttikten sonra Taceddin'in ölümü ile yerine geçen oğullarının Burhaneddin
ile ve gerekse diğer Türk emirleriyle arasındaki münasebetlere
temas edelim:

Taceddin maktulen vefat ettikten sonra yukarıda zikrettiğimiz veçhile
oğlu Mahmud Çelebi 1387 senesinden itibaren Burhaneddin'e muti
kalmak şartiyle bir kısım toprakların sahibi olmuştu. Fakat Anadolu'nun
bu bölgesi birçok Türkmen beylerinin at oynattıkları yer olması dolayısiyle
daima başka bir beyin tahakkümü altına girmektense, kendi başlarına
hareket etmeyi arzu ediyorlardı. Bu itibarla Taşan oğulları. Bavra
beyi Burhaneddin'in buralara kadar sokulan nüfuzunu çekemediklerinden
kendi aralarında bir birliğin meydana gelmesi ve müşterek
düşmana karsı cephe alınmasını istiyorlardı. Zira Mahmut Çelebi ile
yukarıda ismi geçen beyler arasında sık sık ittifaklar oluyordu27. Kadı
Burhaneddin bir müddet sonra Taceddin'in akrabası Mehmet Çelebi'yi
ki - bir müddet Amasya emiri Emir Ahmed'in vezirliğini yapmıştı - elçilikle
Süleyman Paşa'nın yanına göndermişti. Süleyman Paşa daha evvel
Burhaneddin'den yardım talebinde bulunmuş, Burhaneddin ise Taşan
oğlu, Bavra beyi ve Taceddin oğulları ile temas etmemesi şartile yardım
edeceğini bildirmişti. Fakat Mehmet Çelebi bunun aksini yaptı.

Akrabası bulunan Taceddin oğlu Mahmut Çelebi ile birleşerek Candar
oğlu Süleyman II' yi de aralarına alıp Kadı Burhaneddin'e karşı kuvvetli
bir ittifak hazırlattı. Bu ittifaka emir Ahmet de dahil olmuştu.

Görüldüğü gibi Burhaneddin'e kuvvetli bir cephe açılıyor. Fakat Yıldırım
Bayazit'in Anadolu seferi ve bilhassa Kastamonu tarafına hareketi,
Süleyman Bey'in ittifaktan ayrılarak Burhaneddin'e yanaşmasına vesile
oldu. Mehmet Çelebi'yi yanına çağırarak Burhaneddin şartlarını kabul
ettiğini bildirmek üzere Sivas'a gönderdi. Mehmet Çelebi mahcuben
Burhaneddin'in yanına geldi, tekdir edildiyse de Candar oğluna yardım
edilmesine karar verildi. Çünkü düşman müşterekti. Fakat her nedense
Burhaneddin'in yardımı geciktirdiği görülüyor. Buna sebep olarak
da Mevlâna Paşa tarafından daha evvel Süleyman Bey'in munarebede
öldürüleceği haberi verilmişti. Bunun için Burhaneddin'in yardımı geciktirdiği
Bezm ü-Rezm müellifi tarafından kaydediliyorsa da bunun
böyle olmadığı aşikârdır. Esas olarak yardım edilmesine sebep, Süleyman
Paşa'nın Burhaneddin'e karşı bu vakadan az evvel Mahmut Çelebi,
Bavra beyi ve Taşan oğlu ile ittifak etmiş olmasıdır; bunun neticesi
olarak Burhaneddin'in yardımdan istinkâf ettiği anlaşılıyor. Süleyman
Bey 1392 senesinde Bayazit tarafından öldürüldü; böylece Yıldırım
Bayazit'e şimali Anadolu'nun kapıları açılmıştı. Muazzam Osmanlı kuvvetlerinin
karşısında pek cüzi kuvvetleriyle karşı gelemiyeceklerini anlıyan
bu beyler, Bayazit'e adamlar göndererek Osmanlı idaresini kabul
ettiklerini söylediler. Süleyman Bey'in kardeşi İsfendiyar (1392 - 1440)
çoktan beri Sinop'ta ayrı bir bey gibi hareket ediyordu. Vaziyeti öğrenince
Bayazit'e şefaatçılar gönderdi. Böylece Isfendiyar'ın Sinop
emirliği Osmanlılar tarafından tasdik edilmiş oldu. Kıvrımyol'dan aşağısı
sınır tutularak Kastamonu, Küre ve Osmancık, Osmanlı İmparatorluğuna
katıldı28. Osmanlı kuvvetleri bu bölgede hiçbir maniaya uğramaksızın
ileri hareketlerine devam etmişlerdi. Nihayet Samsun da Osmanlı
orduları tarafından işgal edildi. Samsun'da bu sırada Cüneyt Bey
hâkim idi. Osmanlı orduları tarafından zaptedilen Samsun, Alexsandr
Şişman'a verildi29. Yukarıda isimleri zikredilen beylerle ittifak etmiş
olan Amasya emiri emir Ahmet de kuvvetli Osmanlı orduları karşısında
Burhaneddin'e inkıyat etmektense Osmanlılara iltica etmeyi daha uygun
buldu. Bu durum karşısında müttefiklerden Taceddin oğlu Mahmut Çelebi
de Osmanlılar safında yer aldı. Bunun için ve aynı zamanda
muti kalacağını bildirmek üzere de kardeşi Kılıçarslan'ı Osmanlılara
gönderdi. Taşan oğlu bizzat Osmanlılar taraftarı olarak siyaset yapmaya
başladı. Hulâsa bu mıntaka beylerinin hepsi, Burhaneddin'den başka
Osmanlı kuvvetleri önünde çaresizliğe düşerek onların tarafını tutmak
mecburiyetinde kaldılar. Osmanlı taraftan olan bu beylerden en fazla
emir Ahmet ve Taceddin oğulları Burhaneddin aleyhine Osmanlıları kışkırtıyorlardı.

Fakat Osmanlıların Rumeli'ndeki emelleri dolayısiyle şimdilik
onların bu fikrine müsbet bir cevap vermediler. Osmanlı ordusunun
1393 senesinde Kırkdilim mevkiinde Burhaneddin askerlerine yenilmesi
Amasya'nın Burhaneddin tarafından bir müddet için işgali beyler
üzerinde o kadar derin bir tesir bırakmıştı ki, Burhaneddin taraftarı
olmak siyasetini menfaatları icabı olarak saydılar. Görülüyor ki, bu beyler,
muazzam Osmanlı kuvvetleri ile Burhaneddin'in kuvvetleri arasında
âdeta oyuncak bir duruma gelmişlerdi. Bu bölgede Osmanlı menfaatiyle
Burhaneddin menfaati çarpışmakta idi.

Osmanlıların bu mağlubiyetleri Taceddin oğullarının Burhaneddin
tarafına meyletmesine sebep oldu. Fakat aradan bir müddet geçtikten
sonra Candar oğlu'nun bir ittifak nişanesi olmak üzere Burhaneddin
yanında bulundurduğu 500 atlı, sebebi bizce bilinmeyen bir meseleden
dolayı Burhaneddin'i terkederek Taceddin oğlu yanında yer aldılar. Nihayet
Mahmut Çelebi'nin Osmanlılar tarafına geçmesi Burhaneddin'i çileden
çıkarıyordu 30. Yukarıda Amasya'nın Burhaneddin tarafından
işgal edildiğini söylemiştik. Fakat ya şiddetli kış mevsiminde Amasya'yı
elinde tutamıyacağını düşünerek, veyahut da Osmanlılardan çekindiği
için şehri terkederek Tokat'a döndü. Emir Ahmet Amasya'yı bütün
mülhakatiyie Osmanlılara teslim etmiş ve 1393 senesinde Osmanlı orduları
bu bölgeye girmişti. 1393 senesi baharında Burhaneddin kuvvetlerini
toplıyarak Osmanlıların müttefiki olan Taceddin oğlu Mahmut
Çelebi'nin idaresinde bulundurduğu Fenariyye havalisini zapt ve
Amasya'yı muhasara etti. Bu sırada Taceddin oğlu Mahmut Çelebi
Bayazit'e adam göndererek Kadı Burhaneddin ordusunun zahire ve
levazım yokluğundan perişan olup dağılmakta olduğunu haber verip
süratle yetişmesini istedi. Bayazit bundan istifade ederek Burhaneddin'in
nüfuzu altında bulunan Merzifon'u ve muhasara ettiği Amasya'yı
aldı. Bu durum karşısında Burhaneddin Tokat'a ve oradan da Sivas'a
çekilmek zorunda kaldı. Bayazit'in, Anadolu tarafında cereyan eden hadiseleri
nasıl bertaraf ettiğini gördük. Bu arada Niksar ve Canik taraflarındaki
beylerin vaziyetini gözden geçirelim.

Bayazit'in Rumeli'ye hareketini bir vesile bilen Burhaneddin, Taceddin
oğullarını kendi lehine çevirmek için onlara birçok telkinatta bulundu.
Taceddin oğlu Mahmut Çelebi ile kardeşi Alparslan arasında
muhalefet zuhur ettiğinden kardeşler babaları Taceddin'in toprağını ikiye
bölmüşlerdi. Diğer iki kardeşleri Kılıçarslan ve Süleyman Bey Mahmut
Çelebi ile birlikte hareket ediyorlardı. Osmanlılara tâbiiyet meselesinde
Alparslan'ın ismi hiç zikredilmediği halde üç kardeşin birlikte hareket
ettiklerini ve Osmanlılarla anlaştıklarını görmekteyiz. Bu dört kardeş
içinde bilhassa sözü geçenin Mahmut Çelebi olduğunu zannediyoruz.

Çünkü bütün siyaset meselelerinde daima onunla karşılaşıyoruz. Kardeşlerinin
Osmanlılar tarafını tutması karşısında, kardeşleriyle arasının zaten
açık bulunduğunu bildiğimiz Alparslan, ne olursa olsun Burhaneddin
tarafını tutması zaruri idi. Hattâ Kadı Burhaneddin'e adamlar göndererek
kardeşi Mahmut Çelebi'yi şikâyet ettiği gibi, Burhaneddin'in
himayesini de istedi. Burhaneddin Alparslan ve kardeşi Mahmut Çelebi'nin
bu anlaşmazlığından istifade maksadiyle, Niksar vilâyeti hudutlarına
geldi. Alparslan bu âni ilerleyişten çekinerek bir adamını Burhaneddin'e
gönderdi. "Mahmut Çelebi sizin gelişinizden korkarak telâş ile bir tarafa
kaçmış, adamlarının çoğu bize esir düşmüştür. Böylece sizin gelmenize
lüzum kalmadı. Ben yakın bir zamanda gelip tâbiiyetimi bildireceğim,,,
dedi. Burhaneddin bunun üzerine Niksar topraklarında bir zaman bekledi.
Fakat o bir türlü gelmiyordu. Bu vaziyet karşısında Burhaneddin bir menzil
daha ilerledi. Alparslan nihayet maiyeti erkâniyle geldi, tâbiliğini bildirdikten
sonra kardeşinin düşmanlığından ve yakın bir zamanda hükmü
altında bulundurduğu toprakların işgal etmesinden korkarak memleketine
gitmeye müsaade edilmesini rica etti31. Burhaneddin Alparslan'a hilatler
vererek memleketine gönderdi. Böylece Mahmut Çelebi'nin vaziyeti gün
geçtikçe kötü bir duruma düşüyordu. Mahmut Çelebi ne olursa olsun
Burhaneddin ile kardeşi aleyhine ittifak etmek istiyordu. Burhaneddin
Canik tarafına bir zaman sonra gelince vilâyette bulunan kalenin yıktırılmasını
emretti. Bu sırada Emir Sultan, Emir Sevinç Bey Mahmut
Çelebi ile müştereken arz-ı inkıyat için Burhaneddin'e geldiler ve onunla
ittifak ettiler. Alpaslan, Burhaneddin'in, Mahmut Çelebi tarafını tuttuğunu
görünce onun aleyhine olmak üzere, Ertana ailesine mensup ve
bundan dolayı Burhaneddin ile düşman bulunan Feridun isimli bir kimse
ile işbirliği yapmak istedi. Hattâ Burhaneddin'i zehirlemek teşebbüsünde
de- bulundular. Burhaneddin bu hadiseyi daha önceden akrabası olan
Şeyh Müeyyet, Mevlâna Paşa ve Türkmen emirlerinden olan, fakat vaziyetini
henüz tesbit edemediğimiz Emir Şehap'tan öğrenince Alparslan'ın
suçu sabit oldu. Feridun'u Niksar kalesine hapsettiler; Alparslan'dan
da idaresinde bulundurduğu Yenişehir kalesini istediler. Eğer verirse
affedeceğini, aksi halde cezasını çekeceğini bildirdiler. Ve nihayet Alparslan'ı
bir fırsatını bulup yakaladılar. Yenişehir kalesinin surları önüne
getirdiler, kalenin teslim edilmesini söylettiler, kale halkı kaleyi
teslime yanaşmadıklarından Burhaneddin'in adamları ve bizzat Burhaneddin
Alparslan'ı oracıkta öldürdü32. Alparslan'ın Hüsameddin
Hasan ve Hüsameddin Mehmet Yavuz isimli iki oğlu vardı.

Bunlar babalarından sonra müştereken hisselerine düşen arazide
hâkimiyetlerini devam ettirdiler 33. Alparslan daima fazilet ve edebiyat
davasında bulunur, kendisini bunların ehli addederdi. Arapçayı çok
güzel bilir, hattâ nahiv ile pek ziyade meşgul olurdu. Bunun için de
bilgisiyle de çok övünürdü. Burhaneddin bu kahraman ve kuvvetli
düşmanından kurtulduğuna sevinir ve âdeta gururlanırdı34. Burhaneddin
ilk önce teslim olmıyan Yenişehir kalesi yanında sonradan yeni
bir kale yaptırdı. Ve bu maksatla da Taceddin oğullarına son vermek
istiyordu. Bunun için de değerli ve mahir süvarilerinden birçoğunu
bu kaleye yerleştirdi. Mahmut Çelebi Burhaneddin'in buralara
kadar nüfuzuna mani olmak ve yeni yerleştirdiği adamlarının yağmalarına
set çekmek için tedbirler almakta gecikmedi. Fakat idaresinde
bulundurduğu kuvvetlerle muntazam ve muvaffakiyetli bir muharebe
yapmasına imkân yoktu. Karşı taraf kendisinden çok daha kuvvetliydi.
Ancak çete harpleri yapabilirdi. Mahmut Çelebi tehlike gördükçe
dağlara çıkıyor, tehlike bertaraf olunca rahata kavuşuyordu.

Birçok defalar Burhaneddin askerleri Mahmut Çelebi'yi takip etmişler,
fakat Mahmut Çelebi uzaklara kaçtığı için bulamamışlardı. Bezm ü-
Rezm'de bir münasebetle Timur'a, Burhaneddin'in düşmanları sayılırken
bu meyanda Mahmut Çelebi'den de bahis geçiyor ve 6000 askerle
onun Burhaneddin'in düşmanı olduğu kaydediliyor.

Bayazid Rumeli tarafındaki işlerini bir düzene koyduktan sonra
tekrar Anadolu cihetine döndü. 1398 yılı baharında Bayazit mühim
kuvvetler toplıyarak Samsun üzerine yürüyüp Kubat oğlu Cüneyt
Bey'in elinde bulunan bu şehri alarak, müslümanlığı kabul etmiş olan
Bulgar kiralının oğlu Alexandr Şişman'a verdiğini yukarıda zikretmiştik.
Bu Samsun müslüman Samsunu'dur. Onun yanında bulunan ve
ve Cenevizler elinde olan Gâvur Samsunu değildir 35.

Burhaneddin'in Akkoyunlu beyi Karayülük Osman Bey tarafından
1398 de Karabel mıntıkasında dar bir geçide sıkıştırılıp öldürüldükten
sonra Bursa'da bulunan Bayazit bu haberi alınca Sivas'a hareket etti.
Bu sene içinde Burhaneddin beyliğine son verdi. Fakat 20 temmuz 1402
de meydana gelen Ankara muharebesi neticesinde Anadolu Beyliklerinin
tekrar tarih sahnesine çıktıklarını görüyoruz. Bu mıntaka beyleri de
* fırsattan istifade ederek Timur himayesinde bağımsızlıklarını ilân etmişlerdir.

Bu arada Niksar ve bir kısım Canik toprakları beyi Alparslan
oğlu Hasan Bey de bağımsız olmuştur. Görüldüğü veçhile bu sıralarda
Mahmut Çelebi'den bahis geçmemektedir. Ne Bezm ü-Rezm'de ve ne
de Osmanlı kaynaklarında onun ölümü hakkında hiçbir malûmata
tesadüf edemiyoruz. Ihtimar olarak Mahmut Çelebi öldükten sonra
memleketi, kardeşinin oğlu Hasan Bay'e geçmiştir. Osmanlı kaynakları
Alparslan'ın oğlu Hasan Bey'i Hüseyin Bey olarak kaydetmektedirler.
Sonraki Osmanlı tarihlerine de Hüseyin Bey olarak geçmiştir. Halbuki
bunun Hüseyin Bey olmayıp Hasan Bey olduğunu 827 tarihli bir vakfiyeden
öğreniyoruz 36. Osmanlı tarihinde Ankara muharebesinden başlayarak
on sene devam eden fetret devrinde ve nihayet 831 (1427)
yılına kadar Hasan Bey'in müstakilen hareket ettiğini ve memleketini
bu fırsattan istifade ederek biraz daha genişlettiğini kuvvetle tahmin
etmekteyiz. Çünkü sonradan Osmanlıların bu bölgedeki hareketleri ve
karşılaştıkları müşkülât bize bunun böyle olduğunu göstermektedir. Fakat
bu devre ait Osmanlı kaynaklarında malûmat verilmemektedir. Bu zamanda
Osmanlılara karşı bir müşkilât çıkartmamış olsalar gerektir. Çünkü
Kubat oğlu ile Taceddin oğulları arasında eskiden beri bir düşmanlığın olduğu
kaydedilmektedir. Bu düşmanlıktan dolayı Alparslan'ın oğlu ve Hasan
Bey'in Mehmet Çelebi ile beraber oldukları kaydolunmaktadır37.

Diğer taraftan Timur hadisesinden sonra Kastamonu'ya kavuşan Isfendiyar
Bey, Alparslan oğlu Hasan Bey'le anlaşarak, birlikte harekete
geçtiler. Hasan Bey, Samsun beyi Cüneyt'i bir kolayını bularak öldürdü,
bir kısım arazisini ele geçirdi. İsfendiyar Bey de Hızır Bey'le yola çıkararak
Bafra ve müslüman Samsun'u zaptetti. Fakat Osmanlı hükümdarı
Mehmet Çelebi Bıçar oğlu ile Gâvur Samsun'u, sonra da kendi iştirakiyle
Müslüman, Samsun'u Hızır Bey'den aldı 821 (1418). Alparslan'ın
oğlu Hasan Bey ve kardeşi Mehmet Yavuz Bey, Mehmet Çelebi ile aralarındaki
dostluktan dolayı yine eski yerlerinde kalmışlardı. Bir müddet
İsfendiyar Bey'le uzlaşmaları Osmanlılarla aralarıneaki olan dostluğa
halel getirmedi 38. Taceddin oğullarının bu sükûnetli hayatları II. Murat
zamanına kadar devam etmiştir. II. Murat, Anadolu'nun bu kısımlarını
elde etmek için kaynaklarda Yürgüç Paşa adiyle geçen ve hakkında
oldukça mufassal malûmat verilen bu zatı, Amasya valisi olarak tayin
edip bu bölge beylerini ortadan kaldırmak için de ona gereken selâhiyeti
vermişti. Yürgüç Paşa, bu mıntıkada bir hayli serbest hareketlerde •
bulunmuştur. Yürgüç Paşa'nın bir gün düğün yapıp Alparslan oğlu
Hasan Bey'i de düğüne davet ettiği, fakat Alparslan'ın oğlu Hasan
Bey'i bu davete icabet ettirmediği, Aşık Paşa zade tarihinde kaydolunmaktadır
39. Bu devir Osmanlı kaynaklarının hemen hemen hepsi
Yürgüç Paşa'nın düğün yaptığını ve bu düğüne Hasan Bey'i davet
ettiğini yazmaktadırlar. İhtimal ki Hasan Bey Yürgüç Paşa'nın memleketini
zaptedeceği fikrini önceden sezmişti. Ve bundan dolayı gitmediği
anlaşılmaktadır40. Fakat sonradan bir adamını göndererek " Maksat
benim elimdeki bu harap ormanlık mıntakayı almaksa gelin alın. Ben
hünkâra varıp, hünkâr sağ olsun. Bana dahi timar eder. „ demiştir 41.

Biraz sonra da şu haberi göndermişti :

"Senin gelmene hacet yoktur, ben gelir memleketi teslim ederim,,
demişti. Nihayet Alparslan oğlu Hasan Bey tutularak bağlatıldıktan
sonra Bursa'ya gönderildi ve Bursa'da Hisar'a hapsedildi. Akraba ve
teallukatı Amasya'ya gönderildi. Canik ve Niksar toprakları kati
olarak Osmanlı İmparatorluğuna geçti. Hasan Bey aradan bir müddet
geçtikten sonra bir kolayını bularak Bursa Hisarı'ndan bir gece iple
aşağı inmiş ve daha evvel hazırlanan atlara binerek uzaklaşmıştır. İki
sene kadar etrafta dolaştıktan sonra eski arazisini elde etmek imkânını
bulamayınca çarnaçar tekrar sultana teslim oldu42. 831 (1427) senesinde
timar verildiği, fakat Umarının neresi olduğu Aşık Paşa tarihi'nde
zikredilmemektedir. Amasya tarihi'nde Gümülcine sancağı beyi olduğu
ve timar verildiği kaydedilmektedir. Fakat nereden aldığını zikretmiyen
Hüseyin Hüsamettin bizi şüphede bırakmaktadır.

Taceddin oğulları'na ait şimdiye kadar bir sikke bulunamadığını
söylemekle, başka bir beyliğin veyahut devletin parasını kullandıkları
akla gelmektedir. Yahut da kullandıkları para şimdiye kadar ele geçmemiştir.

Taceddin oğullarına ait bir iki kitabeden gayri hiçbir kitabe
neşredilmemiştir. Bunun için Taceddin oğullarının hâkimiyet sürdükleri
yerlerde incelemeler yapmak ve mevcut kitabeleri toplamak gerekmektedir.
Zaten Anadolu'da mevcut muhtelif devirlerden kalma kitabeler
tam manasiyle toplanıp, lâyıkı veçhile neşredilmemiştir. Bunun böyle
olmasına rağmen ehemmiyetli miktarda kitabelerin muhtelif tarihlerde
toplanıp ayrı ayrı şahıslar tarafından neşredilmiş olduğunu söyliyebiliriz.

Dipnotlar

1 Ertana kelimesinin muhtelif şekilde okunuşları ve yazılışları için bak. I. Hakkı Uzunçarşılı, Sivas şehri, s. 62.
2 Al-Umari : Bericht über Anatolien in seinem Werke Masalih al-Absar fi mamalik el-absar. Leipzig. 1929, s. 31, 39. Franz Taeschner (neşri). Doğancık'ın memleketini müstakil olarak almakta ve hudutlarını dahi çizmektedir.
3 Hüseyin Hüsameddin Bey'in kitabında gösterdiği bu 655 tarihli vakfiyenin nerede ve kimin elinde olduğuna ait malûmat vermemektedir. Şayet bu vakfiyenin yerini bilseydik muhakkak ki tarihimize ait yeni malzeme bulabilirdik. Henüz meçhul olan bu bölge tarihini bir parça olsun aydınlatabilirdik.
4 Hüseyin Hüsameddin, Amasya tarihi, c. III, s. 30.
5 Hüseyin Hüsameddin Bey, Doğanşah'ın torunu Emir Bahaeddin'in kendi el yazısiyle ceddinin Taceddin Doğanşah olarak bir kitabenin sonuna kaydetmiş olduğunu söylüyorsa da, bu kitabenin nerede ve kime ait olduğunu kaybetmiyor. Amasya tarihî, c. III, s. 29.
6 Gazi Çelebi hakkında şimdilik bir malûmatımız olmadığı gibi S i m r e çiftliğinin de nerede olduğunu bilemiyoruz.
7 Hacı Şad Geldi: Hacı Kutlu Şahın oğludur, Hacı Kutlu Şah ise Kürt Bey Taceddin Altunbaş'ın kölesidir. Amasya tarihi, c. III, s. 61. 1361 ce Hacı Şad geldi ikinci defa Amasya emîri oldu, babası Kutlu Şah'ın ölümünden sonra Ertana devletine tâbi olmayıp, Amasya'da müstakilen hüküm sürdü. İleride yapacağımız bir tetkikte Hacı Şad geldi ve oğlu Emîr Ahmed hakkında ve bu beylerle olan müdasebetlerini etraflıca belirtmeğe çalışacağız.
8 S a m a g a r a ş i r e t i : Samagar aşireti ihtimalki Abakahan zamanında (1265- 1277) Anadolu tümen beyi «Küen-Tatar» Karatatar kabilesinin beyi olan Samagar'a izafeten, onun ölümünden sonra idaresindeki on bin kişilik askeri sonraki kaynakların, Samagar aşireti diye kaydetmiş olmaları akla geliyor. Bu aşiretin sonradan bazı kısımlarının yerleşik hayata geçtiklerine delil olarak Kayseri yanında Samagar adında bir köye tesadüf edişimizdir. Diğer taraftan Samagar aşiretine ait son kayda Aşık Paşa zade tarihi Giese neşri, s. 90 da tesadüf ediyoruz. Çelebi Mehmet devrinde Samsun taraflarında oturdukları ve nihayet Çelebi Mehmet tarafından Filibe tarafına nakledildiği kaydediliyor.
9 Bezm ü-Rezm, s. 148. Verilen bu malûmattan anlaşıldığı veçhile bu zamana kadar Ertana beyliğine tâbi olan Taceddin bundan böyle ayrılmıştır. Niksar hâkimi diye Bezm ü-Rezm'de geçmesi, onun müstakil olduğuna delâlet etmektedir.
10 S e y d i H ü s a m : Maveraünnehir'den Sivas'a göç eden Esseyid Hüsameddin Hüseyin bin Ferideddin Muhammet Fergana'nın ahfadındandır. Hüseyin Hüsameddin Bey,Şeydi Hüsam'ın şeceresini Amasya'da helvacı Hüseyin Şevki'nin elinde gördüğünü zikretmektedir. Amasya tarihi, c. III, s. 81.
11 Bu zat mühim roller ifa edecek olan Mehmet Feyç'tir. Bezm ü-Rezm, s. 314.
12 Teceddin'in elçi olarak gönderdiği adam Danişmendiye vilâyetinin büyüklerinden Şeyh Nusret isimli bir zattır. Bunun ehemmiyetli bir kimse olduğu zannediliyor. Hattâ ismiyle anılan mühim bir yoldan da bahis geçmektedir. Bezm ü-Rezm,s. 177. Bu yol, Tokat ve Amasya'dan geçerek Ankara'ya gelen meşhur yollardan biri idi. Taesehner, Wegenetz, c, I, s. 239. Nordberg, 13 Bezm ü-Rezm, s. 318.
14 Bezm ü-Rezm'de kaydedildiğine nazaran Taceddin ile Hacı Emir'in arası yalnız bu meseleden değil de eskiden beri açık olduğu kaydediliyor. S. 332.
15 Bezm ü-Rezm, s. 334.
16 Bezm ü-Rezm, s. 334.
17 Bezm ü-Rezm, s. 337.
18 J. P. F a l l m e r a y e r : Trabzon imparatorluğa tarihi, Türk Tarih Kurumu kütüphanesinde bulunan neşredilmemiş tercümesi, s. 197.
19 Khalibya : ( Chalybes ) bei Pauly Wissowa : Real - Encgclopadie 111. s. 2099. 111. 2062. — Heinz Helmut Giesecke : Das Werk des Aziz bin Ardaşir Astarabadi.Leipzig 1940, s 66. Yukarıda gösterdiğimiz biblioğrafyada bu yerin tarihî coğrafyası hakkında oldukça malûmat vardır. Ve aynı zamanda tarih boyunca değişen isimleri de zikredilmektedir.
20 J. P. Fallm-rayer, Trabzon imparatorluğu tarihi, T. T. K. kütüphanesindeki neşredilmemiş tercümesi, s. 195.
Yukarıdaki ve daha birkaç göremediğim kitabı bana haber veren ve istifade imkânını sağlayan Adnan Erzi'ye teşekkürlerimi sunmayı bir borç bilirim.
21 O e n e o n : Eski ismi Dionopolis, şimdi Terke'ye 18 mil mesafede bir yerin ismidir. Zamanında burada büyük gemiler inşa edilmekte idi. Michel Panarite, Chroniçue de Trebisonde. İlk defa Venedik'te bulunan bir yazmaya nazaran neşreden M.Tafel 1829, fransızcaya tercüme eden M. Brosset. Histoire du Bas empire par Lebsu,
tom XX, supplement p. 488.
22 Aynı eser, p. 501. 
23 Aynı eser, p. 505. 
24 aynı eser.
25 Bezm -üRezm, s. 334.
26 J. P. Falmerayer : Trabzon İmparatorluğu tarihi, T. T. K. da bulunan neşredilmemiş tercümesi, s. 195.
27 Bezm ü Rezm, s. 322, 323.
28 Görebildiğimiz kaynaklar K ı v r ı m y o l diye işaret ettikleri halde Aşık Paşa zade tarihi'nde K u r o y o l olarak geçmektedir, s. 72, Ali neşri. Giese neşrinde Kıvrımyol'dur. s. 65. — Neşrî, Veliyüddin nüshası, s, 93, de Kıvrımyol'dur.
29 Schiltdberger'den naklen Hammer, Devleti Osmaniye tarihi, c. I, kitap 6, s. 280.Neşrî Veliyüddin nüshası, s. 105.
30 Mükrimin Halil Yinanç, Bayazit maddesi, İs. Ans,
31 Alparslan'ın o zamanki merkezi Herekl'e yani • henüz teşekkül etmemiş olan Çarşamba arasındaki Ordu köyü olacaktır. Ordu köyünün biraz kuzeyinde Ordubaşı köyü vardır. Alparslan'ın oğlu Hüsameddin Hasan'ın 827 tarihli vakfiyesi bu köy içindir.Bu vakfiyede şahit olarak bir de Sündül Bey vardır. Kâzım Dilemen, Canik beyleri,s. 38. Vakfiye için bk. İ. Hakkı Uzunçarşılı, Kitabeler ks. I, s, 27.
32 Bezm ü-Rezm, s. 432, 444.
33 I. Hakkı Uzunçarşılı, kitabeler, ks. I, s, 27.
34 Bezm ü-Rezm, s. 465.
35 Gâvur Samsunu, Atinalıların Piree ve Bizanslıların Amnisus tesmiye ettikleri hıristiyan Samsun'dur ki şehrin beş kilometre batı kuzeyinde düz ve geniş bir tepe üzerindedir. Halk arasında Kara Samsun, Hamamdüzü diye anılmaktadır ki, bunun bir iki mahzen ile kül halini almış olan bakiyyesi mevcuttur.
36 Çarşamba'da 828 hicrî tarihli Hasan Bey'in bir vakfiyesi vardır. Bu vakfiyede Hüseyin yerine Hasan ismine tesadüf ediyoruz. Böylece Osmanlı kaynaklarında geçen Hüseyin Bey yanlış olarak geçmektedir, I. Hakkı Uzunçarşılı, Kitabeler, ks. I, s. 27. Hasan Bey'in kardeşi Mehmet Yavuz Bey'in iki vakfiyesi Samsun Vakıf defterinde olduğu 1. Hakkı Uzunçarşılı tarafından kaydedilmektedir. Bu vakfiyeleri şimdilik görmek
imkânını maalesef bulamadık.
37 Hüseyin Hüsameddin, Amasya tarihi, c. III, s. 174-175
38 Kâzım Dilçimen, Canik beyleri, Samsun 1940, s. 43. - Müneccimbaşı, Sahaif ül - Ahbar, c. III, s. 332.
39 Aşık Paşa zade tarihi, Giese neşri, s. 103.
40 Asık Paşa zade tarihi, Âli neşri, s. 115. - Karamani Mehmet Paşa, Tevarih-i Âli Osman, Mükrimin Halil neşri, T. O. E. M. , s. 93. - Âli, Kün ül - Ahbar, cüz IV,rükn I, s. 224, 226.
41 Aşık Paşa, Giese neşri, s. 103.
42 Solakzade tarihi, s. 161. — İdrisi Bitlisi, V. Hikâye'den naklen Hammer, Devleti Osmaniye tarihi, c. I, kitap 13, s. 185.
































Hiç yorum yok: