8 Ekim 2012 Pazartesi

Vatanseveri bu kadar çok olan ülke neden kalkınamamaktadır? -Türkiye’nin kalkınamamasının ana nedeni? -Türkiye’de Sanayi Devrimi neden gecikmektedir? Ekonomi IMF’ye, Savunma NATO’ya! - canmehmet.com


Vatanseveri bu kadar çok olan ülke neden kalkınamamaktadır?


En çok askerler severler vatanlarını. Sonra da sırayı, özenle ve törenle bürokratlar alır. Siyasetçilerde çok sever. Peki, medya, yargı ve üniversiteler? 7 gün 24 saat bağırdıklarına göre onlarda sevmektedirler.
Sadece iki grup var sevdikleri şüpheli! Toprağı ekenler ve uğrunda ölenler. Bu nedenle bunlar ülke yönetimde söz sahibi değiller (di).
Çünkü; bunların ne yapacakları belli olmaz (dı)!
-Vatansever kimdir?
-Ülkesini çıkarsız sever. Gerektiğinde de; toprağı ve bayrağı için canını seve seve verir. Toprağına ağaç diker, gül diker, buğday eker. Onu bir gelin gibi süsler. Yakmaz, yıkmaz.
-Bu tanıma göre; Bir asker veya bir yargı mensubu, özellikle siyasetçi veya kim olursa; mevki, güç ve imkânlarını kullanarak, yakınlarına, sözde güvenlikli ve konforlu yerlerde askerlik yaptırıyorsa, yaptırmış ise yukarıdaki tanımda yer alamayacaktır.
-Neden? Nedeni şu; “Söz konusu vatansa, gerisi teferruattır.” da ondan.
-Eğer; sevdiğinin korumasında yoksan, sen de teferruat oluyorsun. Doğal olarak…
Bir ülke cumhuriyetle yönetiliyorsa; Aklıma Suriye gelir. Orada halk adına işler yapılır. Ancak halk yöneticileri sorgulayamaz.
Yönetimin astığı astık, kestiği kestiktir.
Orada cumhuriyette vardır. Seçim de.
Suriye’de cumhuriyet sanaldır.
Halk iradesi de sanaldır.
Gerçek olan (görünürde) seçimlerdir.
Bir ülke ki, krallıkla yönetilir, buna rağmen orada halk meclisi kralı bile gerektiğinde azledebiliyorsa aklıma İngiltere gelir.
İngiltere’de nerede ise dünyanın en gelişmiş demokrasi anlayışı vardır.
Hesap veremeyen, sorgulanamayan kimse yoktur.
Bu nedenle yanlış yapan, kanunları çiğneyen, bedelini ödeyeceğini bilir.
Halk adına para harcayan herkes bunun hesabını da verir. Vereceğini adı kadar bilir.
Kanunlar, kanundur. Ülke kimsenin babasının tapulu malı değildir. Keyfiyet yoktur.
İngiltere’de halka rağmen kral, krallık; Başbakan, başbakanlık yapamaz.
İngiltere krallıkta vardır. Demokraside.
Ancak krallık sanaldır. Demokrasi gerçektir.
Bir ülke daha vardır.
Cumhuriyetle yönetilmektedir.
Bu ülke de “demokraside var.” Denilmektedir.
Ve bu ülkede bazıları hesap vermemektedir? Mesela;
Bir devlet memuru, sorgulanmak üzere halk meclisine çağrılır.
Ancak gitmezse…
Bir devlet memuru, başbakana hakaret eder,
Yargı bunu yasalar gereği cezalandırmazsa;
Orada; Yasalar yok demektir.
Orada; Yasalar yok olduğu için devlet yok demektir.
Orada; devlet yoksa cumhuriyet yok demektir.
Orada; cumhuriyet yoksa halkın yönetimi de yok demektir.
Orada; halkın yönetimi yoksa sorgulanmakta yoktur.
Sorgulanmanın olmadığı yerde saltanat vardır.
O ülkede; Cumhuriyet sanal, demokrasi sanal, saltanat gerçekti-r-.
Vatanseverlik çıkarsız ülke sevgisi demektir.
Saltanatta kişisel çıkar ön plandadır.
Bu durumda; Vatanseverlik sanal, saltanat severlik gerçektir.
Halka rağmen hiçbir şey yapılmaz. Yapılamaz.
Eğer; yapılıyor, yapılabiliyorsa;
Hemen aklımıza şu örnek gelmelidir;
Suriye’de okunan yıllık kitap sayısı bir milyondur.
İngiltere’de 120 milyon (Yüzyirmimilyon)
Eğer, modern, medeni, gelişmiş ve zengin olmak istiyorsak, okumalıyız…
Uyumak sanal, Okumak gerçektir.

Türkiye’nin kalkınamamasının ana nedeni?

Günümüzde çağdaş ve modern ülkelerin zenginliğinin iki ana kaynağı vardır. Katma değeri yüksek mal üreten sanayi tesisleri ile nitelikli yetiştirilen insanlar. Konuya, “Bugünler dünlerden doğar” anlayışından hareketle; üretici-Köylü ve Kapitülasyonlar hakkındaki yanlışlarımız düzeltilerek başlanılacaktır. “Köylü Milletin Efendisidir.” İfadesi, döneminin özelliği nedeniyle ilk kez Kanuni tarafından seslendirilmiştir. ilk Kapitülasyonlarda yaygın bilinenin aksine, Kanuni’nin tarafından 16’ıncı asırda Fransızlara değil, 14’inci asırda, I. Orhan Bey tarafından Cenevizlilere verilmiştir.
-”Hakiki efendi reayadır.” (Köylü Milletin efendisidir.)
Konu açıklandığında, Kanuni’nin neden Osmanlı Devletinin nerede ise en parlak döneminde asker ve ulemayı değil de köylüyü “efendi” olarak değerlendirdiği açık olarak anlaşılacaktır.
Ve 15 ile 16’ıncı asra dönüyor ve dönemin hem Osmanlı, hem Avrupa, hem de dünyanın içerisinde bulunduğu şartlara bir göz atıyoruz.
Türkler, Osmanlılar ve İpek Yolu…
İpek Yolu, başlangıçtan itibaren çeşitli Türk uygarlıklarının ve Osmanlının büyümesinde önemli bir ekonomik kaynak olmuştur.
İpek yolunun önemi, bu yolun Çin’den başlayarak Anadolu ve Akdeniz aracılığıyla Avrupa’ya kadar uzanması ve üzerinde karşılıklı olarak Doğu ve Batının mal alış-verişi yapmasından gelmektedir.
Bu nedenle, “Osmanlının duraksamasında ve yıkılmasında, ‘İpek Yolu’ en önemli etkendir.” Dediğimizde fazla abartılmamış olunacaktır.
Osmanlıyı ne kötü yönetim, ne de batının yaptığı sanayi devrimi batırmıştır…
İlginçtir, bu husus nedense tarih kitaplarımızda fazlaca belirtilmemiştir.
….
“Orta Çağda, ticaret kervanları, şimdiki Çin’in Şian kentinden hareket ederek Özbekistan’ın Kaşgar kentine gelirler, burada ikiye ayrılan yollardan ilkini izleyerek Afganistan ovalarından Hazar Denizi’ne, diğeri ile de Karakurum Dağları’nı aşarak İran üzerinden Anadolu’ya ulaşırlardı.
Anadolu’dan deniz yolu ile Akdeniz ve Karadeniz (Tirebolu) limanlarından veya Trakya üzerinden kara yolu ile Avrupa’ya giderlerdi.
Avrupalılar, içerisinde bulundukları zor ekonomik koşullar nedeniyle, 15. ve 16. yüzyıllarda yeni ticaret yollarının bulunması amacıyla çalışmalar yapmış ve bunda da başarılı olmuşlardır. Bu keşiflerle yeni okyanuslar ve yeni kıtaların bulmuşlardır.
İlk keşif denemeleri, Atlantik Okyanusu ve Afrika kıyılarına doğru, 14. yüzyılın başlarında Fransız ve Cenevizli gemiciler tarafından yapılmıştır. Daha sonraki çalışmalarla da Kanarya Adaları ve Azor Adaları keşfedilmiştir.
Yeni bulunan yollar nedeniyle Batılılar artık Doğunun zenginliklerine, Baharat, ipek ve benzer kaynaklarına daha kolay ulaşmakta ve mallar karşılıklı olarak kısa ve ucuz maliyetli yollar üzerinden taşınmaktadır.
Keşifler ne kadar Avrupalılara yeni zenginlik kapısı açmışlarsa, Osmanlıyı da, bir o kadar gelirden ve refahtan uzaklaştırmıştır…
Diğer bir ifade ile bu keşifler Osmanlı için sonun başlangıcı olmuştur…
Peki neden?
Anadolu topraklarındaki İpek Yolu üzerinde mal taşıyan tüccar ve kervanlar için çok sayıda Kervansaray, han ve konaklama yerleri yapılmıştır. Ayrıca bu yolların güvenliğini sağlama görevinde çalışan çok sayıda insan vardır.
Kervanların tüm mal, malzeme ihtiyaçları da yollara yakın civar köyler, köylüler tarafından temin edilmektedir.
Dönemin kayıtlarına göre, yakın yerlerde bin haneye sahip, adeta şehirleşmiş köyler vardır.
Osmanlı döneminin en ileri devletidir. Köylü ve imalatçı atölyeler üretmekte, kervanlar sayesinde de ürettiğine müşteri-pazar bulmakta, kazancı arttığı ölçüde de zenginleşmektedir.
Ancak keşiflerle bulunan yeni yollar, Osmanlı için çok büyük bir gelir kaybına neden olurlar…
Artık giderek bu yolları kullanan kervan ve tüccar sayısı azalmakta, azaldığı oranda, hanlar ve kervansaraylar kapanmakta, yolların güvenliğini sağlayan insanların işsiz kalmalarınınyanında, mal, malzeme üretenler de mallarına müşteri bulmakta zorlanmaktadır.
Osmanlı bu gelir kaybına hazır olmadığı gibi, kısa sürede önlem alacak çözümlere de sahip değildir…
Yakın zamanda bolu dağları üzerinde akan trafik yeni yapılan tünel nedeniyle güzergah değiştirmiş, eski yol üzerinde kalan esnaf ve o esnafa mal temin eden köylü büyük oranda işsiz kalmıştır. Buna canlı bir örnektir.
İşte bu noktada Osmanlının ilk aklına gelen yabancılara Osmanlı topraklarında yapılacak ticareti cazip kılmak, bunun için de hak ve ayrıcalıklar vermek olacaktır…
Diğer adı ile meşhur Kapitülasyonlar…
Bizim tarih kitaplarında kapitülasyonlar nasıl anlatılmaktadır?
Gerçeğinde Kapitülasyonlar nelerin sonucu doğmaktadır? (1)
Yabancılara verilen bu haklar, güçlü olduğunuz dönemde fazla zarar vermeyecektir…
Ancak rüzgâr artık Osmanlı için arkadan değil yüzüne doğru esmektedir…
Ve zenginleşen Avrupalılar, verilen bu haklar, ayrıcalıklar ile ileride Osmanlıyı adeta bir sömürge ülkesi haline getireceklerdir…
Osmanlı, gelir kaybını telafi için o güne kadar sağlıklı işleyen toprak düzenini değiştirmeye başlar…
Bozulan toprak düzeni ise ordunun yapısını…
Bozulan ordu da, Osmanlının tüm düzenini bozar.
“Hakikî efendi reayadır…”
-“Hakikî efendi reayadır. Kanunî Sultan Süleyman bir gün meclisinde bulunanlara bu memleketin hakikî efendisi kimdir sualini sorunca, Zat-ı hazret-i Padişahileridir diye verilen cevabı kabul etmemiş ve hakikî efendi reayadır demek suretiyle asırlarca sonra herkesçe idrak edilecek bir hakikati ifade etmişti.” (2)
Kanuni, İpek Yolu’ndan elde edilen geliri, açığı, tarım üretimini artırarak, köylü sayesinde kapatacağını düşünmektedir.
Bu nedenle olsa gerek “Köylü Milletin efendisidir.”
Ve Kapitülasyonların hikâyesi…
Ancak bu kez doğru şekilde…
(1) Doğan Avcıoğlu, “Türkiyenin Düzeni”,
(2) İsmail Cem, “Türkiye’de geri kalmışlığının tarihi”
Türkiye’de Sanayi Devrimi neden gecikmektedir? Ekonomi IMF’ye, Savunma NATO’ya! 


Yaklaşık iki asırdır aynı çukuruna düşmekteyiz. Yıl 1853, Rusların Osmanlılardan talepleri vardır. Bu nedenle Ruslarla yaptığımız Kırım Savaşı’nda İngilizler ve Fransızlar yanımızda yer alırlar. Ve bu savaş (Ruslar) nedeni ile ilk kez dışarıya (İngiliz-Fransızlara) borçlanırız. Yıl 1946, Rusların bu kez Boğazlar, Kars, Ardahan’la ilgili talepleri vardır. Bu defa yanımızda NATO (İngiliz – Fransız + ABD) vardır. Ve yine Ruslar nedeni ile (1947′de) IMF’ye borçlanırız. Aynı tezgâh, aynı çukur! İkisinde de Rus talepleri vardır. Ve Rusların taleplerinin ikisinde de dışarıya borçlanırız.
Konuya kaldığımız yerden devam ediyoruz…
-İpek Yolu’nu ve önemini,
-Avrupa’nın coğrafi keşifleri ve sonuçlarını,
-Keşifler nedeniyle Osmanlının büyük gelir kaybına uğraması ile yıkılışa giden sürece girdiğini,
-Osmanlının, ekonomik darboğazdan çıkışın çözümünü, yabancıların ülkemizdeki ticaretlerini teşvik için tanınacak hak ve ayrıcalıklarda gördüğünü, ancak bu fark ve ayrıcalıkların, kendisini ileride sömürgeleştirdiği anlatılarak sıra…
Bu fark ve ayrıcalıklar ismi Kapitülasyonları anlatmaya gelmişti…
Kapitülasyonlar…
“İlk defa 1352 yılında Cenevizlilere verilen (hak ve ayrıcalıklar) Kapitülasyonlar, darülharb kabul edilen yabancı ülke tüccarına Osmanlı topraklarında ticaret yapma hakkı veriyordu…
Osmanlı Devleti’nin, kurumlarını oluşturmaya başladığı kuruluş yüzyıllarında Ceneviz’in ticaretteki ustalığından oldukça istifade ettiği görülmektedir.
Bu ilişkinin altında Akdeniz’de yapılan ticaretin geliştirilmesi yatmaktadır.
16’ıncı asra gelindiğinde ise yapılan coğrafi keşifler, İpek yolunun önemi ile birlikte Osmanlının gelirini azaltır. Bu kez çare olarak, yabancıların Osmanlı ile olan ticaretlerini devam ettirmeleri için onlara cazip gelecek avantajlar sağlanması görülür.
Ancak, olayın bu kısmı bizde fazla seslendirilmemiştir.
1352’de yabancılara verilen halkların altında, ticareti öğrenmek ve geliştirmek…
1560’lı yıllarda verilen hakların altında da, keşfedilen yeni yollar nedeniyle Anadolu’dan çekilen yabancı tüccarları yeniden kazanmak vardır.
Ancak, Batı Avrupa’nın (İlk İngiltere) yaptığı sanayi devrimi her şeyi değiştirmiştir.
Devrim, Osmanlı ve Avrupa arasında bir nitelik farkı doğurur. Osmanlı artık batı için bir hammadde deposu ve işlenmiş ürünleri için geniş bir pazardır. Evvelce alınan hakların yanında, Osmanlı topraklarını Avrupa’ya tek bir pazar olarak açan 1838 ticaret anlaşması da işin tuzu biberidir.
Bu anlaşma ile ihracat yasağı ve devlet tekelleri kaldırılmış, yabancı tüccarlar yerli tüccarlarla aynı haklara sahip olmuştur.
Bu anlaşmanın tercimesi, bundan sonra Osmanlı artık mamül mal üretemeyecek, daha doğrusu üretse de rekabet edemeyecek, ettiğinde de Avrupalı üreticiler tarafından çok açık bir şekilde çok düşük fiyatlarla mal satılarak yok edilecektir.
Osmanlı artık, kumaş yerine iplik, iplik yerine ham pamuk ya da yün hatta pamuk kozası satar hale gelmiştir.
Ve bu anlaşma ile hayal edilen, Osmanlı-Türkiye’nin sanayileşme hevesi başka baharlara kalmıştır.
Konuyu toparlayarak sonlandırırsak,
Osmanlı, döneminin ileri devleti olmasına rağmen, 16’ıncı asırda yapılan coğrafi keşifler sonucu kaybettiği gelirini başka yerlerden sağlamak yerine ülkedeki toprak işleyiş düzenini bozarak, üretimden çok topraktan kazanmayı düşünür.
Ancak, bozduğu toprak işleyiş düzenini tekrar kuramadığı gibi yeni bir çözümde geliştiremez.
-Osmanlı, 18’inci asırda Batının arayı iyice açtığını kabullenerek, devletin yapısını ve yönetim anlayışını değiştirmeye çalışsa ve bu uğurda çok çırpınsa da,“zamanın ruhu”nu, halkın doğrudan meselenin içine çekilmeden kalkınma olamayacağını göremez ve girdiği borç batağı sonucu hayatı sonlanır.
-Cumhuriyet yönetimi, (belki Japonları örnek alarak) tepeden inme bir değişiklikle ülkeyi kalkındıracağını, değiştireceğini düşünse de onlarda “zamanın ruhu”nu yakalayamamış ve bu hareketi aşağıdan yukarıya, dönüştüremediği için çırpınmışlar, daha açık tabiri ile başaramamışlardır.
-İkinci Dünya savaşından sonra kurulan yenidünya düzeninde, bizlerinde meselelere bakış açısı değişmiş ve halkın katılımı olmadan kalkınma olamayacağı fark edilmiş, ancak bu kez de kaynak olmadığı için borçlanarak kalkınmaya çaba harcanmış, arayı iyice açan batılı sömürgeciler bizleri birazda kenardan gülerek seyretmiş, borçlanmamızdan dolayı, yeteri kadar da üretememiş, her ödeme krizine girdiğimizde, gönüllerine göre tekrar tekrar borç vererek kalınan yerden, kendi çıkarlarına gelecek şekilde devam etmemiz sağlanmıştır!
Bu şekilde düşe kalka 1980’lere, Özal dönemine geliriz…
Özal İhracat olmadan ülkenin ve insanın anlayışının değişmeyeceğini ve güçlü bir orta sınıf (Rahmetli Özal’ın tanımı ile Ortadirek ) olmadan, ne ülkenin kalkınacağını, ne de demokrasinin yerleşeceğini düşündüğünden büyük teşviklerle (Hayali ihracatlar!”a, yol ve kapı açılmıştır.
1980’ler de ihracat 2,5 milyar…
2002’li yıllarda 35 Milyar…
2007’de 130 Milyar dolardır.
Ve Ülke çadırının “Ortadirek”i, belkemiği kurulmuştur.
Bugün ülkenin ve başbakanının sesi çıkıyorsa bunu Ağırlıklı olarak Rahmetli Özal’a, Erbakan’a borçluyuz.
Bunlardan sonra Başbakan yurt dışında, “One minute… One minute! Demeye başlayacaktır…
Güçlü bir ekonomi, insanına güven vermekte ve gerektiğinde yüksek sesle konuşturabilmektedir…
Bugün Türkiye yaklaşık, 23 milyar dolar tarım ürünü üretebilmekte,
Bugün Türkiye yaklaşık, 27 milyar dolar Turizmden gelir temin edebilmekte,
Bugün Türkiye yaklaşık, aylık 10-12 milyar dolar ihracat yapabilmektedir.
.
Peki, bundan sonra?
Sonrasını,
Ortaçağda İspanya’dan Osmanlı’ya sığınmış olan Sefarad Yahudilerinden olan bugünkü
Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy söylemektedir…
-“Sarkozy, G20 dönem başkanı olarak Fransa için Türkiye’nin desteğinin çok önemli olduğunu ifade ederek, gündemlerinde uluslararası para sisteminin reformu ve hammadde fiyatlarının düzenlenmesi gibi çok zor, acil ve karmaşık konular olduğunu söyledi.
Büyük bir tarım ülkesi olan Türkiye için hammadde fiyatlarının düzenlenmesinin önemli olduğuna işaret eden Sarkozy, bu yüzden Tarım, Gıda, Balıkçılık, Kırsal Kesim ve Bölgesel İdare Bakanı Bruno Le Maire ile Türkiye’ye geldiğini ifade ederek, bu konuda Türkiye’nin oynayabileceği çok önemli bir rolü olduğunu kaydetti. (25 Şubat 2011-Cumhuriyet)
Fransa bizi 19’uncu asırdaki görüntümüzle, o beklentiyle görmek istemektedir.
”Büyük bir tarım ülkesi olan Türkiye…”
“Sizden hammadde alalım, size uçak, gemi, malzeme satalım… Neyinize sizin Afrikaya, bizim pazarımıza Konya’dan traktör satmak!”
Bir daha ülkenize altı saatlik de olsa gelmem, küserim be… oyunbozanlık yapmayın Aaaa……”
Bir soru ile noktalayalım…
28 Şubat” Olayı ile Anadolu’nun (Yeşil Sermayenin) sanayileşmesiyle bir ilgisi…
Veya Yeşil Sermayenin Türkiye’nin montaj değil, gerçek sanayileşmesiyle bir ilgisi var mıdır?
Türk Halkı artık dizlerinin üzerinde ağır ağır da olsa doğrulmaktadır…
İlk yazıda, Yargı’nın sistemi koruması üzerine inşası anlatılmıştı…
İkincisinde Osmanlının sanayileşememesi…
Üçüncüsünde Osmanlının yıkılışının gerçek nedenleri
Biz bir kapı açtık, sonrası meraklılarına kalmaktadır.

Hiç yorum yok: