7 Kasım 2012 Çarşamba

İttihad–ı Muhammedî ve Bediüzzaman -İttihatçıların seri cinayetleri -M.Latif Salihoğlu

İttihad–ı Muhammedî ve Bediüzzaman
İkinci Meşrûtiyetin ilân edilmesiyle birlikte, İstanbul merkezli olmak üzere ilmî, fikrî ve siyasî nitelikte pekçok kulüp, cemiyet, fırka (parti) kuruldu.

Bunların arasında en ziyade dikkat çekenlerden biri de 5 Nisan 1909'da (102 yıl önce bugün) kurulan İttihad–ı Muhammedî Cemiyetidir.

Bu cemiyetin kurucu üyeleri arasında Bediüzzaman Hazretleri de yer almış, hatta Ayasofya Camiindeki "mevlidli açılış" programında uzun konuşmalarda bulunmuştur.

Bediüzzaman, ayrıca bu cemiyetin "yayın organı" mahiyetinde çıkan Volkan gazetesinde yazılar yazmış, bu yazılarda ifade etmiş olduğu hakikatlere hayatı boyunca sahip çıkmış ve bunları savunmaktan da hiç çekinmemiştir. Ölümün (idamın) kol gezdiği darağaçları önünde bile...

Maksadı ne idi?

Yaklaşık bir asırdır tartışılan ve kasıtlı bulandırmalar sebebiyle mahiyeti bir türlü netlik kazanmayan husus, Üstad Bediüzzaman'ın bu cemiyete niçin ve ne maksatla dahil olduğu ve cemiyet üyelerinin idam talebiyle suçlandığı meselelerde kendisinin nasıl bir tutum ve davranış içinde bulunduğudur.
Bu hususlar hiç yazılmadı, söylenmedi, anlatılmadı değil.

Lâkin, bugüne kadar yapılan bütün izahlara rağmen, bazı çevrelerin zihni hâlâ bulanıktır; ayrıca kasten konuyu bulandırma çabasında olanlar var.
Ne yapalım, başkası ne maksatla hareket ederse etsin, bizler doğruyu bulmak ve tesbit ettiğimiz doğruları olduğu gibi yansıtmaya çalışmak durumundayız. Tâ ki, zanlar, şüpheler, tereddütler izâle oluncaya ve hakikatin yüzü ortaya çıkıp hakkıyla anlaşılıncaya kadar...
* * *
Bediüzzaman, İttihad–ı Muhammedî ile olan bağlantısı hakkındaki niyet ve maksadını, mahkemede, o devrin gaddarları önünde pervâsızca ifade ettiği gibi, ayrıca tarih önünde ve istikbâlde de hesap verircesine muknî izahlarda bulundu.
Bu izahları, muhtelif risâlelerde görmek mümkün. Tarihçe–i Hayat isimli eser başta olmak üzere, Eski Said dvname eserlerinde, bilhassa Münâzarât, Divân–ı Harb–i Örfî ve Hutbe–i Şâmiye gibi risâlelerinde, bu mesele defaatle târif ve izah ediliyor.

Bediüzzaman, "İttihad–ı Muhammedî" gibi içinde mübarek ve kudsî isimlerin, tâbirlerin geçtiği teşekküllerin dünya işlerine ve siyaset cereyanlarına bulaştırılmasının, âlet ve tâbi edilmesinin zararlarını hatırlatırken, bir yandan da, bu gibi mukaddeslerin umumun malı olduğu ve cihanşümûl değerler taşıdığını her vesileyle nazara vermeye çalışmıştır.

İşte, bu meyanda sorulan bir suâle vermiş olduğu cevaptan bir bölüm.

"Suâl: Dâima İttihad–ı İslâmdan bahsedersin. Sen bize tarif et.

