18 Kasım 2012 Pazar

İSLÂM SANATINDA TÜRKLERİN ROLÜ Dr.. EKREM AKURGAL


İSLÂM SANATINDA TÜRKLERİN ROLÜ
Dr.. EKREM AKURGAL
Arkeoloji Doçenti


Türklerin islâm sanatındaki rolleri ancak otuz kırk seneden beri
sezilmeye başlanmıştır. Ondan evvel zaten İslâm sanatının adı da
"Arap Sanatı „ idi. Çünkü Avrupalılar önce İspanya ve Afrika'daki
eserleri tanımışlardı. Fakat geçen asrın sonunda Türkistan, Afganistan,
Mezopotamya ve Anadolu'daki eserler de araştırılmağa başlanınca bir
"Arap sanatı"nın değil, olsa olsa bir " İslâm sanatının"mevcut olduğu
anlaşıldı. Bu asrın başından beri yapılan incelemeler sonunda ise,
İslâm sanatında Türklerin ve İranlıların rolü Araplarınkinden çok daha
büyük olduğu belirmeye başladı1 Bu sayfalarda İslâmlığın başlangıcından
itibaren Türklerin İslâm sanatındaki rolü anlatılmağa çalışılacaktır 2.

İslâm-sanatının doğuşunda ve ilk gelişmesinde Türklerin hisseleri:
Abbas oğulları İmparatorluğunun kuruluşu eskiden sanıldığı gibi
Araplar ve İranlılar sayesinde değil, Türklerin eli ve gücü ile olmuştur.
Profesör Şemsettin Günaltay'ın son araştırmalarından öğreniyoruz ki,
Abbasilerin iktidar mevkiine geçmelerini halifenin sarayındaki Türk büyükleri
hazırlamış, ve ihtilâl hareketi de orta ve batı Asyadaki Türk
milletlerinin yardımı ile temin edilebilmiştir3. Abbas oğulları imparatorluğunun
kuruluşu ile Arap nasyonalizmi ortadan kalkıyor ve hakiki manası
ile "İslâm kültürü,, gelişmeğe başlıyor. Bundan başka Abbasiler
devrinde riyaziye, tabiiye ve felsefe bilimlerinde Türklerin rolü öteden beri
malûmdur. Şemsettin Günaltay'ın yukarıda zikredilmiş yazısında
bu yönde yeni bilgiler ediniyoruz.

Halife Mansur devrinde Bağdat'da Dicle kenarında yeni bir şehir
kuran Tuharistanlı Türklerden Parmakoğlu Halit ve oğlu Yahya halife

Mansur devrinde (762-66) Bağdat'da Dicle kenarında yeni kurdukları
şehri, saraylar, umumî müesseseler ve askerî kışlalarla süslediler. Burada,
Fars, Yunan ve Sanskrit dillerindeki ilim, fen ve felsefe kitapları
arabcaya tercüme eden kurumlar meydana gelmişti. Bu kurumlardan
bir kısmı Parmakoğullarının konaklarında çalışıyorlardı 4.

Gerek İmparatorluğun kuruluşunda ve gerekse felsefe, riyaziye, tıb
ve benzeri bilimlerin doğuşunda ve gelişmesinde birinci derecede rol
oynayan Türkler, islâm sanatının gelişmesinde zenginleşme ve olgunlaşmasında da birinci derecede âmil olmuşlardır. Emevi'lerin "Arap sanatı,
Abbasi'ler devrinde İranlı'ların ve Türk'lerin İslâm dünyasına katılması
ile bir "İslâm sanatı» olmuştur. Emevi'ler gününde hellenistik çağın
yani büyük İskender'in Asya seferleri ile meydana gelen sanatın,
bin yıla yakın bir zaman ayakta kalmış canlı tesirleri ile ortaya çıkmıştı.
Abbasi'ler devri sanatı ise bir yandan baskısı henüz yaşayan
Sasani'lerin sanatına ve onların yolu ile Mezopotamya dünyasına öteki
yandan da Türklerin arap memleketlerinde koloniler tesis etmeleriyle,
orta Asyaya bağlandı. Böylece Abbasi'ler devri sanatı Emevi'ler devri
sanatından çok başka bir renk, şekil ve anlam kazandı. Yedinci asrın
sonundan itibaren İslâm sanatında Arab milletinin hissesi çok azalmıştır.
Arap sanatı Sekizinci asırdan sonra Afrika ve İspanya'da yaşayacaktır.
Ön-Asyada Sile 11 inci asır arasındaki bir kaç yüz yıllık zaman içinde
İran ve Türk kuvvetlerinin müşterek çalışma ve yaratmaları ile İslâm
sanatı gelişme yolundadır. XI. Asırda Ön Asya'ya Selçuklu'lar hâkim
olunca, bu savaş Türklerin yenmesi ile sona erer. Ondan sonra XI inci
asırdan XVI.asra kadar bütün Ön asya ve Anadolu'da yalnız Türk
zevki Türk sanatı hüküm sürecektir.

Şİmdi, Abbas oğulları imparatorluğunun kuruluşundan yani 750 tarihinden
Tuğrul beyin 1055 tarihinde halifenin gözü önünde kendisini
Bağdad'da Sultan ilân ettiği güne kadar olan islâm sanatının bu ilk
devresinde, Türk'lerin hissesini aramağa çalışalım: Böyle bir araştırma
için çok basit bir metod takip etmek mümkündür. İlk önce tarihin
bize yazılı vesikalarla bildirdiği Türk göçmenlerinin en çok göründükleri
yeri ele alıp orada Türklerin gelmesi ile bir değişme olup olmadığını
incelemek, sonra böyle bir değişme tesbit edildiği takdirde, muhtelif
yerlerdeki Türk tesirlerinin birbirine benzeyip benzemediğini aramak
ve nihayet ana vatandan gelen Türklerin muhtelif yerlerde meydana
getirdikleri birbirine yakın ve müşterek sanatın Orta Asya'daki Ortaçağ
Türk sanatı ile ilgisi ve benzerliği olup olmadığını mütalaa etmek.
Tarihin yapraklarını karıştırırsak, Türklerin gelmesiyle yepyeni bir
sanata kavuşan iki yer bilhassa göze çarpmaktadır. Bunlardan biri Bağdatın
şimalindeki Samarra,, diğeri de eski Kahire'deki Elkutai şehirleridir.


Şimdi bu iki şehirde bulunan veya kazılar sonunda elde edilen
eserleri mütalea edelim :

Samarra'da Türk eserleri :

Abbasî halifeleri Türk kuvvetine çok değer ve önem verdikleri için
kısa zamanda Bağdat Türklerle dolmağa başlamıştı. Harun Reşit'in.
oğlu Mutasım'ın Türklerden müteşekkil hasse ordusu o kadar büyüktü
ki, kendisi tahta çıktığı zaman 70 bin kişilik bir Türk ordusuna
malikti. Bu Türk ordusunun islâmlığın merkezindeki hâkimiyeti Arap
kıtaları tarafından kıskanıldığı için zaman zaman yerli ve Türk kuvvetleri
arasında çarpışmalar oluyordu. Halife Mutasım hem bu kavgaları
önlemek hem de Türk askerini Bağdat'ın o zamanki ahlâkı bozuk muhitinden
uzak tutmak için halife merkezinin 60 kilometre kadar sima-'.
ünde, Dicle üzerinde yeni bir şehir kurdu ve kendisi de ordusu ile
beraber oraya yerleşti (838). Halifenin arkası sıra gidenlerle Samarca
yavaş yavaş büyümeğe başladı. 859-860 yıllarında Hâlife Mütevekkil
şehrin şimal yönündeki yarışını yeni saraylar ve. büyük evlerle süsledi.
Elmütevekkiliye adını taşıyan bu mahalle ile Samarca Dicle kıyılarında
iki kilometre genişliğinde Ve 33 kilometre uzunluğunda büyük bir şehir
oldu ve 883 yılına kadar halifeliğin merkezi olarak kalan bu yer
bir Türk şehri halini aldı. Burada her şey Türk idi. Yeni Halifelik
merkezinde yalnız Türk politikası değil, Türk zevkine ve programına
Türk geleneğine uygun yepyeni bir sanat'da kök tutmağa başladı. İşte
Samarca böylece İslâm sanatında Türklerin başarılarını aramak yolunda
en güzel belgeleri veren yer olmuştur. Samârra'nın değerini arttıran
bir cihet de onun Mutamit zamanında 883 yılında terk edilip. halifelik
merkezinin tekrar Bağdat'a nakledildikten sonra, o günden son günlere
kadar bir daha şehir olarak kullanılmaması teşkil eder.

Demek ki Şamarca yarım yüzyıla yakın bir zaman Türkler tarafından
meskûn kaldıktan sonra bir daha başka kimselerin uğramadığı
bir yer olarak yalnız Türklere ait eserlerin kalıntılarını bağrında saklamaktadır.
1911 yılında başlanan kazılar, ileri sürdüğümüz mütalâayı desteklediler.
Çünkü burada çıkan eserler bir çok bakımdan orta Asya ile çok
göze çarpan bir ilişiklik göstermektedir. 1911 yılında Friedrich Sarre'in
organizasyonu ve Ernest Herzfeld'in idaresi altında başlanan kazılar
sonunda elde edilen buluntular Berlin ve istanbul müzeleri arasında
paylaşıldı5. Bir kısım buluntular da nakledilmek üzere sandıklarda bulunurken
harbin patlaması yüzünden Irak'ta kalmış ve sonra da Harp
içinde Londra'ya götürülmüştü. Kazı buluntularının büyük bir kısmı

ise Irak'a kalmıştır. On seneye yakın bir zamandan beri İrak Hükümetinin
yaptırdığı kazılarla ortaya çıkarılan eserlere gelince onların büyük
bir kısmı Irak'ta muhafaza edilmiş, küçük bir kısmı da değiştirme yoluyla
Kahire'deki "Arap müzesi,, ne verilmiştir.
Samarra'da mimarlık eserleri olarak, camiler, saraylar, hususî evler
bulunmuştur. Bunların planı bakımından, Emevi'Ier devrindenberi malûm
olan eserlerden büyük bir farkı yoktur. Mütevekkilin büyük camii çok
sütunlu arap camilerinin planını haizdir. Samarra sarayları da Arap
çölündeki Mşatta ve benzeri sarayların çeşidindendirler. Fakat küçük
sanat eserlerine gelince onlar o güne kadar Arap dünyasında görünmeyen
ve bilinmiyen bir şekil ve mânâ göstermektedirler.

Sarayların ve hususî evlerin duvarlarını,, kapılarını, sütun başlıklarını
süsleyen, tezyinî kabartmalarla pencereler stuccö ve ağaç kaplamalardaki
örgelerin bir yandan şekil ve ifadeleri öteki yandan işlenişlerindeki
hususiyetleri o günkü Arap sanatında çok büyük bir yenilik
arzederler.

Ağaç kalıplar özerinde kabartılı örgeler (motifler) mermer tozu ve
alçıdan ibaret (Stucco) harca bastırılarak husule gelen çeşitli boydaki
levhalar duvara kaplanır. Ve böylece tuğladan ibaret olan yapı gövdesi
güzel bir örtüye bürünürdü. Kalıplarla basılan bu süslerin ilk örnekleri
üzüm yaprağı biçimindeki örgeleri ile meşhur Mşatta yapısının
süslerini andırırsa'da onun arkasından gelen yıllarda ortaya çıktığı
anlaşılan diğer çeşitteki süs örgeleri o güne kadar bu ülkelerde görülmeyen
ve tanınmayan şekildedir. Bu süslerde en çok gözü çeken, onların
işleme tarzıdır. Buna "meyilli yontma,, usulü denmektedir. Ağaçtan
olan esas kalıp üzerinde örnek işlenirken, bıçakla yontulduğu için
motifin kenarlarından ortalarına doğru hafif bir yükselme ile meyilli
bir profil meydana gelir. Orta Asya memleketlerinden başka yerlerde
ise, bu çeşit kabartmalar dikine yarıklarla yapılır. Nitekim Samarra'nın
ilk yıllarında yapılan süslerdeki yontma tarzına bakarsak, bunların dik
profilli olduğunu görürüz.

Arap dünyasında birdenbire ortaya çıkan ve antik dünyada (Yunan
ve Roma sanatlarında) tanınmayan bu "meyilli yontma» tekniği İskit
bronzlarında, ve Milâttan önceki yıllardan beri Altay yöresi eski Türk
sanat eserlerinde gözükmektedir. Nitekim bu tekniğin Samarra'ya orta
Asya'dan Türklerle getirilmiş olduğu Avrupalı bilginler tarafından ittifakla
kabul olunmaktadır6.

Süs örgelerinin kendilerine gelince, onlar da bir yandan jeometrik
ifadeleri, öteki yandan nebat ve hayvan şekillerinin stilize 
edilmiş görünüşleriyle, İslâm dünyasında bir yeniliktirler. Yontma biçiminde olduğu gibi, bu yönde de yani tabii şekillerin stilize edilmiş olarak gözükmesi de, Türklerle ilgili bir mesele olarak kabul olunmaktadır. Ana


vatandan gelen Türklerin, o zaman hâlâ yaşayan eski Ural-Altay sanatının
tesirlerini beraber getirmiş olmaları bir hakikat olarak gözükmektedir7.

Stilize edilmiş hayvan şekillerinin en güzel örnekleri aşağıda göreceğimiz
üzere Samarra'nın bir şubesi olan El-Katai'de bulunmaktadır.
Samarra'da yapıların üzerindeki bu süsler arasında İslam sanatının
en meşhur ve en karakteristik bir örgesi'nin "Arabesk,, in ilk ana şeklini
görüyoruz8. Arabesk Samarra'da doğmuştur. Strzygovvski araplara
izafe ile haksız olarak Arabesk adını taşıyan bu motife Türkesk, demenin
daha doğru olduğunu ileri atmıştır 9.

Sammar-da ele geçen çanak çömlek buluntuları ve mozaikler burada
Orta-Asya tesirlerini daha elle tutulur bir şekilde göstermektedir.
Kazılarda Seladon nevinden bulunan seramik burada Çin işinin sevildiğini
ve taklit edildiğini gösterir. Bu tarzın buraya Türklerle gelmiş
olması akla çok yakın gelmektedir.

Samarra'da bulunan sedef ve cam işleri Turfan şehrinde çıkan sedef
ve cam işlerinden ayırt edilemeyecek kadar birbirlerine benzemektedirler.
Yine Samarra'da lustre denilen tarzda cilalanmış toprak kap
çeşidi bulunmuştur ki, bu çok ilgi uyandıracak kadar önemli bir meseledir
» Cilâlı toprak kapların üzerine bakır ve gümüş hamızından birleşmiş
bir terkip sürülerek tekrar fırına veriliyor ve böylece kaplara madene
benzer bir görünüş kazandırılıyordu. Ana memleketlerinde altın madenini
bollukla bulan ve ondan her çeşit ev kapları yapan Türkler islâm
ülkelerine geldiklerinde hem madeni az bulmaktan, hem de islam dininin
lüks eşya yasağı ile karşılaşmaktan doğma bir ihtiyaçla bu tarzî keşfetmiş
olmalıdırlar, çünkü daha evvel bu çeşit işler bu yerlerde tanınmıyordu.
Lustre tarzının duvarları örten kaplamalar olarak kullanıldığı
kalıntılardan anlaşılmaktadır. Yine aynı ihtiyaçtan doğma bir istekle,
toprak kapların üstü madeni kaplarda olduğu gibi süslerle kabartıldığı,
yani madenden kapların taklit edildiğini Samarra'da ele geçen
Örneklerle görülmektedir. Bu da gösteriyor ki, Türkler burada madeni
bulamamak yüzünden, memleketlerinde çok alıştıkları ve sevdikleri
maden kaplara benzer toprak kaplar yapmışlardır.

Önemle kayıt edilecek bir cihet de şudur ki, Samarra'da bulunan
süs öğelerinin "büyük kısmı Orta Asyanın VII nci ve VIII inci asırlardaki,
eserlerinde aynen mevcuttur. Samarra kazısı buluntularını
neşreden Ernest. Herzfeld, Orta Asya ile olan münasebetler üzerinde

yeteri derecede durmuş ve mevcut benzerlikleri göstermiştir10. Yalnız
Herzfeld Orta Asya eserleri ile olan yakın benzerliği belirtmiş olmasına
rağmen Samarra resim ye süs sanatını Sasani tesirlerine bağlamaktadır.
Fakat bu mütalaa yarı doğrudur. Çünkü Orta Asya sanatı
Sasani sanatından büyük tesirler almıştır. Fakat şurasını da unutmamalıdır
ki Samarra'dâki Sasani tesirleri Orta Asya yolu ile gelmiştir.
Sasani tesirlerinin Arap dünyasında ilk defa Samarra'da Orta Asya
kılığında gözükmesi onun buraya Türklerle • geldiğini gösterir. Bu itibarla
Samarra'da Sasani tesiri değil Orta Asya Türk tesiri mevcuttur.
Herzfeld tarzında düşünce yürütürsek, Sasani sanatı da Helenistik ve
Roma sanatlarından mülhem olmuştur, diye Samarra sanatının köklerini
daha eski sanatlarda da gösterebiliriz. Her halde aynı günden olan
eserlerin birbiriyle mukayesesi daha ihtiyatlı bir hareket olur.
Onun için Herzfeld'in bir çok yerlerde kaydettiği, VII-IX uncu asır
Orta Asya paralellerini kıymetlendirmek ve onun Samarra'ya gelen
Türkler eli ile islâm sanatı üzerine, icra ettiği tesiri göz önünde tutmak
zorundayız.

Mısır'da ilk Türk tesirleri:

Samarra'daki sanat mektebinin bir şubesini Mısır'da buluyoruz.
Türk generali Ahmet. Tolon'un aynı yıllarda eski Kahire'de kendi kumandanlık
şehri olan El-Katai'da ortaya çıkan eserler her bakımdan
Samarra sanatına bağlıdırlar11. Tolon devletinin 868-905 Mısır'a getirdiği
bu yepyeni sanat orada o kadar tesir yapmıştır ki, yontma meyilli .
ağaç kaplamalar Mısır'da yüzlerce yıl terkedilmiyen bir moda oldu..
Elkatai'daki cami, saray ve hususî evlerin duvarlarını kaplayan Stucco
veya ağaç kaplamalar Samarra'dakilerin aynı idi. Kahire'deki Arap müzesi
önde olmak üzere dünyanın bütün müzeleri Mısır'dan gelme bu
çeşit kaplamalarından güzel örneklere sahiptirler. Toprak, maden kaplarda
da Samarra sanatının burada aynen yaşadığını görüyoruz.

Ahmet Tolon'ın camii, mimarlık tarihinin en güzel en şirin eserlerinden
biridir. Sivri kemerin ilk örneklerini İran'da12 görüyorsak Mısır'daki
en güzel sivri kemeri bu göz alıcı çapı ile ilk defa bu eserde
görüyoruz.

Ahmet Tolon camiindeki sivri kemer Sicilya yolu ile Normandiya'ya
geçmiş roman sanatında Türk kumandanın eserindeki tenasübü ile kullanılmış
13 sonrada Gotik sanatın ana motifi olarak asırlarca Avrupalıların
ruhunu ve gözünü okşamıştır.


Buraya kadar söylediklerimizi toplarsak: Samarra ve Elkatâi Türklerin
gelmesi ile yepyeni bir sanat merkezi oluyorlar. Buralarda eskiden
tanınmayan ve bilinmiyen eserler ortaya çıkıyor. Elkataî Samarra'nm
bir çubesi olarak yer alıyor. Her iki şehrin eserleri Orta Asya ile benzerlik
gösteriyor. Bu müşahedeler bize dokuzuncu asırda, Abbasi'ler
devrinde sanatta Türk zevkinin Türk, programının hâkim olduğunu anlatır.
En önemli nokta şurasıdır ki, Samarra sanatı ortaya çıktıktan
sonra asırlarca tutundu. Kühnel'in dediği gibi, "imparatorluğun stili»
olarak, bütün arap alemine yayıldı 14. .

Böylece dokuzuncu asırda başlıyan ve yerleşen Türk tesirleri ondan
sonra ki yüzyıllarda .kendini daha çok gösterecektir.

Dipnotlar


1 Türklerin ve İranlıların islâm sanatındaki rollerini ilk defa kaydeden G. Jacob'-
tur. Der İslam I, Hinweis auf wichtigste. östliche Elemente der islamischen Kunst. burada
bilhassa Türklerin rolü öne sürülmektedir.
2 İslâm sanatında Türklerin rolünü önemle belirten kitap ve yazıların en mühimleri:
Strzygowski, Altay-Iran und Völkerwanderung Leipzig 1917 -Strzygowski, Asiens
Bildende Kunst, Augsburg 1930. - Strzygowski, Türkiyat Mecmuası cilt 3-Strzygowski,
Ülkü Dergisi sayı 49;- İslâm sanatında Türklerin hissesi mevzuunda en güzel
çalışmaları genç yaşta ölen Heinrieh Glück vermiştir. Bu bilginin Türkiyat Mecmuası
cilt 3 te çıkan makalesinde kendisinin bütün yazı ve kitapları zikredilmiştir. - Kühnel,
(Springer Kunst- Geschirhte cilt 6.) Glück'ten sonra Türklerin islâm sanatındaki esaslı
ve büyük yerini sezmiştir. - Clâl Esat ilk defa olarak bir «Türk sanatı» ndan bahsetmiş
ilk sanat tarihçimizdir. Son eseri : Celâl Esat Arseven. l'art turc İstanbul 1939
Devlet Basımevi.
3 Şemsettin Günaltay, Belleten sayı 23-24, Abbas oğulları İmparatorluğunun ku
rüluş ve yükselişinde Türklerin rolü. S. 178-205. Ayrıca bak: Şemseddin Günaltay,

Belleten, sayı 25, Selçukluların Horasan'a indikleri zaman İslâm dünyasının siyasal,
sosyal, ekonomik ve dinî durumu. S. 6U-99.
4 Şemsettin Günaltay, Abbas oğulları İmparatorluğunun kuruluş ye yükselişinde
Türklerin rolü. Belleten sayı 23-24, s. 190.

5 Samarra hakkında, bibliografya: E. Herzfeld, Def Wandschmuck der Bauten
von Samarra Berlin 1923-E. Herzfeld, Die Malereien von Samarra, Berlin 1928-Friedrieh
Safre, Die Keremik von Samarra, Berlin 1923-G. J. Lamm, Das Glas von Samarra-
Kühnel ve Erdmann, Berlin Müzesi Samarra rehberi.-Zeki Muhammet Hasan.
Les Toulonnides Paris 1933 Geuthner.

6 Meyilli yontma tarzî için bakınız : - Strzygowskî, Altay - İran a. 136-43 Kühnel
( Springer cilt 6 ) s. 395 - Kühnel ve Erdmann (Berlin Müzesi Samarra rehberi )
a. 16 G. Salles (Histoire üniversel des arts s. 27 ).

7 Kühnel ( Springer cilt 6) s. 395-396 - Kühnel ve Erdmann (Berlin Müzesi
Samarra rehberi ) s. 16.
8 Kühnel - Erdmann s. 15 şekil. 16, 18.
9 Strzygowski, Ülkü Dergisi sayı 49.

10 Herzfeld, Der Wandschmuck von Samarra S. 41-43, 177, 187 - Herzfeld, Die
Malereia von Samarra s. 10 haşiye 4, s. 11 haşiye 7, s. 62 haşiye 1.
11Tolon devri sanatı için: Kühnel (springer cilt 6) ş. 396 - S. Flury, Samarra
und die Ornamentik von ibni Tulun (Der Islam 1913).-.A. Cresvell Early, muşlim architeçture
II. -M. Zeki Hasan, Les Toulounides.
12 Cresvvell, Early muslim architecture.
13Kühnel (Springer cilt 6) s. 392.
14 Kühnel (Springer cilt 6) s. 394-397.












Hiç yorum yok: