Önceki gün birden fark ettim ki Berlin Duvarı'nın yıkılması ile Mostar Köprüsü'nün yıkılması, farklı yıllarda ama aynı gün gerçekleşmiş: 9 Kasım. Berlin Duvarı 9 Kasım 1989'da 'Batılı'lar tarafından yıkılmış; başka bir ifadeyle, Doğu bloğunun çökmeye başlaması ile Doğu ve Batı Berlin birleşmişti. Berlin Duvarı'nın yıkıldığı sırada Londra'da yaşıyordum ve Batı'da oluşturduğu heyecanı izlerken içimden geçen burukluğu bugün de çok iyi hatırlıyorum… O burukluk hala devam ediyor çünkü… BBC'de canlı yayında, yıllarca süren ayrılığın, parçalanmışlığın sona erdiğini heyecanla anlatan sunucu, arka planda ekrana yansıyan kalabalığın sevincine eşlik ediyordu. Duvara ilk darbenin indirilişi ile Batı'nın, yani kapitalizmin zaferi kutsanıyordu…
Çocukluğumdan beri öğretilen "Berlin utanç duvarı" yıkılmıştı işte; burukluk… neden burukluk ki? Berlin Duvarı'nın yıkılmasıyla sarsılan dünya dengeleri onarılmış, sona erdiğini henüz kavramakta olduğum soğuk savaş bitmişti. Ama kendi coğrafyamdaki duvarların hala dimdik oluşunu hatırlayacaktım. Üstelik kendi coğrafyamdaki duvarların varlığını, somut biçimde yıkılan Berlin duvarı ile fark ediyor oluşumuz… Ekranda beliren parçalanmış coğrafyanın, utanç duvarının sadece Berlin'den ibaret oluşu algısının farkına varmış olmakla, adeta bilinç akışıyla, Ortadoğu'ya doğru görüntülerin kayışı… Gerçeklikten kopuş mu yoksa en gerçek olanla temasın şiddetinin bir anda gerçekliği yok etme hali mi?
Yine bir 9 Kasım günü, 1993'te Mostar Köprüsü, şehrin Batı yakasını tutan Hırvatların saldırısıyla bombalandı.. Neretva'nın iki yakasını birleştiren tarihi/n estetik köprüsü serin sulara gömülmüştü. Berlin'i birleştiren gelişmeler Yugoslavya'yı parçalamış, Osmanlı medeniyetinin simgesel anlamı Mostar Köprüsü'nü yıkmıştı. Batı Avrupa'yı birleştiren süreç Doğu Avrupa'yı, Balkanları parçalamış, geriye kan ve gözyaşı bırakmıştı. Bunca kültürü, ulusu, dini bir arada yaşatma deneyiminin sembolü Osmanlı mirası Mostar Köprüsü'nün yıkılmasıyla sanki tarihin intikamı alınıyordu.
Yıkılmış köprünün yerine, gerilmiş çelik halatlara monte edilen tahtadan yaya köprüsü yıllarca tarihin ironisi gibi asılı kaldı. Mostar Köprüsü'ne bakan çarşıda, çocukluğundan beri şiir gibi okuduğu bu köprünün resimlerini çizerek geçimini sağlayan Boşnak ressamın sözleri hala kulağımda çınlamakta: "Her sabah kalktığımda hala ilk yaptığım iş köprüye bakmak oluyor. Yıkıldığı günden beri sanki ışığımı kaybettim, dünyam karardı."
Ortadoğu'yu mozaikleştirecek, yeni utanç duvarlarını örecek süreç yeni başlıyordu… Avrupa hızla bütünleşmeye giderken Ortadoğu'da yeni parçalanmışlıklara gebeydi… Hala bu parçalanmışlık hali ve parçalanma dalgası devam ediyor. Her geçen gün kıyımıza vuran, gittikçe kan rengine bürünen dalgalar…
"Bir 9 Kasım günü" diye başlayan cümle Berlin Duvarı ve Mostar Köprüsü'nün yıkımıyla sınırlı değil benim için. Çok daha uzak coğrafyada bir çınarın yeşermeye başlayışına tanıklık eder… Bir başka güz mevsimi, 9 Kasım1877 yılında Allame Muhammed İkbal, yüzyılın vicdanını sarsacak gür seda doğmuştu… İki yıkımı da gölgede bırakacak sesin sahibi İkbal Pencap'ta hayata uyandı. Yüreği gök gibi geniş, soluğu gür bir sedayı andıran İkbal, bütün bir ömür ümmetin acısını terennüm etti. Umutla gürledi, yenilgilerle bilendi… Ama imanın sesini, yani umudunu hiç eksiltmedi. "Sen daha yol geçidindesin, mekana bağlılıktan geç… Hicaz ve Şamlı olmaktan geç, Acem ve Turanlı olmaktan geç" diyen İkbal'in kabrini ziyaret ettiğimde ne çok sarsılmıştım. Kabri de kendi hayatı, düşüncesi ve şiiri gibi, Pakistan'ın kalbinde… Lahor'da, Ekber Şah Sarayı ile Babürlerden miras Badşâhi Camii'nin arasında… Tam yol geçidinde ama kökleri kendi mazisinde…