"Cevap: İki Mekteb–i Musibet Şehadetnâmesi ismindeki eserimde tarif etmişim. Şimdi o kasr–ı muallânın bir taşını, bir nakşını göstereceğim. İşte, kâbe–i saadetimiz olan ittihad–ı münevver–i İslâmın Hacerül–Esved’i, Kâbe–i Mükerremedir; ve dürret–i beyzâsı (incisi), Ravza–i Mutahharadır; Mekke–i Mükerremesi, Ceziretü’l–Araptır; medine–i medeniyet–i münevveresi, tam hürriyet–i şer’iyeyi tatbik eden Devlet–i Osmaniyedir. Eğer İslâmiyet milliyetini ve İttihad–ı İslâmın taşını ve nakşını istersen, işte bak:..." (Münâzarât, s. 113)
Aynı hakikatin bir başka izahı aynı bahsin devamında yapıldığı gibi, Hutbe–i Şâmiye'nin 94. ve Divân–ı Harb–i Örfî isimli eserin 67. sayfasında aynen şu sözlerle yapılıyor: "Tekraren söylüyorum ki, ittihad–ı İslâm hakikatında olan ittihad–ı Muhammedînin (asm) cihetü’l–vahdeti Tevhid–i İlâhîdir. Peyman ve yemini de îmandır. Müntesibîni (bağlıları), umum mü’minlerdir. Nizamnâmesi, sünen–i Ahmediyedir (asm). Kànunu, evâmir ve nevâhi–i şer’iyedir. Bu ittihad âdetten değil, ibâdettir. İhfa, havf; riyâdandır. Farzda riyâ yoktur. Bu zamanın en büyük farz vazîfesi, ittihad–ı İslâmdır."

İttihad–ı İslâmın, dolayısıyla İttihad–ı Muhammedî'nin bütün mü'minlere şâmil olduğunu, bunun tahsis (ipotek) ve tahdit (sınırlama) kabul etmediğini dâvâ eden Üstad Bediüzzaman, Osmanlı tarihinde Sultan Selim'in de bu mânâdaki İttihad–ı İslâmı hedef alıp tesis etmeye çalıştığını, kendisinin de işte bu mânâdaki bir ittihada dahil olup ittiba ettiğini açıkça ifade eder.

Partiye dönüştürülmemeli

Evet, hiç şüphesiz "İttihad–ı İslâm" ile İttihad–ı Muhammedî" müşterek ve birbirine paralel bir mânâyı ifade ediyor.

Ne var ki, 1909'da İstanbul'da kurulan İttihad–ı Muhammedî Cemiyetinin bir siyasî cemiyet şekline dönüştürülmesi yönündeki arzu ve çabaları fark eden Üstad Bediüzzaman, bundan nihayet derecede korktuğunu söyleyerek, gerekli teşebbüslerde bulunmakta gecikmez.

O zamanki gazetelerde (Volkan) neşrolan ve bilâhare eserlerinde de yer alan bu meyandaki bazı ifadeleri muhtelif risâlelerde yer almaktadır.

İşte, Risâle–i Nur'da geçen cihanşümûl mânâdaki ittihad–ı İslâm ve İttihad–ı Muhammedî tarifine dair söz ve izahların bir hülâsası:

Divân–ı Harb–i Örfî, s. 27: "İşittim, İttihad–ı Muhammedî (asm) nâmıyla bir cemiyet teşekkül etmiş. Nihayet derecede korktum ki, bu ism–i mübarekin altında bazılarının bir yanlış hareketi meydana gelsin. Sonra işittim: Bu ism–i mübareki bazı mübarek zevât, daha basit ve sırf ibadete ve Sünnet–i Seniyyeye tebaiyete nakletmişler. Ve o siyasî cemiyetten kat–ı alâka ettiler, siyasete karışmayacaklar. Lâkin, tekrar korktum, dedim: Bu isim umumun hakkıdır, tahsis ve tahdit kabul etmez."

Hutbe–i Şâmiye, s. 109: "...Hem de anlaşıldı ki, ittihad–ı İslâm, umum askere ve umum ehl–i imana şâmildir. Hariç kimse yoktur."

Hutbe–i Şâmiye, s. 99: "İttihad–ı İslâm olan İttihad–ı Muhammedî (asm) dediğimiz vakit, umum mü’minlerin mabeyninde bilkuvve veya bilfiil sabit olan ittihad murattır. Yoksa, İstanbul ve Anadolu’daki cemaat murad değildir. Amma, bir katre su da sudur. Bu ünvandan tahsis (tekel, ipotek) çıkmaz. ...Müntesibîni, umum mü’minlerdir. Reisi de Fahr–i Âlemdir (asm)."

Hutbe–i Şâmiye, s. 95: "İttihad–ı Muhammedî (asm) olan ittihad–ı İslâm’ın efkâr ve meslek ve hakikatını, efkâr–ı umumiyeye arz ederiz. Kimin bir itirazı varsa etsin; cevaba hazırız."
* * *
İttihad–ı Muhammedî Cemiyeti, 31 Mart Hadisesi bahane edilerek kapatıldı. Bu cemiyetin dindar üyelerinin çoğu Ahrar–ı Osmaniye Fırkası mensuplarıyla birlikte idam edildiler. İdamdan kurtulanlar ise, ağır hapis ve sürgün cezasına çarptırıldılar.


İttihad–ı Muhammedî Cemiyetinin "nâşir–i efkârı" mahiyetinde çıkan ve Üstad Bediüzzaman'ın birçok yazısını da ihtiva eden VOLKAN gazetesiyle ilgili derli–toplu bir çalışma, İz Yayıncılık tarafından yapılarak günümüz nesli için istifadeye sunuldu.
İttihatçıların seri cinayetleri
Dünkü yazımızda, İttihad–ı Muhammedî Cemiyetinin kuruluşundan (5 Nisan 1909) söz etmiştik. Bugün de, bu cemiyetin varlığından şiddetle rahatsız olan İttihatçıların, kuruluşun hemen ertesi günü işlemiş oldukları ilk sarsıcı cinayetten, Serbestî gazetesi başyazarı Hasan Fehmi cinayetinden söz edelim.
Ancak, gelişmelerin seyrini daha iyi anlayabilmek için, filmi biraz geriye sardırarak konuyu işlemeye devam edelim.

Ayrışma ve kopmaya doğru

Evveliyatı 1865'lere kadar gidip dayanan Yeni Osmanlılar'ın devamı mahiyetinde ortaya çıkan kısa sürede şöhret bulan Jön Türkler hareketinin mensupları, zaman içinde fikren ve siyaseten iki ana gruba ayrıldı:

1) İttihat–Terakki Cemiyeti. (İttihatçılar)
2) Teşebbüs–i Şahsî ve Adem–i Merkeziyet Cemiyeti. (Ahrarlar)

İttihatçılar

İbrahim Temo, İshak Sükûtî, Dr. Abdullah Cevdet gibi şaibeli ve dine muarız isimlerin fikrî cihetiyle öncülük ettiği İttihat ve Terakki, asıl kuvvetini halktan değil, daha çok tıbbiye ağırlıklı askerî kanattan alıyordu. 

Karakterinde olan cunta, cinayet ve komitacılık oyunu, onların vazgeçilmez bir alışkanlığıydı. Balkan Komitacıları, Makedonlu Komitacılar gibi isimlerle şöhret bulmuşlardı.


Bununla beraber, zaman içinde kimi muteber isimler bu cemiyete dahil oldu. Enver ve Niyazî Beyler gibi...


İttihatçılar, yapılan hemen her kongre neticesinde kısmî kadro değişikliği yaşadı. Ancak, yine de partinin ana karakteri pek değişmedi.


Bunlar, işbaşına geldikleri veya ülkeye hükmettikleri 1908–1918 tarihleri arasında on yıllık süreçte, memleketi düçâr ettikleri harp belâsı dışında, ayrıca muhalif gördükleri vatandaşlara yönelik olarak da sayısız cinayete imza attılar.
İttihatçıların bozuk kısmı, 1920'lerin başında kurulan CHP'nin himayesi altında siyasî hayata devam ettiler.


Ahrarlar

Daha önce Jön Türkler hareketi içinde yer alan, ancak 1902'de diktacı ve merkeziyetçi anlayıştan uzaklaşarak, hürriyetçi fikirleri ağır bastığı için tüzel kişiliklerini "Ahrar" şeklinde ilân eden bu hareketin fikrî öncülüğünü Prens Sabahaddin Bey yaptı.

Zaman içinde, bu hareketin içine Hasan Fehmi, Mizancı Murat Bey gibi parlak, mutedil fikir ve neşriyat adamları da dahil oldu.


1908'de yapılan ilk seçimde, Sadrazam M. Kâmil Paşa bu partinin listesinden mebusluk için aday oldu.


Ahrardan olan kimseler, 31 Mart Vak'asının yaşandığı tarihe kadar da hükûmette faal durumundaydılar.


Ancak, hükûmetteki icraatleri çok kısa sürdü. Türlü entrikalarla devrildiler ve çeşitli cezalara çarptırıldılar.


Üstad Bediüzzaman, 1950'lerde kaleme aldığı bir mektubunda şunları ifade eder: "Eskiden Ahrarlar iki defa başa geçtiği halde, az bir zamanda onları devirdiler. Onların müttefiki olan İttihad–ı Muhammedî (asm) efradının çoklarını astılar." (Emirdağ Lâhikası, s. 271.)
* * *
Meşrûtiyetin ilân edilmesi yolunda müşterek hareket eden İttihatçılar ile Ahrarlar arasında, esasında çok derin fikir ayrılıkları vardı.


Bu ayrılık noktaları—yukarıda da kısaca temas edildiği gibi—tâ 1902 ve 1907 yıllarındaki kongrelerde iyice su yüzüne çıkmış, ancak yine de iş kopma raddesine gelmiş değildi.


Ne zaman ki, hürriyet ve ardından Meşrûtiyet ilân edildi (Temmuz 1908) ülke genel seçim sürecine girdi, bu iki eğilim arasında da çetin bir mücadele dönemi başlamış oldu.


İttihatçılar, komitacılık tabiatlarının gereği, ülke genelinde adeta terör estirerek 1908 seçimlerini kazandılar.


Ahrar–ı Osmaniye Fırkasından aday olanlar ise, İstanbul dahil, ülkenin hiçbir bölgesinden mebus çıkaramadılar.


Buna rağmen, gerek Ayan Meclisinde, gerek sivil hayatta ve gerekse bürokraside yetişmiş devlet adamlarının çoğu yine de Ahrar'a meyilli idiler.
Bu sebeple, seçimden sonra kurulan hükûmetlerde Ahrarlarla aynı veya paralel fikirde olanlar yer aldılar ve iş başına geldiler.


İttihatçılar, bu durumdan son derece rahatsız oldular. Hükûmetin emirleri altında olmasını, her dediklerinin eksiksiz şekilde yerine getirilmesini istiyorlardı.
Hükûmetin Ahrar'dan olan üyeleri ise, bu gayr–ı meşrû isteklere karşı direniyor, zorbalara boyun eğmiyorlardı.


Ahrarlar'ın ayrıca güçlü bir medya desteği vardı. Mizan gazetesi, Serbestî gazetesi, Sada–yı Millet ve son olarak Volkan gazetesi de İttihatçılar aleyhindeki neşriyat kervânına katıldı.


Fikirde zayıf duruma düşen İttihatçı komitacılar, işi şiddete dökme ve silâhlı mücadele yöntemiyle netice alma yoluna girdiler.


Komitacıların ilk cinayet vak'ası, Serbestî gazetesinin sahibi ve başyazarı olan Hasan Fehmi'nin katledilmesi oldu. (6 Nisan 1909)


Üstelik, bu cinayet, tam da Ahrar'a dost olan İttihad–ı Muhammedî Cemiyetinin resmî kuruluş tarihinin (5 Nisan) hemen ertesi günü işlendi.


Galata Köprüsü üzerinde vurulan Hasan Fehmi, her ne kadar bir faili meçhûl cinayete kurban gitti gibi görünüyor olsa da, halkın mutlak ekseriyeti bu işin arkasında İttihatçılar olduğuna inanıyordu.


Bundan dolayı da, Hasan Fehmi Beyin cenaze merasimi, İttihatçılar aleyhinde çok büyük bir gösteriye sahne oldu.


Böylelikle hava gerildikçe gerildi ve 13 Nisan'da kanlı, nümâyişli, kaotik "31 Mart Vak'ası" patlak verdi.


Komitacılar, öldürmeye devam etti

İttihatçı darbeciler, Hasan Fehmi'den sonra da cinayet işlemeye devam etti. Kendilerine muhalif gördükleri diğer gazete yazarlarından Ahmet Samim ve Zeki Bey gibi tanınmış şahsiyetleri de katlettiler.

Aynı zihniyetin mensupları, muhaliflerini ezdikten ve kendilerince muhalefeti susturduktan sonra, bu kez kendi içlerinde "çıkıntı yapan adamlar"a yöneldiler.
Kendi adamları olup tâ Sadrâzamlık makamına kadar getirdikleri Mahmut Şevket Paşayı öldüren, İttihatçılardan başkası değildir.


Keza, defalarca istifanın eşiğine kadar gelen kapasiteli Sadrâzam Said Halim Paşayı sonunda pes ettirip iktidardan uzaklaştıran, yine İttihatçılardan başkası olamaz.


Hâsılı, fikren zayıf ve çürük olanlar, milletin hür iradesine dayanmak yerine, karanlık işler çevirme ve cinayet işleme gibi insanlıktan uzak yolları tercih ederler.

Hiç yorum yok: